Gündem

AKP'li Miroğlu: Türkiye, Cizre ve Nusaybin halkına PKK'yı desteklemediği için bir iç savaş borçlu

"Güneydoğu'yu yönetemeyen Türkiye'yi yönetemez"

31 Ekim 2015 15:16

AKP Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, "Ortalık biraz daha aydınlandığında, görülecektir ki, Türkiye Cizre ve Nusaybin halkına, PKK’yı desteklemediği için, bir iç savaş borçludur" dedi.

Star yazarı Miroğlu, yazısında "AK Parti Türkiye’yi son 13 yılda nasıl yönettiyse, yine yönetir. Ama tecrübeler bize şunu gösteriyor ki, Doğu ve Güneydoğu’yu yönetemediğiniz zaman, Türkiye’yi yönetemiyorsunuz" ifadesine yer verdi.

Orhan Miroğlu'nun Star'ın bugünkü (31 Ekim 2015) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:

1 Kasım seçimleri Sayın cumhurbaşkanının ifade ettiği gibi, sekiz yıl sonra yüz yaşına basacak olan cumhuriyet için bir kırılma noktası olacak.

Bu seçim her şeyden önce Türkiye için bir yüzleşme ve hesaplaşma seçimi olacak.

Türk/Kürt siyasi ilişkileri tarihinin en sancılı dönemini yaşıyor.  Seçmenin yapacağı tercih bu ilişkilerin geleceğini de belirleyecek.

Kürt milliyetçiliğinin yepyeni siyasi dinamiklerle güçlenmekte olduğu bir yüzyılın ilk çeyreğinde, yanlış siyasi tercihlerin doğuracağı riskleri-bölünmeye kadar gider bu riskler-bertaraf etmek bu defa kolay olmayabilir.

PKK, silahlı mücadelenin artık halktan destek bulmadığını görüyor ve biliyor. Amacı halkı bir ayaklamanın içine çekebilmektir.

Cizre ve Nusaybin’de halk bu isyan provasına prim verseydi, şimdi bambaşka bir Türkiye olacaktı. Ortalık biraz daha aydınlandığında, görülecektir ki, Türkiye Cizre ve Nusaybin halkına, PKK’yı desteklemediği için, bir iç savaş borçludur.

1 Kasım seçimi, 2023’lü yıllar için bir kırılma noktasıdır.

Bir parti tek başına 400 milletvekili çıkarsa bile Türkiye’yi yönetemez diyenlere inanmayın. Bunu söyleyenler, bize, aslında gerekli çoğunluğu elde etse bile, AK Parti, Türkiye’yi yönetemez demek istiyorlar.  Bu kara propagandalara inanmıyor kimse. Yeterli çoğunluğu elde etsin, AK Parti Türkiye’yi son 13 yılda nasıl yönettiyse, yine yönetir.

Ama tecrübeler bize şunu gösteriyor ki, Doğu ve Güneydoğu’yu yönetemediğiniz zaman, Türkiye’yi yönetemiyorsunuz.

Sorun budur..

Dünyanın en değerli tarihçileri arasında sayılan ve yüzyaşına giren Halil İnalcık, bir dergiye verdiği röportajda, ‘Türkiye’nin en önemli meselesi Kürt meselesidir’ diyor.

Bu sözün söylenebilmesi için bile 90 yılı geride bırakmak gerekiyordu.

Türkiye bu seçimlere Kürt meselesinin bütün ağırlığını hissettirdiği siyasi bir konjonktürde giriyor.

Hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değil.

Kürt halkı, Türkiye’ye aidiyet duygusunu yitirmediği sürece, kimse bizi bölemez. Bütün kavgaları bu aidiyet duygusunu zayıflatmaktır.

Ama bir türlü olmuyor ve başaramıyorlar.

Kürtler’in aidiyet duyguları, Türkiyelilik bilinçleri, kan ve gözyaşına rağmen azalmıyor, tersine artıyor. Artıyor çünkü, Türkiye’den kopuş ihtimali bile Kürt halkını korkutuyor. Bu ihtimali dahi kimse düşünmek bile istemiyor.

Türkiye’ye bağlılığın daha güvenli ve daha fazla gelecek vaat eden bir alternatifi yok.

İşte Suriye, işte Irak ve işte İran..

Ve işte motosikletli ‘kolektif katillerin’ sokaklarında dolaştığı, halkın, kapısının önüne kazılan hendeklerden, evine giremediği Nusaybin..

Bunların hiç biri Kürtler’in geleceği için bir alternatif olamaz..

Siyaset yapmanın, hele üç ay gibi kısa bir zamanda peş peşe gerçekleşen iki seçim için, dağ taş demeden gezmenin ve görmenin faydaları saymakla bitmez..

Eski ve yeniyi yan yana  görüyorsunuz.

Midyat’ın bir köyünde bir okula giriyorsunuz mesela..

Cumhuriyet’in inkar yıllarının geride kaldığını gösteren Kürtçe seçmeli dersle karşılaşıyorsunuz.

Aynı köyde elde silah dolaşan korucularla karşılaşıyorsunuz..

Onlar vatandaşın mal can emniyetini korumakla kalmıyor, aslında cumhuriyetin üniter birliğinin yereldeki korucuları olarak görev yapıyorlar.

Ama elinde silah o köylerde dolaşan başkaları da var.

Kırk yıldır o dağlarda ellerindeki silahların gücüyle, siyaseti belirlemeye,gidişatı etkilemeye çalışıyorlar.

Bir gün önce onlar da son sözlerini söylediler, ve bir bildiriyi, HDP’ye oy vermeyenlerin,  gece gelip kapısına astılar.

HDP’ye, gayet ‘kibar’ bir dille oy istiyor, Erdoğan’ı savaş çıkarmakla suçluyorlar. Edoğan’ın çıkardığı bu savaştan kurtulmak için de HDP’ye oy istiyorlar. HDP’ye oy istiyorlar, ama kimsenin onlara,  madem HDP sizin için de siyasi bir umut, o halde siz bu dağlarda elde silah neden dolanıp duruyorsunuz demeye hakkı yok!

HDP’ye yapacağınız en büyük iyilik, HDP’ye oy istemeden önce, silahları gömmek değil midir diyemiyor kimse!

Silahın hakkı ve gücü her şeyin önüne geçiyor çünkü..

O bildiriyi okuyorsunuz, altında ‘Mardin Eyalet Komutanlığı’ yazıyor.

Mardin Eyalet Komutanı ibaresini silin, altına, son zamanlarda moda haline gelen ‘aydın bildiri-çağrıları’ altına imza atanların ismini yazın, bir şey değişmez.

Kandil’de yazılan bildirilerle, ‘Eyalet Komutanlarının’ köylerde dağıtılan bildirilerinde anlatılanlar ve sıralanan gerekçelerle, aydın ve yazarlarımızın, o ‘aydın bildirilerinde’ AK Parti’den kurtulmak için sıraladıkları gerekçeler tıpatıp aynı!

Zor zamanlarda aydınlardan çok şey beklenir, bizimkilerin önemli bir kesimi maalesef sınıfta kaldı. Yüzümüzü halka dönmekten, kitlelerin bilgeliğine güvenmekten  başka çaremiz yok.

Yüzyıla nasıl bir Türkiye’yle gireceğimiz, büyük oranda her iki halkın siyasi ilişkilerinde bizi nasıl bir gelecek beklediğini anlamaktan geçiyor.

Bu gelecek için AK Parti/Kürt ittifakının İstanbul’dan Hakkari’ye, Hakkari’den Erbil’e ve Erbil’den Rojava’ya kadar yeniden inşa edilmesi gerekir.

1 Kasım seçimleri ya bu inşanın önünü açacak, ya da kapatacak.

Ve bu tarihi inşanın Türkiye’de yegane siyasi muhatabı sadece AK Partidir.

Sandık başına bu tarih bilinciyle gidecek olan seçmen, 2023’ü kazanacak olan seçmendir.