İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline sert bir dille tepki gösterdi; “Tarihin kırılma noktalarından birisine tanıklık ediyoruz” dedi. Rusya’nın işgalinin bir darbe girişimi olduğunu ifade eden İyi Parti lideri, “Şimdiye kadarki türlü şımarıklıkları bir şekilde tolere edilen Putin, artık cüretinin boyutlarını ifşa etmiş bulunuyor” diye konuştu. “Artık dünyamızın bir Rusya yayılmacılığı sorunu var” diyen Akşener, “Putin haddini aşmıştır. Vakit boş laf değil yaptırım vaktidir. Vakit çekimser kalma vakti değil zalimin karşısında dik durma vaktidir. Vakit, boş laf değil, yaptırım vaktidir. Vakit, çekimser kalma değil, zalimin karşısında dik durma vaktidir” sözlerini kaydetti.
“Karşımızda, bölgesindeki ülkelerin sınırlarını, bağımsızlığını ve siyasi egemenliğini tanımayan, bunu da açıkça beyan eden bir Rusya var” diyen Akşener, “Rusya’nın bu durumu ortadayken, Türkiye’nin güvende olduğunu kim iddia edebilir?" diye sordu. Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nde Rusya’nın temsil haklarının askıya alınması konusunda çekimser oy kullanmasın eleştiren Akşener, Türkiye’nin Rusya’ya bağımlı hale getirildiğini söyleyerek, “İşte size, Ak Parti iktidarının, dış politikada memleketimizi düşürdüğü kırılgan durum” dedi.
Öte yandan Akşener, "Bugün Türkiye Türk tarihinin en başarısız yönetim modeliyle ve tarihimizin en basiretsiz ekonomi ekibi tarafından yönetiliyor" diyerek iktidarı eleştirdi. Konuşmasında akaryakıt zamlarına değinen Akşener, "Biz şu an akaryakıtı Amerika’dan, Angola’dan, Etiyopya’dan ve Arjantin’den daha pahalıya kullanıyoruz. Avrupa’daki Belarus’tan, Asya’daki Endonezya’dan, daha pahalıya kullanıyoruz. Hatta Taliban’ın Afganistan’ından, savaşın ortasındaki Esad’ın Suriyesi’nden bile daha pahalıya kullanıyoruz" diye sitem etti.
Son bir sene içerisinde benzin fiyatları yüzde 134, mazot fiyatları yüzde 159, LPG fiyatları da yüzde 143 arttığını hatırlatan Akşener, sözlerinin devamında Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik, "Bir de utanmadan çıkıp; ‘Domates tarlada 1 lira, markette neden 20 lira?’ diye nara atıyorlar. Yahu el insaf! Mazot 17 lirayı geçmişken, tarladaki 1 liralık domates, tezgâhta nasıl 1 lira kalsın?" diyerek tepki gösterdi.
"Suçu domates-biber-patlıcan lobisine atarak, meseleyi çözemezsin" diyen Akşener, Erdoğan'a, "Domatesin tarlada 1 lira, markette 20 lira olmasının sebebi ne nakliyecilerimiz ne manavlarımız ne halcilerimiz ne de marketler değil. Sanayiciyi üretemez hale getiren maliyetlerin sebebi o pek bir sevdiğin, her fırsatta kıyak yaptığın dış güçler ve faiz lobisi değil. Uçan akaryakıt fiyatlarının sebebi de ne fayton lobisi, ne de elektrikli araç spekülatörü Elon Musk’ın bize çektiği bir operasyon değil. Tüm bunların sebebi, bizzat sensin sen! Hiç kusura bakma" diye seslendi.
Erdoğan'ın sık sık kullandığı "Bütçeden bir kuruş harcamadan köprü, yol, havaalanı yapıyoruz" ifadesine atıfta bulunan Akşener, 2022 yılı bütçesine bu dolar garantili ödemeler için 42,5 milyar lira ödenek konduğunu hatırlattı; "Bununla kalsa yine iyi, Türk lirası değer kaybedince bu ödeme miktarı 65 milyar liraya çıktı. Yanlış duymadınız. 65 milyar lira. Yani, Sayın Erdoğan’a göre, bütçeden kuruş harcanmayan projelerin, sadece 2022 yılı için bütçeye getirdiği yük 65 milyar lira. Bu arkadaşımız ya göz göre milletine yalan söylüyor ya da artık ipin ucunu o kadar kaçırmış ki, olan bitenin farkında değil. Bu rezaletin başka bir açıklaması olamaz" ifadelerini kullandı.
Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye'nin içine düşürüldüğü sıkıntılardan bir çıkış yolu olarak emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Aziz milletim değerli genç kardeşlerim yaşadığınız hayata size sunulan koşullara baktığınızda aklınıza ilk ne geliyor? Ne çektik be mi diyorsunuz yoksa ne çektiniz be cumhurbaşkanım mı diyorsunuz. Cevap gün gibi ortada. Ama belli ki memleketin gerçekleriyle bağını kopartalı uzun zaman olmuş sayın Erdoğan'ın da o cevabı duymaya ihtiyacı var. Çünkü fark etmişsinizdir, telefonunu çıkar bakalımcı dayıların büyük üstadı bir süredir sizlere dizilerdeki bilge adamlar edasıyla 'teksir kağıdı nedir biliyor musunuz?' diye soruyor. Kendisi teksir kağıdından dolayı çok mağdur olmuş çok acılar çekmiş vah vah. Ama nedense yaşadığı o teksir kağıdı dramına rağmen cumhuriyetimizin Kasımpaşa'dan çıkan teksirzede sayın Erdoğan'a bu ülkede cumhurbaşkanı olma fırsatını olmuş gerçeğini nedense söylemiyor. Hatta bir de çıkıp kuşe kağıdını getirmekle övünüyor. Her hafta yeni bir icadını tanıtan Erdoğan'ın bu hafta da kuşe kağıdını icat ettiğini öğrendik. Hayırlı uğurlu olsun. Madem öyle gelecek haftaki müthiş icadını heyecanla beklerken kendisin bazı sorular soralım. Biz sarı defterlerle okuduk bu mevkilere kadar geldik .Her birimiz teksir kağıdı nedir elbette biliriz. Peki sen kuşa kağıtla okumasına rağmen okuduğu okulun hiçbir faydasını görememek nedir bilir misin? Sınavlarda yüksek puanlar almana rağmen mülakatta hakkının yenmesinin acıdı nedir bilir misin? Bırak cumhurbaşkanı olmayı devlet memur bile olmayı hayal edememek nedir bilir misin? Bilemezsin sayın Erdoğan, çünkü aynı sen de benim gibi cumhuriyetimizin sunduğu fırsat eşitliğinden, sağladığı imkanlardan faydalandın ve bugün senin yönettiğin Türkiye'de gençlerimiz cumhuriyetin sunduğu imkan ve fırsatlardan yoksun kaldı. Bu gerçeği ne kağıtla ne bina ile ne de hamasetle kapatamazsın. Ben büyüdüğüm ülkenin imkanlarını bugün gençlerimize sağlayamadığım için kendimi suçlu hissediyorum ve bu durumdan utanıyorum. Artık sen de takkeni önüne koy bu gerçeklerle yüzleş. Devri iktidarında gençleri yarı yolda bırakmanın sorumluluğuyla yüzleş. Her fırsatta çıkıp da gençlere nutuk atmaktan artık vazgeç be kardeşim. Sıktı artık bıktırdın artık!
"Zampiyonlar ligine çevirdikleri memleketimizde 100 lira ödediğimiz ürünlere bugün 156 lira ödüyoruz"
Biliyorsunuz, Bay Kriz ve arkadaşları için, her şey sayılardan ibarettir. Ancak kendileri, verdikleri sayıların niteliğiyle, karşılığıyla ve sonuçlarıyla, asla ilgilenmezler. Mesela çıkıp; 'Bizden önce, 526 bin olan öğretmen sayısını, 993 bin 670'e çıkardık' derler. Ama, o 993 bin öğretmenimizin içerisinde; atanamadığı için, intihar eden kardeşlerimizle, asla ilgilenmezler. Mesela çıkıp 'Bizden önce 76 üniversite vardı, biz bu sayıyı 207’ye çıkardık' derler. Ama o üniversitelerden mezun olduktan sonra; işsizlik sarmalında çile çeken gençlerimizle, asla ilgilenmezler. Madem bu arkadaşlar, sayıları bu kadar çok seviyor, o zaman gelin, biz de bazı sayılardan bahsedelim… Mesela, enflasyondan konuşalım. TÜİK’in açıkladığı hâliyle bile yıllık gıda enflasyonumuz, yüzde 55 olmuş. Bırakın OECD’yi, Arjantin’e bile, 5 puan fark atmışız. “Zampiyonlar Ligi’ne” çevirdikleri memleketimizde, sadece bir yılda; Patlıcanın fiyatı yüzde 166, Patatesin fiyatı yüzde 123, salatalığın fiyatı yüzde 111 artmış. Çok değil, bundan daha bir yıl önce; Markete gittiğimizde, 100 lira ödediğimiz ürünlere bugün 156 lira ödüyoruz.
“Ziraat Bankası’nın verdiği, her 100 liralık kredinin, sadece 14 lirası, tarıma gidiyor”
Bugün çiftçi dostu olarak kurulup, iktidarın yandaş müteahhitlerinin dostu hâline getirilen Ziraat Bankası’nda tarıma verilen krediler, toplam kredilerinin yüzde 14’ünü oluşturuyor. Yani Ziraat Bankası’nın verdiği, her 100 liralık kredinin, sadece 14 lirası, tarıma gidiyor. İşte bu yüzden, hep söylediğimiz gibi İYİ Parti iktidarında, Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin dostu yapacak, kamu bankalarının sırtına, adeta sülük gibi yapışan, yandaş şirketleri de söküp atacağız.
“Doğal gaz kesintileri, hâlâ yüzde 20 oranında devam ediyor”
Türk Lirası’ndaki, dünyada eşi benzeri görülmemiş değer kaybından, Putin’e ve İran’a bağlı doğal gaz ithalatından, Azerbaycanlı kardeşlerimizin Türkmen kardeşlerimizin, Özbek kardeşlerimizin Kazak kardeşlerimizin doğal gaz kaynakları dururken Rusya’nın kaynaklarına, bel bağlamaktan kaynaklanıyor.
Akdeniz’de, herkes gaz arıyor, bir tek biz arayamıyoruz. Çünkü dış politikadaki politikasızlık, enerjide de bizi vuruyor. Üstelik doğal gaz sadece pahalı değil, aynı zamanda miktarı da yetersiz. Doğal gaz kesintileri, hâlâ yüzde 20 oranında, devam ediyor.
“Karadeniz’de gaz bulan Sayın Erdoğan, nedense santrallere gaz bulamıyor”
Yani her ne kadar Sayın Erdoğan, her üç ayda bir yaptığı, doğal gaz keşifleriyle gaz sondajı alanında, dünyada adeta bir otorite haline gelmiş olsa da kendisinin vatandaşımıza verdiği doğal gazdan, daha pahalı bir gaz daha var. O da olmayan doğal gaz. Bunun maliyeti ise hiçbir şeye benzemez. Elektrikler kesilir, sanayici üretemez olur. Karadeniz’de gaz bulan Sayın Erdoğan, nedense santrallere gaz bulamıyor. Bu da yetmezmiş gibi BOTAŞ da özel tedarikçilerin doğal gaz ithal etmesine, engel oluyor. Neden? Çünkü yandaşa ihale etmeyi bekliyor.
"Doğal gaz şirketleri, yatırımları, milletimizin ihtiyacına göre değil, keyiflerine göre yapıyor"
Tüm bunların yanında, il ziyaretlerimizde karşılaştığımız bir durum daha var. Mutfak tüpünün ve kömürün, çok pahalı ve kullanışsız olması nedeniyle vatandaşlarımız bize ısrarla, doğal gaz hizmetinden yararlanmak istediklerini söylüyorlar. Ancak, doğal gaz dağıtım şirketleri kârlı görmedikleri için memleketimizin bir kısmına bu hizmeti götürmüyor. Yani; doğal gaz şirketleri, yatırımları, milletimizin ihtiyacına göre değil, keyiflerine göre yapıyor. EPDK onlara tarifeyi şişirip şişirip veriyor, ama onlar vatandaşa gaz vermiyor. İşte size Ak Parti’nin, millet dostu özelleştirme ve enerji politikaları. Yazıklar olsun.
"Ya göz göre milletine yalan söylüyor ya da artık ipin ucunu o kadar kaçırmış ki olan bitenin farkında değil"
Sayın Erdoğan’ın, her sıkıştığında arkasına saklandığı cümlelerden biri; 'Bütçeden bir kuruş harcamadan köprü, yol, havaalanı yapıyoruz' cümlesidir. Ne var ki 2022 yılı bütçesine bu dolar garantili ödemeler için 42,5 milyar lira ödenek kondu. Bununla kalsa yine iyi, Türk lirası değer kaybedince bu ödeme miktarı 65 milyar liraya çıktı. Yanlış duymadınız. 65 milyar lira. Yani, Sayın Erdoğan’a göre, bütçeden kuruş harcanmayan projelerin, sadece 2022 yılı için bütçeye getirdiği yük 65 milyar lira. Bu arkadaşımız ya göz göre milletine yalan söylüyor ya da artık ipin ucunu o kadar kaçırmış ki, olan bitenin farkında değil. Bu rezaletin başka bir açıklaması olamaz.
"Osmangazi Köprüsü’nün geçiş ücreti; Demirel ve Özal’ın yaptırdıklarının, tam 81 katı"
Gelin, size birkaç örnek vereyim. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nü kim yaptırdı? Rahmetli Demirel. Nasıl yapıldı? Bütçeden. Otomobil geçiş ücreti ne kadar? 8 lira 25 kuruş. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü kim yaptırdı? Rahmetli Özal. Nasıl yapıldı? Bütçeden. Otomobil geçiş ücreti ne kadar? 8 lira 25 kuruş. Peki Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü kim yaptırdı? Sayın Erdoğan. Nasıl yapıldı? Kamu özel iş birliği yöntemiyle. Otomobil geçiş ücreti ne kadar? 19 lira. Sadece bu kadar mı? Hayır. Hazine de, otomobil başına, 39 lira ödüyor. Yani, yandaşın otomobil başına alacağı para 58 lira. Yani, diğer iki köprünün tam 7 katı. Bir de Osmangazi Köprüsü var. Onu kim yaptırdı? Sayın Erdoğan. Nasıl yapıldı? Kamu özel iş birliği yöntemiyle, yandaşlar tarafından. Otomobil geçiş ücreti ne kadar? 184 lira 50 kuruş. Sadece bu kadar mı? Hayır. Milletin ödediği 184 buçuk liraya ilave olarak Hazine de 487 buçuk lira ödüyor. Osmangazi Köprüsü’nün geçiş ücreti rahmetli Demirel ve Özal’ın yaptırdıklarının, tam 81 katı. Evet yanlış duymadınız. Tam 81 katı! Bunun 22 katını, köprüyü kullanan vatandaşlarımız ödüyor. 59 katını da ister kullanalım ister kullanmayalım, milletçe hep beraber ödüyoruz. Şu rezaletin büyüklüğüne bakar mısınız? Tabi 4 köprü fiyatına, sadece 1 köprü yaptırırsanız, üstelik geçiş ücretini de dolara bağlarsanız olacağı budur. Bunlar sadece bir örnek. Otoyollar için de durum aynı. İşte size, yandaş beslemenin milletimize olan faturası. İşte size, Ak Parti’nin süslü rakamlarının ardındaki soygun düzeni. İşte size, neden “Projeye değil, ranta karşıyız.” diye kampanya yaptığımızın sebebi.
"Tüm bunların sebebi bizzat sensin sen!"
Ülkemizde canımızı yakan bir başka konu da maalesef akaryakıt fiyatları… Mesela biz şu an akaryakıtı Amerika’dan, Angola’dan, Etiyopya’dan ve Arjantin’den daha pahalıya kullanıyoruz. Avrupa’daki Belarus’tan, Asya’daki Endonezya’dan, daha pahalıya kullanıyoruz. Hatta Taliban’ın Afganistan’ından, savaşın ortasındaki Esad’ın Suriyesi’nden bile daha pahalıya kullanıyoruz.
Ülkemizde, son bir sene içerisinde benzin fiyatları yüzde 134, mazot fiyatları yüzde 159, LPG fiyatları da yüzde 143 arttı. Bir de utanmadan çıkıp; ‘Domates tarlada 1 lira, markette neden 20 lira?’ diye nara atıyorlar. Yahu el insaf! Mazot 17 lirayı geçmişken, tarladaki 1 liralık domates, tezgâhta nasıl 1 lira kalsın? Sayın Erdoğan; Sağda solda düşman kuvvet aramaktan artık vazgeç. “Hayat pahalılığını neden bitiremiyorsunuz, bu gıda fiyatları neden uçuyor?” diye sorduğumuzda suçu domates-biber-patlıcan lobisine atarak, meseleyi çözemezsin. Domatesin tarlada 1 lira, markette 20 lira olmasının sebebi ne nakliyecilerimiz ne manavlarımız ne halcilerimiz ne de marketler değil. Sanayiciyi üretemez hale getiren maliyetlerin sebebi o pek bir sevdiğin, her fırsatta kıyak yaptığın dış güçler ve faiz lobisi değil. Uçan akaryakıt fiyatlarının sebebi de ne fayton lobisi, ne de elektrikli araç spekülatörü Elon Musk’ın bize çektiği bir operasyon değil. Tüm bunların sebebi, bizzat sensin sen! Hiç kusura bakma.
Ukrayna'ya destek: Özgürlüğü ve egemenlikleri için vermiş oldukları savaşta, onlarla birlikteyiz
Bugün, Türk Milleti olarak, hepimizin yüreği, bir başka millet için çarpıyor. Ukrayna’nın vermiş olduğu mücadeleyi, belki de en iyi biz anlıyoruz. Bu vesileyle, Ukrayna’nın cesur evlatlarını saygıyla selamlıyorum. Ülkelerinin özgürlüğü ve egemenliği için vermiş oldukları savaşta, onlarla birlikteyiz.
“Şimdiye kadarki türlü şımarıklıkları bir şekilde tolere edilen Putin, artık cüretinin boyutlarını ifşa etmiş bulunuyor”
Tarihin kırılma noktalarından birisine tanıklık ediyoruz. Biliyorsunuz, geçtiğimiz hafta Rusya ordusu, sınırı geçip, Ukrayna’ya bir saldırı başlattı. Üstelik bu saldırı, sadece ülkenin doğusunda yer alan, ihtilaflı bölgeler ve askeri tesislerle de sınırlı kalmadı. Ukrayna’nın şehirleri, sivillerin yaşam alanları hedef alındı. Bunun açık bir işgal ve darbe girişimi olduğunu söylemek zorundayız. Çünkü, Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna halkının iradesini tanımıyor. Siyasi egemenliğine saygı duymuyor. Askeri yollarla, düpedüz vali atamaya çalışıyor. Hatta, bu zatı muhterem, bunlarla da yetinmiyor. Adeta paranoya nöbeti geçiren bir Rus roman kahramanı gibi ülkesini güvende kılmak için istediği ülkeyi işgal etme hakkını da kendinde gördüğünü söylüyor. Bu durum her bakımdan bir dönüm noktasıdır. Çünkü şimdiye kadarki türlü şımarıklıkları bir şekilde tolere edilen Putin, artık cüretinin boyutlarını ifşa etmiş bulunuyor.
"Artık dünyamızın bir Rusya yayılmacılığı sorunu var"
Artık dünyamızın bir Rusya yayılmacılığı sorunu var. Rusya, uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler prensiplerini tanımadığını, açık şekilde dile getirdi. Karşımızda, herhangi bir ülke tarafından saldırıya uğramadığı halde, istediği ülkeyi işgal etme hakkını, kendinde gören bir zihniyet, tüm gerçekliğiyle duruyor. Öyle ki, bu yönetim ihtilafa düştüğü bir devlet başkanını, halkın oyuyla seçilmesine rağmen, devirmeyi de halkın istemediği diktatörleri, Moskova’nın hesabına çalıştıkları sürece, görevde tutmayı da son derece normal görüyor. Nitekim şimdiye kadar, Putin’in, Gürcistan’da, Kırım’da, Belarus’ta yaptığı da tam olarak budur.
"Bu tavır bize Stalin’i hatırlatıyor"
Bu tavır bize İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Doğu Avrupa’yı, adım adım kontrolü altına alan Stalin’i hatırlatıyor. Stalin, sınırlarını genişletme konusunda, öylesine hırslıydı ki, kendi sözünü dinlemeyeceğini düşündüğü, Doğu Avrupalı komünist siyasetçileri bile, ortada kaldırmış, yerlerine kendi emir erlerini atamıştı. Yani Soğuk Savaş dünyasında da mesele, komünizmin yayılmasından çok, Rusya’nın yayılmasıydı. İşte o nedenle;1956 yılında Budapeşte’de, 1968 yılında ise Prag’da dolaşan Sovyet tanklarının, tek bir amacı vardı: O amaç, Rusya’nın tahakkümünü korumaktan başka bir şey değildi. O yıllarda, Sovyetler’in uyguladığı bu strateji, sosyalizmin arkasına gizlenebiliyordu. Soğuk Savaş sona erdikten sonra, artık geride ardına gizlenecek bir ideoloji de kalmadı. Ancak bu Rus devletinin yayılmacılık tutkusunun bittiği anlamına gelmiyor. Bugün bunu tüm çarpıcılığıyla görebiliyoruz. Bu tutku Putin ile birlikte yeniden dirilmiş durumda. Bu defa ise, sosyalizm terimlerinin yerini, Çarlık Rusya nostaljisi almış gibi görünüyor.
"Putin haddini aşmıştır; vakit çekimser kalma vakti değil, yaptırım vaktidir"
Ukrayna’da yaşanan dünyadaki vicdanlı ve aklı selim sahibi herkesin, adalet duygusunu sarsan bu duruma uluslararası toplum daha fazla sessiz kalamaz. Bu şımarıklığa, bu hırsa, daha fazla izin veremeyiz. Başta Kırım’daki kardeşlerimiz olmak üzere, Putin’in zulmüne maruz kalan onca insanı, kaderlerine terk edemeyiz. Putin haddini aşmıştır. Vakit boş laf değil yaptırım vaktidir. Vakit çekimser kalma vakti değil zalimin karşısında dik durma vaktidir. Vakit, boş laf değil, yaptırım vaktidir. Vakit, çekimser kalma değil, zalimin karşısında dik durma vaktidir.
"Rusya’nın bu durumu ortadayken, Türkiye’nin güvende olduğunu kim iddia edebilir?"
Rusya’nın bu durumu ortadayken, Türkiye’nin güvende olduğunu kim iddia edebilir? Putin’in kafasındaki Rusya’nın eksik parçalarının, Kars, Erzurum ve Ardahan olmadığını, kim rahatlıkla söyleyebilir? Bugün, bölgemizdeki tüm bağımsız devletler, bu soruyu kendi ülkeleri için soruyorlar. Ve herkes, Putin’in idaresindeki Rusya nedeniyle, güvenliğinin tehlikede olduğunun farkında. Bunun farkında olmayan ve Rusya’nın bu halinden memnun olan, tek bir bölge ülkesi var, o da maalesef Türkiye. Mevlana diyor ki; “Kuş avlamak isteyen, kuş taklidi yapar.” O nedenle; Rusya’nın mevcut durumundan, memnuniyet duyanların, Türkiye’nin Rusya ile girdiği, asimetrik ilişkiyi destekleyenlerin, Ukrayna’da zulüm sürerken, Rus televizyonlarında yorumculuğa soyunanların, kendilerine milliyetçi diyerek, milli güvenlik konularında, ahkam kesmeleri beni hiç de şaşırtmıyor.
“Türkiye, bu adımları atamayacak kadar, Rusya’ya bağımlı hale getirilmiştir”
Halbuki ortada, çok açık bir gerçek duruyor. Karşımızda, bölgesindeki ülkelerin sınırlarını, bağımsızlığını ve siyasi egemenliğini tanımayan, bunu da açıkça beyan eden bir Rusya var. Aklı başında insanlar tarafından yönetilen her devlet eğer bağımsızlığını ve egemenliğini Rusya’ya karşı korumak istiyorsa belirli adımlar atmalıdır. Ancak üzülerek söylüyorum ki; Türkiye, bu adımları atamayacak kadar, Rusya’ya bağımlı hale getirilmiştir. İki ülke arasındaki ilişki, dengeli ve simetrik değildir.
Bu ilişki, Rusya lehine asimetrik bir ilişkidir. S400’lerden Suriye’ye, Akkuyu’dan turizme kadar, hemen her alanda bu asimetrinin, Türkiye’yi düşürdüğü kırılgan durumun yansımalarını görüyoruz.
Bakın size hemen bir örnek vereyim. Geçen hafta, Sayın Erdoğan çıktı ve Ukrayna krizinde, NATO’yu göreve çağırdı. Ukrayna’ya daha fazla destek olmuyorlar diye NATO ülkelerini eleştirdi, içeride de gazetelere demeç verdi. Aynı günün akşamında ise Strazburg’da, Rusya’nın, Avrupa Konseyi’ndeki üyelik haklarının, askıya alınmasına dair, bir oylama vardı. Peki orada ne oldu? Sabah Rusya’yı eleştiren ve batılı devletleri göreve çağıran Sayın Erdoğan, aynı günün akşamı konseyin 47 ülkesinden bir tek Ermenistan’ın Rusya’ya destek olduğu oylamada, çekimser kaldı. Aynı gün. İşte size, Ak Parti iktidarının, dış politikada memleketimizi düşürdüğü kırılgan durum.
"Hani iki ayyaş deniliyor ya, kimse de sesini çıkarmıyor ya..."
Artık tüm dünyada, yeni bir dönemin başladığına inanıyorum. Memleketimiz, badireler coğrafyasında, badireli zamanlara alışkın bir ülkedir. Ancak bizler, yaşanan bu badirelere sadece milletimizi, topraklarımızı ve egemenliğimizi korumak ve kollamak adına müdahil oluruz. Çünkü biliriz ki bu prensibe bağlı kalınmadığı zaman, 'galip kahraman olma hayalleri', süratle 'galiz kahramanlığa' dönüşür. Tarihimiz, bunun nice örnekleriyle doludur. Ve şanlı tarihimiz, havanda su dövmenin yeri değil, ders alıp gelişmenin mutfağıdır. Nitekim; Lozan’ı ve Montrö’yü imzalayıp, Anadolu ve Trakya’nın tapusunu, milletin, evrak-ı metrukesine koyanlar; barışın bedelini unutmayalım diye, 'Yurtta barış, cihanda barış' demişlerdir. Devlerin savaşında, bu toprakların genç fidanları başkalarının ütopyaları uğruna toprağa düşmesin diye, 'Ne başkasının bir karış toprağında gözümüz var ne de başkasına bir karış toprak veririz' demişlerdir. Ama maalesef Türkiye, böylesine hassas bir dönemde burnunun ucunu bile görmekten aciz olduğu halde görmediği ufkun ardındakilerin masalını, milletine anlatma cüretini kendine hak gören laf ebeleri tarafından, sevk ve idare ediliyor.
"Birinci ayyaş dedikleri birinci dünya savaşının küllerinden bir devlet bir ülke kurdu! Utanmadan anasına genel evde çalışıyor dediniz, ayıp, ayıp, ayıp!"
Öyle ki; 1’inci Dünya Savaşı’nın yangınının küllerinden, bir memleket kuranların, hakir görüldüğü, 2’inci Dünya Savaşı’nın yangınını bu memlekete sıçratmayanların basiretsiz bulunduğu bir acayip delilik hali. Hani iki ayyaş deniliyor ya ondan bahsediyorum. Kimse de sesini çıkarmıyor ya ondan bahsediyorum. Birinci ayyaş dedikleri birinci dünya savaşının küllerinden bir devlet bir ülke kurdu. Anadolu’nun her evinde en az iki gencimizin şehit olduğu bir dönemden bahsediyorum. Havza’dan Amasya’ya giderken otomobilinin tekerliği patladığında onun tamiri için beklerken çit süren bir çiftçinin yanına giden Gazi Mustafa Kemal der ki ‘İzmir işgal edildi efendi sen çiftini sürüyorsun haberin mi yoktur yoksa nedir?’ Beyim haberim var ama oğlum Çanakkale’de Abim Yemen’de Sarıkamış’taki ailesinin fertlerini sayar. Bu kadar erkeğin evladı bana bakıyor. Bu topal ayakla kırık kola bu gariban öküze bakıyor. Onun için bu tarlayı sürmez orundayım. Hele İzmir’deki işgalciler gelsin tarlamın sınırına o zaman bakarım. Bunu diyen o çiftçiden o köylüden yıllar sonra afet İnan gaziye sorar ne olmuştur? Der ki Sakarya’da şehit düştü. Tamam mı! İşte bu devlet bu akılla bu vicdanla bu yürekle kuruldu. Ayyaş dediğiniz buydu. Utanmadan anasına genel evde çalışıyor dediniz. Ayıp ayıp ayıp! İkinci ayyaş dediğiniz II. Dünya Savaşı'na sokmadı bu ülkeyi, bir gencinin burnunun kanamasına izin vermedi!
1 Mart tezkeresi: O ret kararı meclisimizin o günlerde ortalıkta ‘BOP Eşbaşkan adayıyım’ diye gezenlere verdiği en önemli cevaptı
Dün, 1 Mart tezkeresinin yıl dönümüydü. O ret kararı milli meclisimizin o günlerde ortalıkta ‘BOP Eşbaşkan adayıyım’ diye gezenlere verdiği en önemli cevaptı. Milli egemenliğin ve milli iradenin, Türkiye’nin varlık senetlerine meydan okuyan, bir karanlık iradeye karşı isyanıydı. Aradan 19 yıl geçti. Ve o aynı karanlık irade; 1 Mart 2003’te, Gazi Meclisimize karşı açtığı, hırs ve intikam savaşında adına bir de utanmadan 'Türk Tipi' dedikleri, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ucubesiyle galip geldiğini zannetti. Tıpkı eski ‘abilerinin’ ona öğrettiği gibi büyük yalanlarla, büyük mesafeler aldığını zannetti. İşte o nedenle bugün bizlerin, arkamıza millet iradesini alarak çıktığımız bu kutlu yol milletimizi, mehmetçiğimizi ve devletimizi herhangi bir zaman, herhangi bir şekilde, herhangi bir amaçla, herhangi müstevlinin aracı, maşası veya yancısı yapma olanaklarını ortadan kaldırmaktır. Meclisimizin gücünü ve iradesini, tek adamcılık oynayan, kravatlı ergenlere karşı her daim üstün kılabilme çabamızın altındaki sebeplerin en önemlisi işte budur.
"Türk Milleti’ni merdiven altı parya düzeninin köleleri yapmak isteyenler, bilsinler ki bu millet ölmedi ve yılmadı"
Nitekim bugün; Türk’ün incinen gururunun rüzgarını, arkasına alarak, 'Ey Batı', 'Ey NATO' diye çıktıkları yolda dünün eş başkanları, bugünün matruşka bebeği olma hevesine kapılmışlardır. Dahası, söz konusu kimseler, Aziziye tabyalarını, Allahuekber Dağları’nı, Plevne’yi, Kırım’ı, Erzurum’u, Nene Hatun’u unutmuşlar ama ne hikmetse, yerlilik ve millilik panayırları düzenlemekten de, geri durmamaktadırlar. Amma kirli ve kara para ağlarının, karanlık iş ilişkilerinin, mafyatik idarelerin ortak dostlarıyla bir araya gelmek isteyenler ve Türk Milleti’ni merdiven altı parya düzeninin köleleri yapmak isteyenler, bilsinler ki bu millet ölmedi ve yılmadı.
"Türkiye küresel bir Dünya’da yalnız kalamaz, yalnız bırakılamaz"
Büyük Türk Milleti! Ne bugün, bizzat kendisinin, mucidi olduğunu iddia ettiği fakat onlara her icraatıyla ihanet eden ve bizzat şovunu yaptığı değerlere ve anlaşmalarına uymakta nazlanan bir Batı’nın; Ne de yüze gülen, ama arkandan kuyu kazan, bir sözde Avrasya’nın veya çöllerinde altın kaplama jipler üzerinde, borsa simsarlığı yapan bir alemin “küçük-stratejik ortağı” olamazsın! Kaderini ne 11 askerinin başına çuval geçiren hadsizlere ne de 34 askerini bombalayarak şehit eden bir zorbaya bağlayamazsın. Ne vatandaşlığını bir avuç dolara satanların ne de topraklarını, limanlarını, birkaç küçük avantaya devredenlerin, marabası olamazsın. Ne burnunun dibinde savaş tamtamları çalarken Afrika seyahatine çıkan öngörü şampiyonlarının ne de 'Boğazlardan para kazanamıyoruz' diyerek milletin tartışılmaz egemenlik haklarını, berhava etmeye kalkanların kara düzenine araç olamazsın. Büyük Türk Milleti! Türkiye küresel bir Dünya’da, yalnız kalamaz, yalnız bırakılamaz. Türkiye her şeyi ikiye ayırmaya alışkın, köhnemiş dimağların, boynu bükük bir köprüsü yapılamaz. Türkiye ya Natocusun ya Avrasyacı; ya doğucusun ya batıcı denilerek iç ya da dış tek adamcıların, hüllecisi olamaz.
"Atatürk, yozlaşmış Avrasya rejimlerine duyulan hayranlığı gizleyecek bir maske değildir"
Atatürk, yozlaşmış Avrasya rejimlerine duyulan hayranlığı gizleyecek bir maske değildir. Medeni dünyanın kurallarını yok sayan, diplomasiyi küçümseyen ruh hastalığını da stratejik zeka zanneden kendini bilmezlerin de referans noktası değildir. Atatürk’ün, ülkemizi, medeni milletler ailesinin, onurlu bir üyesi yapma gayreti revizyonist olmayan dış politikası hamaset yerine, aklı önceleyen felsefesi ve egemenlik kavramına duyduğu saygı bizim ilham kaynağımızdır. O’nun sahip olduğu ülkemizin kalkınmasına ve refahına ket vuran değil kalkınmayı destekleyen dış politika anlayışı, bizim de anlayışımızdır.