Türkiye'nin en çok satan yazarlarından Ahmet Ümit, 16 Nisan'da yapılacak halk oylamasında 'hayır' oyu kullanacağını belirterek "Sandığa gitmemek, ‘evet’in yararına bir durumdur. Sandığa gitmeyen kişiler, niyetleri bu olsun ya da olmasın ‘evet’in hayrına çalışıyorlardır" dedi.
"Psikolojik olarak, yüzde elli, yüzde elli ikiye bölünmüş bir ülkeden bahsediyoruz. Bir an önce bu durumun düzeltilmesi için çaba harcanması lazım" ifadesini kullanan Ümit, sözlerine şöyle devam etti:
"Dindarların, laiklerin haklarını; laiklerin, dindarların haklarını; Kürtlerin, Türklerin haklarını; Türklerin, Kürtlerin haklarını savunması gerekir. Bu durum barışı getirir. Oysa söylemlere baktığımızda, tamamen düşmanlık söylemi var. Vatan hainleri var, teröristler var, 12 Eylül’de Kenan Evren’in kullandığı söylemin aynısı bugün kullanılıyor. Buradan barış çıkmaz. Ülkeye faydalı bir şey çıkmaz"
Ahmet Ümit'in Birgün'de yayımlanan (6 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Bu, benim hayatımdaki önemli ikinci referandum. 1982 yılındaki ilk referandumda askeri darbe yapan generaller faşist bir anayasa olan 1982 Anayasası’nı dayatmışlardı. O zaman da tabii ki “Hayır” demiştim. O zaman daha tehlikeliydi “Hayır” demek. Gerçi şimdi de “terörist” ve “vatan haini” diyorlar “Hayır” diyenlere. O zaman hem “terörist” hem “vatan haini” diyorlardı hem de cezaevine atıyorlardı. Şimdi en azından 90 gün işkence görüp, 5 yıl cezaevinde yatmıyorsun!
Bu Anayasa değişikliği referandumu, çok da demokratik koşullarda gerçekleşmiyor. HDP’li milletvekilleri cezaevinde, “Hayır” diyenler “vatan haini” olarak tanımlanıyor veya “terörist” deniyor. Terör tehlikesi altında referanduma gidiyoruz, koşullar eşit değil. Bence anlamlı da değil. Zaten fiili durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan her şeye hâkim, Başbakan AKP’li. Tamamen Türkiye için bir zaman kaybı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenlerle anlamsız buluyorum.
Tabii ki referandumda “Hayır” diyeceğim. Neden mi? Önerilen değişikliklere baktım; esas olarak bugünkü fiili duruma ‘yasal’ statü kazandırılmaya çalışıldığı çok açık ortada.
Demokrasilerin çok basit bir kuralı vardır. Bütün demokratik devletlerde, demokratik anayasalarda kuvvetler ayrılığı denilen bir durum vardır. Bu kuvvetler ayrılığı esasen plüralizmden (çoğulculuk) gelmektedir. Çoğulculuk şu demektir; devlet yönetiminde yasamanın, yürütmenin ve yargının birbirinden bağımsız olmasıdır. Yürütmenin aldığı bir karar olduğunda bu, kararı denetleyecek bir yasamanın yani parlamentonun olması gerekir.
Parlamentodan da yanlış karar çıkarsa, yargı bunu durdurabilmelidir. Oysa bu değişiklik geçtiği takdirde bütün yetkiler tek bir adamın elinde toplanacak. ABD’de başkanı denetleyen ve gerektiğinde engelleyen çok güçlü iki Meclis var, bizde böyle bir Meclis olmayacak. Dördüncü kuvvet olan medya ise maalesef bugün susturulmuş durumda ve özgürce hareket edemiyor.
Bu koşullarda böylesi bir Anayasa’nın yararlı olacağına inanmıyorum. Daha korkuncu hiçbir sorunu çözemeyecek. Sihirli bir değnek değil ki bu, dokunduğunda düzeltsin. Ekonomi kötüye gidiyor, terör bir yandan devam ediyor, Kürt sorunu çözülmemiş, bütün komşularımızla problemlerimiz devam ediyor. Neyi çözecek, ben anlamış değilim. Dolayısıyla da elbette “Hayır” demenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Maddeleri anlatamıyorlar. Bunun nedeni Anayasa değişikliğinin antidemokratik oluşu. Bu durum o kadar bariz ki savunulacak hiçbir şeyi yok. Dolayısıyla da korkuya dayanıyorlar. Korku nedir? Daha kötü olacak, terör olacak; IŞİD, PKK, FETÖ olacak.
Bir korku söylemi var. Bir korku propagandası var.
İnsanlara ‘yaşamınızda şunlar değişecek’ gibi bir şey söyleyemiyorlar. “Durum düzelecek” diyorlar. Nasıl düzelecek? Psikolojik olarak, yüzde elli, yüzde elli ikiye bölünmüş bir ülkeden bahsediyoruz. Bir an önce bu durumun düzeltilmesi için çaba harcanması lazım. Dindarların, laiklerin haklarını; laiklerin, dindarların haklarını; Kürtlerin, Türklerin haklarını; Türklerin, Kürtlerin haklarını savunması gerekir. Bu durum barışı getirir. Oysa söylemlere baktığımızda, tamamen düşmanlık söylemi var. Vatan hainleri var, teröristler var, 12 Eylül’de Kenan Evren’in kullandığı söylemin aynısı bugün kullanılıyor. Buradan barış çıkmaz. Ülkeye faydalı bir şey çıkmaz.
Sandığa gitmemeyi son derece yanlış buluyorum. Bunun hiçbir anlamı yok. Bugün bütün antidemokratik koşullara rağmen, sandığa giderek kendi sözümüzü söylememiz gerekiyor. Sandığa gitmemek, ‘Evet’e, var olan mevcut duruma razı gelmek demektir. Sandığa gitmemek ancak şöyle olabilirdi, çok güçlü bir halk hareketi olur ve “biz bu antidemokratik koşulları protesto ediyoruz, boykot ediyoruz” derdi. Böyle bir durumda olabilirdi. Ancak bugün böyle bir durum yok. Sandığa gitmemek, ‘Evet’in yararına bir durumdur. Sandığa gitmeyen kişiler, niyetleri bu olsun ya da olmasın ‘Evet’in hayrına çalışıyorlardır.
Ben gideceğim ve oyumu kullanacağım ve Ahmet Ümit olarak “Hayır” diyeceğim.