Ahmet Altan
(Taraf - 17 Kasım 2012)
Bütün şehri fişliyorlar
Neşe Düzel bir röportaj için Diyarbakır’da.
Dün sabah beni aradı.
Her zamanki duyarlılığı ve İzmirli heyecanıyla, “burası korkunç” dedi, “ne yapmak istiyor devlet?”
“Ne oluyor” dedim.
“Burada çok sistemli bir polis şiddeti var. Herkesi dövüyorlar, copluyorlar. Polisin böyle davranması için devletin buna karar vermiş olması lazım. Bir defalık bir olay değil, sürekli olarak sokaklarda aynı şiddeti kullanarak insanları sindirmeye çalışıyorlar.”
“Halkın tepkisi ne?”
“Herkesle konuştum,” dedi, “sokaktaki insanlarla, eski tanıdıklarımla, AKP’li Kürtlerle. Herkesin yorumu aynı, benim gözlemim de aynı. Devlet bütün Kürtleri PKK’ya itiyor, bütün Kürtlerin PKK’lı olması için uğraşıyor. Devletin burada yaptığı her hareket Kürtleri biraz daha PKK’lılaştırıyor.”
Bir an sustu.
“Sence bunu niye yapıyorlar” diye sordu. “Devlet bilinçli bir PKK’lılaştırma kampanyası sürdürüyor burada.”
“Bilmiyorum” dedim, “çoktandır devletin yaptıklarında bir mantık ya da akıl göremiyorum.”
“Devletin ve AKP’nin çok aptalca davrandığını düşünmek zor” dedi, “bir akıl yürütmeyle yapıyorlar bunu mutlaka.”
İçini çekti.
“Gizli bir anlaşma yapmış olabilirler mi” dedi.
“Nasıl bir anlaşma?”
“Bilmiyorum, sanki ülkeyi bölmek için bir karar vermiş gibi davranıyorlar, bunu bir nedenden dolayı yapıyor olmaları lazım.”
“Bir anlaşma yaptıklarını sanmam” dedim, “benim bulabildiğim tek açıklama, Erdoğan’ın Kürtlerle Türkleri tümüyle iki kutba itip ayırmak ve o düşmanlık üzerinden başkanlık için Türklerin oyunu almak istiyor olması.”
“Muhafazakar Türkler buna razı olmaz bence” dedi Neşe, “mutlaka buna karşı çıkarlar.”
“Ben de öyle düşünüyorum ama şu anda pek sesleri çıkmıyor” dedim.
“Burada açlık grevlerine çok büyük bir destek var” dedi, “PKK’lı ya da BDP’li olmayanlar da destekliyor. Biliyor musun, BDP’lilerin açlık grevi yaptığı Konuk Evi’ne okullar destek için ziyarete geliyorlar. Küçük çocuklar bile ziyaret sırasına giriyor.”
“Şehirde durum ne?”
“Bütün şehir ayakta. Akşamları yediden sonra Diyarbakır çığlık çığlığa bağırıyor. Bütün evlerde lambaları yakıp söndürüyorlar, zılgıtlar atıyorlar, havaifişekler patlıyor, arabalar korna çalıyor.”
“En korkuncu ne, biliyor musun” diye devam etti.
“Ne” dedim.
“Polis, evlerinin ışıklarını yakıp söndürenleri, öğrenci yurtlarında ışıklı eyleme katılanları tek tek filme alıp fişliyor. Korna çalan arabaların plakalarını alıyorlar. Bütün şehri fişliyorlar. Baskı inanılmaz. Bu şehri hiç böyle görmemiştim.”
“İnsanlar ne diyorlar?
“Çok öfkeliler” dedi, “ama bütün öfkelerine rağmen Türkiye’den ayrılmak istemiyorlar, konuştuklarımın çoğu bir kopuş olmasın istiyor. Ama bu baskı ve şiddet karşısında ne yapacaklarını da bilemiyorlar. Zorla itildiklerini düşünüyorlar.”
“Ne olacak peki” dedim.
“Ne olacağını bilmiyorum ama iki sene böyle gitmez, emin ol bu baskıya dayanamaz kimse. Kötü bir şey olacak diye korkuyorum.”
“Doğrusu ben uzun zamandır aynı korkuyu taşıyorum.”
Kederli bir iç çekişle kapattık telefonu.
Neşe’nin “Diyarbakır bağırıyor” sözleri kaldı kulağımda.
Diyarbakır bağırıyor ama o sesi batıdakiler duymamak için direniyor.
Tam aksine, Başbakan, Kürtlerin canın daha da çok acıtmak, daha çok bağırtmak için uğraşıyor.
Açlık grevlerine “şov” diyor, milletvekillerinin de greve katılmasını “biraz rejime ihtiyaçları var”diye alaya alıyor, “idam” palavralarıyla ortamı daha da geriyor.
Neşe’nin de söylediği gibi bütün Kürtleri çaresiz bırakıp, gayet bilinçli bir politikayla PKK’ya doğru itiyor.
Niye böyle yaptığını kimse bilmiyor.
Kendi partisindeki yöneticiler de Erdoğan’ın yaptıklarını sürekli düzeltmeye uğraşıyorlar, “idam”demagojisi için “onu Norveçliler için söyledi” diyorlar, “idamla ilgili bir hazırlığımız yok, idamı zaten geri getiremeyiz” diyorlar.
Lale Kemal ve Ümit Aslanbay’la konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, açlık grevindekileri vazgeçirebilmek için çok daha yumuşak bir üslupla konuşuyor.
“Kürtleri PKK’lılaştırmak, onlar için PKK’dan başka bir çare bırakmamak” bir “devlet politikası” olsa diğer AKP’li yöneticilerin de bu sertliğe katılmaları gerekir ama İçişleri Bakanı’ndan başka bu sertliği destekleyen kimse çıkmıyor AKP’den.
Cumhurbaşkanı Gül de her seferinde biraz daha sesini yükselterek bu baskıya ve şiddete karşı çıkıyor.
Benim görebildiğim kadarıyla bu “baskı ve şiddet” politikası Erdoğan’ın kendi kişisel politikası.
On bin kişi hapishanelerde, BDP’li milletvekilleri Diyarbakır’da, Leyla Zana Meclis’te açlık grevini sürdürüyor, bugün Diyarbakır’da “yüz bin kişi” destek amaçlı açlık grevi yapacak.
Bu açlık grevleri belki PKK’nın stratejisi nedeniyle başladı ama hükümetin politikaları sonucunda şu anda açlık grevleri PKK hareketi olmaktan çıkıp büyük bir “Kürt hareketine” dönüşüyor.
Cevapsız soru ise ortada öyle duruyor.
Başbakan neden koca bir halkı ayaklandırmaya uğraşıyor?