Gündem

Akşener: BDDK kararı sermaye kontrolüdür, Bay Kriz’in Türk şirketlerine uyguladığı bir ambargodur

Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu

29 Haziran 2022 10:30

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK), elinde yüksek miktarda döviz tutan firmaların Türk Lirası kredi kullanmalarına sınırlama getiren düzenlemeyi, "sermaye kontrolü" olarak değerlendirdi. Akşener, "Bu karar, Türkiye’de 1989’dan beri var olan sermayenin serbest dolaşımını, net olarak ortadan kaldırmaktır. Bu karar, Bay Kriz’in Türk şirketlerine uyguladığı bir ambargodur" dedi.

İyi parti lideri, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dün Madrid'de İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği için imzaladığı mutabakat metnini de eleştirdi. Metnin, "temel konulardaki beklentileri karşılamaktan oldukça uzak olduğunu" söyleyen Akşener, "İktidarın, İsveç ve Finlandiya nezdinde herhangi bir somut gelişme olmaksızın attığı bu imza maalesef ülkemizin çıkarlarıyla bağdaşmayan bir tavizdir" değerlendirmesini yaptı. 

Mutabakat metninin 5. paragrafına dikkati çeken Akşener, "PKK'yı terör örgütü olarak görürken YPG-PYD Türkiye'ye yönelik ulusal çıkar tehdidi olarak tanımlanıyor. Üstelik İsveç ve Finlandiya terör örgütlerine yapılan finansal yardımları ve militan katılımları denetleme sözünü verilirken yine 5. paragrafa işaret ediliyor. PYD-YPG'ye yönelik mali yardımlar mutabakat kapsamı dışında bırakılmış oluyor" diye konuştu.

TIKLAYIN | Madrid'deki 4'lü zirveden anlaşma çıktı: Türkiye, İsveç ve Finlandiya'ya NATO blokajını kaldırıyor

Akşener'in kürsüye çıkarttığı çiftçi Nazım Hikmet dizeleriyle mesaj verdi: Kabahatin çoğu senin kardeşim

Kiraz üreticilerinin sorunlarından bahseden Akşener, bu hafta kürsüye çiftçi Murat Çerçinli'yi çıkardı. Çerçinli kürsüden Nazım Hikmet'in dizeleriyle seslendi; “Açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, demeye de dilim varmıyor ama, kabahatın çoğu senin canım kardeşim!”


Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

"Biliyorsunuz dün gece, Ak Parti iktidarının, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik başvurusuna yönelik çekincelerini geri çektiğini ve üyeliklerine destek vereceğini öğrendik. 25 Mayıs’ta, yani bundan bir ay önce, ülkemizin bu konuda iki önceliği olduğunu söylemiştik. Bunlardan birincisi Putin Rusya’sının saldırgan dış politikasına karşı NATO ittifakını olabildiğince güçlendirmekti. İkinci önceliğimiz ise PKK’nın Avrupa topraklarından topyekün bütün unsurlarıyla silinip atılmasıydı.

"Attığı bu imza ülkemizin çıkarlarıyla bağdaşmayan bir tavizdir!"

Ne var ki dün gece varılan mutabakatın maalesef bu çok temel konulardaki beklentilerimizi karşılamaktan oldukça uzak olduğu gözüküyor. PKK’nın, İsveç ve Finlandiya tarafından terör örgütü olarak tanınması yeni bir durum değil. Önemli olan PKK’nın bu iki ülkedeki varlığına son verecek somut eylemlerin görülmesiydi. Dolayısıyla iktidarın, İsveç ve Finlandiya nezdinde herhangi bir somut gelişme olmaksızın attığı bu imza maalesef ülkemizin çıkarlarıyla bağdaşmayan bir tavizdir. Çünkü mutabakat metnine göre verilen sözlerin tutulması için oluşturulacak üçlü mekanizma, İsveç ve Finlandiya NATO üyesi olduktan sonra devreye girecek. Yani, bu mekanizmanın, işlememesi durumunda Türkiye, elindeki NATO kartını kaybetmiş bir biçimde itirazlarını sürdürmek ve haklı davasını anlatacak, muhatap aramak zorunda kalacak. Nitekim böyle durumlara, daha önce Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının imza attığı başka mutabakatlarda da şahit olduk. Dolayısıyla, her ne kadar Sayın Erdoğan ve arkadaşları açısından aldanmak ve aldatılmak, sıradan alışkanlıklar olsa da bu durum Türk Milleti için kabul edilebilir değildir.

"Türkiye'nin devlet politikası YPG-PYD-PKK'nın bir ve aynı olduğudur. Ancak mutabakat metninin 5. paragrafı PKK'yı terör örgütü olarak görürken YPG-PYD Türkiye'ye yönelik ulusal çıkar tehdidi olarak tanımlanıyor. Üstelik İsveç ve Finlandiya terör örgütlerine yapılan finansal yardımları ve militan katılımları denetleme sözünü verilirken yine 5. paragrafa işaret ediliyor. PYD-YPG'ye yönelik mali yardımlar mutabakat kapsamı dışında bırakılmış oluyor. Ez cümle üst perdeden atılan kürsü nutukları her zaman olduğu gibi yine müzakere masasında verilen tavizlerle taçlandırılmış görünüyor. Ülke çıkarlarımız açısından son derece önemli bir fırsat Erdoğan'ın dış politikası iç politikaya malzeme yapma sevdası olarak kaçırılmış görünüyor. Mutabakat masasında atılan geri adımın Erdoğan ile Joe Biden ile arasındaki görüşme bağlamındaki yansımalarını da izleyeceğiz. 

"Bu teklif ek bir bütçe değil, ikinci bir bütçe teklifidir"

"(Bütçe kanunu) 2022 yılında enflasyonun yüzde 9,8, dolar kurunun da, 9 lira 27 kuruş olmasını öngörüyordu. Yüzde 9,8 olarak öngörülen enflasyon bugün, TÜİK rakamlarıyla bile yüzde 73 buçuğu buldu. Dolar kuru ise, 17 liraya dayandı.  Şu öngörü yeteneğine bir bakar mısınız?... Bunlara öngörü değil, ancak dilek diyebiliriz.  Belli ki Bay Kriz, geceleri yatmadan günlüğüne yazması gereken dileklerini, Bütçe Kanunu’na yazmış… Dünyanın hiçbir yerinde enflasyon tahmini 70 puan, kur tahmini ise yüzde 100 oranında sapan ne bir ülke ne de bir yönetim görmeniz mümkün değildir. Ama böyle bir rezalete imza atmak giderayak Bay Kriz’e nasip oldu…

Nitekim, bu öngörüsüzlüğün sonucu olarak da iflasını açıklayan Ak Parti iktidarı, ek bütçe istemek zorunda kaldı.  Ek bütçe kanun teklifinde 2022 yılı için, 1 trilyon 751 milyar lira olarak kanunlaşan Merkezi Yönetim Bütçesi giderlerine 1 trilyon 80 milyar lira ödenek ilavesi isteniyor. Yani, ilave edilen ödeneğin başlangıç bütçesine oranı yüzde 62. Yani, aynı enflasyon ve kur tahminlerinde olduğu gibi Bay Kriz’in bütçesinde de olağanüstü bir öngörü başarısı yüzde 62’lik bir sapma var. Bu kadar büyük bir sapma, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez oluyor. Bu arada, kanun gereği, ilave edilen ödenek kadar, gelir gösterme zorunluluğu bulunuyor. Bu çerçevede, 1 trilyon 80 milyar liralık da bir gelir artışı öngörülmüş. İlave gelirlerin, başlangıç bütçe gelirlerine oranı ise, yüzde 73. Yani aslına bakarsanız, bu teklif ek bir bütçe değil, ikinci bir bütçe teklifidir.

"Bu karar, bir sermaye kontrolüdür"

"(BDDK şirketlerin kredi kullanımına ilişkin kararı) Ama ülkemizi içine soktukları kriz, artık o kadar derinleşti ki iktidar için artık milletin cebine el uzatmak da yetmiyor. O nedenle şimdi de gözlerini şirketlerin sermayelerine dolar hesaplarına diktiler. Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta her zamanki gibi, yine bir gece yarısında BDDK şirketlerin kredi kullanımına ilişkin bir karar yayınladı. Bu karara göre 15 milyon lira ve üzeri döviz ve altın cinsi varlık bulunduran şirketler, kredi kullanamayacak. Yani şirketler ya kredi kullanmaktan vazgeçecekler ya da enflasyona karşı korunmaktan vazgeçecekler… Bir şirket kasasında niye döviz tutar?  Borç ödemek için tutar.  İthalat yapmak için tutar. Hammadde almak ve üretmek için tutar. Yani şirketler, Türk lirasının her gün daha da eridiği bir ortamda sattığı malı yerine koyabilmek, işleri döndürebilmek için elinde döviz tutuyor. Yani aslında iktidarın ekonomide oluşturduğu güvensizlik iklimi sebebiyle; döviz mevduatı kullanılıyor.  Sorunun kaynağı bizzat kendisi ama o kendini değiştirmek yerine kendisi dışında ne varsa değiştiriyor. Merkez Bankası Başkanını değiştirdi, olmadı. Hazine ve Maliye Bakanını değiştirdi, olmadı. Enflasyon patladı, TÜİK’in müdürlerini değiştirdi, yine olmadı. Hiçbiri fayda etmedi. Şimdi de serbest piyasa koşullarını değiştirmeye kalkıyor. Değerli milletvekilleri lafı eğip bükmenin alemi yok. Bu karar, bir sermaye kontrolüdür. Bu karar, Türkiye’de 1989’dan beri var olan sermayenin serbest dolaşımını, net olarak ortadan kaldırmaktır. Bu karar, Bay Kriz’in Türk şirketlerine uyguladığı bir ambargodur.

"Sayın Erdoğan, Nebati Bakan ile birlikte Edi’yle Büdü gibi yönettiğiniz ekonomiyi, işin ehline bırak"

"Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum, belli ki saraydaki lüks ve şatafat senin gözünü kör etmiş. Ama ben sana hatırlatayım: Sen, milletin sana vermiş olduğu yetkiyle oradasın. Yani o koltuk da o saray da bu milletin. Senin bu millete; 'Satın dövizleri, yoksa kredi vermem' deme gibi hakkın yok. Çünkü; Merkez Bankası da bu milletin. Basılan para da bu milletin. Bunların hiçbirisi, senin babanın malı değil. Sen önce, yandaşına satın aldırdığın, televizyon kanalı için verilen kredinin peşine düş. Sen önce, yandaşlarına verilen, karşılıksız kredilerin peşine düş. Sen, saraydaki bir küçük azınlıkla birlikte, sefa sürerken bir sürü işe yaramaza 5 maaş, 10 maaş, 15 maaş bağlarken; ulufe dağıtır gibi ihale dağıtırken bu millete parmak sallayamazsın.

Millete “dövizini sat” diyorsun sonra milletin sattığı dövizleri alıp, yandaşının cebine koyuyorsun. Eğer çok dövize sıkıştıysan; Yandaşlarına verdiğin, döviz garantili ihaleleri, Türk lirasına çevir! Sayın Erdoğan eğer dövize çok sıkıştıysan Nebati Bakan ile birlikte Edi’yle Büdü gibi yönettiğiniz ekonomiyi, işin ehline bırak. Merkez Bankası’nın, görevini yapmasına müsaade et. En azından seçimlere kadar da ekonomiye burnunu sokma.

Erdoğan'a şeker tepkisi: Milletimizi, 1 kilo şekeri bile alamayacak hâle getirdiğin için huzurlu musun?

"Geçen ay, çaya gelen yüzde 47’lik zamdan sonra geçtiğimiz hafta da şekere yüzde 67 zam geldi. Yani artık şekerli çay içmek bile zengin işi oldu. Türkşeker’in açıkladığı zam kararıyla birlikte; 50 kiloluk kristal şekerin, fabrika satış fiyatı, Tarım Kredi marketlerde, 390 liradan 650 liraya, diğer marketlerde ise 550 liradan 750 liraya çıktı.

Sayın Erdoğan biz seni bundan 4 yıl önce uyarmıştık. “Şeker vatandır!” demiştik. “Yapma, satma!” demiştik. Şimdi ne demek istediğimizi anladın mı? Gözünü kör eden kıskançlığının , Cumhuriyet değerlerimize düşmanlığının ve “yaptım olducu” zihniyetinin bugün memleketi getirdiği noktadan mutlu musun? Milletimizi, 1 kilo şekeri bile alamayacak hâle getirdiğin için huzurlu musun?

"Nasıl oluyor da Fırat Nehri’nin yanı başında siyanürle altın aramaya izin veriliyor?"

"(İliç'te sızan siyanür) Bay Kriz ve arkadaşlarının, basiretsiz yönetimi sebebiyle yaşadığımız devlet krizinin bir başka boyutu da maalesef çevre felaketleriyle karşımıza çıkıyor. Geçtiğimiz hafta yine topraklarımıza yapılan bir ihanetle rant uğruna sebep olunan bir doğa katliamıyla karşılaştık. Erzincan İliç’teki altın madeninde meydana gelen siyanür sızıntısı hepimizi dehşete düşürdü. Her ne kadar valilik ve şirket yetkilileri siyanürün temizlendiğini söylüyor olsa da, kirliliğin tespiti için bağımsız kurumlarca yapılacak testlerin sonuçlarını bekliyoruz. Bu felaketi, il ve ilçe başkanlarımızla beraber yakından takip ediyoruz. Erzincan İliç’teki altın madeni de bunlardan biriydi. Geçen sene iki genel başkan yardımcımızın da içinde olduğu bir heyetimiz bölgeye gitti. İncelemelerde bulunu konuyla ilgili endişelerimizi dile getiren, bir basın açıklaması yaptılar. Ankara Milletvekilimiz Şenol Sunat da konuyla ilgili Meclis’te soru önergesi verdi. İktidar bizi, aşırı duyarlı bulduğunu söyleyip, kulağının üzerine yattı. Yani uyarılarımızı dikkate almadı ve maalesef korkulan oldu. Sonuç? 16 milyon liralık bir ceza ve maden işletmesinin faaliyetlerinin, bir süreliğine durdurulması…

"İliç’te yaşanan siyanür felaketinin kapısı 5’li çeteye çıkıyor"

Şimdi, hepimizin aklına aynı soru geliyor: “Nasıl oluyor da Anadolu’nun can suyunu taşıyan, Fırat Nehri’nin yanı başında siyanürle altın aramaya izin veriliyor?” Madenin ortaklarına baktığımızda sebebini daha iyi anlıyoruz. Çünkü yine çok tanıdık bir grubu görüyoruz. Bu gruplar; Yol ve köprü ihalelerinde var. Enerji ihalelerinde var. Madenlerde var. Hatta medyada bile, aynı grupların izlerini görüyoruz. Yani İliç’te yaşanan felaketin kapısı yine 5’li çeteye çıkıyor. İktidarın kayırmaya doyamadığı 5’li çetesi, yine topraklarımızı, doğamızı ve geleceğimizi tehlikeye atıyor.

Muayene sürelerine tepki: İktidarın gözünde milletimizin artık araba lastiği kadar değeri yok

"Diyelim ki randevu alındı, doktor da bulundu.  Bu sefer de karşımıza; sağlık sistemimizdeki sorunlar zincirinin, üçüncü halkası çıkıyor. O da, muayene süresi… Bugün ülkemizde, bir hastanın muayene süresi ne kadar, biliyor musunuz? 5 dakika… Yanlış duymadınız, sadece 5 dakika. Musluk tamiri, 10 dakika,  Lastik tamiri, 20 dakika, Araç muayenesi, 45 dakika,  Ama hasta muayenesi, sadece 5 dakika. Yani iktidarın gözünde milletimizin artık araba lastiği kadar değeri yok. İşte size, iktidarın öve öve bitiremediği, sağlıkta dönüşüm programı… Muayene sürelerini 5 dakikaya indirmek ve hekimlerin günde 90’dan fazla hasta bakmasını istemek; hem hastaya, hem de hekimlerimize karşı yapılabilecek, en büyük kötülüktür.  Dünya Sağlık Örgütü, muayene süresi standardını, 20 dakika olarak belirlerken,  Sağlık Bakanlığı'nın, 5 dakika gibi bir süreyi öngörmesi; hem sağlıkta şiddet vakalarını artmasına, hem hekimlerimizin, mesleki tatmin duygusunun zedelenmesine, hem de hastalarımızın, tanı ve tedavisinin, iyi yapılamamasına yol açıyor.