Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası tutuklanan gazeteci - yazar Ahmet Altan, kardeşi Mehmet Altan ve meslektaşı Nazlı Ilıcak ile birlikte yargılandığı davanın ikinci duruşmasında savunma yaptı. Altan, "Hakkımızdaki bu tuhaf iddialarla ilgili bir tek somut kanıt gösterin, ben bir daha savunma yapmayacağım ve hakkımda en ağır hüküm verilse bile temyize gitmeyeceğim" dedi.
Ahmet Altan'ın, 6 sayfalık savunmasının tam metni şöyle:
İnsanların bir dinin çevresinde toplanmalarını sağlayan inanç, onların Tanrı’nın dürüstlüğüne olan güvenlerinden kaynaklanır. Tanrı yalan söyleyemez.
Yalan söylediğinde Tanrı, tanrılık vasfını kaybeder. Eski çağlarda bir armut ağacına tapan bir pagan kabile bile o ağacın dürüstlüğüne, söz verdiği vakitte, söz verdiği meyveyi doğuracağına inanırdı. İnsanlık yaratıldığından beri, insanlar dürüstlüğüne güvendikleri bir gücün etrafında toplanır, o güce tapar, kendilerini o güce emanet ederler.
Birbirlerine güvenmeyen, gruplara, kabilelere, aşiretlere ayrılan insanlar ancak mutlak dürüstlüğüne inandıkları bir gücün etrafında bir araya gelirler. Nasıl insanlar dindarlara dönüşmek için dürüst bir güce muhtaçsa, milyonlarca insanın bir millete dönüşüp bir devlet oluşturabilmesi için de bir başka dürüst güce ihtiyaç vardır. Milyonlarca insanın bir millete dönüşüp bir devlet kurmalarını sağlayan, güven kaynağı olan o dürüst güç siyasetçiler, askerler, yöneticiler, partiler değildir. O dürüst güç, o büyük güven kaynağı yargıçlardır. Milyonlarca dağınık inciyi, millet denen bir gerdanlığa çeviren sihirli bağ yargıçların mutlak dürüstlüğüdür.
Şimdi bu mahkemeye, bu ülkeye ve dünyanın bu davayla ilgilenen kesimlerine çok net biçimde şunu söylüyorum. Hakkımızdaki bu tuhaf iddialarla ilgili bir tek somut kanıt gösterin, ben bir daha savunma yapmayacağım ve hakkımda en ağır hüküm verilse bile temyize gitmeyeceğim. Çok net söylüyorum. Tek bir kanıt gösterin, temyiz hakkımdan vazgeçeceğim. Ömrümün geri kalanını bir hapishane hücresinde sessizce geçirmeye razı olacağım. Tutuklu olduğumuz bu bir yıl boyunca her ay bir yargıç “hakkımızda somut kanıtlar” olduğunu söyleyerek tutukluluğun devamına karar verdi.
Geçen celse, siz de hakkımızda “somut kanıtlar” olduğunu söylediniz. Şimdi sizin dürüstlüğünüzü ve yargıçlık vasfınızı koruyabilmeniz, devletin de devlet olma vasfını sürdürebilmesi için o “somut kanıtları” göstermeniz gerekir. O kadar rahatça “somut kanıtlar var” dediğinize göre o kanıtların dosyanın içinde bulunması gerekiyor. 15 Temmuz’da silahlı darbe yaptığımızın somut kanıtlarını bize ve dünyaya gösterin. Gösteremeyeceksiniz. Öyle bir kanıt olmadığını siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum. Çünkü bu iddialar baştan aşağı yalan. Hadi söylediklerimi çürütün ve çıkartıp gösterin o kanıtı. İnsanları akıl dışı suçlamalarla tutuklamanın bazı zorlukları var Sayın Yargıç, ve şimdi siz o zorluklarla karşı karşıyasınız. Ya “somut kanıt yok” deyip bu saçmalığa son vereceksiniz, ya “somut kanıtları” göstereceksiniz ya da somut kanıtlar olmamasına rağmen “somut kanıtlar var” demekte ısrar ederek dürüstlüğünüzü ve yargıçlık vasfınızı kaybedeceksiniz. Yargıçsız millet, yargıçsız devlet olmaz. Milleti millet, devleti devlet yapan yargıçlardır. Bir su molekülünün içinden oksijen atomunu çıkardığınızda hayat kaynağı olan su nasıl bir ölüm kaynağına dönerse, devletin içinden yargıcı çıkardığınızda da devlet silahlı bir çeteye dönüşür. Yargıç yoksa devlet yoktur. Su molekülünden oksijen atomunu çıkardığınızda suyun su olma vasfını kaybetmesi gibi, devletin içinden yargıcı çıkardığınızda da devlet, devlet olma vasfını kaybeder.
Devleti silahlı çeteden ayıran yargıçların varlığıdır. Bu kadar hayati bir öneme sahip olan yargıcı, yargıç yapan nedir peki? Diploması, cübbesi, kürsüsü değildir. Yargıcı yargıç yapan onun nerede ise tanrısal bir dürüstlüğe sahip olması ve insanların en küçük bir kuşku duymadan bu dürüstlüğe inanmasıdır. Yalancı bir tanrı olamayacağı gibi yalancı bir yargıç da olamaz. Bir yargıç mahkemede yalan söylediği anda yargıçlık vasfını kaybeder. Yargıçlık vasfını kaybeden bir yargıç görevine devam ederse, onu o görevde tutan devlet de devlet olma vasfını yitirir. Bir yargıç mahkemede yalan söylediğinde kendi yargıçlığıyla birlikte devleti de yok eder.
Bir yıl önce Mehmet Altan’la birlikte “darbecilere subliminal mesaj verme” suçlamasıyla gözaltına alındık. Sonra bu gülünç iddia ortadan kayboldu ve biz 15 Temmuz’da darbe yapmak ve hükümeti silahla devirmeye kalkışma suçundan tutuklandık. Biz silahlı darbe yapmışız. İsnat edilen suç bu. İddianın saçmalığının, isnat edilen suçun büyüklüğünü bile aştığı bir dava bu.
Sizinle birlikte devlet de devlet olma vasfını kaybedecek. Biz de sanık olmaktan çıkacağız. Yalan söyleyen, yargıçlık vasfını kaybetmiş yargıçlarla, devlet olma vasfını kaybetmiş silahlı bir çetenin elinde rehine olacağız. Çünkü gerçek yargıçların bulunduğu gerçek bir devlette kanıtsız suçlama, kanıtsız dava, kanıtsız tutuklama olmaz. Devlet, devletse bir insanı yargılamak için kanıtlara ihtiyaç vardır. Sadece silahlı zorbalar insanları kanıtsız bir şekilde bir yerlere kapatırlar. Eğer kanıtsız bir şekilde bizi yargılamayı ve hapsetmeyi sürdürürseniz, yargıyı ve devleti yok edeceksiniz. Çok ciddi bir suç işleyeceksiniz. Türkiye, suçluların suçsuzları yargıladığı bir haydutluk ve zorbalık cangılı olacak. Şimdi siz, dürüst bir yargıç mı yoksa bir suçlu mu olduğunuza karar vereceksiniz. Bu kadar saçma iddiaların olduğu bir iddianameyi kabul eder, ortada tek bir kanıt bile yokken “somut kanıtlar var” derseniz, hayatın alaycılığıyla karşılaşır, bizi yargıladığınızı zannederken kendinizi yargılarsınız. Vereceğiniz kararı bekliyorum. Sizden çok daha tecrübeli, yaşlı bir yazar olarak size tavsiyem kendinizi, mesleğinizi ve devletinizi kurtarmanızdır.