Gül Atmaca
Akdeniz, bana sorarsanız dünyanın en güzel coğrafyası. Aydın ilinden sonra güneye inerken dağlar başlar ama çamlarla kaplı yemyeşil, engebeli de olsa yollar sizi hep masmavi denizlere kavuşturur. İşte o yeşilin çoğu yerde “matem rengi” siyaha dönüştüğünü düşününce gözyaşlarımı tutamıyorum. Ben de milyonlarca vatandaş gibi isyan ediyorum, insanlık tarihinde keşfi bir devrim sayılan ateş, nasıl oluyor da insan elinde/insan yüzünden bu kadar yok edici hale geliyor ve söndürülemiyor!
Doğal yangınlar da var elbet ama onlar bitkilerin tekrar büyüme ve yenilenme döngüsünün bir parçası, yani yaşlı orman örtüsünün ve sık çalılıkların yenilenmesine yardım ediyor. Öyle ki bazı ekosistemlerde yaşayan bitki ve hayvanlar yangına ve onun oluşturduğu şartlara uyum sağlamıştır. Yani Doğa, zekasıyla kuruyor dengeyi, tabi insan müdahalesi olmazsa…
Ortalığı tek kelimeyle cehenneme çeviren yangınlar ise her anlamda insanın eseri. Uzmanlar, sayıları her geçen artan orman yangınlarının en büyük nedenlerinden birisinin iklim krizi ve küresel ısınma yüzünden artan sıcaklıklar olduğunda hemfikir. Akdeniz'de artan sıcaklık, düşen nem ve Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu'nun deyişiyle adeta “doğaya fön çeken” kuru ve sıcak rüzgâr, yangınlar için ideal ortamı hazırlıyor. Bu mevsimde ağaç dalları, otlar, çalı çırpı her şey kupkuru, yangın çıkması için söndürülmeyen mangal ateşi, yanar halde rastgele atılan bir izmarit, çakmak haline gelen çam kırıkları, elektrik telleri ya da başka bir şey yeterli.
Ormanlık alanlara maden açılması, otel, konut vb. yerleşim alanları kurulması yani insan unsurunun bu denli ormana yaklaşması hatta içine girmesi de yangınların artmasında büyük rol oynuyor. Özellikle AKP iktidarı döneminde ormanlık arazilerin her geçen gün daha fazla imara açılması, yangın söndürmede geçmiş dönemlerde başarılara imza atmış Türk Hava Kurumu'nun (THK) başta ideolojik olmak üzere çeşitli nedenlerle işlevsiz hale getirilmiş olmasının da bu felaketin büyümesindeki payını unutmamak gerekir. Bu arada, ola ki ormanı düşmanca bir tavırla bilerek yakanlar olduysa onlara da cezaların en büyüğünü vermek gerekiyor.
Tammuz ve Adonis'i öldüren sıcaklar
Yazının başında da belirttiğim gibi Akdeniz'in de dahil olduğu coğrafyada özellikle temmuz ve ağustos ayları sıcaklığın en yüksek derecelere çıktığı, ağustosun hasat ayı olmakla birlikte aynı zamanda bitkilerin kurumaya, sararmaya hatta ölmeye başladığı zamandır.
Temmuz ve ağustosun hikâyesini anlatmaya dünyanın en eski medeniyetlerinden birisi olan Mezopotamya ile başlayalım. Dumuzi/Tammuz/Temmuz, tanrıça İnanna'nın (İştar olarak ta bilinir) kocası olan Antik Mezopotamya tanrısıdır. Sümer, Akad ve bazı Sami halkların dinlerinde yer almış, Tanah gibi Musevi kaynaklarında da bahsedilmiştir. Türkçeye Arapça veya Aramiceden girmiştir.
Tammuz, çoğu zaman ahır hayvanlarının ve çobanların ya da kırsal hayatın, ekinlerin ve hasadın koruyucusu olarak görülmüştür. Sümer mitolojisinde çoban görünümlü olarak betimlenir. Sümerler, İnanna'nın bir çiftçi ile bir çoban arasında seçim yaptığına ve eş olarak çoban olan Tammuz'u seçtiğine inanmıştır. Bu yüzden çoğunlukla İbrahimi dinlerde yer alan Habil ve Kabil hikâyesi ile karşılaştırılmaktadır. Buna ek olarak Tammuz'un yılın bir yarısını yerin altındaki dünyada "ölü olarak" geçirdiğine, diğer yarısını ise İnanna ile dünyada "yeniden doğarak" geçirdiğine dair Sümer hikâyeleri vardır. (İlerleyen satırlarda aynı hikâyeyi Adonis ve Afrodit için okuyacaksınız.)
Sıcak ve kurak yaz ayları Tammuz'un ölümünü simgelerken, yağışlı ve serin dönemler yeniden doğumunu belirtir. Eski Asur takviminde Tammuz ayı tanrı için ağlama, yas tutma dönemidir. İşte eski Iraklılar tanrıları öldüğünde bugün Şiilerin bir araya gelip Kerbelâ'da 680 yılında katledilen Hz. Hüseyin (İmam Hüseyin) için yas tutmaları gibi yas tutuyorlardı. Tammuz ve İştar'a dayanan bazı gelenek ve anmalar Orta Doğu'da Hıristiyanlık ve İslam sonrası çağlarda bile gözlemlenmiştir.
Tammuz, Sümerlerde İnanna'nın eşiyken, Akadlar'da İnanna'nın dengi olan İştar'ın eşidir. Antik Kenan inancındaki Adon, güzellik, bereket ve yenilenme tanrısıdır, daha sonraları Yunan mitolojinde Adonis olarak anılacaktır. Mısır'da ise yer altı (ölüm), diriliş ve sonsuzluğun tanrısı Osiris'e dönüşür.
Burada Adonis'in hikâyesi üzerinden Doğanın ölümü ve sonradan dirilişini anlatalım. Aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit (Romalılarda Venüs) yakışıklılığın sembolü Adonis'i ilk gördüğünde adeta çarpılmış, onu diğer tanrıçalardan kaçırarak yer altı tanrıçası Persephone'ye emanet etmiştir. Adonis büyüyüp çekiciliği artınca Persephone ona aşık olmuş ve kendisini Afrodit'e vermeyi reddetmiştir. Kavga büyüyünce Baş Tanrı Zeus araya girerek, Adonis'in dört ayı yeraltında Persephone ile dört ayı yer üstünde Afrodit ile kalan dört ayı da dilediği yerde geçirmesine karar vermiştir.
Adonis, kızgın yaz sıcaklarında doğanın birden bire solup kurumasının sembolüdür. Eski çağlarda yazın en sıcak zamanlarında Adonis törenleri yapılırdı. Ölü Adonis'i temsil eden, bir küçük tahta heykel etrafında kadınlar, saksılar içine solan, kuruyan çiçekler dizerler, ağıtlar söylerlerdi. Adonis-Tammuz ritüelinde yazın en sıcak günlerinde doğanın güneşin kızgın ışınlarının altında ölü duruma gelmesine 7 gün yas tutulmakta, acı çekilmekteydi.
Zerdüşt ağıtlarından Kerbelâ'ya
Kerbelâ Savaşı, M.S. 680 yılında bugünkü Irak topraklarında Hz. Hüseyin'e bağlı küçük bir birlik ile Emevi Halifesi I. Yezid'e bağlı ordu arasında yaşandı. Şii inanışına göre İslam Peygamberi Muhammed'in kendisinden sonraki Halife ilan ettiği amcaoğlu Ali'nin hakkı yenmiştir. Peygamberden sonraki halifelik savaşı, Hz. Ali'nin oğlu ve aynı zamanda Hz. Muhammed'in torunu olan Hüseyin'in Kerbelâ'da Emevi Halifesi Yezid tarafından katledilmesiyle doruğa çıkmıştır.
Şii inancına göre Hüseyin öldürüleceğini biliyordu ancak ölümünün Yezid'in kötülüğünü dünyaya ispat edeceğini düşünüyordu. Küfe yakınlarındaki Kerbela'da kamp kurdu. Yezid'in askerleri kampın etrafını sardılar. Ordunun komutanı Ömer bin Sa'd Muharrem ayının 7'sinde çemberi daralttı ve kamptakilerin Fırat nehrinden su almalarına engel oldu. Hüseyin ise adamlarına, teslim olmaya niyeti olmadığını, savaşacağını söyledi. Sayıca çok yetersiz oldukları için, öldürülecekleri belliydi. Yine de hepsi ölmeyi tercih etti. Günlerce süren savaşta, çoluk çocuk çok sayıda insan öldürüldü. Hüseyin'in başı kılıçla vuruldu. İşte bu an, Şiilerce her sene Muharrem'in 10. Günü Aşure'de gözyaşları, ağıtlar ve dövünmelerle anımsanır.
Şii dünyasının matem ayı Muharrem'de, yüz binlerce insan Irak ve İran'daki kutsal yerlere akın ediyor. Kerbelâ Olayı, Şii inancının bel kemiği. Şiiler, Muharrem'in ardından gelen Safer ayında da matem tutarlar. Bu iki ay boyunca düğün ve benzeri eğlenceler yapılmaz, bu matem günlerinde taziye meclisleri düzenlenerek mersiyeler okunur, ihsan yemekleri verilir. Yas tutma, Muharrem'in 10'una rastlayan Aşure Günü doruğa çıkar. Bu günde konuşmalar yapılır, Kerbelâ olayı tiyatro şeklinde canlandırılır ve ağıtlar yakılır. Hüseyin'in hayatını neden feda ettiği özellikle vurgulanır. Baskıya ve zulme teslim olmadığı anlatılır.
Şii inancı derinlemesine incelediğinde başta İran olmak üzere İslamiyet'ten önceki kültürlerden izler taşıdığı görülür. Örneğin, hikâye anlatmak, hikâye nakletmek ya da hikâye anlatıcısını dinlemek Pers geleneğiydi. Bugün Kerbelâ olayını anlatanların ataları bir zamanlar “Babil'in Yaratılış Destanı”nı, ondan sonra gelenler “Şehname”yi anlatmış, Zerdüşt ağıtlarını okumuştu. İslamiyet ile içerik değişti ancak form aynı kaldı. Anlatıcılar bu sefer İmam Hüseyin'in şehit edilmesini anlattılar.
Prof. Dr. Metin And'ın “Ritüelden Drama/ Kerbelâ-Muharrem-Ta'ziye” adlı çalışmasında, ölen kahraman için yas törenleri düzenlenmesinin İran geleneğindeki örneklerine yer veriliyor. İşte ilki: Sasani İmparatorluğu'nun (224-651) dini olan Zerdüştlüğün kutsal kralı Viştasp'a, Kral Erjasp güçlü ordusu ile saldırır. Zerdüşt inancının koruyucu yiğidi Dârir de savaşa katılır. Dârir, Erjasb'ın kardeşi Biderefş tarafından zehirli oklarla öldürülür. Burada, Kerbelâ'da İmam Hüseyin'in başına gelenlere benzerlik, Dârir'in bu savaşta öleceğini önceden bilmesidir. Yüzyıllar boyu Dârir için düzenlenen Yâdigâr-ı Dâriran töreninde gûsân denilen saz şairleri çalıp söylerler. Dârir'in anısına ağıtlar okunarak yapılan anma törenleri de Kerbelâ için yas törenlerine benzerlik gösterir.
Ancak ikinci örnek daha çarpıcıdır. Firdevsi'nin 10. yüzyılda, İranlıların Müslüman olmadan önceki efsaneleri üzerine kurduğu “Şehname”si İran edebiyatının en büyük eserlerinden birisi olarak kabul edilir. Şehname'nin kahramanı Siyavuş, Efrasiyâb tarafından başı vurularak öldürülür. Aşağı Türkistan'daki kazılarda ortaya çıkan bir duvar resmi, Siyavuş olduğu anlaşılan bir genç için yapılan yas törenini göstermektedir. Buradaki sözler öz acıma ve acı çekmede Kerbelâ'daki sahnelere benzemektedir. Siyavuş, öleceğini biliyordu; İmam Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri gibi. (Bu arada, Kerbelâ için taziyelerde az da olsa Siyavuş'un adı geçmektedir.)
Tıpkı eski Mısırlılar gibi Mezopotamya'dakiler de yaşam-ölüm döngüsünün tanrılar tarafından düzenlenen mevsimsel bir olay olduğuna inanırlardı. Eski Ön Asya'da bereket tanrılarının ölmeleri (yeraltına inmeleri) ve yeniden doğmaları mitolojik öykülere konu olmuştur. Onların yeraltına inmesi bugünkü takvimle ağustos ayına denk gelir ve bitkiler de onlarla birlikte solup ölmeye başlar. Muharrem'i güneş takvimine uyarladığımızda, ilk günü 2 Ağustos'tur. Aşure, Muharrem'in 10. günü olduğuna göre, bu yılın en sıcak günü 11 Ağustos'a rastlar. 14 Muharrem ise yaz döneminin bitimidir. Ayrıca, 2 Ağustos, Roma takviminin beşinci ayı Tammuz (Temmuz) ayının 20'sine rastlar. Ancak gene bir başka İslam takvimine göre Muharrem dönemi Ağustos'tadır. Kerbelâ Şehitlerinin ölüm günü olan yılın en sıcak günü 11 Ağustos'a yerleşmektedir.
Araştırmacılar, Suriye-Mısır-Yunan Adonis'i, Babil'in Tammuz'u, Frigya'nın Attis'i, Mısır'ın Osis'i ile İslam'ın özellikle Şiiliğin Hüseyin'i arasında kolaylıkla bir koşutluk kurabilmektedirler. Örneğin, Adonis'in akan kanı Anemon çiçeğinin doğmasına yol açmıştır. Şehname'de de Siyavuş'un başı gövdesinden koparılınca akan kandan bir çiçek bittiği yazılıdır. Şii inancına göre Kerbelâ'da savaş meydanı aynı gün ya da ertesi gün bir çiçek tarlasına dönüşmüştür…
Kaynakça
- -And, Metin, “Ritüelden Drama/Kerbelâ-Muharrem-Ta'ziye”, İstanbul, Yapı kredi Yayınları, 2002
- -Gül Atmaca, “Kerbelâ'nın İslamiyet Öncesinden Aldığı Miras”, Bilim ve Gelecek Dergisi, 2011.
- -Behçet Necatigil, “Mitologya Sözlüğü”, Sel Yayıncılık, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2006.