Eski Başbakanlık Danışmanı Akif Beki, "Ergenekon davaları sürecinde kaset kumpaslarına, sulandırmalara, araçsallaştırmalara kendince tavır aldığını" belirterek "AK Parti’nin kurucu troykasını en güçlü zamanlarında eleştirdim. Cumhurbaşkanlığı sırasında Gül’e, hükümet sözcülüğü sırasında Arınç’a, dışişleri bakanlığı sırasında Davutoğlu’na sertçe dokundurmalarım oldu. Allah’ları var; kızdılar, kırıldılar ama medeni diyaloglarını kesmediler. Beni ihanetle, satılmışlıkla filan suçlamadılar" dedi.
Beki, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edildiğinin açıklanmasıyla sona eren halk oylamasına giden süreçte "gizli hayırcı" olmakla suçlanmıştı.
Akif Beki'nin Hürriyet'te "Kapımdaki kolpacı tahsilatçılara" başlığıyla yayımlanan (6 Mayıs 2017) yazısı şöyle:
Ergenekon davaları sürecinde kaset kumpaslarına, sulandırmalara, araçsallaştırmalara kendimce tavır aldım.
Ankara’dakiler yer yer hoşlanmadı, bazen tepki gösterdi. Paralel çeteler, yıpratma saldırılarına geçti.
Ama beğendirme derdim yoktu, karalama kampanyalarını göğüslemeyi seçtim.
Kendi fikrimdi...
ERDOĞAN, Pınarhisar Cezaevi’ndeyken Kanal 7’nin Washington temsilcisiydim. 4 aylık mahpusluğunda 2 kez ziyaretine geldim. Belediye başkanlığı boyunca toplam 2 kez görüşmüşlüğüm yoktu oysa.
Kendi fikrimdi...
Düşünce özgürlüğünden yanaydım. Güçlünün haklı olmadığı, haklının güçlü olduğu bir düzen kurulmasını istiyordum.
***
Erdoğan hapisten çıkıp AK Parti’yi kurduğunda, Kanal 7’nin Ankara temsilcisiydim.
Hâlâ siyasi yasaklıydı, derin devlet çetelerinin borusu ötüyordu...
Partisi iktidara geldi, seçilme yasağı kalktı ve başbakan oldu.
Bir erdemliler hareketi olarak başlamıştı. Siyasete seviye ve ahlak kazandırma sözünü sevdim. Kuruluş ideallerini benimsedim, yasaklarla ve yolsuzluklarla savaşma vaadini ciddiye aldım.
Ne fişlenmekten çekindim ne mimlenmekten. Korkutanların korkutmasına pabuç bırakmadım. Yanında durdum.
Kendi fikrimdi...
***
3 yıl sonra, kendisinden başbakanlık sözcülüğü ve başdanışmanlık teklifi aldım.
Kabul ettim. Üstlendiğim görevin altından kalkmak için hatasıyla, sevabıyla çalıştım.
Özgürlük kavgamdı, gizli sultaların vesayetine karşı demokratikleşme mücadelesine inandığım için yaptım.
Kendi fikrimdi yani...
***
2009 başındaysa artık düzlük görünmüştü. Erdoğan’dan müsaade isteyip gazeteciliğe geri döndüm.
Kendi fikrimdi...
Gelen birçok teklif arasından Radikal’i tercih ettim, Doğan Grubu’na geçtim.
Kendi fikrimdi...
Yeri geldi, çalıştığım yayın grubuyla çeliştim, yine iktidarı tuttum.
Yine kendi fikrimdi...
Allah var; ne Aydın Bey ne de Vuslat Hanım bir güne bir gün ne yapıyorsun demedi, ne yazdığıma karışmadı.
***
Ergenekon davaları sürecinde kaset kumpaslarına, sulandırmalara, araçsallaştırmalara kendimce tavır aldım.
Ankara’dakiler yer yer hoşlanmadı, bazen tepki gösterdi. Paralel çeteler, yıpratma saldırılarına geçti.
Ama beğendirme derdim yoktu, karalama kampanyalarını göğüslemeyi seçtim.
Kendi fikrimdi...
***
Sonra MİT krizi ve 17-25 Aralık geldi. Bugünkü iktidar tetikçilerinin bir kısmı daha derin uykularındaydı. Bir kısmı da hâlâ ‘Hocaefendi’ye temennalar çekip FETÖ’ye saygılarını sunuyordu.
Kendimce ortaya atıldım; tezgâh dedim, tertip dedim, kurgu dedim, yargı ve polis darbesi dedim, yeni vesayet girişimi dedim...
Taraf seçmek için kimin kazanacağını görmeyi beklemedim.
Kendi fikrimdi...
***
AK Parti’nin kurucu troykasını en güçlü zamanlarında eleştirdim.
Cumhurbaşkanlığı sırasında Gül’e, hükümet sözcülüğü sırasında Arınç’a, dışişleri bakanlığı sırasındaDavutoğlu’na sertçe dokundurmalarım oldu.
Allah’ları var; kızdılar, kırıldılar ama medeni diyaloglarını kesmediler. Beni ihanetle, satılmışlıkla filan suçlamadılar.
Varlığımı onlara borçlu olduğumu söyleyen tahsilatçılar dayanmadı kapıma. Fikir kölesi kılma zorbalıklarına maruz kalmadım.
Haklı ya da haksız, kendi hür fikrimdi...
***
İktidarın, aklıma yatmayan söylem ve politikalarına ya eleştirel yaklaştım ya da mesafeli durdum.
Fakat her yapılanı, her söyleneni çılgınlar gibi alkışlatmaya memur edildiğini sanan tetikçiler sardı şimdi etrafı.
Eskinin derin devlet çetelerinin yerini, sanki sığ devlet çeteleri aldı.
‘Kendi fikrin olması’na hayat hakkı tanımıyorlar.
Gözü kapalı sadakat ispatı istiyorlar. Doğrusunu yanlışını sorgulamadan mecburi destekçiliğe, körü körüne bağlılığa zorluyorlar.
***
Hasılı; benim açımdan kavga İslamcı olan-olmayan kavgası değil. Kendi fikrine sahip olup olamayacağın kavgası.
Başından beri öyleydi...
Ve kavgamı, tahsilatçı kılıklılara çaldırmamakta kararlıyım.
Bu yüzden de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son çıkışlarıyla sonuna kadar hemfikirim.
Kendilerine Reisçi süsü veren faşist bozuntularını boşa çıkardı.
“Benim adıma söz sahibi değildirler” dedi. Fitne ürettiklerini ve bunlara fırsat vermeyeceğini söyledi.
“İradesini şu veya bu kişiye teslim eden değil... Kendi fikriyle, kendi düşüncesiyle, kendi kararıyla hareket eden gençlere ihtiyacımız var” sözünü not ettim. Serlevha gibi hikâyemin en tepesine çiviledim.
***
Bundan sonra, alacak tahsili için kapıma gelecek naylon Reisçiler, o değişmez tabelayı bulacak karşısında.
Sahte sözcüler için altına da Erdoğan’ın şu sözlerini kayıt düşüyorum.
“Tekkeye mürit aramıyoruz.”
Yani siyaset, şeyhlik iddiası taşımaz.
Mürit aramayan siyasette, zorla mürit devşiren tetikçilere ve mafyatik çeteleşmelere de yer yoktur.
Allah’ı var; Erdoğan hepsini açığa düşürdü, kolpacıymış meğer kapımda gürültü koparanlar. Sürsünler şimdi merkebi Niğde’ye, haydi yallah...