Akşam gazetesi, yazarı Serdar Turgut'un Kürt sanatçı Rojin hakkında yazdığı yazı sonrası, Rojin'den özür diledi.
'Rojin'den özür diliyoruz'
Serdar Turgut'un köşesinde yayınlanan bir yazıda yer alan, sanatçı Rojin'le ilgili ifadelerin yarattığı duyarlılığa Akşam Gazetesi olarak büyük önem veriyoruz.
Hiç bir konuda ayrımcılığı içeren bir haber politikası benimsememiz mümkün değildir. Özel olarak kadın ve kimlik sorununa duyarlılıkla yaklaşan bir yayın anlayışımız kamuoyu tarafından da bilinmektedir.
Köşe yazısındaki ifadelerin art niyetle değil yalnızca bir mizah anlayışı çerçevesinde kaleme alındığını düşünsek de sanatçımızda yarattığı üzüntüyü anlıyor, Rojin'den, ailesinden, sevenlerinden ve bu konuda tepkisini güçlü biçimde ortaya koyan kadın okurlarımızdan özür dilemeyi gerekli görüyoruz.
Rojin'den 'Seks kölesi yapardım’a suç duyurusu
Kürt sanatçı Rojin, kendisi için “Dağa kaldırır, seks kölem haline getirirdim” diyen gazeteci Serdar Turgut hakkında suç duyurusunda bulundu.
Akşam yazarı Serdar Turgut, 24 Ekim tarihinde köşesinde “PKK Teröristi Olmadığıma Pişmanım” başlıklı bir yazı yazdı.
Yazıda Turgut, "Abdullah Öcalan’ın açıklamalarından anladığı kadarıyla dağda toplu seks partileri yapıldığını ve kendisinin PKK’lı olması halinde bunlara militan bir aktiflikle katılacağını" belirtti.
Turgut, yazısında şu ana kadar kendisine çekici gelen hiçbir PKK’lı kadın görmediğini bunun için şehirden Rojin’i dağa kaçırıp dağa kaldırabileceğini söyledi.
Yazısında Turgut, “...Bir hücre oluşturup, şehri basıp Rojin’i dağa kaldırıverirdim olur biterdi... Düşünsenize; yıllarca dağda keyif hayatı süreceğim, dağa kaldırıp seks kölem haline getirdiğim Rojin ile yaşayacağım...” diyordu.
'Cesaretinin nedeni Kürt olmam mı?'
Bu yazıdan sonra Rojin Bakırköy Adlisyesi’ne dilekçe vererek suç duyurusunda bulundu.
Rojin şikayet dilekçesinde Serdar Turgut’un “cinsel taciz” ve “basın yoluyla hakaret” suçlarından cezalandırılmasını talep etti.
Rojin daha sonra yaptığı açıklamada, “Serdar Turgut’un ‘dağa kaldırmak’, ‘seks kölesi yapmak’ gibi ağzı salyalı erkek edebiyatının en ucube cümlelerine fütursuzca kullanmaya cesaret etmesinin nedeni, benim Kürt olmam mı, hele de kadın olmam mıdır” diye sordu.
Rojin, Turgut’un yazısına verdiği cevapta Türkiye’nin geleceğini en çok tehdit eden sorunu çözmek için uğraştığı dönemde “gazete köşelerini bazı efendilerinin kalemlerini yaralara tuz basmak, ateşe körükle gitmek, yumrukların biraz daha sıkılmasını sağlamak için oynattıklarını" söyledi.
Soruşturmanın sonunda dava açılırsa Serdar Turgut, 6 aydan 4 yıla kadar hapis istemiyle hakim karşısına çıkacak.
Serdar Turgut'un, Rojin'in suç duyurusunda bulunması ve daha sonra Akşam Gazetesi'nin Rojin'den özür dilemesine sebep olan yazısı:
PKK teröristi olmadığıma pişmanım / Serdar Turgut / 24 Ekim 2009
Benim hayatımda da her makul Türk gencinin mutlaka karşı karşıya kaldığı ikilemle yüzleşme zamanı gelmişti. Terörist olmalıydım bu netti ama 'Ya silahlanıp dağa çıkacaktım ya da silahımla şehirde kalacaktım'...
Terörist olma kararını verme aşaması kolaydı. Bu neredeyse milli bir gelenekti ama terörü memleketin hangi alanında yapacağım kararını vermek zordu. Ailem bile ikiye bölünmüştü. Annem 'Şehirde terör yap. Arada eve uğrar, duş alırsın. Sana sevdiğin çöreklerden yaparım' diyordu. Babam rakısını içtikten sonra 'Gö..n yiyorsa dağa çık' diyerek beni provoke ediyordu. Halalarım ise 'Bizim haspa terörist olacakmış zaar' diye konuşarak beni küçümsüyorlardı.
Her iki kararı da destekleyebileceğim çok seçkin kitaplar satılıyordu kitapçılarda. 'Teröristin el kitabı' bile necip Türk gençliğinin okuyup bilgilenmesi için bulunabiliyordu. Ben Marksist, Leninist 'Ve hatta' Maoist olduğumdan dağa tam çıkmasam, kendilerinden pek de hoşlanmasam da köylüler ile birlikte ihtilal yapmak için en azından düz ovaya çıkabilirdim. Ama serde şehirlilik var ne de olsa. Bu yüzden her Türk gencinin bir yaşına geldiğinde tabii hakkı olan terörü şehirde kalarak yapmaya karar verdim.
Şimdi anlıyorum ki; bu kararım çok yanlışmış. Keşke o dönemde yeni oluşmaya başlayan nüve halindeki PKK'ya katılsaymışım. Öcalan yandaki üniversitede okuyordu. Zaten o ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürt sayılabilirdim. O da Kürtçe bilmiyor ben de... Katıldığım takdirde örgütte bir kültür şoku yaşamam da mümkün değildi.
Çıkardım dağa, gül gibi yaşardım. 'Sen dağ koşullarına adapte olamazsın' diyenlere ise sadece şunu söyleyeceğim: İstanbul'da yaşama koşullarına adapte olabildeysem bu dünyadaki her türlü dağda da yaşayabilirim ben.
İstanbul'da gündelik yaşamımızda karşılaştığımız rutin dağ adamlarının gerçek dağ adamlarından daha medeni olduklarını söylemek de pek mümkün değil. İstanbul'a alışık her insan PKK militanlarının dağ koşullarına pek de kolay alışır. Hatta İstanbul'dan sonra PKK dağ kamplarındaki koşullar insana lüks bile gelebilir. Tüm bu senaryoda bir tek detay kalıyor ortada. PKK'lı olarak dağa çıkabilir, arada bir dağdan inip birkaç Türk öldürebilirdim. No problem. Bu benim için bir sorun yaratmazdı. PKK'nın basın hücresinde militan olarak yer alırdım, olur biterdi iş. Canım sıkılınca arada bir dağdan inip yayın yönetmeni öldürürüm, her şey yoluna giriverirdi. Tıkır tıkır işlerdi bütün her şey.
Sonra dağda Öcalan'ın açıklamalarıyla anladığım kadarıyla arada bir toplu seks partileri de oluyor. Bunlara da mutlaka militan bir aktiflikle katılırdım. Bugüne kadar hoşlandığım bir PKK'lı bir kadın henüz görmedim ama olsun. Dağda bulamazsam da bir hücre oluşturup, şehri basıp Rojin'i dağa kaldırıverirdim olur biterdi. Hatta belki Rojin'e evlenme bile teklif edebilirdim. Rojin ile evliliğimin şu andaki evliliğimden daha tehlikeli ve dehşet verici geçmesi de mümkün değildi.
Bütün bunlar son yaşanan bir olay nedeniyle aklıma geldi. Hayatımı şehirde kalarak nasıl da boşa harcamış olduğumu düşündüm. Dövündüm üzüldüm.
Yine Milliyet gazetesindeki bir Fikret 'Don Juan' Bila haberine göre devlet dağdan inen PKK liderlerine üçüncü bir ülkeye gidip yaşama imkanını da verecekmiş. Düşünsenize; yıllarca dağda keyif hayatı süreceğim, dağa kaldırıp seks kölem haline getirdiğim Rojin ile yaşayacağım, karı dırdırından sıkıldığım zaman da şehre inip birkaç yayın yönetmenini temizleyeceğim. (Ertuğrul Özkök, İsmail Küçükkaya ve Sedat Ergin'in yaşam acıları çoktan bitmiş olacaktı).
Tüm bu mükemmel yaşam stilinden sonra dağı terk edip aşağıya indiğimde devlet bana 'Hangi ülkede yaşamak istersin?' diye soracak. ABD'nin New York kentine giderdim tabii ki... Bunlar büyük ihtimalle bana business class bileti de alır, cebime harcırah da koyarlardı herhalde.
Başta doğru karar verip PKK'ya katılsaydım, liderlik kadrosuna muhakkak yükselirdim diye düşünüyorum. Ama lider de olamasaydım zararı yok. Çünkü düz militanlara belki hangi ülkeye gitmek istersin diye sormuyorlar ama dağdan inenlere hiç olmazsa saygı gösteriyorlar. Onları herkes seviyor. Beni ise seven yok. Terörist olmadım da ne oldu biliyor musunuz; İstanbul'da kalıp yazar oldum da b.k mu oldu? Yine her gün dağdakilerden çok daha vahşi ve barbar olan insanlarla muhatap oluyorum. Devlet bana bir gün bile iyi davranmadı. Beni hiç sevmedi. Bu PKK'lıların adalet sisteminden gördüğü anlayışı ben hiçbir zaman göremedim.
Anlayacağınız benimki kaçırılmış fırsatlarla dolu olan son derece acıklı bir yaşam hikayesi.
Türk olmamın bana hiçbir yararı olamadığı gibi terörist olmamamın zararı bile oldu.
Bir buçuk insan
Taraf gazetesinin yol açtığı absürd bir hikaye nedeniyle hızla 'Karındeşen Jack' kadar azılı bir cani konumuna gelen NTV'nin medya programının sunucuları 'Bir buçuk insan', göreni duyanı 'İyi ki memlekette idam cezası kalkmış' diye düşündürüyorlar. Çünkü düşünsenize tüm absürd teori doğru olsa ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopteri 'bir buçuk insanın' ısrarlı telefonları sonucunda düşmüş olsaydı ve bunlar cinayetten hüküm giyselerdi, idam cezasının nasıl uygulanabileceği meçhul. Çünkü bir insanı rahat asarsınız, iki insanı da keza ama bir buçuk insanı nasıl asabileceğinizi düşünmek bile zor. Her türlü belayı, kötülüğü düşünmekte inanılmaz yaratıcılığı olan resmi otoritelerimizin bile birbuçuk insanı idam yöntemini kolay bulabilmesi mümkün gözükmüyor.