Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ‘hak ihlali var’ kararının ardından tahliye edilen Can Dündar’la ilgili tartışmaların artarak devam edeceğini ileri sürerek, ‘’Can dışarıda da huzur bulmayacak’’ dedi. Can Dündar’a yönelik, kaçırılma, tehdit ve susturma girişimlerine engel olunması gerektiğine değinen Dilipak, ‘’Birileri bu süreci yeni ve daha yaygın bir Gezi olayına dönüştürmeye çalışacak, birileri de casusluk ve terör bağlantılı olarak bu kişi, grup ve örgütlerin üzerine gidilmesini isteyecek’’ ifadelerini kullandı.
Dilipak’ın bugün (27 Şubat 2016) yayımlanan ‘’38 vekil, 240 fezleke’’ başlıklı yazısı şöyle:
Can ve arkadaşı, AYM kararı ile çıktı. Ortada bir aklama yok, tutukluluk hali sona erdi, yargılama devam edecek.. Suçlu bulunursa tekrar içeri girecek..
Can dışarı çıktı ve bu tartışma şimdi daha da artarak devam edecek... Yani Can dışarıda da huzur bulmayacak.
Eğer kaçma, delilleri karartma gibi bir endişe yoksa, tutuksuz yargılama söz konusu. Aslında terör ve casusluk suçlaması ciddi ve beraberinde bir çok tehdit, tehlike ve riski de beraberinde getiriyor. Birilerinin kaçırma, tehdit ve susturma girişimine de mani olunması gerekir.
Durum ne olursa olsun, şu muhakkak ki, Türkiye düşmanları bundan sonra Can adını daha çok kullanacaklar. Onun adı üzerinden Türkiye’ye saldıracaklar... Bu da onun canını içeridekinden daha fazla sıkacak...
Bu arada şunu da söyleyeyim, ben 500 yıldan daha fazla mahkûmiyet talebi ile yargılanan biriyim. Günde 5 kez, haftada 5 gün duruşmaya çıktım, ama bir kaç duyarlı kişi ve kuruluş dışında, hiç bir zaman, bir kaç sınırlı örnek dışında, özellikle yabancıların bu kadar yakın ve sıcak ilgisine mazhar olmadım. Bu yoğun ilginin Can’ın şahsı ile ilgili olduğunu da sanmıyorum.. Can üzerinden Türkiye’yi vurmak isteyenlerin gayetleri de Can’ın itibarını artırmayacaktır. Bakalım Can, adının bir kriz markasına dönüştürülmesine rıza gösterecek mi? Belki bu arada, başkalarını suçlarken bir nefs muhasebesi de yapmıştır. Siyasetin kurtlar sofrasına meze olmak istemiyorsa, herhalde bundan sonra daha dikkatli davranacaktır.
Adalet önemlidir, hukuk da. Bunun için adil yasalar ve adil uygulayıcılar gerekir.. Ve bu işe anayasadan başlanması gerekir aslında. Ama şu darbe anayasasından bir türlü kurtulamadık. O zaman da anayasaya bağlı idari yapı, yasa, yönetmelik, genelge ve uygulama değişmiyor tabi...
38 vekil, 240 fezleke ile yasama görevine devam ediyor... Hırsız içeride siz kapıyı kilitliyorsunuz.. İçi dışına çıkmış bir düzen.. Casusluk ya da terör adeta suç değil gibi.. Devlet suçlu.. Normalde bir devlet suç işlemez, parti de. O yapı içinde birileri, varlık ve meşruiyet temelinin dışına çıkarak suç işler. Ama devlet ya da parti bir suç örgütüne dönmüş ise o başka..
Darbe dönemlerinde devlet adeta bir suç örgütüne dönüştü. Bu anlamda Kalkancı ya da Paralel yapı örneğinde görüldüğü gibi, dini yapılar da suç örgütüne dönüşebiliyor...
Eğer, suç ve suçlunun üzerine gidemiyorsanız, suç aleniyet kazanır, bu da birilerinin cüret ve cesaretini artırır. Suç örgütleri güç ve itibar kazanır.
Özellikle bugün casusluk faaliyetleri ve terör çok farklı bir hal aldı. STK ve medya kimliği ile her yere sızıp, her konuda müdahalede bulunabiliyorlar.. İnsan hakları, çevre, din, güvenlik, eğitim, sağlık gibi toplumda karşılığı olan alanlarda geniş kitleleri yönlendirebiliyorlar...
Paralel yapı, din ve eğitimi kullandı. Basını ve STK kartını kullandı. PKK da özgürlük ve demokrasi kartını kullanıyor. Parti ve STK’ları ve tabi yine medyayı kullanıyor.
Burada ilginç bir durum var; terör örgütleri devletleri, devletler de bu terör örgütlerini kullanabiliyor.. Casusluk ve terör, basın ve STK bu denklemde iç içe yer alabiliyor.
Mesela NATO üyesi bir ülke, bir başka müttefik ülkeye karşı terör saldırısında bulunan bir örgütle işbirliği yapabiliyor.. Bakınız ABD-PYD ilişkisi. PYD terörist değil mi, bunlar Marksist bir örgüt değil mi, Türkiye’ye karşı savaşmıyor mu bunlar! Devlet de, örgüt de masumiyetini kaybetmiş olmuyor mu böyle davranarak..
Mesela, ABD Terörle Ulusal Mücadele Merkezi NTCT “PYD’nin PKK’nın Suriye’deki kolu olduğu”nu yazan sayfayı kapatıyor ve sonra yoluna devam ediyor. Bunun adı demokrasi oluyor. Türkiye’ye, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti dersi verenlerin kendi ülkelerindeki uygulamaları bazen dudak uçuklatıyor...
Almanlar burada çevrecilik yapıyor, insan hakları dersi veriyor, teröristlere kucak açıyor ama kendi ülkelerinde durum öyle mi. Mültecileri arabalarına saldıran, oteli ateşe verip, itfaiyenin yolunu kesen kimler. Polise, mültecilere karşı ateş etme izni verilmesi için gösteri yapanlar kimler.. Söz konusu olan Müslümanlarsa hemen öteki yüzlerini gösteriyor birileri...
Ha, bu arada Fransa Paris’teki olaylar sebebi ile, Paris’te olağanüstü hali Mayıs ayına kadar uzattı...
Tekrar Can konusuna dönecek olursak, göreceksiniz bu tartışma daha da artacak ve şiddetlenecek, rekabet daha da can yakıcı hale gelecek.. Birileri bu süreci yeni ve daha yaygın bir Gezi olayına dönüştürmeye çalışacak, birileri de casusluk ve terör bağlantılı olarak bu kişi, grup ve örgütlerin üzerine gidilmesini isteyecek.. Paralel hesaplaşma, terör hesaplaşması, bunlara yardım ve yataklık edenlerle ilgili tartışmalar daha da büyüyecek. Birileri için gelecek günler, geçen günleri aratacak.
Şunu da söyleyeyim, yargıda hiç suçlu olmadığı halde suçlanan ve mahkum olanlar, suçlu oldukları halde beraat edip, dahası işlerine kaldıkları yerden devam edenler de olacaktır. Beraat etmek, her zaman aklanmak anlamına gelmez. Delil yetersizdir, bu suç olmadığı anlamına gelmez. İspat edilememiştir. Neyse ki, bir öteki dünya var ve bir din günü var. Ateistler/Tanrıtanımazlar da o gün orada hesaba çekilecek, hakkı olan hakkını alacak, bedel ödemesi gereken o bedeli ödeyecektir.
Selam ve dua ile.