Zaman yazarı Ali Bulaç, AKP’nin 1 Kasım seçimleri öncesinde gündeme getirdiği ve her fırsatta ifade ettiği “Milli ve yerli” konusunu köşesine taşıyarak, “İslam'a dönmeliyiz; millilik bizi despotizme, yerlilik köylülüğe götürür” dedi. “’Milli ve yerli olanın en büyük tehdidi küresel süreçten alır” diyen Bulaç, “Küreselleşme kuvvetli bir rüzgâr gibi yerli ve yöresel olan her şeyi önüne katıp götürüyor. Kendiniz olmak istiyorsak, ‘milli ve yerli olan’a değil, bizi sosyo-kültürel bakımdan kişilik sahibi kılacak, bölgemizdeki halklarla eşit ve kardeşçe birliğe götürecek ve küresel sürece özne olarak katacak İslam'a dönmeliyiz” ifadesini kullandı.
Bulaç’ın Zaman’da “Yerli!” başlığıyla bugün (22.02.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Yüzyıl önceki kurucu paradigması korunmak kaydıyla devlet kendini yeni bir restorasyona tabi tutarken “milli ve yerli olan” yeterli malzeme olabilir mi? Muhtemelen “milli olan”ın sosyo-kültürel zemini “yerlilik” olduğunda o bildik eski devletin kendini güvende hissedeceği düşünülmüş.
Fakat yeniden inşaata başlayan devlet zihniyetinin karşı karşıya bulunduğu bazı handikaplar var. Fransız ihtilali sonrası teşekkül eden milli devlet ile bugün kendini yeni bir restorasyona tabi tutma ihtiyacında olan devlet arasında mesafeler çok büyümüş.
Bugünkü modern ulus devletin önüne çıkan ilk önemli handikap “modern olan”ın kendini “postmodern olan”a terk etmesidir. Hakikatin parçalandığı, pozitivizmin çöktüğü ve “ne olsa gider” yönteminin bilgi ve düşünce üretiminde kullanıldığı bir dünyada devleti hangi ebedi ve değişmez ideolojiye istinad ettireceksiniz? Yurttaşların aidiyeti çoktan teritoryal önemini kaybetmiş bulunuyor, bambaşka aidiyetler, edinilmiş kimlikler söz konusu. Modernizm döneminden bugüne taşınmak istenen devleti ancak sağ-milliyetçi “devlet ebed müddet”çiler, bir de devletin her yanlışını “ulu'l emr”e itaat olarak algılayan arkaik tarikat ve dini cemaatler yüceltir ancak. Evet, bunlar hayli kalabalık ve kolayca provoke edilebiliyorlar ama koca kitlelerin provokasyonla anakronizme düşürülmesi büyük bir musibettir.
Devletin “milli/ulusal” niteliğinin önündeki büyük zorlukları Kürt sorunundan AB üyelik sürecine ve oradan ABD'nin başını çektiği, şimdi Rusya'nın da etkin olarak katıldığı küresel süreçten anlıyoruz. Yüz senedir devletçe yapılan “ulusal kimlik” vurgusunun aldığı cevap “Kürt ulusal kimliği”dir. “Yerli olan”la “yerel olan” arasında zihinde ayırım varsa da, yerliliğe yapılacak her türden kimlik ve kültürel değer vurgusu, benzer etki-tepki yasası gereği “Kürt yerel talepler”le karşılık bulacaktır. Fakat bunun kadar önemli olan “yerli” olanın damgasını üzerinde taşıyacak niteliği nerede arayacağımız konusudur. Ortak niteliği kavimde mi arayacağız, coğrafyada mı? Kavmin yerli değerini bulmaya kalkıştığımızda, aynı kazanda yoğrulmuş Boşnak ile Türk, Arnavut ile Kürt, Gürcü ile Arap ortak değerde buluşmaktadırlar. Kavimler/ırklar asla değerin referansı olamazlar, her kavmin değerler sisteminde ma'ruf ve örfler vardır; ma'ruf ve örf olan da şu veya bu kavme değil, Ed Din'e aittir, her selim akıl ve temiz fıtrat bunu teyid eder. Coğrafya da kavim gibi değerlerin (ahlak, hukuk) kaynağı olamaz, varsa makbul değeri ma'ruf ve örf içinde mütalaa edilir.
Yerel ve yöresel olan “yerli olan”ın ötesinde, ulus devletin eritici kazanına karşı tabii/ontolojik kimliğin arayışı ve hak talebidir. Bu da etnik kimliğin teyidi ve ana dilin kullanımında somutlaşır. Ne milli, ne yerli olan bu sürecin önüne geçebilir.
AB benzeri bölgesel entegrasyonlar ise standartlar mecmuasıdır. Emredici standartlara karşı “yerli ögeleri”le karşı konulamaz, ancak çok daha yüksek kaynaklardan hareketle mukabil standartlar geliştirilir. “Yerli”de karar kıldığınızda bölgesel entegrasyonlar üzerinizden silindir gibi geçer, kendinize ait zannettiğiniz değerlerin tamamını folklorik duruma düşürür. Folklorun ise sosyo-politik bir düzenin şekillendirici veya bir medeniyetin itici gücü olduğu görülmemiştir.
“Milli ve yerli olan” en büyük tehdidi küresel süreçten alır. Sağlıktan eğitime, iktisattan hukuka, idareden güvenliğe ve savunmaya, giyim kuşamdan kentleşmeye kadar sadece küresel trendler hükmünü icra etmektedir. Küreselleşme kuvvetli bir rüzgâr gibi yerli ve yöresel olan her şeyi önüne katıp götürüyor. Moskova ile Tel Aviv, Riyad ile Pekin arasında fark yok.
Kendiniz olmak istiyorsak, “milli ve yerli olan”a değil, bizi sosyo-kültürel bakımdan kişilik sahibi kılacak, hariçten gelen münkere karşı ma'rufu ve örfü çıkaracak, bölgemizdeki halklarla eşit ve kardeşçe birliğe götürecek ve küresel sürece özne olarak katacak İslam'a dönmeliyiz. İnsanın sahih özü ve bizi tarihte kerem sahibi kılan özün kaynağı “milli ve yerli”de değildir. Yoksa etnik ve ayrılıkçı hareketler, bölgesel entegrasyonlar ve küreselleşme baskısı altında millilik bizi despotizme, yerlilik de köylülüğe götürür.