Gündem

Ahmet Şık'ı tanırım!

Ergenekon davası kapsamında tutuklanan Nedim Şener ve Ahmet Şık dün sabaha karşı 5.30 sularında cezaevine gönderildi.

07 Mart 2011 02:00
T24 - Ergenekon davası kapsamında tutuklanan Nedim Şener ve Ahmet Şık dün sabaha karşı 5.30 sularında cezaevine gönderildi. 

Yaşanan olaylardan sonra dün (6 Mart 2011) yayımlanan yazısında, 'Ahmet Şık ‘‘Ergenekoncu’’ olarak gözaltına alınabiliyorsa, ben de alınabilirim demektir.' diyen Murat Belge'nin Taraf gazetesindeki yazısı şöyle:


Murat Belge: Son gözaltılar

Dün başladığım temaya bugün de devam edecektim (galiba gene edeceğim): ama bu ‘‘gözaltına alınan gazeteciler’’ konusu herşeyin merkezine kurulup oturdu. Olması son derece tatsız, sevimsiz bir olay; ama mademki oldu, öyleyse ‘‘merkeze kurulup oturması’’ iyi ve doğru. Türkiye’nin demokratik reflekslerinin eskisiyle kıyaslanamayacak kadar hızlandığını göstermesi de ayrıca iyi.

Gördüğüm kadar, bu tepki öncelikle iki kişiyle ilgili: Nedim Şener ve Ahmet Şık. Ben bu iki kişi arasında Ahmet Şık’ı şahsen tanıyorum. Ertuğrul Mavioğlu ile yazdıkları Kırk Katır Kırk Satır da şurada duruyor. Ahmet Şık ‘‘Ergenekoncu’’ olarak gözaltına alınabiliyorsa, ben de alınabilirim demektir.

Doğrusu, bütün bu ‘‘safahat’’ hakkında, bu tür yorum yapacak kadar bilgim yok. Ancak, herkes kadar, ‘‘kanaat’’ edinebiliyorum. Örneğin iki gazetecinin daha çok sözü geçiyor, Tuncay Özkan ile Mustafa Balbay; onların benim hakkında olduğunu tahmin ettiğim ‘‘sempati’’den fazlasını benim onlar hakkında duymam için bir neden yok. Ama iki yıl gibi bir süredir tutuklu olduklarını biliyorum ve bu bana fazla geliyor. Bunun ‘‘fazla’’ gelmesi sonuçta bu ülkede ‘‘tutuklama’’ denen olayın algılanmasıyla ilgili bir sorun. Burada da ciddi bir bozukluk olduğu kanısındayım.

Ama şimdi sözünü ettiğimiz konu bundan, bunlardan çok farklı bir şey.

Evet, görevi ve misyonu, üyesi olduğu cephenin düşmanları hakkında iftira hazırlamak, bunun için ‘‘olgu çarpıtmak’’, sonra da bunları yaymak olan biri, birileri karakolluk olmuşsa, ‘‘basın özgürlüğü çiğneniyor!’’ diye ayaklara fırlayacak halim yok. Fırlayanların da ‘‘basın özgürlüğü’’ filan düşündüğünü hiç sanmıyorum. Bu uzun sürekli savaşın, ideolojik kavgasında, ‘‘üstte kalma’’nın gerektirdiği manevrayı yapıyorlar. Ama Ergenekon’u teşhir eden kitap yazan kişiyi Ergenekon sanığı olarak gözaltına alınca iş değişiyor. Bu hikâye başka bir hikâye olmalı.

Ama ne? Buna benim aklı başında bir cevap bulamamam gayet normal, çünkü bir şey bildiğim yok. Ama benden çok bildiklerini bildiklerime soruyorum; onlardan da doyurucu, ikna edici bir cevap alamıyorum.

Dün akşam İletişim’in İsmail Beşikçi için hazırladığı kitabın kokteylindeydim. Bu da benzer bir tatsızlıkla birleşen bir konu, çünkü kitabın yayımlanmasını kutlarken, Beşikçi’nin dün, gündüz, bir on beş aya daha çarptırıldığını da öğrendik. Bu da devletin ve ‘‘Türk adaletinin’’ nostaljisi herhalde; epey zaman geçmişti Türkiye İsmail Beşikçi’yi hapse sokmayalı.

Neyse, bu da ayrı konu; böyle bir ‘‘toplanma’’ olayında çok sayıda, birbirinden farklı tanıdığa rastlıyorsunuz. Bunların bir kısmı kendileri de basında çalışan, tanım (ve meslek) gereği, ‘‘kulağı delik’’ tabir edilen insanlar. ‘‘Yahu, ne oluyor?’’ Kimsenin fikri yok. Ancak birtakım spekülasyonlar yapabiliyorlar.

Adalet Bakanı mı, biri söylemiş, haklı olarak; hemen ‘‘hükümet’’ diyenler var. Yani, şimdi bu olandan hükümet sorumluysa, ‘‘yargı bağımsızlığı’’ ne oldu?

Ama dünyanın hiçbir yerinde, yargı bağımsızlığının bizdekinden çok daha iyi çalıştığı yerlerde de, böyle işler hükümetlerden büsbütün habersiz yapılmaz, diye biliyorum. Onun için, ‘‘hükümet ne yapsın’’ denecek bir durum da değil bu. Başbakan ‘‘faturayı bize çıkarmayın’’ dese de, o faturayı postalayacak nihaî adres kendisidir.

Ergenekon’u ben birilerinin cezalandırılacağı bir ‘‘okazyon’’ olarak görmüyorum. Ama bazı şeylerin bundan böyle kesin olarak bir daha yapılmamasını sağlayacak bir olay olması gerektiğini düşünüyorum. Bu da bir ‘‘ceza’’ sorunu değil, bir ‘‘sergileme’’ sorunu olmalı. Yani, yıllardır kurulmuş, işletilmiş bu mekanizmanın nerelere kadar uzandığını, nüfuz ettiğini ve nasıl çalıştığını bizlere açık açık göstermeli. Her şeyin ortaya çıkmamasına da razıyım (zaten elimizde değil), yeter ki çıkanlar, olayın bütünü hakkında yeterli fikir versin.

Ama bu dediğimin, kendisini tanıdığım Ahmet Şık’ı, veya yazdığından tanıdığım Nedim Şener’i gözaltına almakla gerçekleşmeyeceğini de biliyorum. Şu anda söyleyebileceğim, bu gibi davranışların (daha hafif benzerleri olmuştu geçmişte), tam tersine, sürece zarar vereceği ve ortaya çıkmış olguların inandırıcılığını da zedeleyeceğidir.