Gündem

Akif Beki'den 'Köşk'te bazı gazetecilere yasak istedi' iddiasına yanıt: Köşk bana çizik attı, karımın işiyle uğraşıldı!

'28 Şubat hoyratlığında dahi bu raddeye vardırmamışlardı...'

16 Haziran 2015 16:14

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın eski danışmanlarından Hürriyet yazarı Akif Beki, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 12 yıl başdanışmanlığını yapan ve bu dönemi yazan Ahmet Sever'in çıkardığı "Abdullah Gül ile 12 Yıl" isimli kitabında yer alan kendisi hakkındaki iddiaya yanıt verdi. Başbakanlığı sırasında Erdoğan'ın basın sözcülüğünü de yapan Beki, kitapta geçen “Akif Beki bazı gazetecilere Köşk yasağı uygulanmasını istedi” yolundaki iddiaya “O dönem Köşk’ten sadece ben çizik yemekle kalmadım, karımın işiyle bile uğraşıldı. 28 Şubat hoyratlığında dahi bu raddeye vardırmamışlardı akreditasyon işini” yanıtını verdi. 

Beki’nin Hürriyet’te “Abdullah Gül’ü bir başka anlatıyor” başlığıyla yayımlanan (16 Haziran 2015) yazısı şöyle:

Başdanışmanı Ahmet Sever'in, sabık Cumhurbaşkanımızı anlattığı bir kitap çıktı. "Abdullah Gül'le 12 Yıl" adını taşıyor.

Henüz tamamını okuyamadım. Okuduğum kadarıyla ana fikri şu: Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan'ın iyi huylu, güzel ahlaklı, dürüstlük timsali olan tarafı. Eksikliklerinin tamamlayıcısı...

Fakat her nasılsa keramet Erdoğan'daymış gibi gelişti olaylar. Gül'ün erdemleri hasbelkader ona mal edildi. Nitekim Gül sahneden çekilince çıplak gerçek de ortaya çıktı. Varlığının kıymeti ancak yokluğunda fark edilen bir bahtsız siyasetçi olarak karşımıza çıkıyor Gül.

Ahmet Sever de yenmiş hakkını Gül'e iade görevine soyunuyor. Kitap için, Gül'ün kuyruk acılarının toplamı da diyebilirsiniz yani.

*  *  *

AK Parti'nin övgüye değer ne kadar icraatı varsa Abdullah Gül'e borçluyuz. Ne kadar yerilecek işi varsa sorumlusu Tayyip Erdoğan. Gül en birinci reformcu, en süper vizyoner, en şampiyon özgürlükçü, en faziletli demokrat, hep en en en... Erdoğan ise hep onun yancısı. Ne biliyorsak tersi yani.

Bu gerçeği kavratmadan patronunu allayıp pullayamazdı tabii Ahmet Sever.

Erdoğan'la arası bozulan herkese yakınlık gösterilerek, küstürdüklerine kucak açılarak, döktükleri toplanarak, hatalarından yararlanılarak yapılmış bir siyasi kariyer var kitapta. Erdoğan'ın aksine, herkesle iyi geçinmeye, kimseyle kötü olmamaya dayalı bir kariyer. Budur Sever'in buzluktan çıkarıp önümüze koyduğu nevale.

Gül'ün o dönem cömertçe dağıttığı mavi boncukların bir kısmını, artık gözden ve kuvvetten düşmüş muhataplarından da geri alıyor bu arada. Örneği; Zaman gazetesine sürmanşet olan sözleri...

Meğer gazeteci tutuklamaları karşısında 'Umarım hiçbir gazeteci mesleğini başka amaç için kullanmaz' falan dememiş Gül. Sözleri çarpıtılmış. Fakat o günün iletişim teknolojisi bu kadar gelişmediği için düzeltme imkânı bulamamışlar. Biz ancak şimdi öğrenebiliyoruz bunu.

* * *

Tayyip Erdoğan kararsız, zayıf iradeli. Abdullah Gül dimdik ve dirayet sahibi. Tayyip Erdoğan karnından konuşur, Abdullah Gül açıksözlü, dobra. Tayyip Erdoğan tahammülsüz, Abdullah Gül hoşgörü abidesi vesair...

Hikâyeyi baştan sona yanlış biliyormuşuz. Daha dün gözümüzün önünde olup bitenlerin içyüzü bildiğimiz gibi değilmiş. Asıl karakterle yan karakterin yer değiştirdiği bambaşka bir hikâye anlatıyor bize Ahmet Sever.

Nasıl yani demeyin... Suçu hep başkasına atan, kabahati hep yanındakinin üstüne yıkan bir kahraman gördünüz mü siz?

 

Koltuk gitti satışlar başladı

 

Erdoğan hep yanlış, Gül hep doğru. Kitabın ana fikri bu ama arada başka hesaplar da görüyor. Benden de intikam alıyor mesela.

Başbakanlık'ta akreditasyonu iptal edilen muhabir arkadaşlara Köşk'te akreditasyon açmış Sever. Ben de kendisini aramak yerine koruma müdürünü arayıp 'Onları almayın' demişim. Mesajım iletilince 'Sakın bunun için beni aramasın' diye gıyabımda çok sert konuşmuş. Bunu yazıp, peşine de 28 Şubat sürecinde Genelkurmay'ın bana yaptığının aynısını başkalarına yaptığımı ekliyor.

Ahmet Sever ne o zaman ne sonrasında hiçbir gün benle bu tonda, bu mertlikte, bu toklukta konuşmadı, bu bir. Kaybedecek şeyi kalmayınca cesaret geliyor demek ki insana.

Aramızda böyle bir diyalog asla geçmedi, bu da iki. Başbakanlığa getirmeye çalıştığım akreditasyon sisteminin dün arkasındaydım, bugün de arkasındayım. Aradan 7 yıl geçti, belki 700 kere yazarak, konuşarak bunun hesabını verdim. Erinmeden, üşenmeden bir 700 kere daha veririm. Hatasıyla sevabıyla yaptığım işin sorumluluğundan kaçmadım, kefaretini ödememek için üstümden atmaya kalkışmadım. 'Ben iyiyim, o kötü, çok çabaladım ama onu engelleyemedim' satışlarına tenezzül etmedim, etmem de.

Genelkurmay, kurumsal akreditasyon uyguladı. Her zaman karşı çıktım. Amerikan tarzı, açık ve şeffaf kriterlere dayalı bireysel akreditasyon modelini esas aldım. Genelkurmay'ın uygulamasıyla uzak yakın bir alakası yoktu. Öyleyse neden mi bana madik attı Ahmet Sever?

Kuyruk acısından...

Aklı sıra Gül'ün görev süresi bittikten sonra kaleme aldığım "Cumhurbaşkanlığı uçağında biten bir 28 Şubat" başlıklı yazımın rövanşını alıyor. "Kişisel 28 Şubat'ımın sonu olarak da okuyabilirsiniz" diye başlayan ve şöyle devam eden bir yazıydı: "Aslına bakarsanız, Ahmet Necdet Sezer zamanında bile Kanal 7 kadrosundan istisnasız hepsine çağrıldığım Köşk resepsiyonlarına son yıllarda davet almıyordum..."

* * *

İki satırlık eleştiri karaladığı için Sayın Gül'ün engin hoşgörüsüne toslayan gazetecilere bizzat aracılık etmişliğim vardır. Uzakta aramayın, bir örneği de benim. Sadece ben çizik yemekle kalmadım, karımın işiyle bile uğraşıldı. 28 Şubat hoyratlığında dahi bu raddeye vardırmamışlardı akreditasyon işini.

Yine de kişiselleştirmedim. 'Birlikte şunu yaptık, buraya gittik, benden şunu istedi, bunu söyledi' diye ifşaatta bulunmadım. Ağzımı açıp tek kelime dedikodusunu etmedim.

Yetmedi demek... Ben yine de bu kadarla yetiniyorum.