Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, “Ülkede on yılda yüzde 50 oy çıkaran siyasi hareket, son birkaç yılda toplumun yüzde 50’den fazlasını zıvanadan çıkaran bir çizgiye savruldu. 13 yıllık iktidarda gelinen nokta, demokratikleşme umudundan dinbaz bir tek adam rejimine savrulma olarak tarihe geçecek” dedi.
Tayfun Atay, yazısında “Artık AKP diye demokratik parlamenter sistemin vazgeçilmez unsuru bir partiden değil, bir kült hareketten söz etmek uygun olur. Hatta 7 Haziran seçimlerinden bu yana olup bitenlere bakıldığında onu Batı’da bir dönem dehşet saçan örnekleriyle hatırladığımız türden bir ‘intihar kültü’ olarak tanımlamak bile çok yanlış olmaz” görüşünü dile getirdi.
Tayfun Atay’ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (23 Ağustos 2015) nüshasında, “Bir 'intihar kültü' olma yolunda AKP” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
AKP, bugün kendi toplumunun yarısından fazlasına karşı neredeyse cihat ilan etme noktasına gelmiş bir “kültik” şahsiyette tecessüm etmekte sadece.
Parti’nin kurumsal kimliği yok. Onun kuruluşuna en çok emek veren isimler dahi saf dışı. Yıllarca kamuoyunda Parti’nin sözcülüğünü üstlenmiş olanlar suspus. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor.
Hükümette en yetkili pozisyonlara yakın isimler dahi Parti’nin kendisinde tecessüm ettiği şahsiyetin durumuna dair endişelerini “dost sohbetleri”nde ifade ediyor. Ama ancak Parti ile irtibatı kopmuş olanlar durumun vahametine ilişkin net bir şeyler söyleyebiliyor: “Erdoğan’a onun düşündüğünden farklı bir şey söyleyen dayağı yer” diyen Dengir Mir Mehmet Fırat gibi…
Ülkede on yılda yüzde 50 oy çıkaran siyasi hareket, son birkaç yılda toplumun yüzde 50’den fazlasını zıvanadan çıkaran bir çizgiye savruldu. 13 yıllık iktidarda gelinen nokta, demokratikleşme umudundan dinbaz bir tek adam rejimine savrulma olarak tarihe geçecek.
Süreci satır başlarıyla hatırlayalım!
AKP’nin evveli İslamizm’di, ahiri “post-İslamizm”dir. O, Milli Görüş hareketinin 28 Şubat (1997) sonrasında mutasyona uğramasıyla ortaya çıktı. Bir bakıma “28 Şubat” onun dölyatağı sayılabilir. Ama onu esas etkinleştiren kanımca “11 Eylül” (2001) hadisesidir.
Dünya Ticaret Merkezi’ne El Kaide saldırısı sonrası başta ABD olmak üzere küresel kapitalizme yön verenler, İslâm dünyasından kapitalizmi “lanet” değil “nimet” sayan dost unsurlar bulup küreselleşmenin “İslâmcılığı” da içselleştirmesini sağlamak istediler. Bu arayışlardan Gülen Cemaati ile de ittifak içerisinde bir liberal (“ılımlı”) İslâm hareketi olarak AKP çıktı. Onun, “kapitalizmi helal sayan” post-İslamist anlayışla bir bakıma Erbakan’dan Turgut Özal’ın çizgisine yön değişimini temsil ettiği de söylenebilir.
O yüzden 28 Şubat’ta Erbakan ve partisinin başına gelen on yıl sonra 27 Nisan’da (2007) AKP’nin başına gelmedi. Yine o yüzden “vesayet”le hesaplaşma sürecinde Cemaat’le “paralel” ve kurunun yanında yaşları da yakmaktan geri durulmadan hoyratça yol alındı. Ve yine o yüzden rövanşist bir itkiyle, eski mağdurlukları yeni mağrurluklara meze kılarak devletçi laikliğin hıncı, laik sivil toplumdan alınmaya kalkışıldı.
Bu süreç, yani özgürlük ve demokrasi “havari”liğinden baskıcı bir totaliter gerçekliğe yol alış 2011 sonrasında kristalleşse de bunun izleri daha geriye, Davos’taki “One Minute” hadisesine kadar sürülebilir. Aslında “One Minute”, sonun başlangıcıdır. Bir “kült”ün patlayışına orada tanık olduk. Hastalıklı bir özgüvenin, iktidar zehirlenmesinin, akıl tutulmasının yükselişi ondan sonra başladı. Tek adam rejimine azmedişin tohumları o zaman atıldı.
Tabii ki bu azmi besleyen başka şeyler de oldu. Batılı “oryantalist” önyargılara takıntılı ve onlar karşısında savunmacı bir (“oksidentalist”) refleksle şekillenen “derinlik”li dış-politik stratejiler… Yanı başımızda patlayan Suriye iç savaşında belirleyici olma hülyaları… Aynı doğrultuda, dışarıya pan-İslamist vurgulu bir Osmanlıcılık taslarken içeride laik toplumsal birikimle ters düşme… Bunlardan beslenen ve laik toplum kesimlerini boğan dinbaz politik girişimlerle patlayan Gezi olayları… Hepsi, “kült”ü çok daha gözü kara noktalara götürdü.
Ve Müslümanlıkla sekülerliğin buluşabileceğine dair bir umut sanılan hareket, dinbaz ve selefimeşrep bir diktatörlüğün payandası olmaya evrildi.
O yüzden artık AKP diye demokratik parlamenter sistemin vazgeçilmez unsuru bir partiden değil, bir kült hareketten söz etmek uygun olur. Hatta 7 Haziran seçimlerinden bu yana olup bitenlere bakıldığında onu Batı’da bir dönem dehşet saçan örnekleriyle hatırladığımız türden bir “intihar kültü” olarak tanımlamak bile çok yanlış olmaz.