HDP İstanbul Milletvekili Hüda Kaya, Adana'nın Aladağ ilçesinde 29 Kasım 2016'da özel bir öğrenci yurdunda çıkan yangınla ilgili komisyon olarak Aladağ’da yaptıkları inceleme hakkında bilgi verdi. Köylere giderek ailelerle tek tek görüştüklerini ifade eden Kaya, büyük bir sefalete tanık olduklarını ifade ederek, görüştükleri bir ailenin kendilerine “Biz bu cemaati, yurdu bilmezdik. Bize ‘Devlet yardım ediyor’ dediler ve biz devletin adına güvendik, çocuklarımızı emanet ettik” dediklerini aktardı.
Ailelerin anlatımına göre, çocukların yurtta gece geç vakitlere kadar bulaşık temizlik gibi işlerde çalıştırıldığını ve temizlik gibi işler yaptırıldığını da vurgulayan Hüda Kaya, “Çocukların bu durumunu duyarlı, dikkatli bir okul öğretmeni ‘Bu çocuklar derste uyuyorlar. Geceleri kaldırılıyorlarmış. Dini dersler, ibadetler yaptırıp, bulaşık yıkatıyorlarmış” diyor bir veliye. Bu veli, ‘Gittim Mücahit hocaya söyledim. Bana ‘Oranın ekmeğini yiyorlar, yapacaklar tabi’ dedi. 7’den 11’e kadar bulaşık yıkatıp, hatim indirtiyorlarmış“ dedi.
Kaya’nın TBMM’de düzenlediği basın toplantısında Aladağ incelemesine ilişkin değerlendirmeleri şöyle:
“Bildiğiniz gibi 29 Kasım 2016 tarihinde Adana’nın Aladağ ilçesinde bir cemaat derneğine ait kız yurdunda çıkan yangında yaşları 6 ila 14 arasında olan 11 öğrenci olmak üzere toplam 12 canımız yaşamını yitirmişti.
Mecliste grubu bulunan dört partinin katılımıyla bu olayın araştırılması amacıyla 9 Şubat’ta kurulan bir komisyon olarak toplantılarımız 3 aydır devam ediyordu. Bu arada yaklaşık 15 civarı uzman ve yetkili dinledik.
En son geçtiğimiz hafta 10 ve 11 Mayıs günlerinde, komisyon başkanımız Sayın Fatma Güldemet Sarı ve bir grup arkadaşımızla yurt yangınını yerinde araştırmak ve bir kanaate sahip olmak için Aladağ ve Adana’da çalışmalar yaptık.
En son dün yaptığımız toplantı ile bir süreci bitirdik ve rapor hazırlama süreci başlamış oldu.
Adana- Aladağ’da yurt yangınında yaşamını kaybeden çocuklarımızın ailelerini de yaşamlarını sürdürdükleri, ulaşım zorlukları yaşamaya devam ettikleri köylere giderek görüştük, talep ve düşüncelerini dinledik.
Ailelerin ortak talebi suçluların cezasız kalmaması ve adaletin yerine gelmesi yönündeydi.
Ailelerin geneli özellikle üç resmi isimden bahsediyordu; İlçe Milli Eğitim Müdürü, Okul müdürü, Sosyal Hizmetler Müdürü.
Büyük bir sefalete şahit olduğumuz, çocuklarını okula göndermekte zorluk çeken, bu aileler, bu kişilerin kendilerini söz konusu cemaatin yurduna yönlendirdiğini, “Para vermeyeceksiniz. Devlet destekliyiz, çocuklarınız güvenli yerde olacaklar, iyi bakılacaklar” diyerek kendilerini ikna ettiklerini söylediler. ‘Biz bu cemaati, yurdu bilmezdik. Bize devlet yardım ediyor’ dediler ve biz devletin adına güvendik, çocuklarımızı emanet ettik’ demektedirler.
Ailelerin anlatımına göre, çocuklar yurtta gece geç vakitlere kadar bulaşık temizlik gibi işlerde çalıştırılıyor, temizlik gibi işler yaptırılıyordu.
Yaşları 12- 14 gibi olan bu çocukların yaşlarının, güçlerinin üstünde işlerin yaptırılması, gece yarısı denilecek saatler uyandırılarak bir program dayatılması yetişme, hatta oyun çağında ve öğrenci olan çocukların fizyolojik ve ruhsal gelişimlerinde ki etkileri hesap ettiğimizde üzücü durumlarla karşılıyoruz.
Çocukların bu durumunu duyarlı, dikkatli bir okul öğretmeni ‘Bu çocuklar derste uyuyorlar. Geceleri kaldırılıyorlarmış. Dini dersler, ibadetler yaptırıp, bulaşık yıkatıyorlarmış” diyor bir veliye. Bu veli, ‘Gittim Mücahit hocaya söyledim. Bana ‘Oranın ekmeğini yiyorlar, yapacaklar tabi’ dedi. 7’den 11’e kadar bulaşık yıkatıp, hatim indirtiyorlarmış.’ ifadesini aktardı.
Yine ailelerin bazı ifadeleri şöyle oldu:
‘Tedaş o gün yurda sanayi saatini taktı. O gün suları açınca elektrik çarpıyordu, kaçak vardı. O akşam yangın çıktı’ diyorlar.
Yüreği yanan bir baba ‘Bu 3 kapı kilitli olmasaydı benim çocuklarım yanmazdı. Yetkililer “önünde perde vardı, kilitli değildi” diyorlar ama hayır kilitliydi. Bu cemaat Avukat tutmuş, hastanede yaralı kızımın yanına gelip baskı yaptılar. Yangın merdivenleri açık dedirtmeye çalışıyorlardı.’
Yine bir başkası;
“Benim içeride çocuğum yanıyor dedim, sus yayın yasağı var dediler.”
Aladağ’dan sonra Adana’da resmi yetkililerle yaptığımız görüşmelerde ise çocuklarını kaybeden aileler için “Bu kadar sustular, neden şimdi konuşmaya başladılar? 5 ay sonra bunları neden dile getirmeye başladılar?. ‘Aileleri kandıranlar olmuş’ gibi aileleri itham eden ifadeler kullandılar”
“Çocuklar yangın kapısını bilselerdi ölmezlerdi” gibi yetkililerin ihmal ve sorumsuzluklarını hiçleştiren bir yaklaşım oldu.
Orada toplantıda da tepkimi belirttim ve bu tavır ve ifadeler ile olayın akıbetinin tehlikeli bir mecraya doğru yönlendirilmeye çalışıldığını ifade ettim.
Maden ocaklarında olduğu gibi, tekstil atölyelerinde, inşaat şantiyelerinde ve nice emek alanlarında yoksul emekçi insanlarımızın ölümleri birer rakama indirgenerek hiçleştirilen, acımasız, sömürgen bir dünya ve düzen içindeyiz.
Bu gibi dramatik elim, ölümlü olaylarda, genellikle ya ölen garibanlara suç ve vebal yüklenir ya da yaşayan bir iki yoksulun üzerine sorumluluk yüklenir ve asıl sorumlular, patronlar veya yetkili olanlar işin içinden kurtarılır.
Tüm ülkemizde benzer sorunlarımızın olduğunu biliyoruz. Bu problem sadece Aladağ özelinde Adana’ya has değildir.”