AKP'nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, AKP’ye yönelik eleştirisinin hangi noktada odaklandığı sorusuna, "Sosyal bilimlerde çok temel bir kural vardır: Her iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar. Bu kural, Türkiye’de AK Parti iktidarı için de geçerliliğini bir kez daha kanıtlamıştır. AK Parti de güçlendikçe kendisini tabii daha güçlü hissediyor ve o partiyi de bozdu” şeklinde cevap verdi. AKP'nin kuruluşundaki siyasal atmosferi anlatan Yakış, "Eski ideallerin hiçbiri kalmadı" diyerek partinin çıktığı noktadan uzaklaştığını ifade etti.
Ocakmedya'da yer alan habere göre 14 Ağustos 2001 tarihinde AKP’nin Ankara Bilkent Otel’deki tanıtım toplantısında kürsüye çıkan Tayyip Erdoğan o gün şöyle demişti:
“Bugün Türk siyaset hayatına lider oligarşisinin çöktüğü gün olarak, tekelci bir anlayışa dayanan liderlik anlayışının yerine kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışın yerleştiği gün olarak geçecek.”
Türkiye siyasetinin son 16 yılına damgasını vuracak olan parti, siyaset sahnesine adımını o gün atıyordu.
“Karanlığa kapalı, aydınlığa açık” sloganıyla kamuoyuna açıklanan partinin amblemi Türkiye’deki 7 bölgeyi temsilen 7 ışık saçan bir ampuldü.
Başta Anavatan Partisi olmak üzere, merkez sağ kökenli isimlerin de katıldığı AKP; kendini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlıyor; parti içi demokrasiyi, katılımı ve kolektif karar almayı vurguluyordu.
Kapatılan Fazilet Partisi’nde Yenilikçiler ve Gelenekçiler olarak tanımlanan iki kanat arasındaki bölünme de AKP’nin kuruluşuyla, tamamlanıyordu. Ertesi gün TBMM’de 51 milletvekiliyle bir AKP grubu oluşuyor, Gelenekçilerin 25 gün önce kurduğu Saadet Partisi’nin milletvekili sayısı 48’de kalıyordu.
AKP, 16’ncı kuruluş kutlamasını bugün Sincan’da düzenliyor. Yirmi yıl önce tankların yürütüldüğü Sincan, AKP’nin kuruluşunu hazırlayan gelişmelerin başında gelen 28 Şubat’ın simgesi.
AKP’nin ortaya çıkışına ve 16 yılına yakından tanıklık etmiş isimler partiye dair değerlendirmeleri şöyle:
“İdealler peşinde Türkiye’yi düze çıkaracaktık”
DW Türkçe'nin haberine göre, 14 Ağustos 2001 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na AKP’nin kuruluş dilekçesini veren heyete eski büyükelçi Yaşar Yakış başkanlık ediyordu.
İlk AKP hükümetinde dışişleri bakanlığı yapan Yakış, partinin kuruluşundaki siyasal atmosferi, “Herkes son derece önemli bir yolculuğa çıkmanın arifesinde, idealler peşinde Türkiye’yi düze çıkaracak bir seferberliğin, hazırlığın içinde görüyordu, hepimiz öyle hissediyorduk” sözleriyle anlatıyor.
Ancak kendisini o tarihlerde motive eden ideallerin hiçbirini şimdi göremediğini de sözlerine ekliyor ve şunları kaydediyor:
“Türkiye’de yolsuzluklar vardı, devletin vatandaşa vatandaş odaklı değil de devlet odaklı bakması yaklaşımı vardı, askerin devlet yönetiminde nerede olması gerektiği konusunda o sırada geçerli olan ‘Her şeye en sonunda asker karar verir’ düşüncesine karşı olan bir insandım. Bütün bunların düzeleceğini ümit ediyordum.”
“İktidar AK Parti’yi bozdu”
AKP programını kaleme alan altı kişilik grubun içinde yer alan Yakış “dış politika başlığını” kendisinin yazdığını ve bu bölümün, önce partinin seçim manifestosu, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde de hükümet programının dış politika bölümü haline geldiğini belirtiyor.
Yakış AKP’ye yönelik eleştirisinin hangi noktada odaklandığı sorusuna şu yanıtı veriyor:
“Sosyal bilimlerde çok temel bir kural vardır: Her iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar. Bu kural Türkiye’de AK Parti iktidarı için de geçerliliğini bir kez daha kanıtlamıştır. AK Parti de güçlendikçe kendisini tabii daha güçlü hissediyor ve o partiyi de bozdu.”
“Temel hak ve hürriyetler konusunda sapmalar olduğunu, dış politika konusunda çok bariz hatalar yapıldığını ve Suriye politikasının bunun en belirgini olduğunu” söyleyen Yakış, “Türkiye’nin Suriye’deki iç gelişmelere müdahil olmasının hiçbir nedeni yoktu” diyor.
“Sentez politikasının yerine kimlik politikası”
AKP politikalarını bir dönem desteklemiş olan yazar ve akademisyen Ali Bayramoğlu partinin kuruluş sürecinde “daha reformcu, daha evrensel değerlerle buraya has değerleri bir araya getirme iddiasını taşıdığına” dikkat çekiyor.
Bayramoğlu AKP’nin modern, seküler Türkiye ile muhafazakâr Türkiye arasında “birleştirici, köprü kurucu, sentez üretici bir proje olarak” ortaya çıktığını vurguluyor.
AKP’nin o dönemde Batı’nın gözünde de İslam ve demokrasinin birlikte yaşaması, İslami bir hareketin Avrupa Birliği’ne doğru hareket etmesi olarak algılandığını kaydediyor.
16 yılı üç döneme ayırdı
Partinin 2007 yılına kadar bu çizgide kaldığını ve bu dönemin bir reform dönemi olduğunu belirten Bayramoğlu, 2008-2012 yılları arasını ülkenin eski aktörleriyle yeni aktörleri arasında iktidar çatışmasının yoğun olduğu, reformların duraksamaya başladığı, iktidarda el değiştirme fikrinin öne çıktığı dönem olarak tanımlıyor.
2012’den sonra ise evrensel değerlerle yerel İslami değerleri birbirine kavuşturma, yerli Türkiye ile modern Türkiye’yi bir arada tanımlama arzusunun AKP’de azaldığını söylüyor.
Bayramoğlu, 'bu gelişmede Arap Baharı ile gelen İslamileşmenin, partinin kendi içinde iktidar çatışmaları ve buna ek olarak Erdoğan’ın gitgide artan şahsi iktidar algısının rol oynadığını, bunların Türkiye’nin ve AKP’nin yönünü tayin etmeye başladığını' belirtiyor.
Bayramoğlu böylece AKP’nin bir sentez politikasının değil, bir kimlik politikasının hegemonyasını ifade etmeye başladığını vurguluyor.
Türkiye’deki gidişatı şeri değil, otoriter olarak tanımlayan Bayramoğlu “Burada bir şeriat düzenine ya da İslamcılığa doğru gidiş ben görmüyorum. Muhafazakâr kökenli seküler nitelikli bir otoriterleşme görüyorum” diyor.
İslam: AK Parti’yi saray kültürü teslim aldı
Prof Dr. Cihangir İslam, 2001 yılında Mehmet Bekaroğlu, Numan Kurtulmuş gibi Necmettin Erbakan’ın yanında yer alan ve AKP’ye katılmayan isimlerden.
Saadet Partisi kurucularından olan İslam, o dönem Erbakan’a yöneltilen tek adamlık eleştirisinin bugün AKP için fazlasıyla geçerli olduğunu vurguluyor.
AKP’nin ilk dönemlerinde partinin liderinin etrafında bir yönetici kadronun görüldüğünü belirten İslam “Bugünse eskilerden hemen hiçbirini göremiyoruz” diyor.
“Rahmetli Erbakan’ın çocuklarına yaptığı saray düğünlerine haklı olarak karşı çıkıyorlardı” diyen İslam şöyle devam ediyor:
“Ama bugün bakıyoruz ki AK Parti’yi bir saray kültürü teslim aldı ve adeta doğma büyüme saraylı edasıyla saray dışında nefes alamaz hâle gelmiş bir AK Parti’yle karşı karşıyayız.”
İslam AKP’nin ilk çıkışında sorunları tabandan tespit edip bunları bir öncelik sırasına sokarak, siyasete dönüştürdüğünü söylüyor. Bu siyasetin 2009’a kadar başarılı olduğunu belirten İslam sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Ama bugün dogmatik siyasete döndü. Sorunlar tabandan ekstrakte edilmiyor. Yukarıdan tek adamın oluşturduğu temel önermeler biraz dogma olarak kabul ediliyor. Yaşadığımız gerçeklikle bu dogmalar arasında bağlantı kurulmaya çalışılıyor.”
Çözüm sürecinin önemli olduğunu ve kendisinin de tam ve koşulsuz olarak sürece destek verdiğini belirten İslam, “Bugün Kürt meselesi konusunda AK Parti’nin politikası (Tansu) Çiller’in 90’lı yıllardaki politikasına dönmüş durumda” diyor.
“Türkiye’de dindarlar sağcılaştırıldı”
AKP için “siyasal İslamcı” tabirinin doğru olmadığını vurgulayan İslam, AKP’nin Türkiye’deki mütedeyyin kesimi sağcılaştırdığını savunuyor:
“AK Parti mütedeyyin tabanı, Milli Görüş’le birtakım refleksler kazanmış, antiemperyalist, ayrımcılık yapmayan, evrensel birtakım ilkelere eğilim gösteren tabanı adeta bir sağcılaştırma eğitimine tabi tuttu. Ben buna Türkiye’deki dindarların ikinci sağcılaştırılması operasyonu diyorum.”
Birinci sağcılaştırmanın Türkiye’nin NATO’ya girdiği ve çok partili hayata geçtiği dönemde yaşandığını belirten İslam şöyle devam ediyor:
“Hâlbuki mütedeyyin tabanın kodlarına baktığınızda sorgulama ve adaletin aslında o literatürde, o gelenekte ön planda olduğu ve olması gerektiğini görüyoruz. Ama Soğuk Savaş döneminde bu insanlar siyaset yapmak için kendilerini milliyetçi, muhafazakâr veya sağcı bir kimliğe sokmak durumunda kaldılar ve buna adeta zorlandılar.
Çünkü devlet el değiştiriyordu; Demokrat Partililer geliyordu. O dönemin seçkinlerinin tabiriyle kasketliler, fötrlüler iktidara geliyordu. Bunların ne yapacağı öngörülemiyordu. O yüzden bunları devletin sahibi olduklarına inandırma politikası ön plana geçti ve bir anlamda kitle sağcılaştırıldı ve devletleştirildi.
Devlet de kutsal devlet haline getirildi. Türkiye’deki İslami hareketin, işte Refah Partisi’nin yükselişiyle devlet tarafında bu gerilimin yeniden yaşandığını ve bir sağcılaştırma operasyonuna daha ihtiyaç hissedildiğini düşünüyorum. AK Parti de bunun aracısı olmuştur.”
“AK Parti’de İslamcı olmadığını” söyleyen Cihangir İslam “Bugünkü iktidarın, İslamın insanlara hatırlattığı adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlarla bir temasının olmadığını, hatta bu kavramlarla problemli olduğunu görüyorum” diyor.