Gündem

Murat Belge: Erdoğan, gerçekten padişah olmak için istiyor 'başkanlık sistemi' dediği şeyi

'ABD'de TÜSİAD muadili bir kuruma 'sen kimsin ya' diyen bir başkan olur mu?'

07 Şubat 2015 16:27

Başkanlık sistemi tartışmalarına değinen Taraf yazarı, Prof. Murat Belge, ABD'de başkanlık sisteminin "kuvvetler ayrılığı" ilkesine dayandırıldığını hatırlatarak "Oysa Tayyip Erdoğan gerçekten de 'Padişah' olmak için istiyor 'Başkanlık Sistemi' dediği şeyi. Adının 'padişah' mı, 'cumhurbaşkanı' mı, ne olacağı önemli değil –isterseniz 'emir' olsun, 'geleneklerimize uygun' olsun. Tayyip Erdoğan için sorun Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin ortadan kalkması" dedi.

Belge yazısında "Yargı, Anayasa Mahkemesi, şu bu, Tayyip Erdoğan’ın kendisinden özerk çalışan hiçbir şeye tahammülü yok. Buyurun, Merkez Bankası’na bakın. Onun yöneticisi Cumhurbaşkanı’ndan azar işitiyor, emekli yöneticisi iki kelime söyleme cüretini gösterince azarın yanında hakaret de işitiyor. Biz Durmuş Yılmaz olumlu bir iş yaptı diye bilirdik; meğer yeteneksizin biriymiş ve onun başarısı sandığımız şeylerin sahibi de Erdoğan’mış” ifadelerine yer verdi.

Belge, “TÜSİAD diye, ‘hükümet dışı’ bir kuruluş var. Onun başkanına da ‘Sen kimsin ya?’ diye bağırıyor ‘parlamenter sistem’ adıyla devam eden düzenin seçilmiş Cumhurbaşkanı. Ve Amerika’da Başkan var, ama Padişah yok, diyor. Amerika’da, TÜSİAD’ın muadili bir kuruluşun başkanına ‘Sen kimsin ya?’ diye bağıracak bir ‘Başkan’ hayal edebiliyor musunuz?” görüşünü dile getirdi.

Murat Belge’nin Taraf gazetesinin bugünkü (7 Şubat 2015) nüshasında yayımlanan, “Başkanlık sistemiymiş” başlıklı yazısı şöyle:

 

‘Başkanlık’ sistemiymiş’

 

“Demagoji” ya da Türkçe’siyle (daha iyisi, “Osmanlıca”sıyla) “mugalâta” bizim siyasi hayatımızdan hiç eksik olmadı. Bunun böyle olmasında, her alanda olduğu gibi, Batılılaşma’nın payı var. Şu nedenle var: Batılılaşma, Batı’nın kurumlarını almayı, adapte etmeyi vb. gerektiriyor. Ama bunlar, tanımı gereği, bizim toplumsal yapımızın ürünü değil, onun için tanımıyoruz. Seçkinlerimiz var, onlar biliyor ya da bilir gibi yapıyor. Sözgelişi, “İşte size Parlamento,” diyorlar. “Bakın, artık bizim de Meclis’imiz oldu, alın tepe tepe kullanın. Size demokrasiyi de armağan ettiğimizi unutmayın.” “Yahu,” diyorsun, “Bu sizin yaptığınız şeye ‘Parlamento’ denmez. Parlamento şöyledir, böyledir…” Dinletebilirsen dinlet. “Bakın, Parlamento verdik, onu da beğenmediler,” diyorlar. Bilmiyorlar da ondan mı böyle konuşuyorlar? Yoo, pekâlâ biliyorlar. Ama “bilmeyen çoğunluk” olunca, böyle atıp savurmanın da sonu yok.

Bugünlerin benzer gündem maddesi, “Başkanlık Sistemi”. Bir taraf, “Olmaz! Demokrasiye darbe!” diye bağırıyor –sanki darbe alacak bir demokrasi varmış gibi. Öbür taraf da, bunun demokrasiye yarayacağı iddiasında.

Tartışılan her konuda en sivri ve en yanlış sözü söylemekle yükümlü olan Tayyip Erdoğan bu konu sorun olunca muhalefetin kullandığı “padişahlık” metaforunu ele aldı ve “Amerika’da padişahlık sistemi mi var?” dedi. “ABD olunca olmuyor, Türkiye’de niye padişahlık oluyor? Bizim hız yapmamız lazım…”

Adı “Başkanlık Sistemi”. Amerika’da bu sistem yürürlükteymiş, bunu herkes biliyor. Fransa’da da bunun yarısını uyguluyorlarmış. Eh, bu da duyulmuş. Bu verilerle spekülasyon bile yapabilirsin: Amerika Fransa’dan daha kuvvetli. Belki de onlar yarımını değil tamını uyguladıkları için daha kuvvetli olmuşlardır. Öyleyse biz de öyle yapalım. “‘Kuvvetli Başkan’ da hazır; orada tetikte bekliyor” vb.

Amerika, monarşilerle dolu bir dünyada yaptı Anayasa’sını ve dünyanın ilk “modern” cumhuriyetini kurdu (İsviçre vardı ama çok modern sayılmazdı). O aşamada, hem de Bağımsızlık Savaşı’nın önder kadrolarından. “Biz de Krallık kuralım,” diyenler dahi çıktı, ama aristokratik temeli olmayan Amerika’da bu saçma bir öneriydi.

Bu aşamaya kadar yeterince deneyim edinmişti Amerika. “Başkan”a imkân vermek gerekiyordu ama, gemi azıya almak isteyecek bir Başkan’ı gemleyecek kurumlar da bulunmalıydı. Başkan, “yürütme”nin başı olarak çalışsın; ama “yasama”, yani Congress, gereğinde onu denetlesin (niyetlendiği işe bütçe vermeyerek); ama bir de “yargı” olsun ve öbür iki kolun “Amerikan demokrasisinin ruhuna uygun” iş görmesini denetim altında tutsun (bu da, “Supreme Court”). Yani Amerika, “Başkanlık Sistemi”ni iyi düşünülmüş (ve genellikle iyi çalışan) bir “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi üzerine oturttu. Onun için de Amerika’da –heveslisi çıksa da– Padişah olmadı.

Oysa Tayyip Erdoğan gerçekten de “Padişah” olmak için istiyor “Başkanlık Sistemi” dediği şeyi. Adının “padişah” mı, “cumhurbaşkanı” mı, ne olacağı önemli değil –isterseniz “emir” olsun, “geleneklerimize uygun” olsun. Tayyip Erdoğan için sorun Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin ortadan kalkması. Yani, Amerika’da o tarihte geçerli olan motivasyonun tam tersiyle hareket ediyor Tayyip Erdoğan. Çevresindeki zevat da ağız birliği içinde “Amerikan demokrasisinin” erdemlerini yüceltiyor.

Tayyip Erdoğan’ın yargı karşısındaki uygulamasına (ve tabii söylediği sözlere, ayrıca, ona alkış tutan yakın çevresinin söylediği sözlere) bir bakın. Burada, “yargının özerkliği”ni savunan bir “devlet adamı” mı görüyorsunuz?

Yargı, Anayasa Mahkemesi, şu bu, Tayyip Erdoğan’ın kendisinden özerk çalışan hiçbir şeye tahammülü yok. Buyurun, Merkez Bankası’na bakın. Onun yöneticisi Cumhurbaşkanı’ndan azar işitiyor, emekli yöneticisi iki kelime söyleme cüretini gösterince azarın yanında hakaret de işitiyor. Biz Durmuş Yılmaz olumlu bir iş yaptı diye bilirdik; meğer yeteneksizin biriymiş ve onun başarısı sandığımız şeylerin sahibi de Erdoğan’mış.

TÜSİAD diye, “hükümet dışı” bir kuruluş var. Onun başkanına da “Sen kimsin ya?” diye bağırıyor “parlamenter sistem” adıyla devam eden düzenin seçilmiş Cumhurbaşkanı.

Ve Amerika’da Başkan var, ama Padişah yok, diyor. Amerika’da, TÜSİAD’ın muadili bir kuruluşun başkanına “Sen kimsin ya?” diye bağıracak bir “Başkan” hayal edebiliyor musunuz?