Hasan Cemal
(Milliyet, 14 Nisan 2012)
Gazete sadece bir günlük bir olaydır. Gazeteciler için her sabah yeni bir dünya kurulur, 24 saatliğine...
Ve ertesi gün, yeni bir dünya daha doğar.
Hayat böyle geçer gazeteci milleti için, güncelin içinde koşuşturmakla...
Ben yazmıştım olmaz.
Kimse hatırlamaz bir gün sonra. Zira gazetedeki köşe yazısının ömrü ne yazık ki bir günlüktür.
Yine yazacaksın, durmak yok.
28 Şubat’ı yazmıştım.
Yine yazacaksın.
Post-modern darbe olduğunu yalnız köşe yazılarımda değil, kitaplarımda da belirtmiştim.
Olabilir ama yine yazacaksın.
28 Şubat’tan hesap sorulması da, asker-siyaset ilişkilerinin yerli yerine oturması açısından önem taşır diye kim bilir kaç kez yazmıştım.
Yine yazacaksın.
Çünkü hâlâ güncel.
Çevik Bir Paşa’yla birçok emekli asker gözaltına alınmış durumda...
Hükümet sözcüleri, ‘demokratik temizlik’ten, ‘darbelerle yüzleşmek’ten söz ediyorlar.
Doğrudur.
Bir zamanların Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu Paşa’nın “Bin yıl sürecek!” dediği 28 Şubat post-modern darbesinden daha yirmi yıl bile geçmeden hesap soruluyor olmasının altını çizmek lazım.
Türkiye’de değişim hızlı.
Evren Paşa’nın 12 Eylül darbesinden dolayı mahkeme önüne çıkarılması da öyle değil mi?
Bu ülkede demokrasi adına sembolik de olsa değer taşıyan, demokratikleşme konusunda önemsediğim bir gelişmedir Evren Paşa’nın yargılanması...
Herkes bu görüşte değil.
Biliyorum, olabilir.
Ama ben Evren Paşa’ya da, Bir Paşa’ya da, başka bazı paşalara da ‘hukuk’un 2000’li yıllarda dokunmaya başlamasını demokrasi adına hayırlı bir gelişme olarak görüyorum.
Kökleri, Osmanlı’nın İttihat Terakki’sine uzanan ‘asker kurtarıcılığı’ndan tam olarak kurtulmanın Türkiye’de barış, demokrasi ve refahın kapılarını daha çok açacağına inanıyorum çünkü...
Ama hem demokrasi deyip, hem senin bu bakış açını paylaşmayanlar var.
Dedikleri şu:
Türkiye ‘askeri vesayet’ten kurtulurken, yerine ‘sivil vesayet’ geliyor.
Bu bakış açısını elbette biliyorum.
Haklı yanları da var.
Başbakan Erdoğan’la hükümetini demokrasi konusunda, demokrasi karnelerindeki kırıklar açısından ben de bu köşede eleştiriyorum.
Ama iki şeyi birbirinden ayırmak lazım.
12 Eylül’le, 28 Şubat’la, askeri darbelerle, bu ülkedeki ‘darbeci gelenek’le yüzleşmeyi baştan beri ben de istiyorum, destekliyorum.
Bu ülkede iktidar değiş tokuşunun ‘seçim sandığı’nda, milletin oyuyla gerçekleşmesinin en doğru yol olduğuna inandığım için destekliyorum.
Darbeler bunun tersiydi.
12 Mart’ıyla, ‘uyarı mektup’larıyla, 27 Nisan’ıyla bütün muhtıralar da bunun tersiydi.
‘Post-modern’ler de bunun tersiydi.
Askerin kurtarıcı olarak kendini ‘millet iradesi’nin tepesine koyması bu ülkeye birçok bakımdan zarar verdi.
Bir başka deyişle:
Ak Parti iktidarının demokrasi ve hukuk devleti konusundaki yanlışlarını eleştiririm, ama aynı zamanda darbelerden hesap sorulmasını da desteklerim.
Ak Parti hükümeti demokrasi konusunda hatalar yapıyor diye, darbeci zihniyetle hesaplaşmayalım mı?.. 12 Eylül’den, 28 Şubat’tan hesap sorulmasın mı?..
‘Demokratik temizlik’te yarar var.
Ama bu pencereden Ak Parti kurmaylarının da kendi ‘arka bahçeleri’ne bakmaları gerekiyor.
Orada da temizlenecek çok şey var çünkü...