Arjantin'de Pazar günü yapılan devlet başkanlığı seçimini Peronist aday Alberto Fernandez, ilk turda oyların yüzde 48'ini alarak kazandı. Ülkede oyların yüzde 45'inden fazlasını alan aday ikinci tura kalmadan devlet başkanı seçilebiliyor.
Kronikleşmiş ekonomik sorunlarla boğuşan Arjantin'in bu seçimde de ilk gündem maddesi yine ekonomik krizdi.
Alberto Fernández
Alberto Fernandez'in rakibi, 4 yıl önce ekonomiyi kurtarmak vaadiyle göreve gelen ve piyasa yanlısı bir isim olduğu için yatırımcıların gözdesi olan Mauricio Macri'ydi.
Macri'den önce ise ülkeyi 12 yıl boyunca Peronist liderler yönetmişti.
Mauricio Macri'den önce devlet başkanı olan Cristina Fernandez de Kirchner, Alberto Fernández'in yardımcısı olacak.
Kirchner'e 11 farklı başlık altında yolsuzluk suçlaması yöneltilmesine rağmen Macri'nin son 4 yıldır uyguladığı politikalar, Peronistlerin güçlenerek tekrar başa gelmesine yol açtı.
Peki ülkede yaşanan hangi gelişmeler seçimi Macri'nin kaybetmesini, Fernandez'in ise kazanmasını sağladı?
Cristina Fernández de Kirchner
Ekonomik vaatlerini yerine getirmedi
Mauricio Macri'nin yaptığı en büyük hatanın seçimi kazanmasını sağlayan vaatlerini yerine getirmemiş olması gösteriliyor.
BBC Mundo'ya konuşan ve Macri'nin politikası üzerine bir kitabı olan siyaset bilimci Jose Natanson, "Macri göreve gelirken daha eşit bir toplum kurmayı ya da insan haklarını uygulamayı vaat etmedi. Ekonomik durumun düzeleceği, yoksulluğun azalacağı ve enflasyonu düşüreceği sözünü verdi ancak bu üç başlığı da yerine getiremedi" diyor.
Yatırımcıların Macri'ye yönelttiği en büyük eleştiri, Arjantin'in büyük bütçe açığını kapatmakta yavaş kalması ve enflasyonu düşürmek için yüksek faizlere güvenmesi oldu.
Bu durum aynı zamanda solcuların da yardımların daralmasına yol açtığı ve ülkeyi resesyona götürdüğü eleştirilerini yöneltmesine yol açtı.
Mauricio Macri, 2015 yılında iktidara geldiğinde enflasyon ve bütçe açığı halihazırda gayet yüksekti; çetrefilli sermaye kontrolleri ise ülkenin izolasyona sürüklenmesine ve kara borsanın ortaya çıkmasına yol açmıştı.
Macri, Arjantin'i uluslararası piyasaya açma sözü vererek 2011'de uygulamaya konan sermaye kontrollerini kaldırdığını açıkladı.
Ülkenin uluslararası kredi vericilere erişimi olmadığı ve ekonomideki dengesizlikler o zamana kadar Merkez Bankası rezervlerinden sağlanmaya çalışıldığı için bu durum pesonun daha da değer kaybetmesine yol açtı.
Mauricio Macri, ticaret anlaşmaları yaparak ve yabancı yatırımcıyı çekmeye çalışarak ülke ekonomisini düzeltmeye çalışsa da hesaba katmadığı şey, dünya ekonomisinin daha çok kapalılaşmaya ve ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarına sürüklenmesiydi.
Macri'nin beklediği yabancı yatırımcıyı ülkeye çekememesi ve 2018 yılında yaşanan kur krizi sırasında pesonun ABD doları karşısında yüzde 40 değer kaybetmesiyle enflasyon fırladı, ekonomi daha kırılgan bir yapıya büründü.
Kirchner zamanında yüzde 27 civarında olan enflasyon, Macri döneminde yüzde 50'ye kadar çıktı.
Bu durumda IMF'ye giderek kurum tarihinin en büyük kredisi olan 57 milyar dolarlık bir borç alan Macri, Kirchner'den daha ağır sermaye kontrolleri uygulamaya sokmak zorunda kaldı.
Şimdi ülkenin yeni lideri olan Fernández, hem IMF ile müzarekeleri yeniden yürütmek hem de 100 milyar dolarlık kamu borcunu yeniden yapılandırmak zorunda kalacak.
Seçimlerin yapıldığı Pazar akşamı Arjantin Merkez Bankası, bir ay önce 10 bin dolar olarak açıklanan aylık sermaye kontrolünü 200 dolara çekti.
Ülkede işsizliğin yüzde 10 olması, nüfusun üçte birinin yoksulluk sınırında yaşaması ve Arjantin'in dokuzuncu kez borcunu ödeyemeyecek duruma yaklaşması nedeniyle ülkenin en büyük sorununu ekonomi oluşturmaya devam edecek.
Peronistler birleşti
Arjantin siyaseti uzmanı isimler, Alberto Fernandez'in seçimi kazanmasında daha önce bölünmüş durumda bulunan Peronistlerin tekrar birleşmesinin önemli bir rol oynadığını düşünüyor.
Özellikle Cristina Fernandez de Kirchner'in tekrar kendisini aday göstermek yerine, ülkeyi yönettiği sırada kendisini eleştiren isimlerden biri olan Alberto Fernández'in aday olmasını desteklemesini "başarılı bir strateji" olarak tanımlıyorlar.
Gazeteci Jose Natanson, BBC Mundo'ya yaptığı açıklamada, "Peroncuların birleşmesinde anahtar Kirchner'in elindeydi, çünkü Peroncuların bölünmesine yol açan da kendisiydi" diyerek durumu özetliyor.
Siyaset bilimci ve danışman Sergio Berensztein ise Arjantin toplumunda otoriterliğe ve popülizme karşı bir duruşun oluştuğu yanılgısının meydana geldiğini, Macri'nin de bu yanılgıya kapıldığını, ancak aslında böyle bir dönüşümün hiçbir zaman gerçekleşmediğini söylüyor.
Kilise'nin Peronizmdeki rolü
Financial Times gazetesi ise 10 Ekim'de Benedict Mander imzasıyla yayımlanan bir makalesinde, Arjantin'de özellikle yoksullara yardım sağlayan kilise örgütlenmesinde Peronizmin halen çok güçlü bir ideoloji olduğunu kaleme almıştı.
Özellikle Arjantinli olan Papa Francesco'nun, ülke politikasını ve ülkedeki kilise örgütlenmesini çok yakından takip ettiği, kapitalizme karşı duruşunda Macri'den ziyade Peroncularla daha yakın bir duruşta olduğu ifade edildi.
Gazetede daha önce yayımlanan bir başka haberde ise Fernández ve Kirchner'in yakınlaşmasını sağlayan isimin Papa Francesco olduğu aktarılmıştı.
Arjantin'de 1946-1955 ve 1973-1974'te devlet başkanlığı görevinde bulunan Juan Peron'un popülist ve milliyetçi politikalarına Peronizm, bu politikaları savunanlara da Peronist deniyor.
Ülkede 1989'da da Peronistlerin adayı Carlos Menem Devlet Başkanı seçilmişti.
2003-2007 yılları arasında görev yapan Nestor Kirchner ve 2007-2015 yılları arasında görev yapan Cristina Fernandez de Kirchner de Arjantin'in diğer Peronist liderleriydi.