Gündem

ABD Dışişleri Bakanlığı: "Türkiye'de hükümet temel özgürlükleri kısıtlamaya devam ediyor"

13 Nisan 2022 13:49

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın dünyada insan haklarını irdelediği yıllık raporunun Türkiye kısmında "hükümetin 2018 yılında kabul edilen geniş kapsamlı terörle mücadele yasası ile temel özgürlükleri kısıtlamaya devam ettiği ve hukukun üstünlüğünden ödün verdiği" kaydediliyor.

Bu yılki raporda ihlal olarak ele alınan örnekler arasında Boğaziçi Üniversitesi protestolarına yapılan müdahaleler, polisin aşırı güç kullandığı ve işkence uyguladığı iddiaları, cezaevleri ve gözaltı koşulları, keyfi tutuklamalar, adil yargıya güvensizlik, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davaları var.

Ayrıca bu davalarla ilgili AİHM kararlarının uygulanmadığı için Avrupa Konseyi tarafından başlatılan ihlal süreci de raporda yer alıyor.

Boğaziçi protestoları

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan 93 sayfalık raporda Ocak ayı başında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne Melih Bulu'yu atamasının ardından polisin şiddet kullanarak protestoları dağıttığı; polisin evlere baskın yaparak 45 öğrenciyi gözaltına aldığı hatırlatılıyor ve Uluslararası Af Örgütü'ne göre öğrencilerin işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları kaydediliyor.

Polisin güç kullanımı

Özellikle İstanbul'da yıl boyunca protestoların devam ettiği, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne göre polisin Ocak ayından bu yana en az 38 şehirde 700'den fazla göstericinin gözaltına aldığını tahmin ettiği belirtiliyor.

İnsan hakları örgütlerinin, polisin gözaltılar sırasında sıklıkla aşırı güç kullandığı şikayetlerine yer veriliyor.

Raporda hükümetin işkenceye karşı sıfır tolerans politikasını takip ettiğini iddia ettiği ve işkence vakalarında kısıtlama tüzüğünü kaldırdığı da hatırlatıldıktan sonra İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 2021 yılı raporundan şu alıntı aktarılıyor:

"Son dört yıl içinde polis gözetiminde ve cezaevinde işkence, kötü muamele iddialarındaki artış Türkiye'nin bu alanda saha önce sağlamış olduğu ilerlemeyi geriletti."

Cezaevi ve gözaltı merkezleri

Raporda Türkiye'deki cezaevlerinin fiziksel koşullar açısından standartları genel olarak karşıladığı ancak aşırı kalabalık olmasından kaynaklanan ciddi sorunlar olduğuna dikkat çekiliyor.

İnsan hakları örgütleri ve Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komisyonu raporlarına göde, mahkumların sıklıkla temiz içme suyu, düzgün ısınma ve havalandırma, ışık, gıda ve sağlık hizmetlerine yeterli erişim sorunları yaşadığı kaydediliyor. Covid salgını döneminde risklerin daha da arttığı ekleniyor.

Cezaevlerinin aşırı kalabalık olmasının sağlık başta olmak üzere sorunlara yol açtığı kaydediliyor

Mart ayında Medya ve Hukuk Araştırmaları Derneği'nin beş tesiste mahkumlarla yaptığı ankete katılanların yüzde 56'sının pandemi sırasında yeterli hijyen malzemelerine erişimi olmadığını söyledikleri belirtiliyor.

Keyfi tutuklama ya da gözaltı

Türkiye'de yasaların keyfi tutuklama ve gözaltıyı yasakladığı ve kişinin kanunsuz gözaltına mahkemede itiraz edebilme hakkının bulunduğu, ancak çok sayıda güvenilir habere göre hükümetin her zaman bunları uygulamadığının anlaşıldığı kaydediliyor.

Hukukun üstünlüğünü savunanların Türkiye'de yargılama öncesi gözaltının özellikle siyasi temelli terör suçlamalarını içeren davalarda geniş şekilde kullanılmasının bir tür yargısız cezalandırma haline geldiğini not ettiği belirtiliyor.

Yargının çok yavaş olduğu, duruşmaların arasından aylar geçtiği, yer yer yargılamanın, iddianamelerin hazırlanmasından yıllar sonra başladığı ve sonuçlanmasının yıllar aldığı kaydediliyor.

Raporda Adalet Bakanlığı'nın Mayıs 2021'de açıkladığı verilerine göre, 38 bin 34 kişinin, yargılama öncesi tutuklu bulunduğu ve toplam cezaevi nüfusunun yüzde 13'ünü oluşturduğu hatırlatılıyor.

Adil yargılama

Raporda geçen yılın Haziran ayında araştırma şirketi KONDA'nın anketine katılanların yüzde 64'ünün adalet sistemine güvenmediğini söylediği ve Kürt kökenliler arasında bu oranın yüzde 85'e yükseldiğinin görüldüğü aktarılıyor.

Gözlemcilerin bazı yargılamaların sonucunun önceden belli olduğu konusunda endişelerini dile getirdikleri ve yargıda müdahaleye işaret ettikleri belirtiliyor.

"İnsan hakları örgütleri siyasi olarak hassas davalarda hakimlerin sıklıkla gazetecilerin ve gözlemcilerin mahkeme salonuna girmesini yasakladığını, sanıkların sözlerini kestiğini, konuşmalarına izin vermediğini ya da sanığın açıklamasını dinlemeden karar verdiğini aktardığını bildiriyor" deniliyor.

Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davaları

İşadamı Osman Kavala'nın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) serbest bırakılması ve 2020 yılındaki beraat kararına rağmen cezaevinde kalmaya devam ettiği ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin bu nedenle Türkiye'ye karşı ihlal sürecini başlattığı hatırlatılıyor.

Eski HDP eş genel başkanı ve 2018 seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ın, AİHM kararlarına rağmen, Kobani davasıyla bağlantılı terör suçlaması sebebiyle cezaevinde kalmaya devam ettiği de hatırlatıldıktan sonra Anayasa Mahkemesi'nin 2020 yılında Demirtaş'ın uzun süreli yargılama öncesi gözaltında tutulmasının hak ihlali olduğuna hükmettiği ancak Kobani davası hakkındaki soruşturma sebebiyle serbest bırakılmadığı belirtiliyor.

Geçen Aralık ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında AİHM kararlarını tanımadığını söylediği ve kararların hükmü olmadığını savunduğu da hatırlatılıyor.

Alt mahkemelerin zaman zaman Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararları görmezden geldiği ya da kararların uygulanmasını ciddi ölçüde geciktirdiği de kaydediliyor. Hükümetin Avrupa Konseyi üyesi olarak zorunlu olmasına rağmen AİHM kararlarını nadiren uyguladığı ifade ediliyor.

Avrupa Uygulama Ağı adlı sivil toplum örgütüne göre, Türkiye'nin önceki 10 yıl içinde AİHM kararlarının yüzde 64'ünü uygulamadığı belirtiliyor.

Gergerlioğlu davası

Geçen Mart ayında parlamentonun, "terör örgütünün propagandasını" yaptığı gerekçesiyle verilen hükmün onanması üzerine HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nu ihraç ettiği hatırlatılıyor.

2016 yılındaki sosyal medya paylaşımları sebebiyle iki yıl altı ay hapis cezasına çarptırılan Gergerlioğlu'nun geçen Nisan ayında tutuklandığı, Temmuz ayında ise Anayasa Mahkemesi'nin Gergerlioğlu'nun seçilme ve siyasi faaliyetlerde bulunma hakkının ihlal edildiğine hükmettiği, Gergerlioğlu'nun serbest bırakılarak parlamentoya yeniden girdiği kaydediliyor.

İfade ve basın özgürlüğü

ABD Dışişleri Bakanlığı raporunda hükümetin muhalefet ve bağımsız medyadan gazeteciler hakkında soruşturma açması ve gazetecilerin cezaevine konulmasının ifade özgürlüğünü engellediği, medya çalışanları arasında otosansürün yaygın olduğu kaydediliyor.

Hassas konularda ya da hükümeti eleştiren şekilde yazan ya da konuşan kişilerin soruşturma, ceza, suçlama, işini kaybetme ya da hapis cezası riskiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor.

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'ne müdahale eden polis göz yaşartıcı gaz da kullanmıştı

Ana akım medyanın büyük ölçüde hükümet yanlısı şirketler tarafından kontrol edildiğinin belirtildiği raporda, Press in Arrest adlı sivil toplum örgütüne göre savcıların 2018 yılından bu yana gazeteciler aleyhinde açılan davaların yüzde 10'unda ömür boyu hapis cezası talep ettiği aktarılıyor.

Gazeteci Levent Gültekin'e yönelik saldırı, AFP foto muhabiri Bülent Kılıç'ın İstanbul'da Onur Yürüyüşü'nü takip edip haberleştirdiği sırada gözaltına alınması gibi örnekler de aktarılıyor.

Gösteri ve yürüyüş hakkı

Geçtiğimiz Mart ayında polisin İstanbul'da düzenlenen Dünya Kadınlar Günü yürüyüşüne yasaklama getirdiği ve 13 kadının gözaltına alındığı hatırlatılıyor.

Savcıların gösteriye ilişkin görüntüleri inceledikten sonra cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla gözaltı emri verdiği kaydediliyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün bildirdiğine göre sorgular sırasında polisin "Tayyip, kaç kaç kaç kadınlar geliyor" sloganını cumhurbaşkanına hakaret olarak değerlendirdiği de hatırlatılıyor.

Raporda geçen yıl Mart ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Mücadele Edilmesi Sözleşmesi'nden çekilme kararını açıkladığı ve bu durumun kitlesel protestolara yol açtığı anımsatılıyor.

Bunu protesto etmek için 1 Temmuz'da İstanbul'da valiliğin izniyle düzenlenen gösteriye binlerce göstericinin katıldığı ancak polisin ikinci sıra polis bariyerini aşmaya çalışan protestocuları dağıtmak amacıyla göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullandığı belirtiliyor.

"1500'den fazla STK kapatıldı"

Raporda önce arka plan olarak 2016 yılındaki darbe girişimi ardından yaşanan gelişmeler özetleniyor ve onbinlerce kamu çalışanının hükümetçe esas olarak "darbe girişiminin ardında olmakla suçlanan din adamı Fethullah Gülen'in hareketi ile ilişkili oldukları iddiasıyla" işten çıkarıldığı veya işten uzaklaştırıldığı, bunlar arasında 60 bin polis ve askerin, 4 binden fazla yargıç ve savcının bulunduğu, 95 bin kişinin tutuklandığı ve aynı gerekçeyle 1500'den fazla sivil toplum örgütünün kapatıldığı anlatılıyor.

2018 yılında yapılan son parlamento seçimlerinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT'in gönderdiği gözlemcilerin medyaya getirilen kısıtlamalar ve cumhurbaşkanlığı adaylarından birinin cezaevinde olması dahil olmak üzere kampanya ortamıyla ilgili endişeler dile getirdikleri hatırlatılıyor.

2016'daki darbe girişimi sonrasında aralarında siyasetçiler, eski milletvekilleri, avukatlar, gazeteciler, insan hakları savunucuları ve ABD diplomatik misyonunda çalışan kişilerin de bulunduğu çok sayıda kişiye yönelik işkence, yargısız infaz, gözaltında kuşkulu ölüm, kayıp, haksız tutuklama, adam kaçırma ve uzun tutukluluk gibi insan hakları ihlallerinin gündeme geldiği kaydediliyor.

Bunlara ek olarak yargı bağımsızlığı, ciddi hak ihlaleriyle suçlanan Suriyeli muhalif gruplara verilen destek, ifade özgürlüğü, basın ve internet özgürlüğü konusunda çok ağır sınırlamalar, gazetecilere yönelik tehdit ve şiddet örnekleri, çok sayıda medya kurumunun kapatılması, gazetecilere açılan davalar, sansür, toplanma ve gösteri hürriyetiyle ilgil isınırlamaların kaygı yarattığı belirtiliyor.

Hükümetin yerel insan hakları örgütlerine yönelik ciddi baskısı olduğu öne sürülüyor.

Kadınlara ve ulusal, ırksal, etnik azınlık gruplarına, LGBTQ+ bireylere yönelik şiddetteki artışa dikkat çekiliyor.

Hükümetin insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak güvenlik gücü mensupları ya da diğer yetkililerle ilgili soruşturma, yargılama ve cezalandırmaya yönelik adımlarının çok sınırlı kaldığı, cezasızlık sorununun sürdüğü kaydediliyor. Ayrıca hükümetin üst düzey yolsuzluk iddialarıyla ilgili adımlarının da çok yetersiz kaldığı kaydediliyor.

Uluslararası Af Örgütü, Galip Küçüközyiğit'in durumunun ortaya çıkarılması talebiyle bir imza kampanyası başlatmıştı

"PKK ve bağlı örgütlerle güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar sürdü ve güvenlik mensuplarının, teröristlerin ve sivillerin ölümü ya da yaralanması ve ölümleriyle sonuçlandı. Hükümet terörle mücadele harekatlarında sivillerin kazara ya da haksız bir şekilde yaşamını yitirmesi konusunda güvenlik personeli hakkında soruşturma ya da hukuk süreci başlatılması çabalarıyla ilgili bilgi vermedi" deniyor.