Milliyet gazetesi yazarı Gökçer Tahincioğlu, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL şartları altında KHK ile ihraç edilen akademisyenlere ilişkin "Akademisyen ihraçlarında üst karar vericileri yanıltanların 15 Temmuz bağlantısına bakılmalı" dedi.
Tahincioğlu'nun Milliyet gazetesindeki yazısı şöyle:
Bütün bu şairlerin Ankara’yı sevmelerinin bir nedeni olmalı değil mi? Bahar geldiğinde Cebeci’ye yürümek, baharı içine çekmektir. O yolu yürüyenler bu kenti neden sevdiklerini de gayet iyi bilirler
İlk cemre havaya düşüyor bugün.
Bahar geliyor.
Yaşamayanların sevemeyeceği, esasında gezip görüldüğünde de sevilecek bir tarafı olmayan Ankara’ya bahar geldiğinde Cebeci’ye yürümek, baharı içine çekmektir.
Memurlar, Cebeci’nin eskimiş, iki üç katlı evlerinde ömür geçirmiş emekliler, hatta tüm o üniversite hastanelerini zorunluluktan yurt etmiş hastalar ve en çok öğrenciler, Kurtuluş Parkı’ndan bütün Cebeci’ye yayılan baharın kokusunu çekerek yürürler Kızılay’dan uzanan yolu.
Bütün bu şairlerin Ankara’yı sevmelerinin bir nedeni olmalı değil mi?
O yolu yürüyenler bu kenti neden sevdiklerini de gayet iyi bilirler.
***
Ankara Üniversitesi’nin Cebeci Kampüsü, bu coğrafyanın yakın siyasi tarihinin tanıklarından biridir.
Hemen her darbe döneminde tutuklanan, işten çıkartılan hocalar, ülkeyi yöneten siyasiler, olumlu olumsuz yönleriyle tartışılan gazeteciler, memleketin en mühim hukukçuları ve hatta okuldan ayrılıp hukuku da kabul etmeyenler, hepsinin yolu Cebeci’den geçmiştir.
Cebeci’den yolu geçip de ismi biraz olsun duyulanlar, kampüsün bu müstesna yeri nedeniyle tarihe de yazılır.
Ve elbette nasıl yazıldıkları da mühimdir.
Kimi, darbecilerle nasıl iş tuttuğuyla, cinayetlerle, kötülükle geçer tarihe, kimi darbecilere karşı yaptığı savunmalarla, hak ve özgürlük mücadelesiyle.
Kimin aslında ne olduğu da durur hep arşivlerde.
***
Cebeci Kampüsü’ne geçtiğimiz cuma günü kök salıp meyve versin diye elma ağacı dikti hocalar ve öğrencileri.
Altına, nedeni unutulmasın diye bir taş plaket yerleştirdiler.
Nedenini anlamaksızın, zaten soruşturuldukları ya da hiç soruşturulmadıkları gerekçelerle ihraç edilen hocalar, su verdi ağacın köküne.
Bakmayın siz bir imzanın, bir açıklamanın, bir eylemin darbe kadar, uçaklar, bombalar kadar, devletin bütün imkanlarını kötülük için kullanmak kadar, yasa dışı dinlemeler, himmetler, çalınmış kadrolar, öldürülen insanlar kadar büyük manaları olabileceğini söyleyenlere.
Gerekçe- lendirmek için olan biteni, aylar öncesinden, belki yıllar öncesinden bulup çıkartılıp, birbirine bağlanmaya çalışılan olayların, eylemlerin 15 Temmuz’la zerre ilgisi yok.
Bağlamaya çalışanların, daha üst karar vericileri bu şekilde yanıltanların 15 Temmuz bağlantısına bakılmalı önce.
Bu yüzden dönmeyecek olsalar bile “hukuk”, bu yüzden o yolu yürümeyeceklerse de bir daha, “kanun” demeleri.
Kendilerine duydukları güven, şiddetle, örgütlerle, şununla bununla bağlarının olmadığından emin olmanın haklılığıyla, “Kanunlara ve hukuka uygun mu bakılsın bu kararlar” diyebilmeleri.
Odalar boşaltılmış, bu dönemki dersler için hazırlanmış makaleler, kitaplar kolilerde.
Bir daha eski anlamını bulamayacak raflar...
Kimilerinde, “Okulu ayakta tutmak lazım, ondan yani...” avuntusu ve üzerine düşeni aslında yapmadığını bilmenin huzursuzluğu.
Hababam Sınıfı okulu terk ediyor da okulun artık anılacak, bakılacak bir tarafı kalmıyor burukluğu.
Dokunsan ağlayacaklar da ağlamamak lazım diyorlar bakışlarıyla birbirlerine.
***
Geçen hafta, Cebeci’ye ihraç edilenleri uğurlamak için gelenleri kampüse almadılar.
Milletvekilleri sorduğunda, “Valilik kararı” dedi kapıdakiler.
Valiliğe ulaşıldı, “Böyle bir talimatımız olmadı” yanıtı alındı.
O sırada, kimseye zerre zarar vermeyen, ses bile çıkarmadan bekleyenlere kenardan biri bağırdı, “Hadi uzatmayın, süpürürüm sizi çevikle.”
Kayıt yenilemek, ders programı almak için gelen yüksek lisans, doktora öğrencileri de kampüse öznesi belirsiz talimatla alınmadı önce.
Aynı kişi bağırdı: “Siz ne bekliyorsunuz?”
“Öğrenciyiz ama almıyorlar.”
“Demek ki değilsiniz, dağılın.”
Öğrenci olup olmamaya bile karar verilebiliyordu demek sadece, “Olay çıkmasın” yetkisi verilince.
Neden sonra, yasağın gereksizliği anlaşılmış olacak ki içeriye girebildi gelenler.
Birkaç gün önce de vekillerin ısrarıyla demir barikatlar çekilince girebilmişlerdi içeriye.
O gün de kampüsün içindeki merdivenlerde durulmasının 2911’e aykırı olduğunu iddia edebilmişti biri, söyleyince oluyormuş gibi.
Mevzuata, kâğıda, yazılanlara bakılınca değildi, söylenince ve söylediği şekliyle tutanağa geçince öyle görünüyordur belki.
Yasak kalkınca hiçbir şey olmadı, kimse kimseye zarar vermedi, kimse kimseyi rahatsız etmedi, polisler de sadece kapının önünde rahatça çay içti.
Biraz önce bağırdığı hocalarla şakalaşanlar oldu, öğrencilerle birbirlerine takılanlar.
Bütün her şeyi değiştiren, farklılaşabilen dildi.
Bahar geliyor, yüksek siyaset için rüzgâr başka türlü esiyor ve esecektir, herkes tercihini yapacak, sonuçlarını da görecektir elbette ama bir başka dil gerekiyor.
Anlayacak, anlaşacak, hakiki suçluları ve masumları ayıracak, birilerini göreve çağırmadan, kin tutmadan, içinde biriktirdikleriyle adaleti karıştırmadan, birbirini tehdit etmeyen, başka bir dil.
İşte o dili bulabilirsek bahar tamam olacak.