Gündem

"AKP'yi iktidara getiren 'siyasal İslam' akımı, zirve noktasını geride bıraktı ve inişte"

"CHP'nin daha çoğulcu bir yapıya ulaşma potansiyeli, AKP'yi zorlayacak"

20 Mayıs 2018 10:40

Cumhuriyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, AKP'yi 2002 yılında iktidara getiren "siyasal İslam" akımının zirve noktasını geride bıraktığı ve inişte olduğu görüşünü dile getirdi. 

AKP'li yetkililerin uzun bir süre CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Alevi kimliğini etkin bir propaganda aracı olarak kullandığını belirten Aydıntaşbaş, sözlerine "Muharrem İnce’nin adaylığıyla bu imkân yok ellerinde. CHP’nin artık mütedeyyin kesime sıcak mesajlar gönderen bir adayı var. CHP’nin önümüzdeki yıllarda daha çoğulcu bir yapıya ulaşma potansiyeli, AKP’yi zorlayacaktır" diye devam etti. 

Aslı Aydıntaşbaş'ın "Dip dalga ne gösteriyor?" başlığıyla yayımlanan (20 Mayıs 2018) yazısı şöyle:

Seçimler yaklaşırken, hepimiz günlük, hatta anlık, seçim atışmalarına odaklandık. Muharrem İnce ne demiş? Tayyip Erdoğan ne cevap vermiş? Selahattin Demirtaş cezaevinden ne mesaj yollamış? Meral Akşener kimi aday göstermiş? 
Sosyal medya sayesinde, pinpon müsabakası gibi bunları takip eder olduk. 
Ancak zaman zaman birkaç adım geriye giderek ‘büyük resme’ bakmakta fayda var. O büyük resim, sadece Türkiye’nin iç dinamizmi değil aynı zamanda Türkiye benzeri ülkelerdeki global trendleri de gösteriyor. Ve her geçen gün netleşiyor. 
Siyasal İslam inişte: Adalet ve Kalkınma Partisi’ni 2002 yılında iktidara getiren ‘siyasal İslam’ akımı, artık zirve noktasını geride bıraktı ve inişte. 10-15 yıl önce, Mısır, Türkiye ve Irak gibi birçok ülkede toplumlar ‘kurucu parti’ ya da ‘kurucu ideolojiye’ tepki olarak siyasal İslam’a dönmüştü. Ancak İslamiyet dozu yüksek otoriterlik kimseyi açmadı. Toplumlar artık ‘iyi yönetim’, ‘değişim’ ve az da olsa özgürlük istiyor. Türkiye’de iktidar partisi, bunu sağlayabildiği ölçüde kalır, sağlayamazsa, er ya da geç kendi alternatifini üretir. 
Karpuz gibi yarılmış ülkeler: İkinci mesele, memleketimizde de hayli belirleyici olan ‘kutuplaşma’ Artık siyasette belirleyici olan, birbirine komşu ülkelerin husumeti değil; bir ülkenin kendi içindeki düşman kamplar. Bu anlamda Türkiye, Venezüella, İran ya da Ukrayna gibi ülkelere benziyor. Ortadan yarılmış vaziyette. Bu ülkelerdeki bütün oyun, yüzde 50+1’i yakalayıp diğerlerine hükmetmek. Bu tarz iç kutuplaşmanın bir ülkenin bütünlüğü için ne kadar sağlıksız olduğunu anlatmama gerek yok sanırım. İktidar akıllı davranabilse, referandumda ‘Evet’ oyu veren yüzde 51’in değil toplumun geniş kesimlerinin temsilcisi gibi davranır, kadrolardan yargıya kadar devleti daha çoğulcu bir mantıkla yönetirdi. Bunu yapabilseler, bugün oyu tavan yapmıştı. Ancak yüzde 51, yüzde 49’u tehdit olarak gördü, devleti ona göre yapılandırmaya çalıştı. Çok riskli bir strateji bu. 
Mezhepçilik bitti: Irak seçimlerinde Şii olmasına karşın yoksulluk ve düzen karşıtı geniş bir ittifak kuran, hatta Komünist Parti’yi bile yanına alan din adamı Mukteda el-Sadr, birinci oldu. Buna karşın tamamen ‘mezhepçilik’ üzerinde tepinen ve karşıtlarına düşman hukuku uygulayan Nuri el-Maliki, başarılı olamadı. Nihayetinde hükümeti Sadr ve Haydar el-İbadi kuracak. Çünkü ‘mezhepçilik’ artık tek başına seçmeni kesmiyor. 10 yıl önce Irak’ta Şii olmak, Şii lidere oy vermek demekti; çünkü tarihsel bir ezilmişlik vardı. Şimdi ise seçmen yolsuzluk karşıtı, refah vehuzurdan yana oy kullanıyor. Önümüzdeki 10 yılda Türkiye seçmeni için de bu tarz mezhepsel refleksler anlamsız hale gelecek. İktidar uzunca bir süredir CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi oluşunu etkin bir propaganda aracı olarak kullandı. Muharrem İnce’nin adaylığıyla bu imkân yok ellerinde. CHP’nin artık mütedeyyin kesime sıcak mesajlar gönderen bir adayı var. CHP’nin önümüzdeki yıllarda daha çoğulcu bir yapıya ulaşma potansiyeli, AKP’yi zorlayacaktır. 
Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar: AKP’nin alameti farikası, 2002 yılında sistem karşıtı bir mesajla başlıktaki 3Y meselesini değiştirme vaadiydi. Ancak iktidarda uzun kalınca partilerin genetiği bozuluyor. Bugün iktidar partisi, hem statükonun, hem de yukarıdaki 3Y’nin savunucusu konumunda. Ekonomi iyi giderken, yolsuzluk ya da 3-5 gazetecinin hapse atılması kimsenin gözüne batmaz. Ama ekonomi inişe geçince yapılan her saray, her yazlık, alınan her yeni araç seçmenin gözüne batar. İktidar partisinin bunu anlayamamış olması, gösterişli bir yönetim tarzının daha etkili olduğunu düşünmesi son derece tuhaf. Bu ve bundan sonraki seçimlerin teması, 3Y’dir. Seçmen bu anlamda son derece pragmatik davranır. Seçmen hiçbir zaman aptal değildir. Lafa değil inandırıcılığa bakar. Kimin kendisine daha iyi bir gelecek vaat edeceğine kani olursa, ona yönelir. 
Bakalım bu sefer kimi inandırıcı bulacak?