Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan, Ayşen İnci'nin 'Pisi kolojik Öyküler' kitabı üzerinden kedisi Sekter hikâyesini köşesinde paylaşan Sabah yazarı Hıncal Uluç'a teşekkür etti.
Hakan, yazısının "Sekter çok teşekkür ediyor Hıncal Baba" başlıklı bölümünde şunları kaydetti:
"Ayşen İnci, bir öykü kitabı yazdı. Çok yaratıcı bir formatla... 'Kediler sahiplendiklerini anlatıyor' yaklaşımıyla yazılmış öyküler. Hepsi çok farklı, çok güzel, çok kedici... Kitabın adı da 'Pisi-kolojik Öyküler'.
İşte bu öykülerden biri de bizim Sekter’in dilinden kaleme alınmış. O kadar iyi yazılmış ki Sekter’in öyküsü, Sekter bile kendisini bu kadar güzel anlatamazdı. Hıncal Baba, işte bu uzun öyküyü dün köşesinde okurlarıyla paylaştı. Sekter öyle memnun kaldı ki... Evdeki köşesine çerçeveletip asacak."
TIKLAYIN - Sabah yazarı Uluç: Kedisi Sekter, Ahmet Hakan’ı anlatıyor
Uluç'un aktardığına göre Sekter'in Ahmet Hakan'ı anlatmak için 'kaleme aldığı' öykü şöyleydi:
"Baştan söyleyeyim. Beni kendini beğenmiş, kibirli, ukala bulabilirsiniz. Ama biliyor musunuz ki böyle düşünmeniz umurumda bile değil.
Çünkü kendimi diğer kedilerden daha üstün görmek ve siz insanların benimle ilgili görüşlerini umursamamak için pek çok nedenim var.
Bir kere Scottish Fold cinsi bir kediyim. Beni görüp de güzelliğime, asaletime hayran olmayan çıkmadı. Bakışlardaki beğeni çok hoşuma gider ama bazı hanımlar, Ahmet'e yaranmak için bana gereğinden fazla ilgi göstermeye kalkıp bir de sanki bebekmişim gibi benimle çocuk sesiyle konuşmaya başlayınca tüylerim diken diken olur.
"Kızlar, saçmalamayın, ben bebek değilim! Benim yaşımı insan yaşıyla hesaplarsanız karşımda hürmetle eğilmeniz gerekir" diye miyavlarım ama anlamazlar ki!
İşte Sekter!.. Allah, Ahmet Hakan'ın yardımcısı olsun!.
Neyse, konuyu uzatmadan kendimi tanıtayım. Adım Sekter.
Sert bakışlarımdan dolayı bana bu adı koydu Ahmet. Önce yadırgadım ama sonra Boncuk, Samur, Cingöz, Sarman ve bunun gibi sıradan bir isme sahip olmadığım için çok mutlu oldum.
Benim her şeyim farklı ve özel olmalı. Haa, bir de Müezza vardı eskiden. Onun ismi de değişik. Kendi de cinsti. Sadece soyu sopu değil, huyu suyu da yani. Sürekli bana karşı üstünlük taslardı. Yok Peygamber kedisiymiş, yok üst damağında leke bulunduğu için Müezza soyundan geliyormuş... Bir afra tafra, bir eda; sorma gitsin. Onunla yıldızım bir türlü barışmadı. Hep kavga, hep polemik, hep gerginlik. Neyse, sonunda Müezza başka bir eve gelin gitti de ben de rahat bir nefes aldım, moralim düzeldi.
"Benden başka bir kedinin asla "polemik" kelimesini kullanmadığından eminim"
Benim kullandığım kelimeler sizi şaşırttı değil mi? Benden başka bir kedinin asla "polemik" kelimesini kullanmadığından eminim.
Ee, Ahmet gibi entelektüel birine sahip olunca siz de diğer cinslerinizden farklı oluyorsunuz elbette. Ne o, cümleyi yanlış kurduğumu mu düşünüyorsunuz? Bilerek "sahibim değil, sahip olduğum" dedim. Bunu unutmayın. Asla bir kedinin sahibi olamazsınız. O sizin sahibiniz olur. Çok şanslıyım ki Ahmet de bu durumu kabullendi de güzel güzel geçinip gidiyoruz. Güzel güzel dediysem öyle yüzgöz olmaktan bahsetmiyorum.
Seviyeli bir ilişkimiz var. Mıncıklanmaktan, okşanmaktan hiç hoşlanmam. Hele yavşaklık beni deli eder. İçe kapalı, yabani, asosyal olduğumu söyler Ahmet. Doğrudur. İnsan sevmem, kedi köpek sevmem; sürprizden, değişiklikten hiç hoşlanmam.
Hımbıl, tembel ve miskinimdir. Dünya yansa umurumda olmaz. O kadar vurdumduymaz bir kediyim yani.
"Ahmet'in en sevdiğim huyu, beni olduğum gibi kabul etmesi"
Ama tembelliği ve yemeği çok severim. Arkadaşlarından biri benim şişko olduğumu söyleyince Ahmet hemen diyet mamaları dayadı önüme ama onunla bile iki ayda üç kilo almayı başardım. Hem kime ne benim kilolarımdan? Biz Ahmet'le tutturmuşuz bir düzen, geçinip gidiyoruz işte, karışmasalar olmaz!
Ahmet'in en sevdiğim huyu, beni olduğum gibi kabul etmesi.
Tembelliğim, huysuzluğum, yabaniliğimle.
Çünkü ben tüm kusurlarına rağmen sevilecek bir kediyim ve o da bunun farkında.
Ahmet'e gelince, sahip olduğum en değerli şey. Çok samimiyim bu sözlerimde.
Bu ev, sevdiğim köşe, hatta en sevdiğim yaş mama bile Ahmet'ten sonra gelir. Çünkü ona karşı çok büyük bir sevgi var içimde. Her ne kadar karakterim gereği çok fazla göstermesem de o da sevgimin ne kadar derin olduğunu bilir. Başkaları ne düşünür bilemem ama ben onu kır sakallarıyla, gözlükleriyle yakışıklı ve karizmatik bulurum. Sanıyorum kadın cinsi de benimle aynı fikirde. Kimlerle paylaşmak durumunda kaldım onu bir bilseniz!
Çok merak ediyorsunuz değil mi? Anlatayım. İlk tanıdığım çok güzel bir kadındı. Yeşil gözlü, siyah saçlı. Adı... Çok hoşsunuz doğrusu!
Ahmet'in özel hayatını anlatacağıma inandınız mı gerçekten? Ben salak mıyım ki başıma dert açayım! Çok tehlikeli konular bunlar. Özel hayatı ihlal, ifşa vs...
Bu değişik lafları çok fazla televizyon izlememe ve Ahmet'in konuşmalarına kulak misafiri olmaya borçluyum. Hele Ahmet televizyonda programa başlayınca pürdikkat onu izlerim. Ondan öğrenmem gereken çok şey var. Programları izledikten sonra buna karar verdim.
Bazen bir masanın etrafında dizilmiş birkaç kişi, birbirlerinin ağzına lafları tıka tıka, bağıra çağıra öyle tartışıyorlar ki hayretle izliyorum.
Karşılarında ben olsam hemen tırnaklarımı geçirir, tırmalardım diyorum ama Ahmet sakin durmayı başarıyor.
Onun bu huyu hoşuma gidiyor.
İşte bu "polemik, ihlal, ifşa" kelimelerini ve kedi sözlüğünde olmayan pek çok kelimeyi bu programlardan öğrendim.
Ahmet'in bu kadar tanınmış, popüler biri olması mahalledeki diğer kedilerde büyük bir kıskançlığa yol açıyor ister istemez.
Bunlardan biri hiç evlenmemiş emekli bir memurun, diğeri oyuncu olmak için çabalayan bir gencin kedisi. Genç, bir diziye başlayınca Samur hemen bana haberi verdi, "Ali Ağabey de artık televizyonlarda görünecek, meşhur olacak" dedi böbürlenerek.
Hıh, gördük! Üç saatlik dizide şöyle bir göründü. "Sizi görmek isteyen biri var" dedi sadece.
Ertesi gün pencereden ayrılmadım, Samur'u görüp alayla miyavlamak için ama o hiç görünmedi.
Bütün gün keyifle yalandım.
Şöhret olmanın bedelini ben de ödüyorum Ahmet gibi.
Kıskançlıklar, rekabet. Bir ara Şero diye bir kedi çıktı. Aslında fena kedi değildi, severdim onu. Ne zaman ki seçimleri kazandılar, bir havalara girdi. Televizyonda gördüm, bir kasıntı olmuş ki sormayın gitsin.
Kedi dediğin biraz olgun, biraz hazımlı olur. Hemen takipten çıkardım onu.
Külliye'nin de bir kedisi varmış, resmini gördüm. Şimdilik onunla ilgili bir yorum yapmıyorum.
Güzel desem yalaka diyecekler, çirkin desem soruşturma falan açarlar neme lazım.
Allah sahiplerine bağışlasın, diyorum sadece. Gördüğünüz gibi sonunda ben de politik olmayı öğrendim.
Ahmet'in bir arkadaşı var. Adı Melih. Arkadaşı diyorum ama ben ikisi arasındaki ilişkiyi de pek anlamış değilim. Birbirlerini severler mi, sevmezler mi çözemedim bir türlü.
Biz kediler duygularımızı kesinkes ve apaçık belli ederiz. Oysa insanlar böyle değil. Bazen gerçek duygularını saklayıp farklı görünmek durumunda kalıyorlar.
Neyse, Ahmet'in Melih'le yazışmaları hiç bitmez. Yazarken ve okurken dudaklarından tebessüm eksik olmadığına göre birbirlerinden hoşlandıklarına karar verdim sonunda.
Ahmet geçenlerde bana bir resim gösterdi. Aaa, tıpkı ben!
Benim cinsimden bir kedi almış Melih. Biraz daha dikkatlice baktığımda bana benzediğini ama bendeki karizmanın zerresine sahip olmadığını gördüm.
Melih şöyle yazmış:
"İki aynı cins kedi. Hangisi daha sempatik?" diye sormuş.
Ahmet hemen hınzırca gülerek cevap yazdı. "Senin kedin ezik, benim kedi paşa." Sen çok yaşa Ahmet!
Mırnavvvvvvvvv!
Bu duygularla uzun süre kendimi dünyanın merkezinde görmeye devam ettim. Ta ki o haberi izleyene kadar.
Karl Lagerfeld denilen bir adam tüm mirasını kedisine bırakmış.
Kedinin adı benimkinden de tuhaf: Choupette. Adam kedisine resmen âşıkmış. Yemekleri onunla yer, yanından hiç ayırmazmış.
Pek çok ünlü markanın reklamında da oynamış bu kedi.
Karl, her gün elli fotoğrafını çekiyormuş onun.
Özel jette, kendine ait iPad'i, özel tasarım kıyafetleri ve elmas kolyeleriyle seyahat ediyormuş. Instagram hesabında 275 bin takipçisi varmış. Karl, vasiyetinde servetinin en büyük kısmını bu kediye bırakmış.
Şu anda da dünyanın en zengin kedisi olarak, Paris'te iki bakıcı ve korumayla yaşıyormuş.
Bu haber bir anda tüm dengelerimi altüst etti. Kıskançlık duygum, tüm hücrelerime, tüylerime yayıldı dalga dalga. Kedinin resmini görünce içimden çok güzel olduğunu itiraf ettim ama bir kediye böylesi bir tutkuyla bağlanılması canımı çok fena sıktı. Kafamın içinde delice fikirler dönmeye başladı:
1- Ahmet neden bana aşkla değil de bilindik bir sevgiyle bağlı?
(Vazgeçtim. Sevginin aşırısı beni bunaltır zaten.) 2- Neden benim o kadar çok resmimi çekmez? Yoksa beni yeterince güzel bulmuyor mu?
3- O kadar çevresi olduğu halde neden bana reklam, dizi falan ayarlamaz?
4- Neden bana iPad almayı, bir Instagram hesabı açmayı akıl etmez?
5- "Blue Diamond tüm kedilerin hakkı" diye bir reklam mı olması gerekir illa! Minicik de olsa elmas bir kolye fena olmazdı hani.
6 - Benim geleceğim için neler planlıyor?
Birkaç gün kafamda bu sorulara cevap arayarak ama bulamayarak somurttum durdum köşemde.
Dün gece Ahmet bakmam için elindekini bana uzattı. Bir arkadaşı hazırlatmış. Üstte Türkiye Cumhuriyeti ve yanda PTT yazısının altında benim resmimin olduğu bir posta pulu.
Gözlerimi açarak bir daha baktım.
Evet... Gerçekten üstünde benim resmim vardı. Demek ki herkes Ahmet'in beni ne çok sevdiğini, bana nasıl değer verdiğini biliyordu. İşte o an Karl da, trilyoner güzel kedisi de bir daha hatırlanmamak üzere kafamdan silinip gitti.
Seni bu kadar seven biriyle yaşamak, yaşlanmak en büyük zenginlikti. Mutluluk, gurur, sevinç karışımı bir teşekkür miyavı döküldü dudaklarımdan."