Taliban rejiminin devrildiği 2001 yılındaki işgalden bu yana en kanlı yılını yaşayan Afganistan'da, gerek direnişçilerin, gerekse ABD veya NATO kuvvetlerinin düzenlediği saldırılarda bin 445 sivil hayatını kaybetti.
Sivil ölümleri geçen yıla göre yüzde 40 artarken bu ölümlerin yüzde 55'i, Taliban veya diğer direnişçilerin düzenlediği saldırılardan kaynaklandı. BM istatistiklerine göre bu saldırılarda 800 kadar sivil hayatını kaybetti.
ABD, NATO ve Afgan güvenlik kuvvetlerinin düzenlediği saldırılarda, 395'i hava operasyonlarında olmak üzere 577 sivil hayatını kaybetti. Sivil ölümlerinin yüzde 5'ini de iki ateş arasında kalanlar veya kara mayınlarına isabet edenler var. Associated Press'in verilerine göre Afganistan'da direnişle ilgili olarak bu yılki ölü sayısı, militanlar da dahil edildiğinde 4 bin 200'ü geçti.
Afganistan'da bu yıl ölen yabancı asker sayısında da önceki yıllara göre büyük bir artış oldu. Direnişçilerin düzenlediği saldırılarda ölen koalisyon askeri sayısı 194'ü geçti ve henüz yılın dokuzuncu ayında olunmasına karşın 2008, koalisyon kuvvetleri için işgalden bu yana en kanlı yıl oldu.
Taliban 14 yıl önce adını duyurmudu
Afganistan'da, hükümete bağlı güçlere ve koalisyon kuvvetlerine karşı silahlı mücadele veren Taliban, adını ilk kez 1994 sonbaharında duyurdu. Molla Muhammed Ömer'in liderlik ettiği Taliban, kendisini, 1980'lerdeki Sovyet işgalini sona erdiren mücahit gruplar arasındaki çatışmalardan ayrı tuttu ve bu süreçte doğan boşluktan faydalanarak, barış ve güvenliği sağlayacağı, şeriat kanunlarını uygulayacağı taahhütleriyle güç kazandı.
Taliban, doğum yeri Kandahar'daki etkinliğini kısa sürede civar bölgelere de yaydı ve İran sınırı yakınlarındaki Herat'ı Eylül 1995'te ele geçirdi. Örgüt, tam bir yıl sonra Devlet Başkanı Burhaneddin Rabbani ile Savunma Bakanı Ahmed Şah Mesud'un rejimini yıkarak başkent Kabil'de kontrolü sağladı.
Mücahit gruplar arasındaki çatışmalardan ve aşırılıklardan yorgun düşen Afgan halkının büyük bölümü, Taliban'ın yükselişini memnuniyetle karşıladı. Örgüt, 1998'de Afgnistan'ın yüzde 90'ında etkin hale geldi.
Şeriatçı Taliban'ın iktidardaki sicili
Taliban, ülke genelinde kontrolü ele geçirmesiyle birlikte muhaliflere göz açtırmayan ve söz hakkı tanımayan yönetim şeklini uyguladı. Hırsızların eli kesildi, cinayetten suçlu bulunanlar ibret olsun diye halk önünde idam edildi.
Televizyon, müzik ve sinema yasaklandı, 10 yaş ve üzeri kız çocuklarının okula gitmeleri engellendi, çalışan kadınlara evde oturmaları nasihat edildi. Erkeklere sakal, kadınlara peçe zorunluluğu getirildi. Din polisi, bu kuralların uygulanmasını sağlarken otorite ile birlikte kötü şöhret kazandı.
Taliban'ın insan hakları ve özellikle kadın hakları konusunda kaygı uyandıran bu politikası, uluslararası topluluğun tepkisini çekiyordu. Taliban'ın, Usame Bin Ladin ile El Kaide'ye yataklık etmesiyle de kazan kaynamaya başladı.
Ağustos 1998'de ABD'nin Kenya ile Tanzanya'daki elçiliklerine El Kaide tarafından düzenlendiği açıklanan ve 225 kişinin ölümüne yol açan saldırılar, Washington yönetimini, Taliban konusunda bir kez daha düşünmeye itti.
Usame bin Ladin faktörü
ABD, bu saldırılarla birlikte birçok şiddet eyleminden sorumlu tuttuğu Bin Ladin'in Afganistan'dan sınırdışı edilmesini istedi. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, taleplerinin reddedilmesi üzerine Bin Ladin'in, Afganistan'ın güneyindeki kampına füze saldırısı talimatı verdi. ABD, BM Güvenlik Konseyi'ni de ikna ederek, Taliban rejimi altındaki Afganistan'a yaptırım kararı çıkarttı.
Yaptırımlar, 2001'de sertleştirildi, ancak yine de Bin Ladin'in teslim edilmesi için yeterli olmadı. Yaptırımlar, sadece Taliban rejiminin siyasi ve diplomatik açıdan dışlanmasına, Taliban yönetiminin daha tutucu bir yol benimsemesine yol açtı.
11 Eylül 2001'de ABD'de düzenlenen saldırılar, Taliban yönetiminin sonunun yaklaştığının habercisi oldu. ABD, kendi topraklarında düzenlenen saldırılardan sorumlu tuttuğu Bin Ladin'in adalet önüne çıkabilmesi için teslim edilmesi yönündeki çağrısını yineledi. Talep tekrar reddedildi ve 7 Ekim 2001'de başlayacak işgalin tohumu böylece ekilmiş oldu.
ABD'nin öncülük ettiği koalisyon kuvvetleri kısa bir sürede başarı sağladı ve Taliban rejimi, aynı yılın Aralık ayında çökerek yerini yıllar sürecek direnişe bıraktı. Bin Ladin ve Molla Ömer ve Taliban'ın diğer üst düzey yöneticileri çareyi kaçmakta buldu.
Taliban, 2001'de iktidarı bırakmasının ardından, ABD'nin öncülüğündeki koalisyon kuvvetleriyle Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü'ne düzenlediği saldırılarla tehdit oluşturmaya devam etti. Gerilla taktiklerini kullanarak saldırı düzenleyen Taliban, koalisyon kuvvetleriyle Afgan ordusunun düzenlediği operasyonlarla büyük darbe yedi, ancak bu, saldırıların artmasına ve daha kanlı bir hal almasının önüne geçemedi.
Genellikle ülkenin güneyi ile doğusunda düzenlenen saldırılar, El Kaide'nin de desteğiyle ülke geneline yayıldı. Merkezi hükümetin Kabil ile birkaç vilayet dışında kontrolü sağlama çabaları, artan şiddet olaylarında daha çok kan dökülmesi nedeniyle istenilen başarıyı sağlayamadı.
Taliban, ABD ile Pakistan'ın 'ortak ürünü'
Taliban'ın Afganistan'da bu kadar etkili ve güçlü olmasında ABD ile Pakistan'ın payının bulunduğuna dair en açık ifade, Pakistan'ın eski Genelkurmay Başkanı Mirza Aslam Beg tarafından dile getirildi. Afganistan'da gelinen nokta ve sürece dair öngörüsünü 1995'te yaptığı açıklamayla dile getiren Aslam Beg, bir öğrenci hareketi olarak doğan Taliban'ın "ABD ile Pakistan'ın ortak ürünü olduğunu" söyledi ve ülkesinin yanlış bir strateji uyguladığını itiraf etti.
Aslam Beg, Taliban öğrenci hareketinin "1985-86'da sürekli olarak Pakistan hava sahasını ihlal eden Afganistan'daki komünist güçlere karşı, ABD ve Pakistan'ın yürüttüğü ortak çabaların ürünü" olarak ortaya çıktığını belirtti.
Taliban'ın, ABD'nin desteğiyle, Sovyet işgaline karşı oluşturulduğu farklı isimler tarafından da dile getirildi. Dönemin Devlet Başkanı Rabbani, her ne kadar Taliban'a destek veren ülke olarak Pakistan'a işaret etmiş olsa da ABD'yi de eleştirmekten geri kalmadı ve Washington'a, en azından Taliban'ın Pakistan tarafından silahlandırılmasına karşı çıkması çağrısında bulundu.
Nitekim ABD, Rabbani hükümetinin düşmesinin ardından, Taliban'ın, diğer Afgan gruplarıyla görüşerek Kabil'de "temsili bir hükümet" kurmasını kabul edeceğinin mesajını verdi.
Taliban'ın, Afganistan'da elde ettiği zaferin bu ülkeye barış getirmesini umduğunu açıklayan ABD, her ne kadar insan hakları ve kadın hakları konusunda yetersiz bulsa da Taliban yönetimiyle masaya oturma zemini aradı.
Afganistan'da sesini yükseltemeyen muhaliflerin, Taliban'ın yönetimde olduğu süre içinde Washington'a birçok kez, mevcut rejime destek vermemesi çağrısında bulunduğu da biliniyor. Muhaliflerin, Taliban'ın ABD desteği olmadan bir gün bile dayanamayacağını söylemeleri ve ABD'nin, Taliban ile gizli görüşmelerde bulunmak üzere Afganistan'a delegasyon gönderdiği iddiaları, Washington yönetiminin o dönemdeki bölge siyasetine dair ipuçları veriyor.
Boru hatları için Taliban'a destek
Fransız araştırmacı Olivier Roy, Washington yönetiminin çizgisini, Türkmenistan dogalgazını taşıyacak boru hattı projesini düşünerek belirlediği fikrini savunuyor.
ABD'nin Taliban'ı desteklemesinin en büyük nedeninin, Afganistan'dan geçecek doğalgaz boru hattı olduğunu ileri süren Roy, yıllar önce Le Figaro gazetesine verdiği demeçte, Türkmenistan'dan gelecek doğalgaz ve petrol sayesinde Irak'ın tecrit edilmesinin planlandığını anlatmıştı.
Roy, Türkmenistan'dan gelecek doğalgaz projesi için ABD ve Suudi Arabistan'dan iki firmanın sözleşme imzaladığını, Suudi yönetiminin de Taliban hareketine destek verdiğini ileri sürmüştü. ABD'li yetkililerin, Taliban ile yaptığı görüşmelere değinen Roy, Taliban'ın tehlikeli bir hareket olduğunu belirterek, ABD yönetimi için de bu oyunun ilerde tehlikeli boyutlara varabileceği öngörüsünde bulunmuştu.
Her ne kadar İslamabad yönetimi tarafından kabul edilmese de, Taliban'ın mimarı olarak Pakistan gösteriliyor. Taliban'a katılan birçok Afgan'ın, Pakistan'daki medreselerde eğitim görmüş olması ve örgütün, mücahitlerin Kandahar'da sıkıştırdığı bir Pakistan konvoyuna yardım etmesi, söz konusu tezi destekliyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Taliban rejimini tanıyan üç ülkeden biri olan Pakistan, Taliban ile diplomatik ilişkilerini kesen son ülke olarak ta dikkati çekiyor.
Taliban örgütünde, Afganistan'daki nüfus çeşitliliğinde çoğunluğa sahip Peştunlar ağır basıyordu. Pakistan'da yaşayan birçok Peştunun, Talibana halen sempati duyduğu biliniyor. Arananlar listesinde yer alan birçok örgüt yetkilisinin Pakistan'ın Afganistan sınırı yakınlarında bulundukları tahmin ediliyor.
Taliban'ın 20 yıl sürecek direniş stratejisi
Afganistan'da, gerek Afgan güvenlik güçlerine, gerekse NATO ile ABD'nin öncülük ettiği koalisyon kuvvetlerine yönelik saldırılarla direnişin devam edeceği mesajını veren Taliban, ülkenin kalkındırılması ve barışın sağlanmasına yönelik 7 yıllık siyasetin doğruluğu hakkında şüphe uyandırdı.
Taliban'ın, direnişi 20 yıla yayarak rejimine karşı çıkan ülkeleri bezdirme stratejisi, ABD ile müttefiklerini buna karşı bir siyaset geliştirme arayışına itiyor.
Askeri operasyonlarla birlikte sivil kalkınmayı hedefleyen ve aynı zamanda Afgan hükümetinin güçlendirilmesini amaçlayan siyasetin, söz konusu güvenlik olduğunu gedik verdiği yorumları yapılıyor. Bu durum, stratejinin doğru olup olmadığı sorusunun da gündeme gelmesine neden oluyor. BM'nin eski Afganistan temsilcisi Francesc Vedrell, mevcut stratejinin beraberinde başarıyı getirmeyeceğini ve şu ana kadar birçok hata yapıldığını açık bir şekilde ifade ediyor. Stratejide değişikliğin yanında, ülkeye ek asker gönderilmesinin de gerekliliği vurgulanıyor. Hollanda ile Kanada askerlerinin, 2010-11 yıllarına kadar askeri operasyonlardan alınacağı, bunun yerine Afgan ordusunun eğitimine çalışacakları belirtiliyor.
Koalisyon kuvvetleri, askeri taktikler konusunda da eleştiriliyor. Operasyonlar kara yerine genelde havadan düzenleniyor ve bu, sivil ölümlerin artmasına neden oluyor. Diğer taraftan, Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai de yetersiz bulunuyor. Bazı Batılı liderler Karzai'yi, iyi niyetli ama zayıf olarak görüyor. (AA)