Yaklaşık 71,5 milyon nüfusu olan Türkiye çok partili parlamenter sisteme sahip bir anayasal cumhuriyettir. Ülke sınırlı yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanı tarafından yönetilmektedir. Ekim 2007 tarihinde cumhurbaşkanını halkın seçmesine yönelik bir referandum yapılmıştır. Buna göre cumhurbaşkanı çoğunluğun oylarıyla halk tarafından seçilmekte ve her biri beşer yıl olmak üzere en fazla iki dönem boyunca görev yapabilmektedir. Abdullah Gül, ülkenin tek yasama meclisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Ağustos 2007 tarihinde cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Temmuz 2007’de özgür ve adil olarak yapıldığı düşünülen meclis seçimleri sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) meclisteki koltukların çoğunu kazanarak Başbakan Recep Tayip Erdoğan başkanlığında tek partili bir hükümet kurmuştur. Mecliste altı muhalefet partisi ve beş bağımsız üye bulunmaktadır. Sivil otoriteler güvenlik güçlerinin kontrolünü genel olarak etkili biçimde korumuştur.Hükümet genellikle vatandaşların haklarına saygı duymuş ancak bazı konularda ciddi sorunlar yaşanmaya devam etmiştir. Yıl içinde insan hakları örgütleri, güvenlik güçlerince uygulanan işkence, dayak ve taciz olaylarının sayısında artış olduğunu belgelemiştir. Güvenlik güçleri yasa dışı şekilde adam öldürmüş ancak, bu davalardaki tutuklama ve kovuşturmaların sayısı olayların sayısıyla karşılaştırıldığında daha az olmuş ve nadiren mahkûmiyet kararı verilmiştir.
Aşırı kalabalık koğuşlar ve yetersiz personel eğitimi gibi uzun süredir devam eden sorunlar nedeniyle hapishane koşulları yetersiz kalmıştır. Polisler yasaların öngördüğü şekilde gözaltındakilerin avukatlarına hemen ulaşma hakkını kullanmalarına her zaman izin vermemiştir. Seçilmiş hükümetteki ve devlet bürokrasisindeki bazı görevlilerin zaman zaman yargının bağımsızlığını kısıtlamaya çalıştığı iddia edilmiştir. Hâkimle savcıların fazla yakın ilişkisi adil bir yargılanma hakkını engellemeye devam etmiştir. Aşırı uzun süren davalar sorun olmuştur. Hükümet, ceza yasasının hükümeti, devleti, "Türk milletini" ve cumhuriyetin kurum ve sembollerini aşağılamayı yasaklayan maddeleri gibi çok sayıda yasayı ve anayasal sınırlamaları kullanarak ifade özgürlüğünü kısıtlamıştır. Kısıtlamalar internet erişimini de kapsamış ve mahkemeler ve bağımsız bir kurul yaklaşık olarak 1475 olayda telekomünikasyon şirketlerinden web sitelere erişimi engellemelerini talep etmiştir.
Gayrimüslim dini gruplar dinlerini açıkça yaşama, mülkiyet sahibi olma ve dini lider yetiştirme konularında kısıtlamalarla karşılaşmaya devam etmiştir. Namus cinayetleri ve tecavüz dâhil olmak üzere kadına karşı şiddet yaygın bir sorun olmaya devam etmiştir. Çocuk evlilikleri yaşanmaya devam etmiştir. Polisin yolsuzluklarından dolayı işçilik ve cinsel istismar amaçlı insan ticaretinde artış olmuştur.Hükümet Nisan ayında ceza yasasının 301. Maddesindeki ifade özgürlüğü kavramındaki kısıtlamaların bazılarını kaldırmıştır. Buna göre yasa kişinin fikrini dile getirmesi halinde ceza almasına ve hakkında kovuşturma başlatılmasına neden olabilecek koşulları daha dar bir şekilde tanımlamıştır. Hükümet yasayı Haziran ayında, devlet televizyonunda Türkçe olmayan yayınlardaki kısıtlamaları azaltacak şekilde değiştirmiştir.
Hükümet 25 Aralık’ta, 24 saat yayın yapan devlet televizyonu kanalında test yayınına başlayarak Kürtçe yayınların sayısını arttırmıştır. Hükümet Aleviler’in kaygılarını kabul etmek ve bunları ele almak için yıl içinde çeşitli adımlarda bulunmuştur. Meclis Şubat ayında Vakıflar Yasasını dini azınlıklara yeni mülkiyet edinme ve istimlâk edilmiş malları geri alma hakkı tanıyacak şekilde değiştirmiştir.İNSAN HAKLARINA SAYGIBölüm 1 Aşağıdakilere Maruz Kalmayacak Biçimde Bireyin Kişiliğine Saygı:a. Yaşama Hakkının Keyfi ve Yasa Dışı İhlaliHükümet ya da temsilcileri siyasal nedene dayalı cinayet işlememiştir; ancak güvenlik güçleri yıl içinde çok sayıda kişiyi öldürmüştür. Bir sivil toplum örgütü (STÖ) olan İnsan Hakları Vakfı (İHV) güvenlik güçlerinin gösteriler sırasında yedi kişinin ölümüne neden olduğunu bildirmiştir.
Yahya Menekşe 15 Şubat tarihinde Şırnak’ın Cizre ilçesindeki bir gösteri sırasında polis panzeri altında kalarak hayatını kaybetmiştir. Resmi otopsi sonuçları Menekşe’nin panzerin altında ezilerek öldüğünü doğrulamıştır. Cizre Kaymakamlığı ilk başta Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının olayı araştırmasına izin vermemiştir. 23 Ekim’de, bir Diyarbakır mahkemesi kaymakamlığın kararını bozmuş ve yedi polis memuru hakkında kovuşturma kararı çıkarmıştır. Soruşturma yıl sonunda devam etmekteydi.5 Mart’ta, Van’ın Erciş ilçesindeki Dünya Kadınlar Günü kutlamaları nedeniyle yapılan gösteride, göstericiler ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada Mehmet Deniz ağır şekilde yaralanmış ve daha sonra hayatını kaybetmiştir.
22 Mart’ta, polis Van’daki Nevruz kutlamalarında Zeki Erik’i göğsünden vurmuş ve Erik kaldırıldığı Van Üniversitesi Hastanesi’nde yaşamını yitirmiştir.Güvenlik güçlerinin dur ihtarına uymayan sivillere ateş açarak öldürdüğüne dair bildirimler devam etmiştir. İnsan Hakları Derneği (İHD) dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle 9 kişinin öldüğünü ve 12 kişinin yaralandığını ve önceki seneye oranla ölü ve yaralı sayısının artış gösterdiğini bildirmiştir.İnsan hakları örgütleri, hükümetin değiştirilen Anti Terör Yasası ve diğer yasalarda öldürücü güç kullanılması gereken durumları açıkça belirlememesinin aşırı güç kullanımını etkilediğini bildirmiştir.
26 Temmuz’da, bir polis memuru dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle Bursa’da Gökhan Ergün’ü öldürmüştür. Bir Bursa ceza mahkemesi "ölüme neden olacak şekilde kasten yaralama" suçundan polis memurunu yargılamış ve 13 Kasım’da görülen duruşmanın ardından kefaletle serbest bırakmıştır. Dava yıl sonunda devam etmekteydi.25 Ağustos’ta, Sivas’taki bir kontrol noktası polis ekibinin dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle bir otomobile ateş açması sonucu sürücü Turan Özdemir hayatını kaybetmiştir.İHV’ye göre, güvenlik güçleri dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle polisin rastgele ateş açması sonucu veya diğer yasa dışı yollardan toplam 37 kişiyi öldürmüştür.
11 Ekim’de, Engin Ceber diğer üç genç arkadaşıyla birlikte sol görüşlü bir gazete olan Yürüyüş’ü (Mart) satarken gözaltına alınmış ve iddialara göre gözaltındayken güvenlik güçlerinin dövmesi sonucu beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetmiştir. Tutukluların avukatı İstanbul İstinye polis karakolundaki polis memurları hakkında, daha sonra Metris Cezaevine nakledilen dört genci dövdükleri iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Adalet Bakanlığı Ceber’in ölümüyle ilgili olarak araştırma yapmak üzere bir müfettiş atamıştır. Araştırma yıl sonunda devam etmekteydi. 15 Ekim’de, Adalet Bakanı güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanması nedeniyle kamuoyundan özür dilemiştir.
Adalet Bakanlığı soruşturma sırasında 19 cezaevi personelini açığa almıştır.29 Aralık’ta, bir İstanbul savcısı, iddialara göre 2007 yılında Ümraniye Cezaevi’nde kaldığı sırada kötü muamele sonucu beyin kanaması geçiren Mustafa Kürkçü’nün ölümüyle ilgisi olduğundan şüphelenilen yedi polis memurunun soruşturmasını kapatmıştır.
Kürkçü’nün durumuyla ilgili ailesinin gözlemlerine ve bazı sağlık raporlarının aksine savcı Kürkçü’nün yaralarının gözaltına alınmadan önce oluştuğunu söylemiştir.Eylül 2007’de, Van’ın Aşağı Koçkıran köyünde güvenlik güçlerinin ateş açması sonucu hayatını kaybeden Kürt kökenli Ejder Demir olayının soruşturulması ya da davasıyla ilgili yıl sonunda bir gelişme bulunmamaktaydı. Demir’in ölümünün ardından köyü ziyaret eden bir STÖ heyeti tanıkların ifadelerine göre askerler Demir’i uyarmadan arkasından vurmuştur; ancak hükümet yetkilileri Demir’in kaçmaya çalışırken vurulduğu iddialarında ısrar etmiştir.6 Kasım’da, bir İstanbul mahkemesi, 26 yaşındaki Feyzullah Ete’nin İstanbul Avcılar’da öldürülmesiyle ilgili Kasım 2007’deki davada polis memuru Ali Mutlu’yu kefaletle serbest bırakmıştır.
İddialara göre Ete Mutlu’nun göğsüne tekme atması sonucu kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmiştir. Ete ve bir arkadaşı bir parkta içki içmekteydi. Tanıkların ifadelerine göre polis kurbanı ve arkadaşını dövmeden önce uyarmıştır. Dava yıl sonunda devam etmekteydi. Yıl sonunda İç İşleri Bakanlığı’nın polis memuru hakkında yaptığı soruşturmayla ilgili bir gelişme bulunmamaktaydı.
6 Haziran’da görülen duruşmadan sonra, Hakkâri Şemdinli`de bir kişinin hayatını kaybettiği bir kitabevinin bombalanması olayı ve ardından yapılan şiddet gösterileri ile ilgisi olan jandarma görevlileri Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile sözde itirafçı Veysel Ateş’in davası yıl sonunda devam etmekteydi. Mayıs 2007’de, temyiz mahkemesi, Kaya ve İldeniz’in 2006’daki bombalama davası sonucunda aldıkları mahkûmiyet kararını ve Ateş’in başka bir davadaki mahkûmiyet kararını bozmuş ve bu davaların birleştirilip askeri bir mahkemede görülmesine karar vermiştir. Bombalama olayının ardından göstericilere aşırı güç uyguladığı gerekçesiyle Tanju Çavuş aleyhinde ve terörist örgütü Kürt İşçi Partisi (PKK) üyelerine yardım ve yataklık ettiği gerekçesiyle kitabevinin sahibi Seferi Yılmaz aleyhinde açılan davalar yıl sonunda devam etmekteydi.12 Mart’ta, bir Eskişehir ceza mahkemesi, 2004 yılında Ahmet ve Uğur Kaymaz’ı yasa dışı şekilde öldürmekle suçlanan dört polis memurunun davasına müdahale etmeye çalıştığı iddia edilen avukat Tahir Elçi`nin beraatına karar vermiştir. 2007‘de savcılar, davayla ilgili yaptığı basın açıklamasının ardından Kaymaz ailesinin avukatı Elçi aleyhinde suç duyurusunda bulunmuştu. Dört polis memuru Nisan 2007’de beraat etmiştir.
İHV Aralık ayına kadar 32 mahkûmun şüpheli şekilde öldüğünü bildirmiştir. Bu rakam 2007’ye oranla büyük artış göstermiştir. İddialara göre bunların en az 17’si intihar vakasıydı.Nijeryalı mülteci Festus Okey’in Ağustos 2007 tarihinde öldürülmesiyle ilgili olarak bir İstanbul Beyoğlu Emniyeti görevlisi aleyhinde açılan dava yıl sonunda devam etmekteydi. Okey İstanbul’daki bir polis karakolunda, silahlı olduğu iddia edilen bir polis tarafından sorguya çekildiği sırada ölmüştür. Beyoğlu ceza mahkemesi Kasım 2007’de davayı "ihmal nedeniyle ölüme sebebiyet verme" yerine "taammüden adam öldürme" suçundan ağır ceza mahkemesine sevk etmiştir.
Hükümete göre, yıl içinde PKK’yla yapılan silahlı çatışmalarda 49 sivil ölmüş, 252’si yaralanmış, 143 güvenlik güçleri üyesi ölmüş, 256’sı yaralanmış ve 657 terörist ölmüştür. Çatışmaların çoğu güneydoğuda gerçekleşmiştir. Ölen ve yaralanan sivil vatandaş sayısı 2007’ye oranla önemli ölçüde artış göstermiştir. İHV`ye göre yıl içinde, kara mayınları ve başıboş patlayıcılar 24 sivilin ölümüne ve 43`ünün yaralanmasına neden olmuştur. Hem güvenlik güçleri, hem de PKK kara mayını kullanmıştır.Yıl içindeki çeşitli olaylarda, hükümetin askeri uçakları Türkiye’deki saldırıların ardından Kuzey Irak’ın PKK kontrolündeki bölgelerine saldırı düzenlemiştir. Basında çıkan haberlere göre bu saldırılarda bir sivil yaralanmıştır.KaybolmaSiyasi nedenlerle kaybolmaya dair iki bildirim olmuştur.
3 Haziran’da, Enver Elbat’ın akrabaları İHD’ye Elbat’ın Aralık 2007’den beri kayıp olduğunu bildirmiştir. Elbat’ın babası oğlunun 12 yıl hapis yattığını söylemiştir. Baba Elbat oğlunun kaybolmasıyla ilgili daha fazla bilgi almak istediğinde polisin kendisine oğlunu dağlarda aramasını söylediğini iddia etmiştir.29 Temmuz’da, Hasan Onay’ın ailesi İHD’ye oğullarının 13 Haziran’da polis tarafından gözaltına alındığını ve o tarihten itibaren kayıp olduğunu bildirmiştir. Aralık 2006’da, Onay ve diğerleri Temel Haklar ve Özgürlükler Derneğindeki bir baskın sırasında polise karşı direnmiştir. Onay kaçmış ve gözaltına alındığı iddia edilen tarihe kadar saklanmıştır.İşkence ve Diğer Zalimce, İnsanlık Dışı ya da Onur Zedeleyici Muamele veya Cezalandırma Anayasa ve kanunlar bu tür eylemleri yasaklamaktadır; ancak, bazı güvenlik güçleri üyeleri işkence, dayak ve taciz gibi davranışları sergilemeye devam etmiştir.İnsan hakları örgütleri ve Avrupa Komisyonu yıl içinde işkence ve taciz olaylarında artış olduğunu bildirmiştir.
Uluslararası Af Örgütü (AI) 5 Temmuz 2007’de yayınladığı bir raporda polis ve jandarmanın dokunulmazlıkları sayesinde uyguladıkları işkenceler için hesap vermediğini ve mahkemelerin işkenceyle ilgili tıbbi kanıtları reddederken işkence sırasında alındığı iddia edilen ifadeleri kabul ettiğini bildirmiştir.Mahkemeler yıl boyunca güvenlik güçleri tarafından yapıldığı iddia edilen birçok taciz ve işkence suçlamasını incelemiş, ancak, suçluları nadiren mahkûm etmiş ya da cezalandırmıştır.
Mahkemeler suçluları mahkûm ettiğinde, verilen ceza genellikle en alt düzeyde olmuş ve infazlar çoğu zaman ertelenmiştir. Yetkililer taciz ile suçlanan görevlilerin görevlerine devam etmesine genellikle izin vermiş, hatta bazı durumlarda, bu görevliler uzun yıllar süren davaları sırasında terfi etmiştir.Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun Aralık ayında yayınladığı rapora göre 2003–08 yılları arasında, işkence veya kötü muamele uygulamak suçundan haklarında soruşturma başlatılan 2140 personelin yüzde 2’si disiplin cezası almıştır.Türk Polis Teşkilâtı (TPT) 14 işkence iddiası vakası olduğunu ve 60 personel hakkında idari ve adli soruşturma başlatıldığını bildirmiştir.
24 Ekim`de yayınlanan rapora göre işkence uyguladığı iddia edilen şüpheliler hakkında başlatılan kovuşturma sonucu hiç kimse mahkûm edilmemiş ya da işten çıkarılmamıştır. Dört davada maaş kesintisi uygulanmasına karar verilmiştir.Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın (İHB) Ekim ayında yayınladığı rapora göre 2008’in ilk altı ayında yaşanan işkence ve acımasız eylem vakalarının sayısı 2007’nin ilk yarısında meydana gelenlerden daha fazla olmuştur. İHB’ye göre 2008’in ilk yarısında 178 kişi acımasız muamele ve 26 kişi işkence iddiasında bulunmuştur. 2007`nin aynı döneminde ise, 79 acımasız muamele ve 17 işkence bildirimi yapılmıştır.İHD’ye göre yılın ilk dokuz ayında 238 işkence olayı meydana gelmiştir.Olaylarda toplam 178 kurban ve 298 şüpheli (263 polis, 15 jandarma ve diğer 20 kamu çalışanı) yer almıştır.
İHV yılın ilk dokuz ayı içinde 312 kişinin yardım için İHV merkezlerine başvurduğunu bildirmiştir. Bu kişilerden 182`si yıl içinde meydana gelen işkence ve taciz olaylarına, geri kalanlar ise daha önce yaşanan taciz olaylarına maruz kalmıştır. Pek çok insan hakları gözlemcisi, gözaltına alınanların çoğunun misillemeden korktuğu ya da şikâyet etmenin faydasız olacağına inandığı için sadece küçük bir kısmının işkence ve taciz bildiriminde bulunduğunu iddia etmiştir.Bir STÖ olan Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı’nın (TOHAV) Ekim ayında yayınladığı rapora göre yıl içindeki işkence davalarında artış olmuştur.
2006’dan 28 Şubat 2008’e kadar güvenilir işkence raporları gönderen kişiler üzerinde yapılan 275 kişilik bir çalışmaya dayanarak TOHAV kurbanların 210’unun etnik Kürt, 55’inin etnik Türk ve 10’unun etnik Arap olduğunu bildirmiştir. 217 kurban siyasi görüşlerinden, 36’sı cinsel eğilimlerinden ve 22’si suç işledikleri için işkenceye maruz kaldığını iddia etmiştir. Kurbanların 15’i polis aracında, 83’ü açık alanda ve 76’sı karakolda kötü muamele gördüğünü söylemiştir. Sadece 70 kişi işkence iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş ve bunların sadece 5’i hakkında dava açılmıştır. Bu davalar yıl sonunda devam etmekteydi.
Avrupa Komitesi İşkenceyi Önleme Konseyi (CPT) ve yerel insan hakları gözlemcileri güvenlik görevlilerinin çoğunlukla, tekrar tekrar tokatlama, soğuğa maruz bırakma, soyma ve gözleri bağlama, yemek ve uyku mahrumiyeti, gözaltındakileri ya da aile üyelerini tehdit etme, başa su damlatma, tecrit ve alay etme gibi fiziksel iz bırakmayan işkence ve taciz yöntemleri kullandığını bildirmiştir. Kurbanlarla ilgilenen insan hakları eylemcileri, avukatlar ve doktorlar, işkence ve taciz için artan cezalar nedeniyle, polislerin tespit edilmemek için bu eylemleri genellikle gözaltı merkezlerinin dışında yaptıklarını söylemiştir.İnsan hakları eylemcileri, sıradan suçlar nedeniyle tutuklananların devlet aleyhine konuşmak gibi siyasi nedenlerle tutuklananlar kadar işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, ancak onların gördükleri kötü muameleleri daha az bildirdiğini belirtmiştir. Gözlemciler, güvenlik görevlilerinin siyasi nedenlerle gözaltına alınanlardan bazılarını korkutup sindirmek ve onlarla aynı siyasi görüşlere sahip kişilere uyarı göndermek amacıyla gözaltındakilere işkence ettiğini söylemiştir. Yetkililerin bazı şüphelilere itirafta bulunmaları için işkence yaptığı iddia edilmiştir.
17 Eylül’de, Van Emniyet Müdürlüğü’nde görevli polis Gazi Özüak hırsızlıktan şüpheli Zeki Şimşek’e işkence yaptığı iddiasıyla tutuklanmıştır. Özüak, Şimşek’i dokuz gün önce bir hırsızlık olayına karıştığı iddiasıyla gözaltına almıştı. Şimşek çıkarıldığı mahkemede, sorgu sırasında çivi ve sigara ile işkenceye maruz kaldığını iddia etmiş ve bu iddiaları Van Devlet Hastanesi’nden alınan sağlık raporuyla doğrulanmıştır.28 Eylül’de, polis sol görüşlü bir gazete olan Yürüyüş’ü (Mart) dağıttıkları gerekçesiyle Engin Ceber, Özgür Karakaya, Aysu Baykal ve Cihan Gün’ü tutuklamıştır. Gençler 2007 yılında Ferhat Gerçek’in aynı gazeteyi dağıtırken polis tarafından vurulması sonucu felç olmasını protesto etmek için bu gazeteyi dağıtıyordu. Avukatları İstanbul İstinye polis karakolundaki polis memurları hakkında, daha sonra Metris Cezaevine nakledilen dört genci dövdükleri iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. 6 Ekim’de, Ceber tedavi için hastaneye kaldırılmış ve 11 Ekim’de hayatını kaybettiği açıklanmıştır; ölümüyle ilgili başlatılan soruşturma yıl sonunda devam etmekteydi (bkz. Bölüm 1.a.). 15 Ekim’de, Adalet Bakanı güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanması nedeniyle kamuoyundan özür dilemiştir.
Adalet Bakanlığı soruşturma sırasında 19 cezaevi personelini açığa almıştır.Ferhat Gerçek’in Yürüyüş adlı gazeteyi satarken vurularak felç olmasıyla ilgili Ekim 2007’deki davada, Gerçek Haziran ayında, olay hakkında başlatılan soruşturmada kendisini vuran polis memurunu teşhis etmiştir. Tutuklanmaya direndiği gerekçesiyle Gerçek’in 15 yıl 4 ay ve orantısız güç kullandıkları için Gerçek’i tutuklayan 8 polisin 9 yıl hapsi istenmiştir. Davalar davalı polis memurları ilk duruşmaya gelmedikleri için ertelenmiştir.30 Eylül’de, sol bir örgüt üyesi olmak gerekçesinden Ankara Sincan "F-Tipi" (yüksek güvenlikli) cezaevinde bulunan erkek kardeşini ziyareti sırasında iddialara göre 20 gardiyan tarafından acımasız muamele görmesi sonucu Derya Bakır’ın bacakları kırılmıştır. Gardiyanların görüşme salonunu zamanında terk etmediği gerekçesiyle Bakır’ı dövdükleri ve sol ayağını kırdıkları iddia edilmiştir.
Bir polis karakolunda gözaltındaki kocasını ziyareti sırasında işkence gördüğünü iddia eden Diyarbakırlı bir kadın tarafından Mart 2007 tarihinde yapılan suç duyurusuyla ilgili yıl sonunda halen herhangi bir soruşturma başlatılmamıştı. Kadın bir memurun kendisini tutarken diğer bir memurun copla yaklaşık bir saat kendisine vurduğunu iddia etmiştir. Polis kötü muamelede bulunduğunu inkâr etmiştir.
29 Aralık’ta, bir İstanbul savcısı, iddialara göre 2007 yılında Ümraniye Cezaevi’nde kaldığı sırada kötü muamele sonucu beyin kanaması geçiren Mustafa Kürkçü’nün ölümüyle ilgisi olduğundan şüphelenilen yedi polis memurunun soruşturmasını kapatmıştır. Kürkçü`nün durumuyla ilgili ailesinin gözlemlerine ve bazı sağlık raporlarının aksine savcı Kürkçü`nün yaralarının gözaltına alınmadan önce oluştuğunu söylemiştir.Temmuz 2007’de, polisin İstanbul`da, Türkiye`deki üniversite giriş sınavı sistemini protesto eden Yüzde 52 grubu lideri ve Yüzde 52 Öfke dergisi ile Özgür Hayat gazetesi sorumlu yazı işleri müdürü Sinan Tekpetek`i dövdüğü iddiasıyla ilgili yıl sonunda halen herhangi bir soruşturma başlatılmamıştı. Tekpetek, trafikte çevirme sırasında polisin kendisine göz yaşartıcı sprey sıkıp dövdüğünü, daha sonra araca bindirilip boş bir araziye götürüldüğünü ve burada dövmeye devam ettiklerini ve sonra tekrar araca bindirilip hareket halindeki araçtan atıldığını iddia etmiştir.İnsan hakları örgütleri yıl içinde gardiyanların cezaevinde mahkûmları dövdüğü çeşitli olayları belgelemiştir.17 Ocak’ta, Bolu "F-Tipi" cezaevinde kalan Muzaffer Akengin, Deniz Güzel ve Naif Bal adındaki üç mahkûm gardiyanlar tarafından sopa ve tekmelerle dövüldükleri iddiasıyla cumhuriyet savcılığına resmi bir şikâyette bulunmuştur.
1 Aralık’ta, savcı gardiyanlara hakaret ettikleri gerekçesiyle üç mahkûm aleyhinde dava açmış ve cezaevi idarecileri mahkûmlara iki ay "disiplin cezası" vermiştir.Temmuz 2007’de, Hürriyet gazetesi muhabiri Aydın Doğan, 17 ve 18 yaşlarındaki iki gencin bir erkek sığınma evinde tecavüzde bulundukları iddiasıyla sene başında hapiste kaldıkları 10 gün içinde hapishane görevlileri tarafından işkence gördüğü iddiasıyla (bu iddia daha sonra geri çekilmiştir) ilgili bir haber yayınlamıştır. Yıl sonunda İHV herhangi bir soruşturma başlatılmadığını bildirmiştir.Eylül 2007’de, Av. Filiz Kalaycı, Av. Murat Vargün ve Av. İbrahim Vargün aynı ayın başında Sincan cezaevinden Kırıkkale "F-tipi" cezaevine nakledilen müvekkillerinin buradaki bir grup gardiyan tarafından ağır şekilde dövülüp kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmiştir. Avukatlar, buraya nakledildikten sonra müvekkillerinde morluk, dişlerinde kırık ve ayakta durmakta ve nefes almakta zorluk çekme gibi gözlemlerde bulunduklarını söylemiştir. Yıl sonunda soruşturma başlatıldığına dair bir bildirim bulunmamaktaydı.
7 Mart’ta, üçüncü ceza mahkemesi 2005 yılında Malatya Çocuk Esirgeme Kurumundaki çocuklara kötü muamele etmekle suçlanan 12 kurum çalışanı aleyhinde dava açmış ve Malatya ceza mahkemesi "görevlerini ihmal ettikleri" gerekçesiyle sekiz kurum çalışanına bir yıl hapis cezası vermiş ancak cezanın infazını ertelemiştir. Kurum çalışanları aleyhinde taciz suçundan açılan diğer iki ceza davası yıl sonunda devam etmekteydi. Soruşturmalar 2005 yılında çalışanların çıplak yetim çocukları döverkenki görüntülerinin basında yayınlanması sonucunda başlamıştır. Çocuklardan bazıları dışkı yemeye zorlandıklarını iddia etmiştir. Yapılan sağlık muayenesi 46 çocuktan 21`inin ciddi darp izleri ve sıcak su yanıkları da dâhil olmak üzere işkenceye maruz kaldığını kanıtlamıştır.Cezaevi ve Gözaltı Merkezlerinin DurumuYıl içinde cezaevi koşulları genel olarak gelişme gösterirken tesisler yetersiz kalmıştır. Kaynak eksikliği, aşırı kalabalık koğuşlar ve yetersiz personel eğitimi sorun yaratmıştır.Yıl sonunda Adalet Bakanlığı ülkede 92.497 kişi kapasiteli, toplam 90.837 mahkûmun bulunduğu 391 cezaevi olduğunu bildirmiştir. Bu mahkûmlardan 53.229’u duruşma için beklemekteydi.
Türk Tabipler Birliğine göre, cezaevlerindeki doktor sayısı yetersizdi ve psikologlar sadece bazı büyük cezaevlerinde bulunmaktaydı. Birçok hükümlü, ciddi hastalıklar için uygun tıbbi tedavi görme isteğinin reddedildiğini belirtmiştir. İHD 2008’in ilk dokuz ayında 370 mahkûmun uygun tedavi görme isteğinin reddedildiğini bildirmiştir.Güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındıktan sonra sığınma hakkı talep eden yabancılar İç İşleri Bakanlığına bağlı "yabancılar için misafir evlerinde" kalmaktaydı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine (BMMYK) göre misafir evlerinde kalan mülteciler buraların çok kalabalık olduğu ve kendilerine yeterli gıda ve tıbbi tedavi sağlanmadığını bildirmiştir.Çocuklar için ayrı binaların varlığına rağmen, bazen çocuklar ve yetişkinler karşılıklı olarak girip çıkılabilen bitişik koğuşlarda tutulmuştur. Gözlemciler, gözaltındakilerle hükümlülerin zaman zaman bir arada tutulduğunu bildirmiştir. Şiddet içermeyen, ifadeye ilişkin suçlardan hükümlü mahkûmlar bazen yüksek güvenlikli cezaevlerinde tutulmuştur.
Hükümet CPT gibi bazı uluslararası örgüt temsilcilerinin cezaevlerini ziyaret etmesine izin vermiştir. CPT ülkeye yaptığı düzenli ziyaretlerinin en sonuncusunu 2004 yılında gerçekleştirmiştir. Mayıs 2007’de, bir CPT heyeti PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tek mahkûm olduğu İmralı Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevini ziyaret etmiştir. CPT 2006 yılında psikiyatri merkezlerine ziyaret düzenlemiştir. Ancak, yerel sivil toplum örgütleri (STÖ`ler) cezaevlerine girememiştir. Yerel insan hakları örgütleri ve eylemcileri hükümet yetkilileri ve özel şahıslardan oluşan cezaevi denetleme kurullarının yetersiz olduğunu bildirmiştir.
Adalet Bakanlığı Temmuz 2007’de meclis üyelerinin terör veya anayasa veya devleti ihlal suçundan hüküm giymiş mahkûmları ziyaret etmesini kısıtlayan bir yönetmelik çıkarmıştır. Hükümet kaynaklarına göre yetkililer, Kürt taraftarı Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekillerinin Abdullah Öcalan`ı ziyaret etme girişimlerini önlemek için bu yönetmeliği kabul etmiştir. İnsan hakları eylemcileri bu önlemin demokratik olmadığını ve milletvekillerinin cezaevlerine girme hakkını kısıtlayarak işkence gibi süregelen sorunların denetiminin azalacağını iddia etmiştir.Keyfi Tutuklama ve GözaltıYasalar keyfi tutuklamayı ve gözaltına almayı yasaklamaktadır; ancak, hükümet bu yasaklara zaman zaman uymamıştır.Polisin ve Güvenlik Aygıtlarının Rolüİç İşleri Bakanlığı kontrolündeki Türk Polis Teşkilatı (TPT), büyük kentlerin güvenliğinden sorumludur. İç İşleri Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetlerin müşterek kontrolündeki paramiliter bir güç olan jandarma, kırsal alanların güvenliğinden sorumludur. Jandarma aynı zamanda kaçakçılığın yaygın olduğu belli sınır bölgelerinden de sorumludur; bununla beraber, sınırların kontrolünün sorumluluğu tamamen orduya aittir. İnsan hakları örgütleri, soruşturma sırasında savcılardan emir almak üzere oluşturulan adli polisin İç İşleri Bakanlığı`na bağlı kalmaya devam ettiğini belirtmiştir.Köy korucuları olarak bilinen ve güneydoğuda yoğunlaşan bir sivil savunma gücü diğer güvenlik güçlerinden daha az profesyonel ve disiplinlidir.
Köy korucuları sık sık uyuşturucu kaçakçılığı, yolsuzluk, hırsızlık, tecavüz ve diğer suçlarla suçlanmıştır. Yetersiz denetim ve verilen ödünler bu sorunu körüklemiş ve iddialara göre pek çok olayda jandarma köy korucularını kovuşturmaya tabi tutulmaktan korumuştur. Güvenlik güçlerinin genel olarak etkili olduğu varsayılsa da, taciz olaylarındaki en büyük sorumluların köy korucuları, Jandarma ve özel polis güçlerinin olduğu düşünülmektedir. Yolsuzluk ve dokunulmazlık ciddi sorunlar olarak kalmaya devam etmiştir.Mayıs 2007’de köy koruculuk sistemini kontrol altına almak için meclisten bir yasa geçirilerek ilerleme kaydedilmiştir. Bu yasa normal şartlar altında köy korucularının toplam sayısını 40.000 ile sınırlandırır ve Bakanlar Kurulu`nun bu sayıyı yüzde 50`ye kadar çıkarabilmesini ve halen görevde olan köy korucularına sürekli istihdam sağlanmasını öngörür. Ayrıca yasaya göre köy korucularının zorunlu emeklilik yaşı 55`tir; erken emekli olanlara kısmi maaş verilir ve 15 yıldan fazla hizmet edenlere emekli maaşı verilir. Yasalar ayrıca İç İşleri Bakanlığı`nın işe alma, işten çıkarma, eğitim ve koruculuk sistemiyle ilgili diğer düzenlemeler için prosedürler belirlemesini gerektirir.
Hükümet yetkililerine göre yasa ile 63.000 köy korucusuna sosyal destek sağlamak ve emeklilik ile sistemi aşama aşama düzeltmek amaçlanmaktadır.TPT ve jandarma insan hakları ve terörle mücadele gibi birçok alanda uzmanlık eğitimi almıştır. Hükümet yetkilileri, silahlı kuvvetlerin er ve ast subayların eğitiminde insan hakları üzerinde özellikle durduğunu belirtmiştir.İç İşleri Bakanlığı Ekim ayına kadar, aşırı güç kullandıkları ve işkence uyguladıkları gerekçesiyle 60 güvenlik personeline karşı adli ve idari dava açıldığını bildirmiştir. Dört personelin maaşında kesinti yapılmış ancak hiç kimse işkence ve aşırı güç uyguladığı için işten çıkarılmamış ya da hüküm giymemiştir. 22 adli davada soruşturmadan vazgeçilmiş ve 29 idari davada "cezaya gerek olmadığı" veya "karara varmak gerekmediği" kararı verilmiştir.İç İşleri Bakanlığı kötü muamele ve aşırı güç uyguladıkları gerekçesiyle güvenlik personeli hakkındaki önceki yıllardan kalan 93 davanın yıl içinde sonuçlandığını bildirmiştir. Bunlardan seksen dördünde beraat karar verilmiş ve dokuz personel hüküm giymiştir. Hiçbir personel işten çıkarılmamıştır.8 Ekim’de, temyiz mahkemesi 1999 yılında tutuklanan Alparslan Yelden’in ölümüne sebep olmakla hüküm giyen sekiz polisin üç yıl dört aylık hapis cezası kararını bozmuştur. Yüksek mahkeme polis memurlarının beraat etmesi gerektiğine karar vermiştir.
Ekim ayında bir Burdur ceza mahkemesi Bucak Jandarma Komutanlığından üç komutana "gözaltında işkence uyguladıkları" gerekçesiyle iki yıl hapis ve bir yıl görevden uzaklaştırma cezası vermiştir. 2000 yılında, 17 köylü hırsızlık yaptığı iddiasıyla tutuklanmış ve jandarma merkezinde dövülmüştür.Tutuklama ve GözaltıŞüpheli suçüstü yakalanmadığı takdirde, tutuklanması için savcıdan izin alınması gerekmektedir. Bir şüpheli davanın hâkim tarafından kendisine tebliğinden önce, ulaşım süresi hariç 24 saat gözaltında tutulabilmekte, bu süre savcılığın kararıyla 48 saate çıkarılabilmektedir. Mahkemede bir kefalet sistemi bulunmaktadır. Davanın sanığa tebliğinden sonra hâkim, kefalet gibi uygun bir güvencenin alınması üzerine şüpheliyi serbest bırakabilmekte ya da mahkeme şüphelinin yargılanmaktan kaçabileceğine ya da kanıtları yok edebileceğine karar verirse tutuklama emri verebilmektedir. Yasalar, gözaltına alınan kişilere derhal avukata erişim hakkı ve bir avukatla herhangi bir zamanda buluşma ve görüşme hakkını vermektedir. Yasalar hükümetin, beş yıldan fazla hapis cezası alma ihtimali olduğu suç davalarında yoksul sanıklara bir avukat tayin etmesini öngörmektedir.Özel avukatlar ve insan hakları gözlemcileri, bu düzenlemenin özellikle avukatla görüşme konusunda düzensiz olarak uygulandığını bildirmiştir. Bazı bölgesel baro birliklerine göre sanıkların avukata ulaşma olanağı önceki yılla aynı oranda olmasına karşılık ülke çapında büyük ölçüde değişiklik göstermeye devam etmiştir. Çok sayıda baro birliği temsilcisi ve insan hakları örgütü, kentsel alanlarda gözaltına alınan pek çok kişinin gözaltına alındıktan hemen sonra avukatlarıyla görüştüğünü; ancak kırsal alanlarda, özellikle güneydoğuda, sanıkların hemen bir avukata ulaşamadığı vakaların sayısının daha yüksek olduğunu bildirmiştir.
İHD gözaltındayken bir avukatla görüşenlerin yüzdesinin değişmediğini gözlemlemiştir.İnsan hakları gözlemcileri, sanığın avukat ücretini karşılayamadığı pek çok davada sanığa avukat tayin edildiğini, ancak terörle ilgili çoğu davada şüpheli güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınıp sorgulanana kadar kendisine avukat tayin edilmediğini belirtmiştir. İl baro birlikleri, bu davalar için hükümet ücret ödediğinden dolayı bu tür davalarda avukat sağlanmasında zorluklar yaşamaya devam etmiştir.İHD polisin genellikle gözaltında avukat talep edenlere, gözaltı sırasında bir avukatla görüştükleri takdirde mahkemenin suçlu olduklarını varsayacağı gibi şeyler söyleyerek gözdağı verdiğini iddia etmiştir. Gözaltındakilerin aile bireyleriyle görüşmesine genellikle hemen izin verilmiştir; ancak insan hakları örgütleri ailelere bir akrabalarının gözaltına alınıp alınmadıklarını bulmalarına yardımcı olmalarının engellendiğini çünkü hükümetin bu tür bilgilerin örgütlere verilmesini reddettiğini bildirmiştir.
Şubat 2007’de meclis, Polisin Görevleri ve Yetkileriyle ilgili Yasayı değiştirerek güvenlik güçlerinin bir şüpheliyi arama ve gözaltına alma yetkisini önemli ölçüde genişletmiştir. Değiştirilen yasa çerçevesinde polis ve jandarma herhangi bir sebep olmaksızın bir vatandaşı kimliğini göstermeye zorlayabilmektedir. İHD genişletilen yetkinin yasal ve medeni haklara aykırı olduğunu belirtmiştir.Polis yıl içinde göstericileri rutin şekilde gözaltına almıştır. Polis çeşitli olaylarda bazı DTP partisi üyelerini gözaltına almıştır. Polis, insan hakları örgütleri ve basın mensupları ile gözlemcileri tutuklamaya ve taciz etmeye devam etmiştir. Polis "yasa dışı bir örgüte üye oldukları" şüphesiyle ve sol görüşlü materyal dağıttıkları gerekçesiyle kişileri gözaltına almaya devam etmiştir.14 Temmuz’da, İstanbul’daki savcılıklar "Ergenekon Çetesi" adlı bir örgüte üye olarak asayişi bozmak ve seçilmiş hükümeti devirmeyi planladıkları iddiasıyla aralarında önemli ordu, iş dünyası ve basın mensubunun da bulunduğu 90 kişi hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. İddianamede söz konusu çetenin aralarında dini liderlerinde bulunduğu tanınmış kişilere suikast düzenlemeyi ve önemli kişileri dövmeyi ve bombalamayı planladıkları iddiaları da yer almıştır.
20 Ekim’de başlayan davada mahkemeye sunulan iddianamede 86 kişinin adı geçmekteydi. Bazı basın mensupları ile hükümeti eleştirenler siyasi nedenlerden dolayı böyle bir iddianame hazırlandığını düşünmüştür. 14 Temmuz tarihli iddianameden yaklaşık olarak bir ay önce çok sayıda kişi herhangi bir suç belirtilmeden tutuklanmıştır.Duruşma öncesi gözaltı süresinin uzunluğu sorun yaratmıştır. Yasalar gözaltındakilere davanın hızlı bir şekilde tebliğ edilmesini ve yargılanmayı talep etme hakkı vermektedir; ancak, hâkimler bazı şüpheliler için, mahkeme görülmeksizin, bazen yıllarca süren süresiz gözaltı kararı vermiştir.e. Kamuya Açık Adil Bir Mahkemede Yargılanma Hakkının Reddi Yasalar bağımsız yargıyı öngörmektedir; ancak, yargı zaman zaman dış etkilere maruz kalmıştır. Yargıda yolsuzluk olduğuna dair iddialarda bulunulmuştur.Yasalar hükümetin yargı gücünün uygulanması konusunda emirler ya da tavsiyeler vermesini yasaklamaktadır; ancak hükümet, hükümet veya devlet yapısını eleştiren hâkimler hakkında zaman zaman resmi soruşturma başlatmıştır.En az bir hükümet yetkilisi yargı kurumuna talimat verdiği şekilde yorumlanabilecek beyanda bulunmuştur. Kasım ayında Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin 301. Maddeyi ihlal etmek suçundan Temel Demirer hakkında kovuşturma başlatılmasına izin vermiştir.
Duruşmadan önce Şahin şunları söylemiştir: "Devletime `katil` dedirtmem. İfade özgürlüğü bu değildir. Bu tamamen devletin şahsiyetini aşağılama suçudur."Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yargının bağımsızlığını zayıflattıkları gerekçesiyle büyük ölçüde eleştirilmiştir. Adalet Bakanı yedi üyesi bulunan kurulun başkanlığını yürütmekte ve Adalet Bakanlığı müsteşarı da kurulda görev yapmaktadır. Kurul kuralları bu iki yetkiliden birinin toplantıları yönetmesini öngörmektedir. Kurul, yüksek mahkemeler için hâkim ve savcı seçmektedir ve alt mahkemelerin denetiminden sorumludur. Kurul Adalet Bakanlığı bünyesinde yer alır ve kendi bütçesi yoktur. Anayasa, memuriyet hayatı boyunca iş güvenliği güvencesi vermekle birlikte, kurul hâkimlerin ve savcıların meslek hayatını atama, aktarma, terfi ve kınama gibi mekanizmalarla kontrol etmektedir.
30 Nisan’da, meclis Türk Ceza Yasasının devlete hakaret suçuyla ilgili 301. Maddesinde değişiklik yapmıştır. Daha önce "Türklüğe" hakaret etmek suçtu. Değişiklik, 301. Maddenin ihlal edildiğini iddia edebilmek için Adalet Bakanı’nın onayını gerektirmektedir. Böylece ideolojilerine göre hareket eden savcıları yargı sisteminden uzak tutmak hedeflenmektedir. Ancak Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) savcılar ve mahkemelerin, ideolojilerine göre hareket eden avukatların devlete veya Atatürk`e hakaret iddialarıyla açtığı davalar dâhil bazı davaları kabul ederken insan haklarının ihlaliyle ilgili pek çok şikâyeti yok saydığı iddiasında bulunmaya devam etmiştir.Aralık 2007’de, Savcılar ve Hâkimler Yüksek Kurulu, 2006 yılında bir gazetede yayınlanan makalesinde yargıya hakaret ettiği iddiasıyla Ankara Kazan ilçesi hâkimi Kemal Şahin aleyhinde Mart 2007’de başlatılan soruşturmayı delil yetersizliğinden kapatmıştır. Şahin gazetedeki yazısında bazı hâkimlerin belirli suç ve davaları takip ettikleri takdirde Yüksek Kurulun
haklarında soruşturma başlatmasından korktuğu için yargının güvenilirliğini ve tarafsızlığını kaybettiğini belirtmişti.Cumhuriyet savcıları ile hâkimler arasındaki yakın ilişki, ceza davalarında uygunsuzluk ve adaletsizlik olduğu izlenimini uyandırmıştır.Savcılar ve hâkimler Yüksek Kurul tarafından atanmadan önce birlikte öğrenim görmektedir. Atandıktan sonra aynı yerde oturmakta, genellikle aynı ofisi paylaşmakta ve beş yıldan fazla aynı mahkeme salonunda görev yapmaktadırlar.
Aralık 2007’de, hükümet, bütün yargı adaylarının Adalet Bakanlığı’nın yaptığı yazılı ve sözlü bir sınava girmelerini öngören bir yasa yürürlüğe koymuş ve 35 yaşın altındaki beş yıllık deneyim sahibi özel avukatların Adalet Bakanlığı’nda hâkim olarak görev yapması için bir mekanizma oluşturmuştur. Türkiye Barolar Birliği aynı ay içinde, Adalet Bakanlığı’nın adayları siyasi görüşlerine göre seçmesini sağlayan sözlü sınav koşulunu protesto etmek için bir miting düzenlemiştir. Hükümet yasanın sadece önceki uygulamayı yasal hale getirmek ve yüzlerce hâkim açığını kapatmak için gerekli olduğunu iddia etmiştir. Yıl sonunda Yüksek Kurul adli atama yapmaya devam etmekteydi.Bazı bölgesel baro birliklerine göre, hükümet halkın savunması için yetersiz kaynak tahsis etmiştir. Bu birlikler ayrıca, halka tayin edilen avukatların savcılar kadar sıkı bir eğitim almadıklarını ve minimum uzmanlık düzeyi sergilemek için sınava girmenin gerekli olmadığını belirtmiştir.Yargı sistemi genel mahkemeler, uzmanlaşmış ağır ceza mahkemeleri, askeri mahkemeler, ülkenin en yüksek mahkemesi olan Anayasa Mahkemesi ve diğer üç yüksek mahkemeden oluşmaktadır. Yüksek Temyiz Mahkemesi ceza davalarının temyizine, Danıştay idari davaların temyizine ya da devlet birimleri arasındaki davalara bakmakta ve Sayıştay devlet kurumlarını denetlemektedir. Davaların çoğu hukuk, idari ve suç mahkemelerini içeren genel mahkemelerde görülmüştür.
Adalet Bakanlığı, yüksek mahkemenin dava yükünü hafifletmek için 2004 yılında kabul edilen yasa uyarınca oluşturan bölgesel temyiz mahkemelerinde yıl sonunda dava görülmediğini ve söz konusu projenin yeni mahkeme binalarının yapımındaki ve hâkim ve savcıların atamasındaki gecikmeler nedeniyle ertelendiğini bildirmiştir. Kasım ayında Avrupa Komisyonu bunun "kaygılanacak bir durum" olduğunu belirtmiştir.Anayasa Mahkemesi yasalar, kararlar ve meclis prosedürüyle ilgili kuralların anayasaya uygunluğunu incelemekte ve siyasi
partilerin kapatılmasıyla ilgili davalara bakmaktadır. Cumhurbaşkanları ve başbakanlar bir suçla itham edildikleri takdirde anayasa mahkemesinde yargılanabilmektedir. Bununla beraber mahkeme, olağanüstü durumlarda, askeri yasalar çerçevesinde, savaş zamanında ya da meclis tarafından yetki verilen diğer durumlarda "yasa gereğince verilen kararları" dikkate alamaz.
Kendi temyiz sistemleri olan askeri mahkemeler, silahlı kuvvetlere yönelik askeri yasalarla ilgili davalara bakmaktadır. Askeri mahkemeler aynı zamanda hem siviller hem de askeri personel tarafından işlenen suçlarla ilgili davalara da bakabilmektedir.İdari ve bürokratik engeller kovuşturmalara mani olmuş ve insan hakları ihlali suçundan az sayıda güvenlik güçleri personelinin hüküm giymesinde etkili olmuştur. Yasa gereğince, mahkemeler bir davalı en az bir duruşmaya katılmadığı takdirde mahkûmiyet kararı veremez. Davalı polisler mahkûmiyetten kaçmak için zaman zaman duruşmalara katılmamıştır; davacı avukatlar mahkemelerin, davalıların maaş ya da emekli maaşı çeklerinin ev adreslerine gönderildiği davalarda bile, bu davalıları bulmak için ciddi bir çaba harcamadığını iddia etmiştir.
Uluslararası Af Örgütü`nün (AI) 2007 tarihli bir raporuna göre davalılar mahkeme salonundaki dava işlemleri sırasında adil yargılanma haklarının ihlal edilmesiyle ilgili çeşitli sorunlarla karşılaşmıştır. Rapor yeni bir yasanın savunmanın kendi tanıklarını çağırmasını öngörmesine rağmen mahkemelerin savunma tanıklarını dinlemeyi reddettiğini, mahkemeler ve savcıların genellikle savunmanın kanıtlarının incelenmesini reddettiğini, çok sayıda birikmiş dava olması nedeniyle yıllarca süren duruşma öncesi ve duruşma dönemlerinin sıkça yaşandığını, genellikle mahkemelerin davalıların duruşma öncesi oturumlara katılmasına izin vermediğini ve davalılara kalifiye tercüman temin etmediğini belirtmiştir.AI raporuna göre devlet güvenlik mahkemelerinden (2004`te kaldırılmıştır) ağır ceza mahkemelerine sevk edilen sanıkların davalarına, dava devlet güvenlik mahkemesinde görüldüğü sırada mahkemeye başkanlık eden aynı hâkim ve savcılar bakmıştır. Raporda ayrıca, bu hâkimlerin sanıklara itirafta bulunmaları için işkence uygulandığı ya da avukatlarıyla görüşmelerine izin verilmeyen, "gayriresmî" uzun gözaltı sürelerinin olduğu iddialarını genellikle soruşturmadığı veya dikkate almadığı belirtilmiştir. Rapor, bu davalardaki sanıkların işkence veya başka kötü muamelelere maruz kaldığı sırada yaptığı itirafların kanıt olarak kabul edilmesi sonucu hüküm giydiğini belirtmiştir.
Dava Süreçleri Jüri sistemi yoktur; bütün davalarda bir hâkim ya da hâkim heyeti karar vermektedir. Küçük yaştakilerin sanık olduğu davalar haricindeki bütün davalar halka açıktır. Yasalar, mahkemeden talep ettikleri takdirde, muhtemel cezası beş yıldan fazla olan yoksullara baro birliklerinin ücretsiz avukat sağlamasını öngörmektedir. Baro birlikleri uygulamada bunu bütün ülkede yapmıştır. Sanıkların duruşmada yer alma ve zamanında avukatlarına danışma hakkı bulunmaktadır. Sanıklar ya da avukatları soruşturma için tanıklara soru sorabilmekte ve kendi lehlerine tanık ve kanıt sunabilmektedir. Sanıklar ve avukatları davalarıyla ilgili olan devletin elindeki kanıtlara erişmektedir. Sanıklar masum olduklarını iddia edebilmektedir. Ayrıca temyiz hakları bulunmaktadır.Uluslararası insan hakları örgütleri ve Avrupa Birliği (AB), mahkeme salonun yapısı ve cezai prosedürün iddia makamına haksız bir avantaj sunduğunu belirtmiştir. Savcılar, mahkeme salonuna hâkimlerin girdiği kapıdan, savunma avukatları ise ayrı bir kapıdan girmektedir. Davacı avukatları yüksek bir masada hâkimle aynı seviyede otururken, savunma avukatı zemin seviyesinde oturmaktadır. Duruşma süresince savcı istediği tanığı çağırabilmekte, ancak savunma makamının tanık çağırmak için hâkimden izin istemesi gerekmektedir. Savunma avukatının soru sorup sormayacağına ya da nasıl konuşacağına hâkimler karar vermekte, ancak iddia makamının bütün sorularını kendisine sunulan şekilde sormaktadır.
Yasalar hızlı yargılanma hakkını vermekle birlikte, davalar zaman zaman uzun yıllar sürmüştür. Güvenlik yetkilileri ifadelerini hızlı bir şekilde vermedikleri ya da duruşmalara katılmadıkları için haklarında başlatılan kovuşturmalar çoğu zaman ertelenmiştir.Yasalar işkenceyle elde edilen kanıtların mahkemede kullanılmasını yasaklamaktadır; ancak, savcılar bazen işkence iddialarını takip etmemiş ve sanıkları söz konusu kanıtın iptali için ayrı bir hukuki dava açmaya zorlamıştır. İnsan hakları örgütleri bu gibi durumlarda çoğu zaman ilk davanın ikinci davadan önce sonuçlandığı için ikinci davayı etkisiz hale getirdiğini ve haksız mahkûmiyet kararı verildiğini iddia etmiştir.Siyasi Mahkûmlar ve TutuklularAdalet Bakanlığı siyasi mahkûm ve tutuklu bildiriminde bulunmamıştır. Ancak, İHD solcu ve sağcılar ile İslamcılar dâhil olmak üzere binlerce siyasi mahkûm olduğunu ve hükümetin bu gibi ayırımlar yapmadığını iddia etmiştir. Hükümet siyasi tutuklu oldukları iddia edilen mahkûmların aslında terörist örgütlerin üyesi olmakla ya da bunlara yardım etmekle suçlandığını iddia etmiştir.
Hükümete göre Eylül 2007’de, cezaevinde, terörizm suçundan hüküm giymiş 2232 mahkûm ve duruşmasını bekleyen 2017 tutuklu bulunmaktaydı.Uluslararası insani yardım örgütlerinin Adalet Bakanlığı`ndan izin alabildikleri takdirde siyasi suç işlediği iddia edilen mahkûmları görmesine izin verilmiştir. Uygulamada bu örgütler böyle bir izni nadiren almıştır.Medeni Hukuk Prosedürleri ve ÇözümleriMedeni hukuk konularında bağımsız ve tarafsız bir yargı kurumu bulunmaktadır. Yasalar, bütün vatandaşlara fiziksel veya psikolojik olarak zarar gördükleri durumlarda medeni hukuk davası açma hakkı tanımaktadır.
f. Özel Yaşama, Aile ve Ev Yaşamına ve Haberleşmeye Keyfi MüdahaleYasalar, mahkeme kararıyla telefonların gizlice dinlenmesine izin vermektedir. Vatandaşlar ve yüksek mahkeme üyeleri ile siyasetçiler dâhil olmak üzere önemli kişiler telefonlarının dinlendiğine dair zaman zaman şikâyette bulunmuştur. Haziran ayında temyiz mahkemesi bir alt mahkemenin jandarmanın telefonları dinleme izni olduğu kararını bozmuştur. Sadece Türk Telekomünikasyon Şirketinin uyuşturucu kaçakçısı, organize suç üyesi ve terörist olduğu iddia edilen kişilere karşı mahkeme emri çıkarıldığında telefonları dinlemesine izin verilmiştir.Bölüm 2 Aşağıda Belirtilenler Dâhil Olmak Üzere İnsan Haklarına Saygı:a. İfade ve Basın ÖzgürlüğüYasalar ifade ve basın özgürlüğü vermekle birlikte, hükümet bazı durumlarda bu özgürlükleri kısıtlamaya devam etmiştir. Bazı üst düzey hükümet yetkilileri yıl içinde basını şiddetli şekilde eleştirmiştir.Hükümet, özellikle polis ve yargı kurumu, anayasal kısıtlamaları ve ceza yasasının hükümeti, devleti, "Türklüğü," Atatürk`ü ya da cumhuriyetin kurum ve sembollerini aşağılamayı yasaklayan maddeleri dâhil olmak üzere çok sayıda yasayı kullanarak ifade özgürlüğünü kısıtlamıştır. Anti Terör Yasası ya da basın ve seçim yasaları gibi diğer yasalar da ifade özgürlüğünü kısıtlamıştır.
30 Nisan’da, meclis Türk devletine hakaret suçuyla ilgili 301. Maddede anayasal değişiklik yapmıştır. Daha önce "Türklüğe" hakaret etmek suçtu. Değişiklik, 301. Maddenin ihlal edildiğini iddia edebilmek için Adalet Bakanı’nın onayını gerektirmektedir. Ancak, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) savcılar ve mahkemelerin, ideolojilerine göre hareket eden avukatların devlete veya Atatürk`e hakaret iddialarıyla açtığı davalar dâhil bazı davalarını kabul ettiği iddiasında bulunmaya devam etmiştir.Adalet Bakanı Şahin 2007 yılında 301. Maddenin ihlal edildiği 217 davanın karara bağlanırken, yıl içinde 527 davanın devam ettiğini bildirmiştir. 15 Mayıs’tan sonra, değiştirilen 301. Maddenin kapsamındaki suçlamalarla ilgili dava açmak için Adalet Bakanlığı`na 519 başvuru yapılmıştır. Bakan 70 davanın açılmasına izin vermiştir.Vatandaşlar devleti ve hükümeti, misilleme korkusu olmadan kamu önünde eleştirememiş ve hükümet bazı dinsel, siyasi görüşlere ve Kürt milliyetçiliğine ya da kültürüne sempati duyan bireylerin konuşmasını kısıtlamaya devam etmiştir.
Özellikle ülkenin AB üyeliği süreci, ordunun rolü, İslam, siyasi İslam ve "azınlıklar" olarak Kürt kökenli Türkler ve diğer etnik veya dini kökenler sorunu ve Osmanlı İmparatorluğu`nun son zamanlarındaki Türk-Ermeni çatışmasıyla ilgili meseleler dâhil olmak üzere insan hakları ve hükümet politikaları üzerine canlı tartışmalar yaşanmaya devam etmiştir. Bununla birlikte, özellikle Ermeni meselesi olmak üzere bu gibi konularda yazan ya da konuşan kişiler yargılanma riskiyle karşı karşıya kalmıştır. TGC, ülkenin AB adaylığıyla ilgili yasal reformlara rağmen, ifade özgürlüğü konusundaki ciddi kısıtlamaların devam ettiğini bildirmiştir.TGC önceki yıla oranla Kürt meselesiyle ilgili kitap ve makale yayınlama konusunda daha fazla sorunla karşılaştığını bildirmiştir. Yıl içindeki en ciddi sorun, ideolojileriyle hareket eden avukatların yaptığı çok sayıda şikâyet olmuştur.Hükümete göre, yıl içinde ifade suçundan cezaevine giren gazeteci olmamıştır. Ancak TGC, Kürt basın mensupları ve solcu muhalif olduğu iddia edilenler dâhil olmak üzere yayınlarının içeriği nedeniyle 21 gazetecinin cezaevinde olduğunu iddia etmiştir.
19 Haziran ve 3 Temmuz tarihinde bir Diyarbakır mahkemesi Ekim 2007’de düzenlenen San Francisco Dünya Müzik Festivali`nde aynı zamanda Irak Kürdistan Bölge Hükümeti`nin milli marşı olan bir Kürt halk şarkısı söyledikten sonra "yasa dışı bir örgüt lehine propaganda yaptıkları" gerekçesiyle yaşları 12 ila 17 arasında değişen dokuz çocuğu yargılamıştır. Bu dokuz çocuktan üçü 19 Haziran’da Diyarbakır’daki bir yetişkin mahkemesinde, diğer altısı 3 Temmuz’da çocuk mahkemesinde yargılanmıştır. Her iki davada da şarkının istek üzerine söylendiği gerekçesiyle hâkim çocukların suçsuz olduğuna karar vermiştir. Festivalden sonra ülkeye dönmeyen koro şefi Duygu Özge Bayar hakkındaki tutuklama kararı hâlâ devam etmekteydi.Aralık ayında bir İstanbul mahkemesi halkı askerlikten soğutmakla suçlanan ünlü transseksüel şarkıcı Bülent Ersoy’u beraat ettirmiştir. Ersoy 24 Şubat’taki bir televizyon programında çocuğu olsa Kuzey Irak’taki çatışmalara göndermeyeceğini söylemişti.
Temmuz 2007’de, bir seçim kampanyası sırasında Sağlık Bakanı Recep Akdağ`ın elini sıkmayı reddedip Bakan`a "vatan haini" demesi üzerine Gazi Üniversitesi öğrencileri Durmuş Şahin ve iki arkadaşını beş gün boyunca gözaltında tutmuştur. Akdağ bölge savcısına şikâyette bulunmuş ve savcı 301. Maddeye dayanarak suç duyurusunda bulunmuştur. Öğrenciler hüküm giymeleri halinde altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla karşı karşıya kalmıştır. Dava yıl sonunda devam etmekteydi.Bodrum`daki terör olaylarının protesto edildiği bir mitinge üzerinde Türk bayrağı olan bir tişört giydirdiği köpeğiyle birlikte katılması nedeniyle polisin Türklüğe hakaret ettiği iddiasıyla Ekim 2007 yılında tutukladığı Tulga Hepiş’in davası yıl sonunda devam etmekteydi. Hepiş polise verdiği ifadede amacının Türklüğe hakaret etmek değil aksine vatanseverliğini göstermek olduğunu söylemiştir.
Yıl içinde emniyet ve yargı, Kürt taraftarı DTP üyeleri üzerindeki baskıyı arttırmıştır. En çok kullanılan taktik, Kürtçe konuştukları ve hükümeti eleştirdikleri gerekçesiyle DTP liderleri hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması olmuştur.Şubat ayında DTP İstanbul Fatih ilçesi başkanı Mehdi Tanrıkulu’na 2007 yılında yargılandığı bir davada Kürtçe konuştuğu gerekçesiyle beş ay hapis cezası verilmiştir.22 Nisan’da bir mahkeme hükümetin Irak’taki Kürtler’e saldırması halinde Kürtler’i de hükümete karşı savaş ilan etmeye çağırarak halkı kine kışkırttığı gerekçesiyle DTP Diyarbakır İl Başkanı Hilmi Aydoğdu’yu 15 ay hapis cezasına çarptırmıştır. Aydoğdu hükümeti Kerkük’e saldırı düzenlememesi konusunda uyararak sonra kamu güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle suçlu bulunmuş ve siyasetten men edilmiştir. Şubat 2007’de polis Aydoğdu’yu ifadelerinden dolayı tutuklamıştır; Aydoğdu daha sonra aslında hükümeti Kuzey Irak’taki Kürtler’e dostluk eli uzatmaya çağırmak istediğini belirtmiştir.Nisan ayında Kürt asıllı eski milletvekili Leyla Zana "terörist propaganda yaptığı" gerekçesiyle bir Diyarbakır ceza mahkemesi tarafından iki yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Aralık ayında, aynı mahkeme, hapiste bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’ı övdüğü dokuz konuşmasında ceza yasasını ve Antiterör Yasasını ihlal ettiği gerekçesiyle Zana’ya 10 yıl hapis cezası vermiştir.Mayıs ayında Adalet Bakanı, Uluslararası Dünya Barış Günü’nde orduya karşı suçlamaların yapıldığı parti bildirisi dolayısıyla 301. Maddeyi ihlal ettikleri gerekçesiyle Eylül 2007’de haklarında dava açılan eski DTP başkanı Nurettin Demirbaş ve eski başkan vekili Selma Irmak hakkındaki davayı reddetmiştir.
Eylül ayında, bir Mersin ceza mahkemesi 2007 seçimlerinde aday olan DTP’li Mersin milletvekili Orhan Miroğlu’yu seçim kampanyasında Kürtçe konuştuğu gerekçesiyle cezalandırmıştır. Mahkeme Miroğlu’na hapis cezası vermiş ancak daha sonra şartlı tahliyesine karar vermiştir. 28 Eylül’de, bir Antalya ceza mahkemesi eski DTP Antalya İl Başkanı Mustafa Gül’e 27 Ocak’ta yaptığı bir konuşmasında "sayın" diyerek hapiste bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’ı övdüğü gerekçesiyle 18 ay hapis cezası vermiştir.2006 yılında Los Angeles Times gazetesinde yayınlanan röportajında PKK ve Kürtler ile ilgili düşünceleri nedeniyle yasa dışı bir örgütün propagandasını yaptığı gerekçesiyle iki Türk vatandaşı DTP’li Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve 27 Kasım’da bir Diyarbakır mahkemesi Kalkan’ın beraatına karar vermiştir.Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir Kürtçe konuştuğu için çok sayıda suçlama ve soruşturmaya maruz kalmaya devam etmiştir.
Baydemir, yıl içinde Kürtçe yeni yıl ve bayram mesajı gönderdiği gerekçesiyle yıl sonunda hakkında dört dava bulunmaktaydı. Ekim 2007`de, Diyarbakır cumhuriyet savcısı PKK`yı "silahlı Kürt muhalefeti" olarak tanımlaması nedeniyle Baydemir aleyhinde iki dava açmıştır. Bu davaların birinden beş yıl, diğerinden dört yıl altı ay olmak üzere Baydemir`in hapsi istenmektedir. Davalar yıl sonunda devam etmekteydi.
Güvenlik yetkilileri ayrıca bazı şehirlerde cezaevlerinde Kürtçe konuşulmasını yasaklamıştır. İHD 2008’in ilk dokuz ayında bu tür yasaklamaların yaşandığı 171 olay olduğunu bildirmiştir.İddialara göre Adalet Bakanlığı sene başında cezaevlerinde Türkçe’den başka bir dilin konuşulmanın 2006 Cezaevi Yasası tarafından yasaklandığını belirten bir muhtıra yayınlamıştır. Haziran ayında, Sabah gazetesi Erzurum Cezaevinde kalan Fettah Karataş adlı mahkûmun Türkçe bilmeyen annesiyle telefonda Kürtçe konuşmasına izin verilmediğini yazmıştır.14 Temmuz’da Birgün gazetesi Van Cezaevinin Kürtçe konuşulmasını yasakladığını ve Kürtçe konuşmakta ısrar edenlere hücre cezası verdiğini bildirmiştir. Gazete ayrıca yetkililerin bazı cezaevlerinde Kürtçe yazılmış mektupları mahkûmlara vermediğini de iddia etmiştir.Ülkede devlet kontrolünden bağımsız, aktif bir yazılı basın bulunmaktadır. Çeşitli siyasi görüşleri kapsayan yüzlerce özel gazete mevcuttur.
Hükümet, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu`nun (TRT) sahibidir ve bu kurumun işletimi hükümete aittir. Radyo Televizyon Üst Kurulu`na (RTÜK) göre, Haziran ayında ülkede resmen kayıtlı 213 yerel, 16 bölgesel ve 23 ulusal televizyon istasyonu ve 952 yerel, 102 bölgesel ve 36 ulusal radyo istasyonu bulunmaktaydı. Ayrıca, 66 televizyon kanalı kablolu ağ üzerinden yayın yapmaktaydı. RTÜK 87 televizyon ve 48 radyo kurumuna uydu lisansı ile gerekli yayın izinlerini vermiştir. Diğer iki kurum uydu işletme şirketi olarak faaliyet göstermiştir. Diğer televizyon ve radyo istasyonları resmi bir izin olmaksızın yayın yapmaktadır. Uydu çanaklarının ve kablo televizyonun yaygın olması, Kürtçe yayın yapan özel kanallar da dâhil olmak üzere yabancı yayınların izlenmesini sağlamıştır. Birçok medya kuruluşunun sahibi bu sektör dışındaki çeşitli alanlarda faaliyet gösteren büyük özel holdinglerdir. Medya kuruluşlarının belirli ellerde toplanması yayınların içeriğini etkilemiş ve tartışmaların kapsamını kısıtlamıştır.
Gözlemciler, medya şirketlerinin, medyayı gitgide daha çok hükümet politikalarına karşı baskı yapma aracı olarak kullandığını belirtmiştir.Savcılar medya özgürlüğünü kısıtlayan çeşitli yasalar çerçevesinde her yıl düzinelerce olayı mahkemeye taşıyarak yazarları, gazetecileri ve önemli siyasetçileri taciz etmiştir; ancak, hâkimler bu davaların çoğunu düşürmüştür. Polis en az bir gösteride gazetecileri taciz etmiş ve dövmüştür. Yetkililer ifadeyle ilgili yasaların ihlal edildiği gerekçesiyle gazete binalarına baskınlar düzenlemiş, geçici olarak gazeteleri kapatmış, para cezaları vermiş ya da gazetelere el koymuştur. Hükümetin kısıtlamalarına rağmen, medya hükümet liderlerini ve politikalarını her gün eleştirmiş ve çoğu zaman hükümete karşı muhalif bir tutum takınmıştır.2 Nisan`da, bir İstanbul mahkemesi 301. Maddeyi ihlal ettikleri gerekçesiyle Today`s Zaman gazetesinden Lale Sarıibrahimoğlu ve Nokta dergisinden Ahmet Şık adlı gazetecilerin beraatına karar vermiştir. 2007 yılında, mahkeme, Sarıibrahimoğlu`nun askerin "zihniyeti" ve ulusal güvenlikteki rolüyle ilgili kaygılarını dile getirdiği bir röportajı Şık`ın Nokta dergisinde yayınlaması üzerine Şık hakkında soruşturma başlatmıştır.11 Nisan`da, bir İstanbul mahkemesi Nokta dergisi genel yayın yönetmeni Alper Görmüş’ü, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in yaptığı iftiralardan aklamıştır. Nisan 2007’de, antiterör biriminden yaklaşık 50 polis memuru Örnek`in günlüğünü kanıt göstererek ismi açıklanmayan sivil toplum örgütleri ile ordu arasındaki ilişkiyi ortaya çıkaran bir yazının haftalık Nokta dergisinde yayınlanmasının ardından dergi bürosu ve çalışanlarını arama izni almıştır. AI arama kararının sadece dosyaların kopyalanmasına izin vermesine karşılık devlet Nokta personelinin bilgisayarlarına erişiminin güvenlik güçleri tarafından engellendiğini belirtmiştir.
16 Eylül’de, bir İstanbul mahkemesi eski Demokrasi Partisi milletvekili Orhan Doğan ile 2006 yılında yaptığı ve Ülkede Özgür Gündem gazetesinde yayınladığı röportajı nedeniyle gazeteci Cengiz Kapmaz’a 10 ay hapis cezası vermiştir. Röportaj sırasında Doğan PKK’ya siyasi bir kimlik verilmesi gerektiğini söylemişti. Mahkeme ayrıca gazete yöneticilerini de cezalandırmıştır.23 Eylül’de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Özgür Bakış gazetesi muhabiri Sakine Aktan’ı Kürdistan Gazeteciler Birliği başkanı ile yaptığı röportajdan dolayı cezalandıran hükümetin haksız olduğuna karar vermiştir. Bir İstanbul güvenlik mahkemesi 1999 yılındaki röportajından dolayı 2001 yılında Aktan’ı 20 ay hapis cezasına ve Şubat ayında para cezasına çarptırmıştır.25 Eylül’de, bir İstanbul mahkemesi Hürriyet gazetesi muhabiri Sebati Karakurt ve sorumlu yazı işleri müdürleri Necdet Tatlıcan ve Hasan Kılıç’a PKK’nın silahlı kanadı olan Halk Savunma Güçleri üyesi ile 2004 yılında yapılan bir röportajdan dolayı 1000’er gün hapis cezası vermiştir.
Bu kişiler Antiterör Yasası uyarınca suçlu bulunmuştur. Cezaları daha sonra 40.000 lira (30,600 ABD doları) para cezasına çevrilmiştir.27 Kasım’da, bir İstanbul mahkemesi halkı askerlikten soğutmakla suçlanan gazeteci-yazar Perihan Mağden’i beraat ettirmiştir. 19 Şubat’ta, 8 Ocak tarihli köşe yazısında zorunlu askerlik hizmetini vicdani olarak ret etmeye kışkırttığı gerekçesiyle Mağden aleyhinde bir dava açılmıştı.Kasım ayında Başbakan yalan haber yaptıkları iddiasıyla altı gazetecinin ruhsatını yenilememiştir. Uluslararası yazarlar birliği (PEN) ve diğer örgütler bu olayı gazetecilere bir gözdağı verme şekli olduğunu belirtmiştir.Rumca yayınlanan İho gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Andreas Rombopulos’un gazetenin İstanbul’daki bürosu dışında kimliği bilinmeyen iki kişi tarafından Aralık 2007 tarihinde dövülmesiyle ilgili soruşturma yıl sonunda devam etmekteydi.Ünlü insan hakları eylemcisi Hrant Dink’i Ocak 2007 tarihinde öldürmekle suçlanan zanlı Ogün Samast’ın davası yıl sonunda devam etmekteydi. Türkçe-Ermenice yayınlanan haftalık Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni olan Dink İstanbul`daki ofisinin çıkışında öldürülmüştü. Samast’ın davası Temmuz 2007’de başlamıştır. İddialara göre Samast 1 Ekim’deki duruşmada Dink’i vurduğunu kabul etmiştir. Başlatılan soruşturmanın ardından 19 zanlı tutuklanmış ve haklarında suç duyurusunda bulunulmuştur. Sekiz zanlının tutukluluk hali yıl sonunda devam etmekteydi. Hükümet yetkilileri cinayeti kınarken, aşırı milliyetçilik ve suçun asıl temeli ile ilgili ulusal bir tartışma yaşanmıştır. Dink, Türk-Ermeni ilişkileriyle ilgili bir yazısında "Türklüğe hakaret ettiği" gerekçesiyle 2005 yılında hüküm giymişti.
Eylül ayında, Dink`in ailesi İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler aleyhinde dava açılmasına müsaade etmeyen bölge idari mahkemesi hâkimleri hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna resmi bir şikâyette bulunmuştur. Üç devlet müfettişi Cerrah ve Güler’i cinayetten önce alınan uyarıları araştırmadığı gerekçesiyle kınamıştır. Trabzon, Samsun ve İstanbul’da görev ihmalkârlığından dolayı başlatılan benzer soruşturmalar yıl sonunda devam etmekteydi.Ekim ayında Adalet Bakanlığı 301. Madde çerçevesinde yayıncı ve yazar Temel Demirer hakkında açılan davanın devam ettiğini onaylamıştır. Demirer, Dink`in öldürülmesinden sonra, 1915’teki trajik olayları "soykırım" olarak tanımlamakla suçlanmıştır.
Demirer ayrıca Türkiye komünist hareketinin eski lideri İbrahim Kaypakkaya hakkında konuştuğu gerekçesiyle ayrı bir davada yargılanmıştır. Demirer hakkındaki bu iki dava yıl sonunda devam etmekteydi.Hükümet radyo ve televizyon yayınlarında Kürtçe ve diğer azınlık dillerinin kullanılmasına önemli kısıtlamalar getirmeyi sürdürmüştür. Yasada Haziran ayında yapılan değişiklikler devlet televizyonunda, Türkçe dışındaki dillerde günün yarısında değil tamamında ulusal yayın yapılmasını öngörmekteydi. Değişikliklerin haksız olduğunun iddia edildiği dava Anayasa Mahkemesine götürülmüştü. Davanın temyizi yıl sonunda devam etmekteydi. RTÜK yönetmelikleri, Türkçe olmayan radyo programlarının ardından aynı programın Türkçesinin yayınlanmasını ve Türkçe olmayan televizyon programlarının Türkçe alt yazıyla yayınlanmasını öngörmektedir. Yayın dünyasına girmeye çalışan girişimci Kürt vatandaşlar, bu kuralların kendilerinin piyasaya girmesini önleyen külfetli mali yükümlülükler olduğunu belirtmiştir.
25 Aralık’ta, devlet televizyonu TRT yayın kurumu Kürtçe ve Türkçe dışındaki dillerde 24 saatlik haber, müzik ve kültürel etkinlikleri içeren test yayını yapmaya başlamıştır. Programlar Türkçe alt yazıyla yayınlanmamakta ve haberlerde zaman sınırı bulunmamaktadır.Radyo İmaj yetkilileri Kürtçe şarkı yayınladıkları ve programlarda zaman zaman Kürtçe röportajlara yer verdikleri iddiasıyla devam eden iki idari kapatma davası ve kimliği belirsiz tarafların istasyonun sık sık parazit yapmasına neden olma çabaları dolayısıyla giderek artan baskıya maruz kaldıklarını bildirmiştir. Hükümet yetkilileri Radyo İmaj`ın frekans başvurusu için onay alamadığı ve frekans almak için bekleyen sayısız istasyondan sadece biri olduğu cevabını vermiştir. Radyo İmaj internet üzerinden yayın yapmaya devam etmiştir.TGC, önceki yıldan farklı olarak, kitapların yasaklanması ve toplatılmasının endişe yarattığını bildirmiştir. Yıl içinde beş yayın mahkemenin kesin kararı olmaksızın toplatılmıştır. Aşağılama, iftira, müstehcenlik, bölücülük, devleti yıkmaya çalışma, kökten dincilik ve kutsal değerlere hakaret gerekçeleriyle yazar ve yayıncıların davaları hâlâ devam etmekteydi. Yayınevlerinin, kitaplar ve süreli yayınlar basıldığında bunları savcılara göndermeleri gerekmektedir.
TGC`ye göre, savcılar şüpheli gördükleri materyallerin geç gönderilmesi nedeniyle yayınevleri hakkında soruşturma başlatmış ve birçok olayda suç duyurusunda bulunmuştur. TGC, yayıncıların çoğu zaman tartışmaya yol açacak içerikli çalışmalardan kaçındığını bildirmiştir. TGC`ye göre, yetkililer Haziran 2007`den Haziran 2008`e kadar, yazdıkları veya yayınladıkları 47 kitap nedeniyle 38 yazar ve 22 yayınevi aleyhinde soruşturma başlatmış ya da dava açmıştır. Bu davaların sekizinde beraat ve 17`sinde mahkûmiyet kararı verilmiş, yedisi düşmüş ve 18`i hâlâ devam etmektedir. TGC ayrıca yazarları yabancı olan veya yurt dışında yaşayan kitaplardan dolayı yayınevlerinin sorumlu tutulmaya devam edildiğini belirtmiştir.Türk-Ermeni ilişkileriyle ilgili iki kitabı çevirdiği gerekçesiyle Atilla Tuygan aleyhindeki dava yıl sonunda devam etmekteydi. Kitabın yayıncısı Ragıp Zarakolu’nun beraat etmesinin ardından mahkemenin Zarakolu yerine Tuygan’ın yargılanmasına karar vermesi sonucu Mayıs 2007’de dava açılmıştır.
Ragıp Zarakolu 19 Haziran’daki ikinci bir davada, yazarının büyük annesinin 1915’teki trajik olaylar sırasında yaşadığı deneyimleri anlatan The Truth Will Set Us Free adlı kitabı yayınladığı gerekçesiyle beş ay hapis cezası almıştır. Mahkeme cezanın infazını ertelemiş ve Zarakolu ve avukatı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz yıl sonunda devam etmekteydi.Yetkililer, özellikle güneydoğuda, Kürt taraftarı veya sol içerikli materyallere el koyarak ya da ilgili medya organlarını geçici olarak kapatarak medyaya sürekli sansür uygulamıştır.1 Eylül’de, bir İstanbul mahkemesi cezaevlerindeki hak ihlalleri ve ordunun operasyonları ile ilgili haberleri nedeniyle Özgür Ülke gazetesini bir ay süreyle kapatmıştır.7 Ekim’de, bir İstanbul mahkemesi "PKK’nın propagandasını yaptığı ve onun sözlerine yer verdiği" gerekçesiyle günlük Kürt gazetesi Azadiya Welat’ı kapatmıştır. 8 Ekim’de, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı PKK’yı övdüğü iddiasıyla haftalık Kürt Yedinci Gün gazetesini bir ay süreyle kapatmıştır.Bazı AKP üyeleri ve Başbakan Erdoğan yıl içinde gazeteci ve karikatüristlere karşı dava açmayı sürdürmüştür. İnsan hakları örgütleri, yayın birlikleri ve gazeteciler bu tür dava eğilimlerinin oto-sansür ortamı yarattığını iddia etmiştir.
Ekim ayında, bir Ankara mahkemesi karikatürist Mehmet Çağçağ’a Başbakan Erdoğan`ın resmini kritik bir fotomontajda kullandığı gerekçesiyle 4000 lira (3060 ABD doları) para cezası vermiştir. Erdoğan kendisini aşağıladığı gerekçesiyle karikatürist hakkında 20.000 liralık (15.300 ABD doları) tazminat davası açmıştır. Temyiz davası yıl sonunda devam etmekteydi.
Ülkedeki haber ajansı sahibi olan bazı büyük holdingler gazetecilerinin hükümeti eleştiren yazılar yazmaları halinde iş fırsatlarını kaybedecekleri konusunda endişe yaşamıştır. Bir gazeteci, üst düzey yönetimin şirket gazetecilerinin AKP’yi ve parti üyelerini eleştiren yazılar yazmasını engellediğini iddia etmiştir.Başbakan Erdoğan dâhil olmak üzere üst düzey devlet yetkilileri yıl içinde, basın ve medya dünyasından önemli kişileri özellikle iktidar partiyle ilgili Almanya’daki girişimlerde yolsuzluk yaptığı iddiaları hakkındaki haberlerin ardından şiddetli şekilde eleştirmiştir.Yasalar gereğince basın kuruluşlarındaki editörler terörle mücadele eden kamu personelinin kimliklerini açıklamaları halinde para cezası alabilmekte ve hâkim "terör örgütleri lehine propaganda yapan" yayın kuruluşlarına bir aya kadar kapatma cezası verebilmektedir.
Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu tür kısıtlamaların anayasayı ihlal ettiği gerekçesiyle yasayı Anayasa Mahkemesi`ne götürmüştür. Yıl sonunda Anayasa Mahkemesi davayla ilgili henüz karar vermemişti ve yasa yıl sonunda hâlâ uygulamadaydı.Yıl içinde Anti Terör Yasası çerçevesinde basına dava açılmaya devam edilmiştir. TGC ve insan hakları örgütlerine göre yasa, soruşturmaların ideolojik ve siyasi görüşlere göre yapılmasına izin veren çok geniş bir suç tanımı içermektedir. Antiterör Yasası çerçevesinde Kürt taraftarı günlük Özgür Gündem gazetesine açılan en az 550 davayla ilgili yıl sonunda karar verilmemişti. Bazı STÖ’ler yıl içinde bu davalardan bazılarında mahkûmiyet kararı verildiğini iddia etmiştir.İnternet ÖzgürlüğüÜlkede internet yaygın olarak kullanılmaktadır. İnternet okul, kütüphane, özel internet kafeler ve diğer kamu alanlarında kullanılmakta ve hükümet internet kullanımını desteklemektedir. İnternet erişimine yönelik bazı kısıtlamalar bulunmaktadır.
Mayıs 2007`de, hükümet ceza kanunlarının ve medeni kanunun ihlaliyle ilgili yeni bir internet yasası kabul etmiştir. Yasa hükümetin, web site aracılığıyla şu sekiz suçtan birinin işlendiğine dair yeterince şüphe uyandırması halinde bir web siteye erişimin yasaklamasına izin vermektedir: intihara teşvik, çocuklara yönelik cinsel taciz, uyuşturucu kullanımının kolaylaştırılması, sağlık için tehlikeli madde sunulması, müstehcenlik, fuhuş, kumar veya Türk Ceza Kanunu`nun 5816.
Maddesi (Atatürk`e yönelik suçlar) kapsamındaki suçlar. Şikâyet üzerine veya kişisel gözlemler sonucunda bir savcı kurallara uymayan siteye erişimin yasaklanması için başvuruda bulunabilmekte veya çok acil bir durumda savcı ya da Telekomünikasyon Başkanlığı yasağı uygulamaya koyabilmektedir. Her iki durumda da bir hâkim olay hakkında 24 saat içinde karar vermelidir. Yasak kararının çıkmasının ardından internet hizmeti sağlayıcı (ISP) 24 saat içinde siteye erişimi engellemelidir. Hâkim erişim engelini onaylamazsa, savcı erişimin yeniden sağlandığından emin olmalıdır. ISP yasal emre uymadığı takdirde altı aydan iki yıla kadar hapis cezası alabilmektedir. Ayrıca, yasa gereğince bir kişi herhangi bir web sitenin kişisel haklarını ihlal ettiğini düşündüğünde, ISP`den ihlal konusu içeriği kaldırmasını talep edebilmektedir. 1 Aralık’a kadar mahkeme ve savcılar yaklaşık 17.768 şikâyet üzerine 1475 web siteye erişimin engellenmesi konusunda kesin karar çıkarmıştır. Bu rakam yaklaşık 900 olan önceki yıla oranla büyük artış göstermiştir.
Mayıs ayında, bir İstanbul mahkemesi Türkiye`nin kurucusu Atatürk`e hakaret eden bir video yayınlaması nedeniyle "YouTube" adlı web siteye üçüncü kez erişimi yasaklamıştır. Yıl sonunda engel devam etmekteydi.Bir anti evrimci olmasıyla tanınan Yaratılış Atlası adlı kitabın tartışmalı yazarı Adnan Oktar’ın altı web sitenin kapatılması için verdiği dilekçeler başarıyla sonuçlanmıştır. 3 Eylül’de, bir Şişli mahkemesi Oktar`ın avukatlarının, İngiliz evrimci biyolog Richard Dawkins’in Oktar’a hakaret eden yazılar yayınladığı iddiasıyla dava dilekçesi vermesi üzerine Dawkins’in web sitesine erişimi engellemiştir. 24 Eylül’de, bir Gebze mahkemesi Oktar`ın görüşlerini eleştiren yazılar yayınladığı gerekçesiyle Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının web sitesine erişimi engellemiştir. 15 Ekim’de, bir Silivri mahkemesi Vatan gazetesinin online sürümünde bir okuyucunun Oktar’ı eleştiren yorumlarını yayınladığı için gazetenin web sitesine erişimi engellemiştir. Yıl sonunda bütün yasaklar devam etmekteydi.Hükümet yetkilileri "milli güvenliği, toplum düzenini, sağlığını ve ahlakını" korumak veya bir suçu engellemek için internet kullanıcısının kayıtlarına nadiren erişmiştir. Polis bu tür bir eylemde bulunmadan önce, bir hâkimden ya da acil durumlarda en yüksek idari yetkiliden izin almak zorundadır.
Akademik Özgürlük ve Kültürel Etkinlikler Hükümet genel olarak akademik özgürlüğe veya kültürel etkinliklere kısıtlama getirmemiştir; ancak bir mahkeme resmi devlet ideolojisine karşıt görüşleri alenen desteklediği gerekçesiyle bir akademisyeni suçlu bulmuş ve hassas konularda kimi zaman oto-sansür uygulanmıştır.29 Ocak’ta, bir İzmir mahkemesi, 2006 yılındaki Kemalizm "ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder" sözleri nedeniyle "Atatürk’ü korumaya" yönelik bir yasa uyarınca Gazi Üniversitesi’nin görevden uzaklaştırılan profesörü Atilla Yayla’ya bir yıl altı ay hapis cezası vermiştir. Mahkeme daha sonra, iki yıl içinde benzer bir suç işlememesi koşuluyla Yayla’nın cezasını ertelemiştir. Söz konusu hüküm yıl sonunda temyizdeydi.Barışçıl Bir Şekilde Toplanma ve Dernek Kurma ÖzgürlüğüToplanma ÖzgürlüğüYasaların toplanma özgürlüğü vermesine karşılık hükümet bu hakkı uygulamada kısıtlamıştır.
Toplantı yapmadan önce gerekli yerlerden izin alınmalıdır. Ve yetkililer toplantıları gösterilen alanlarla sınırlandırabilmektedir.İHD yıl içindeki gösteriler sırasında güvenlik güçlerinin yedi kişiyi öldürdüğünü bildirmiş ve polisin bazı göstericileri dövdüğü, gözaltına aldığı, taciz ettiği veya kötü muamele uyguladığına dair iddialarda bulunulmuştur.İç İşleri Bakanlığı Ekim ayına kadar yapılan gösterilerde polisin 3119 kişiyi gözaltına aldığını bildirmiştir. Gözaltı sürelerinin uzunluğu birkaç saat ila birkaç gün arasında değişmiştir.Mart ayındaki Nevruz bayramı kutlamaları nedeniyle ülke çapında düzenlenen yaklaşık 180 halk etkinliği genel olarak olaysız geçmiştir. Bazı organizatörler katılımcıların işlerinden geri kalmaması için kutlamaları 21 Mart yerine 22 Mart’ta yapmak üzere izin almak için başvuruda bulunmuştur. Ancak Van’daki bir belediye başkanlığının kararına göre kutlamaların sadece 21 Mart’ta yapılamasına izin verilmiştir. 22 Mart’ta söz konusu kararı protesto etmek için yapılan gösterilerin olaysız başlamasına rağmen, kalabalığın polisin dağılma çağrısına uymaması nedeniyle polis ateş açmış ve 1 kişi ölmüş, 155 kişi de yaralanmıştır. Polis ayrıca, Yüksekova yetkililerinin benzer bir kararını protesto gösterisi sırasında bir göstericiyi öldürmüştür.
Bir kamu görevlisine göre, güvenlik güçleri ülke
çapındaki Nevruz gösterilerinde iki kişiyi öldürmüş, 187 kişiyi yaralamış ve 653 kişiyi gözaltına almıştır.1 Mayıs`ta polis, bilinmeyen bir kaynaktan kalabalığa ateş açılmasının ardından yaşanan panikte 30`dan fazla kişinin İstanbul Taksim Meydanı`nda hayatını kaybettiği "Kanlı 1 Mayıs"ın 31. yıl dönümünü anmak üzere işçi sendikaları ve diğer sivil örgütlerin Taksim Meydanı`nda toplanmasını engellemek için aşırı güç kullanmıştır. İstanbul valisinin gösteriler için Taksim Meydanı`nın kullanılmasına izin vermemesine rağmen, Devrimci İşçi Sendikalarına bağlı sendikalar gösterileri yapmakta kararlı olduklarını açıklamıştır. 1 Mayıs sabahı polis Devrimci İşçi Sendikası merkezlerini ablukaya almış ve etkinliğe hazırlanan üyelere göz yaşartıcı bomba atmış ve sendika başkanı yaralı sayısının artmaması için Taksim’e yürümeme kararı almıştır. Polis ayrıca Taksim Meydanı’nın yakınındaki Etfal Hastanesi’ne göz yaşartıcı gaz bombası atmış ve olayları görüntüleyen gazeteciler dâhil olmak üzere göstericileri dağıtmak için tazyikli su, cop ve göz yaşartıcı gaz kullanmıştır. Bir gazetecinin kolu kırılmıştır. İstanbul valisi polisin 530 kişiyi gözaltına aldığını ancak birçoğunu aynı akşam serbest bıraktığını açıklamıştır. Altı polis memuru ve 32 sivil yaralanmıştır. 1 Mayıs olaylarıyla ilgili bildirilen bir duruşma bulunmamaktadır.
Ağustos ayının sonunda Sinop Valiliği anti-nükleer protestoların huzuru bozduğu ve şehrin imajına zarar verdiği gerekçesiyle uluslararası bir çevreci kampı olan Ekotopya’yı yasaklamıştır. Çevreciler kararı protesto etmiş ve polis 32 protestocuyu gözaltına almıştır.18 Eylül’de, bir Diyarbakır mahkemesi Abdullah Gürgen adlı bir göstericiye Siirt’teki bir mitingde PKK lehine slogan attığı gerekçesiyle bir yıl hapis cezası vermiştir. Mahkeme daha sonra cezayı ertelemiş ve Gürgen`in bir yıl gösterilere katılmasını yasaklamıştır.2005 yılında İstanbul`da düzenlenen Uluslararası Dünya Kadınlar Günü gösterisinde aşırı güç kullandığı iddiasıyla yargılanan 54 polisin ilk duruşması 2006`da yapılmıştır. Dava yıl sonunda devam etmekteydi.Dernek Kurma ÖzgürlüğüYasalar dernek kurma hakkı tanımaktadır; ancak uygulamada bu hakla ilgili çeşitli kısıtlamalar devam etmiştir.
Yasalar dernek kurucularının, dernek kurmadan önce yetkilileri bilgilendirmesini gerekli görmezken, uluslararası örgütlerle beraber çalışmadan ve yurt dışından mali destek almadan önce yetkilileri bilgilendirmesini ve bu tür faaliyetlerle ilgili ayrıntılı belgeler sunmasını şart koşmaktadır. Dernek temsilcileri bu uygulamanın çalışmalarında aşırı bir yük teşkil ettiğini belirtmiştir.28 Kasım’da, Yüksek Temyiz Mahkemesi bir İstanbul mahkemesinin lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel dayanışma örgütü olan Lambda İstanbul’u kapatma kararını bozmuştur. 29 Mayıs’ta, İstanbul mahkemesi kapatma kararı için Lambda İstanbul`un hedeflerinin Türk "ahlaki değerlerine ve aile yapısına" aykırı olduğu gerekçesini göstermiştir.Bir STÖ örgütü olan Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı`na göre, STÖ`lere belirli vergilerden muaf olma hakkı sağlayacak olan kamu yararına çalışan dernek statüsü elde edebilmek için gerekli kriterler kısıtlayıcı ve karmaşıktır. Kamu yararına çalışan dernek statüsü için başvurular Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmalıdır.
Yasalar, dilekçeleri reddedildiği takdirde başvuranların tekrar başvurmasına izin vermemektedir.Bir önceki yılın aksine, hükümet veya mahkemelerce hiçbir kuruluş kapatılmamıştır.c. Din ÖzgürlüğüAnayasa ve yasalar din özgürlüğü vermektedir. Hükümet uygulamada genel olarak bu hakka saygı duymakla beraber İslami ve diğer dini gruplara karşı önemli kısıtlamalar getirmiştir.Anayasa ülkeyi "laik devlet" olarak tanımlamakta ve inanç, ibadet ve şahsi dini fikirleri yayma özgürlüğü vermektedir; ancak, laik devletin bütünlüğü ve varlığı konusundaki diğer anayasal şartlar bu hakları kısıtlamaktadır.Hükümet, Müslümanların dini kurum ve eğitimlerini, Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla idare etmektedir. Diyanet, ülkede bulunan kayıtlı 77.777 caminin idaresinden ve il ve beldelerde kamu görevlisi olarak çalışan imamların görevlendirilmesinden sorumludur. Özellikle Aleviler olmak üzere, bazı gruplar Diyanet`in diğer inançları dışlayarak Sünni İslami inançları yansıttığını iddia etmiştir; ancak hükümet, Diyanet`in hizmet talebinde bulunan herkese eşit davrandığını ileri sürmüştür.Akademisyenler, etnik Türkler, Kürtler ve Araplar dâhil olmak üzere Alevi nüfusunun 15-20 milyon olduğunu tahmin etmiştir. Genel olarak Aleviler, Anadolu`da bulunan diğer dinlerin geleneklerine yakın durduğu kadar hem Şii hem de Sünni İslam`ın görüşlerini birleştiren bir inanç sisteminin takipçileridir.
Hükümet, Aleviliği yerleşmiş görüşlere zıt bir İslami mezhep olarak görmektedir; bununla beraber, bazı Aleviler ve radikal Sünniler Aleviler’in Müslüman olmadığını ileri sürmektedir.Alevi "Cem evleri"nin (toplanma yerleri) devlette ibadethane olarak yasal statüleri bulunmamaktadır. Ancak iki belediye Alevi Cem evlerinin ibadethane olduğuna karar vermiştir. 3 Eylül’de, Kuşadası belediye meclisi oy birliğiyle bir Cem evini ibadethane olarak kabul etmiştir. Ekim ayında, Tunceli belediye meclisi Cem evlerine ibadethane statüsü vermeyi oybirliğiyle kabul etmiştir. Büyük parti üyelerinin de aralarında bulunduğu her iki meclis Alevi toplumuyla ilişkilerin geliştirilmesi çabaları adına oylama yaparak camilere uygulanan kamu hizmeti tarifelerinin Cem evlerine de uygulanması talebini kabul etmiştir.İddialara göre 2006 yılında İstanbul Sultanbeyli Belediyesi yetkilileri Alevi bir grup olan Pir Sultan Abdal Derneği`nin gerekli yapım iznini almadığı gerekçesiyle bir Cem evinin yapımını durdurmuştur. Dernek yetkilileri, belediye başkanı ve personelinin temel atma törenine katıldıklarını ve projeye müdahale etmeyeceklerine dair söz verdiklerini açıklamıştır. Belediye, yasak kararının ardından Cem evinin yapımına devam ettikleri gerekçesiyle derneğe dava açmıştır. Ocak 2007 tarihinde mahkeme belediyenin lehine karar vermiştir. Belediye yıl sonunda hâlâ Cem evini yıkmamıştı.Hükümet Aleviler’in kaygılarını kabul etmek ve bunları ele almak için yıl içinde çeşitli adımlarda bulunmuştur. Kültür ve Turizm Bakanı 23 Aralık’ta bağımsız ve özerk bir kurum olan Alevi Akademisi ve Kültür Enstitüsü’nün 23 Aralık’taki açılış töreninde Aleviler’e karşı geçmişte yapılan muamelelerden dolayı resmi olarak özür dilemiştir.
Mistik Sufi ve diğer tarikat ve cemaatler resmi olarak yasaktır; ancak, bunlar yaygın biçimde faaliyet göstermeye devam etmiştir. Çok sayıda önemli siyasi ve toplumsal lider, tarikat, cemaat ve diğer İslamcı gruplarla olan ilişkilerine devam etmiştir.Ayrı bir devlet kurumu olan Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM), gayrimüslim dini grupların idari açıdan kritik nitelikte olan bazı faaliyetlerini ve bağlı oldukları kilise, manastır, sinagog ve ilgili dini mülklerini düzenlemektedir. Vakıflar tarafından tanınan 161 "azınlık vakfı" bulunmaktadır; bunlar, Süryani, Kildani, Bulgar Ortodoks, Gürcü, Protestan ve Maruni vakıflarıyla beraber, yaklaşık 74 mülkle Rum Ortodoks vakıfları, yaklaşık 50 mülkle Ermeni Ortodoks vakıfları ve yaklaşık 20 mülkle Yahudi vakıflarıdır. VGM ayrıca okullar, hastaneler ve yetimhanelerin dâhil olduğu hayır işleri ile ilgilenen Müslüman dini vakıfları da düzenlemiştir.Temmuz 2007’de, Yehova Şahitleri "Yehova Şahitlerine Destek Derneği" olarak resmi kayıtlarını onaylayan bir belge almıştır. Ancak askerlik hizmetini vicdanen reddetmeleri nedeniyle çeşitli zorluklar yaşamaya devam etmişlerdir. Yehova Şahitleri yetkililerine göre, güvenlik güçleri topluluk üyelerine tutuklama, duruşmaya çıkarma, sözlü ve fiziksel taciz, uyku mahrumiyeti, soyarak arama ve psikiyatrik değerlendirme gibi kötü muamelelerde bulunmuştur. Yehova Şahitleri üyeleri hükümetin kendilerine kötü muamelede bulunduğu iddiasıyla AİHM’ye üç başvuruda bulunmuştur; bu başvurular üzerindeki işlemler yıl sonunda devam etmekteydi. Ayrıca imar yasalarına dayanarak dört ibadet salonundaki ibadetlerine getirilen kısıtlamalara karşı çıkmaya devam etmişlerdir
.
Şahısların mensup oldukları din nüfus cüzdanlarında belirtilmektedir. Bahaîler gibi bazı dini gruplar, seçenekler arasında kendi dinleri yer almadığı için kimliklerine dinlerini yazdıramamaktadır; bu kişiler kaygılarını hükümete bildirmiştir. 2006`da, meclis kişilere nüfus cüzdanlarındaki din hanesinin boş bırakılması veya yazılı bir dilekçeyle değiştirilmesi hakkını tanıyan bir yasa çıkarmıştır. Ancak, iddialara göre hükümet bunun için başvuranların dini tercihlerini kısıtlamaya devam etmiştir; Bahaî topluluğu mensupları hükümet yetkililerinin kendilerine, yeni yasaya rağmen kimliklerine dinlerini yazdıramayacağını söylediklerini belirtmiştir.Ordu, yargı ve devletin diğer organlarındaki bazı üyeler İslami köktenciliğin yandaşları olarak nitelendirdikleri kişilere karşı mücadele etmeyi sürdürmüştür. Bu gruplar irticayı laik devlet için bir tehdit olarak görmektedir. Milli Güvenlik Kurulu, irticayı kamu güvenliğine karşı bir tehdit olarak tanımlamaktadır.İnsan hakları STÖ`sü olan Mazlum-Der ile diğer gruplar, birkaç hükümet bakanlığının, devlet karşıtı ya da İslamcı faaliyetlerde yer aldıkları şüphesiyle bazı kamu görevlilerinin terfilerini engellediğini veya bu kişileri işten çıkardığını bildirmiştir.
Mazlum-Der, medya ve diğerlerinin bildirimleri, ordunun dini gerekleri yerine getiren Müslümanları sürekli olarak görevden aldığına işaret etmiştir. Ordu görevlileri bu kişilerin İslami köktenci olduğuna ve bu durumun laik devlete sadakatsizlik işareti olabileceğine inandığı için bu kişileri görevden almıştır. Bakanlık görevlilerinin İslami ibadetleri yeterince yerine getirmedikleri gerekçesiyle üstlerinin kendilerine ayrımcılık uyguladığı iddia edilmiştir.
Mazlum-Der`e göre, ordu, İslamî ibadetleri yerine getiren veya başı örtülü kadınlarla evlenenleri disiplinsiz olmakla suçlamıştır. Orduya göre, subaylar ve astsubaylar üstlerinden defalarca aldıkları uyarılara rağmen ordunun İslamî köktenci olarak gördüğü örgütlerle bağlarını devam ettirdikleri için zaman zaman görevden alınmıştır. Ağustos ayında hükümet, kimsenin ordudaki görevinden alındığını bildirmemiştir; ancak Aralık ayındaki bildirisinde beşi İslami köktenci olduğu iddiasıyla 24 kişinin ordudan uzaklaştırıldığını açıklamıştır.Hükümet, Rum Ortodoks Patrikliği`nin ekümenik statüsünü tanımamış, onun sadece ülkedeki Rum Ortodoks topluluğunun önderi olduğunu onaylamıştır. Bunun sonucu olarak, hükümet sadece ülke vatandaşlarının patrik olabileceği, Rum Ortodoks Kutsal Sinod`un üyesi olarak hizmet edebileceği ve patriklik seçimlerine katılabileceği konusunda uzun zamandır sürdürdüğü tutumu devam ettirmiştir. Bununla beraber, yetkililer 2004`te, ekümenik patriğin Kutsal Sinod`a Türk vatandaşı olmayan altı metropolit atamasına karşı çıkmamıştır. Rum Ortodoks topluluğu üyeleri bu kısıtlamaların patrikhanenin İstanbul`daki varlığını tehdit ettiğini, çünkü ülkedeki Rum Ortodoks nüfusunun gittikçe azalarak 3000 civarında kalması nedeniyle topluluğun kurumu ayakta tutmak için fazla küçüldüğünü belirtmiştir. Ocak ayında Başbakan Erdoğan Rum Ortodoks Patriğinin "ekümenik" unvanı kullanıp kullanmamasının devletin karar vermesi gereken bir durum olmadığını açıklamıştır.
Aralık ayında Dış İşleri Bakanı Ekümenik Patrikliği’nde görev yapan yabancı rahiplere bir yıllık vize vermiştir. Daha önce bu rahiplerin turist vizelerini yenilemek için her üç ayda bir ülkeden çıkış yapıp sonra tekrar dönmeleri gerekmekteydi.Yasalar ibadetlerin sadece ibadet yeri olarak gösterilen yerlerde yapılmasını öngörmektedir. Yerel yönetim yönetmelikleri sadece hükümetin ibadet için yer gösterebileceğini öngörmektedir; dini bir grubun ülkede yasal dayanağı yoksa yer gösterme için uygun olmayabilir. Gayrimüslim dini ibadetler, özellikle VGM tarafından tanınan mülkleri olamayan grupların ibadetleri, genellikle diplomatik binalarda ya da özel apartman dairelerinde yapılmıştır. 2007’den farklı olarak, polis ve savcılar bu tür toplantıları önleme veya cezalandırma girişiminde bulunmamıştır.Pek çok yerel yetkili, camilerde uygulamadıkları minimum yer zorunluluğu gibi bazı standartları kiliselere şart koşmaya devam etmiştir.
Çeşitli olaylarda Protestan topluluğuna, cemaatin büyüklüğüne bakılmaksızın bir kilise yapabilmek için 2500 metre kare yer satın alma zorunluluğu şart koşulmuştur. Protestan temsilciler merkezi yerleşim alanlarına kilise inşa etmek için belediyeden yasal izinleri almakta büyük zorluk yaşamıştır.İstanbul`daki Ekümenik Patrikhanesi, Marmara Denizi’ndeki Heybeli Ada Ruhban Okulu`nun yeniden açılması çalışmalarına devam etmiştir. Bu okul, patrikhanenin bütün özel yüksek öğrenim kurumlarının kamulaştırılmasına ilişkin hükümet yönetmeliğine uymaması nedeniyle 1971 yılında kapanmıştır. Patrikhaneye göre bu yönetmeliğe uymak mümkün değildi. Mevcut kısıtlamalarla, Sünni Müslümanlar dışındaki dinî topluluklar, önderlik yapmak üzere ülkede yasal olarak yeni din önderleri yetiştirememektedir. Ülke dışından olan din adamlarının bazı durumlarda önderlik konumuna getirilmelerine izin verilmiştir; ancak genel olarak patrikler ve hahambaşıları dâhil bütün dini önderler ülke vatandaşı olmak zorundadır.Ağustos ayında Midyat’taki üç muhtar bir duvar örerek manastır çevresini yasa dışı şekilde kendi alanı içine aldığı iddiasıyla Süryani Aziz Gabriel Manastırı hakkında bölge savcısına suç duyurusunda bulunmuştur. 4 Eylül’de bir Kadastro mahkemesi manastır aleyhinde karar vermiş ve manastır arazisinin yüzde 70’ini istimlâk etmiştir.
1950 yılına ait resmi belgeler il idare kurulunun manastır sınırlarını onayladığını göstermektedir. Manastır yasal bir statüye sahip değildir ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında kurulan bir vakıf tarafından temsil edilmektedir. Vakıf AİHM’ye başvurmuştur. İlgili üç davası yıl sonunda AİHM’de devam etmekteydi.16 Aralık’ta, AİHM iki Ermeni vakfının eskiden sahip oldukları mülklerle ilgili davalarda söz konusu vakıfların mülkiyet haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle hükümet aleyhinde iki karar vermiştir. Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Okulu ve Mezarlık Vakfı ve Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı, Türk mahkemelerinin vakıflar tüzüğünün kendilerine taşınamaz mülkiyet edinme hakkı tanımadığı şeklinde karar vermesinden sonra davaları AİHM’ye taşımıştır.Başkalarını kendi dinine davet etmeyi ya da dini konuşmaları açıkça yasaklayan bir yasa bulunmamaktadır; ancak birçok savcı ve polis memuru kendi dinine davet etmeye ve dinsel faaliyetlere kuşkuyla yaklaşmıştır. Polis zaman zaman Hristiyanların dini materyal dağıtmasını engellemiştir. Misyonerlik yapan Hristiyanlar zaman zaman dövülmüş ve hakarete uğramıştır. Polis memurları bazen, Hristiyan misyonerlerle görüşen öğrencileri ailelerine ya da üniversite yetkililerine bildirmiştir.
Aileleri ile birlikte çeşitli şehirlerde yıllarca yaşamış olan çok sayıda yabancı Hristiyan, önceki yıllarda verilen oturma ve çalışma izinlerinin verilmemesi, jandarma tarafından takip edilme ve hem kendilerinin hem de ailelerinin tehdit edilmesi gibi olaylarla hükümetin yıl içinde kendilerini taciz ettiğini bildirmiştir. Bu kişiler evlerinde ibadet ettiklerini ve İncil dağıtarak, kapı kapı dolaşarak veya benzer eylemlerde bulunarak insanları kendi dinlerine davet etmediklerini iddia etmiştir.Yetkililer üniversitelerde uzun süredir devam eden türban takma yasağını uygulamayı sürdürmüştür. 2007’den farklı olarak, kamu kuruluşlarında çalışan kamu görevlileri için benzer bir uygulama olduğuna dair bildirimde bulunulmamıştır. Türban takan öğrencilerin derslere kayıt yaptırmasına izin verilmemiş, ancak bazı fakülte üyeleri öğrencilerin derslerde türban takmasına izin vermiştir. Bazıları türban yerine peruk takmıştır. Şubat ayında meclis üniversite kampüslerinde türban takma yasağını kaldırmak için anayasada yapılan değişiklikleri kabul etmiştir. 5 Haziran’da, Anayasa Mahkemesi, söz konusu değişikliklerin üniversitelerde türban takılmasına izin vererek laik devlet yapısını ihlal etmeyi amaçladığını, bu nedenle anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir.Avukat Alparslan Arslan 2006 yılı başında sınıf dışında türban takan bir hemşirelik okulu öğretmeninin terfisini önlemeye yönelik verilen karardan dolayı aynı yıl Danıştay’a silahlı saldırı düzenlemiştir. Hâkim Mustafa Yücel Özbilgin’i öldüren ve diğer dört hâkimi yaralayan Arslan’ın davası yıl sonunda devam etmekteydi. Ergenekon iddianamesinde davadan bahsedilmiş ve Arslan’ın Ergenekon çetesiyle ilgisi olduğu iddia edilmiştir.Yasalar zorunlu laik eğitimi öngörmektedir.
Sekiz yılın tamamlanmasının ardından öğrenciler İmam Hatip Liselerinde eğitim alabilmektedir. İmam Hatip okulları mesleki okul sınıfındadır ve meslek okullarından mezun olanlar lisedeki alanlarının dışındaki üniversite programlarına başvurduklarında, üniversite sınavından aldıkları puanlar otomatik olarak düşürülmektedir. Bu durum İmam Hatip mezunlarının ilahiyat dışında başka bir üniversite programına katılmasını ciddi olarak engellemiştir. Ailelerin çoğu çocuklarının imamlık eğitimi almaları için değil, daha yoğun bir din eğitimi almaları için onları İmam Hatip okullarına göndermiştir.Anayasa ilk ve orta dereceli okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu olarak verilmesini öngörmektedir. Dinî azınlıklar bu zorunluluktan muaf tutulmuştur. Ancak, Protestanlar gibi bazı dinî azınlıklar özellikle kimliklerinde İslam dışında bir din yazmıyorsa, bu muafiyetten yararlanmakta zorluk çekmiştir. Hükümet, din derslerinin dünya dinlerini kapsadığını iddia etmiştir; ancak dini azınlıklar derslerin Sünni İslam doktrinlerini yansıttığını ve bu nedenle gayrimüslimlerin muaf tutulmadığını ileri sürmüştür.Pek çok Alevi, hükümetin din derslerinde kendi doktrin ve inançlarına yer vermemesinden dolayı ayrımcılık yaptığını iddia etmiştir. Ekim 2007`de, AİHM zorunlu din derslerinin din özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle dava açan Alevi bir ailenin lehine karar vermiştir. O tarihten itibaren hükümet, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin son sınıflar için hazırlanan ders kitabına Alevi inanç sistemiyle ilgili 10 sayfalık bir genel bilgi eklemiştir. Ağustos ve Eylül aylarında Alevi örgütleri yetersiz buldukları için hükümetin çözümünü protesto etmiştir.Mart ayında Danıştay iki ayrı davada çocuklarının okuldaki din derslerinden muaf tutulmasını talep eden Alevi bir anne babanın lehine karar vermiştir.
Resmi olarak tanınan azınlıklar Eğitim Bakanlığı’nın denetiminde okul açabilmektedir. Bu okulların müfredatında Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks ve Yahudi öğretileri yer almıştır.Okul dışında Kur’an kursu açma yetkisi sadece Diyanete aittir, ancak resmi olmayan gizli özel kurslar bulunmaktadır. Beş yıllık ilköğretimi tamamlayan öğrenciler, Diyanet`in hafta sonu ve yaz tatillerindeki Kur`an kurslarına kaydolabilmektedir. Resmi Kur`an kurslarına sadece 12 yaşından büyük çocuklar yasal olarak kaydolabilmektedir. Mazlum-Der daha küçük yaştaki çocukların eğitim gördüğü yasa dışı kurslara emniyet güçlerinin sık sık baskın düzenlediğini bildirmiştir. Diyanet yetkililerine göre ülke çapında yaklaşık 5000 resmi Kur`an kursu bulunmaktadır.Özellikle Rum ve Ermeni Ortodoks olmak üzere çok sayıda dini topluluğun mülkleri devlet tarafından istimlâk edilmiş ve bu topluluklar devletin mülklerini istimlâk etme çalışmalarına karşı mücadele vermeye devam etmiştir. Bu mülklerin çoğu, yasaların VGM`ye ülkedeki gayrimüslim toplulukların nüfusu önemli oranda düştüğünde kullanılmayan mülklerin doğrudan idaresini eline alma izni verdiği için kaybedilmiştir. Hükümet, göç eden ya da ölen ve mirasçısı olmayan topluluk üyelerinin üstüne kayıtlı diğer mülkleri de istimlâk etmiştir. VGM ayrıca, belli bir bölgedeki gayrimüslim topluluğun nüfusu vakıf kuruluna üye seçebilmek için gereken düzeyin altına düştükten sonra gayrimüslim vakıfların kontrolünü de eline almıştır.
Yasalar VGM tarafından tanınan 161 azınlık vakfının mülk edinmesine izin vermektedir ve VGM, gayrimüslim vakıfların yaptığı 365 yasal mülkiyet başvurusunu kabul etmiştir. Şubat ayında, yasada azınlık vakıflarına ait istimlâk edilmiş mülklerin iadesini kolaylaştıran bir değişiklik yapılmıştır; ancak bu değişiklik üçüncü taraflara satılan ya da ilgili vakıfların hükümet kontrolüne girmesinden sonra istimlâk edilen mülkleri kapsamamaktadır. Bu koşullar istimlâk edilmiş Rum Ortodoks mülklerinin çoğuna uygulanmıştır.8 Temmuz’da, AİHM ülkenin, Ekümenik Patrikliği’nin Büyükada’daki eski bir yetimhane üzerindeki mülkiyet haklarını ihlal ettiğine karar vermiştir.Yasalar vicdanen askere gitmeyi reddedenleri koruyan herhangi bir madde içermemektedir.2 Haziran’da, bir İstanbul mahkemesi halkı zorunlu askerlik hizmetinden soğuttuğu gerekçesiyle vicdani redci Halil Savda’ya altı ay hapis cezası vermiştir. Savda daha önce askeri elbise giymeyi ve dini inançlarından dolayı bıraktığı sakalını kesmeyi reddettiği için toplam 25 ay ceza almıştı.Aralık ayında, bir askeri mahkeme Mehmet Bal’ı 15 aylık zorunlu askerlik hizmetini tamamladıktan sonra emirlere itaatsizlik ve firar suçlamalarından beraat ettirmiştir.
Bal vicdani redci olduğu konusunda ısrar etmiştir.11 Ekim’de, Ahmet Karayay Ankara’daki bir meydanda vicdani redci olduğunu açıklamasının ardından tutuklanmıştır.Karayay tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır. Karayay’ın davası yıl sonunda devam etmekteydi.Toplum Tarafından Yapılan Taciz ve Ayrımcılıkİbadetlerini yapan Hristiyanlara karşı saldırı bildirimlerinin sayısı azalmıştır. Yetkililer İç İşleri Bakanlığı’nın valiliklerden gayrimüslimlere karşı yapılan şiddet eylemlerini önlemelerini talep eden Haziran 2007 tarihli genelgeyi uygulamak için yıl içinde önlemler almıştır. Ankara, İzmir ve Trabzon’daki gayrimüslimler polisin özel din hizmetleri sırasında ekstra güvenlik önlemleri aldığını bildirmiştir.25 Ocak’ta, beş gencin İstanbul Protestan Kilisesi Vakfı’nın İzmit şubesini taşlayarak maddi hasara neden oldukları bildirilmiştir. Ocak ayının son günlerinde vakfın İstanbul’daki Hristiyan Türk yöneticisi kısa bir süre önce kilisedeki ayinlere katılan bir vatandaş tarafından tehdit edilmiştir.Şubat ayında 17 yaşındaki bir genç Samsun’daki Agape Kilisesi liderini tehdit etmek suçundan tutuklanmıştır. Şüpheli aynı suçtan Ocak 2007’de tutuklanmış ve serbest bırakılmıştı. Ancak şüpheli iddialara göre kiliseyi tehdit etmeye devam etmiştir.14 ve 15 Nisan’da, kimliği belirlenemeyen kişilerce Kocaeli’nin Derince beldesindeki bir Protestan toplantı binasına üst üste iki gece taşlı saldırı düzenlenmesi sonucu binanın birçok camı kırılmıştır.
Asayiş polisi olaydan sonra binayı korumak için görevlendirilmiştir; ancak yıl sonunda olayla ilgili herhangi bir tutuklama ya da dava bildirimi bulunmamaktaydı.Mart 2007’de, Mardin`in Midyat ilçesindeki Süryani Kiliseleri Vakfı başkanının evinin avlusuna el bombası atılmıştır. Polis olaydan sonra soruşturma başlatmıştır; ancak yıl sonunda herhangi bir tutuklama ya da dava bildirimi bulunmamaktaydı.29 Aralık’ta, bir İzmir mahkemesi, Aralık 2007 tarihinde İzmir’de Rahip Adriano Francini bıçaklayarak yaralayan Ramazan Bay’a beş yıl hapis cezası vermiş ancak, iyi halden dolayı cezasını dört yıl iki aya indirmiştir. Bay ayrıca, sustalı çakı taşıdığı gerekçesiyle beş ay daha hapis ve 375 lira (yaklaşık 287 ABD doları) para cezası almıştır.Nisan 2007’de, aralarında bir Alman vatandaşın da bulunduğu Malatya’daki Protestan kilisesinin üç üyesini öldürmekle suçlanan 11 gencin davası yıl sonunda devam etmekteydi. Kurbanlar Hristiyanlıkla ilgili kitap yayınlayan bir şirketin ofisinde bulunmuştu; polis binadan kaçmaya çalışan dört şüpheliyi yakalamış, beşincisi pencereden atlamış ve sonrasında hastaneye kaldırılmıştı. Cinayetlerle bağlantılı olarak toplam 11 şüpheli suçlanmış; beşi soruşturma devam ederken nezarette tutulmuştur. Dava Kasım 2007’de başlamıştır.
Cinayet ve terörist eylemler nedeniyle beş sanık birden fazla müebbet hapis cezası alırken diğer iki sanık cinayetin planlanmasına yardım etmekle suçlanmıştır. Hâkimler ve avukatlar olayın devam etmekte olan Ergenekon davasıyla bağlantılı olabileceğini belirtmiştir. Ağustos ayında, savcılar bir İstanbul mahkemesinden Ergenekon dosyasını istemiştir.Şubat ayında, Malatya kurbanlarının ailelerini temsil eden avukatlardan biri aldığı tehditler ve e-postalarının izinsiz şekilde kontrol edilip telefonlarının dinlendiği şüphesi ve itibarına leke sürmek için bilgilerinin manipüle edildiği gerekçesiyle Ankara Cumhuriyet Savcılığına şikâyette bulunmuştur. Şikâyetin ardından yetkililer avukatı koruma altına almıştır.Kasım 2007`de güvenlik yetkilileri Antalya`daki St. Paul Kilisesi rahibine karşı planlanmış bir saldırıyı engellemiştir. Yetkililer, rahibi öldürmek istediğini söylediği bir telefon görüşmesini öğrendiklerinde şüpheli Murat T.`yi çeşitli suçlardan dolayı sorgulamaktaydı. Beş kundakçılık olayında yer aldığı iddiasıyla Murat T.`nin yıl sonunda tutukluluk hali devam etmekteydi ve askerlikten kaçtığı gerekçesiyle bir askeri mahkemeye sevk edilmişti; ancak yıl sonunda, rahibe yapılması planlanan saldırıyla ilgili herhangi bir suç bildirimi hâlâ bulunmamaktaydı.2006`da Samsun`daki bir Katolik rahibi uğradığı bıçaklı saldırıda yaralanmıştır.
Yetkililer saldırıdan önce, daha sonra yakalanan saldırganın "Hristiyan propagandası" yaptığı gerekçesiyle rahip hakkında şikâyette bulunduğunu açıklamıştır. Duruşma sırasında davalı avukatları, kronik şizofren teşhisi konduğu iddia edilen saldırganın hastaneye yatırılmasını talep etmiştir; dava yıl sonunda devam etmekteydi.Süryani cemaati üyeleri, 1980 ve 1990 yılları arasındaki PKK bağlantılı şiddet olayları sırasında güneydoğudaki köylerini terk etmeye zorlanan Süryaniler’in köylerine dönmeye çalışırken daha az sorunla karşılaştığını bildirmiştir. Bölgedeki köylüler, özellikle köy korucuları, ülkeden kaçan Süryaniler’in evlerinde oturmuş ve Süryaniler geri dönmeye karar verdiğinde evlerinden çıkmayı reddetmiştir. Bununla birlikte, bazı durumlarda imar yasalarının uygulanması nedeniyle güneydoğudaki köylerde yaşayan Süryaniler mülklerinin yüzde 40 ila 50’sini kaybetmiştir.Pek çok Müslüman, Hristiyan, Yahudi ve Bahai’ye toplum tarafından kuşkuyla ve güvensizlikle bakılmıştır. Yahudi ve Hristiyan mezheplerinin çoğu dinlerini özgürce yaşamış ve günlük yaşamda din ayrımcılığıyla çok fazla karşılaşmadıklarını açıklamıştır. Ancak, dini azınlıklar devlet kurumlarında çalışmalarının ciddi biçimde engellendiği iddiasında bulunmuştur.Çeşitli gazetelerde ve televizyon programlarında Hristiyanlık ve Yahudi karşıtı mesajlar görülmeye ve kitapçılarda Yahudi düşmanlığını savunan yayınlara yaygın biçimde rastlanmaya devam edilmiştir.
Yahudi topluluğu üyelerinin sayısı yaklaşık 23.000 bin idi. Yıl içinde süregelen toplumsal düşmanlık ve ayrımcılığın yanı sıra gazete ve web sitelerde Yahudi karşıtı yazılar yayınlanmaya devam etmiştir.Ayrıntılı bilgi için, www.state.gov/g/drl/irf/rpt adresinden 2008 Uluslararası Dini Özgürlük Raporuna bakınız.d.Seyahat Etme Özgürlüğü, Ülke İçinde Zorunlu Göçe Tabi Tutulan Kişiler, Mültecilerin Korunması ve Yurtsuz KişilerYasalar yurt içinde-yurt dışında seyahat etme, göç etme ve yurda dönmeye izin vermektedir; ancak hükümet zaman zaman uygulamada bu hakları kısıtlamıştır. Yasalar, bir vatandaşın ülkeden ayrılma özgürlüğünün sadece olağanüstü ulusal haller, yurttaşlık görevleri (örn. askerlik hizmeti) ya da adli soruşturma veya kovuşturma durumunda sınırlandırılabileceğini öngörmektedir. Hükümet güneydoğuda, yollarda kurulan çok sayıda kontrol noktası gibi ağır güvenlik önlemleri uygulamaya devam etmiştir. Hükümet ülke içinde göçe tabi tutulmuş kişiler, mülteciler (belirli coğrafi kısıtlamalara tabi olarak tanınan), ülkelerine dönen mülteciler, üçüncü ülkelere sığınma hakkı için bekleyenler, yurtsuz kişiler ve diğer sorun yaşayan insanlara yardım konusunda genellikle BM Mülteciler Yüksek Komisyonu (UNCHR) ve diğer insani yardım örgütleri ile birlikte çalışmıştır.Eylül ayında, Anayasa Mahkemesi Milli Güvenlik Kurulu`nun önerisi üzerine Bakanlar Kuruluna "zorunlu yerleşim" uygulama yetkisi veren yasal düzenlemeyi reddetmiştir. Mahkeme, kararını anayasanın 23. Maddesine dayanarak vermiştir. Bu madde suç önleme, toplumsal ve ekonomik kalkınmayı ilerletme, sağlıklı ve düzenli bir kentsel gelişim sağlama ve kamu mülkiyetini koruma amacı dışında yerleşim özgürlüğüne herhangi bir kısıtlama getirmeyi yasaklamaktadır. Söz konusu hüküm bir köyün milli güvenlik nedeniyle boşaltılamayacağını belirtmektedir.Yasalar zorunlu sürgünü yasaklamaktadır. Hükümet böyle bir uygulamada bulunmamıştır.
Ülke İçinde Zorunlu Göçe Tabi Tutulan Kişiler (ÜİZGTTK)Çeşitli STÖ`ler ülkede, 1984`te başlayıp 1990`ların sonlarına kadar şiddetini sürdüren ve yıl içinde de devam eden PKK çatışmaları nedeniyle ülke içinde zorunlu göçe tabi tutulan bir ila üç milyon arasında kişi olduğunu tahmin etmiştir. Hükümet, çatışmalardan önce ayrılan birçok kişiyle beraber, güneydoğudaki
62.448 haneden 368.360 kişinin çatışma sırasında göç ettiğini bildirmiştir. 2006`da Hacettepe Üniversitesi hükümetin yaptığı bir çalışmanın sonuçlarını açıklamıştır. Bu çalışmaya göre, güneydoğuda 1986-2005 yılları arasındaki çatışmalarda 953.680 ila 1.301.202 kişinin göç ettiği tahmin edilmektedir. Çalışmaya göre, hükümet ve STÖ yetkililerinin sunduğu rakamlar arasındaki büyük farkın temel nedeni hükümetin yalnızca güvenlik güçleri tarafından tahliye edilen kişileri sayıp genel şiddet eylemleri veya güvenlikle ilgili ve ekonomik sebeplerden dolayı göç eden kişileri dâhil etmemesidir. Çalışmada ayrıca, ülke içindeki göçün kırsal kesimden kente olan büyük göç dalgasının bir parçası olduğu belirtilmiştir. Bu göçün temelinde ekonomik sebepler, güneydoğudaki artan şiddet eylemleri,
Güneydoğu Anadolu Projesi gibi büyük ölçekli gelişme çalışmaları ve doğal afetlerin etkisi yatmaktadır.Yasalar, PKK ile çatışma sırasında mallarını kaybeden kişilerden başvuruda bulunanlara tazminat ödenmesini öngörmektedir. Mayıs 2007`de, meclis söz konusu kişilerin bu yılın Mayıs ayına kadar tazminat başvurusunda bulunabilmeleri için yasanın süresini uzatmıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü (İHİÖ) 2006`da, yasanın hükümetin belirttiği amaçlara ve adil ve uygun ıslah ilkelerine aykırı şekilde uygulandığını bildirmiştir. İHİÖ`ye göre yasanın uygulanmasıyla görevli il komisyonlarının kararları yetersiz kalmış ve çatışmadan önceki evlerine dönmek isteyen ÜİZGTTK`lere engel olmuştur. İHİÖ ayrıca ÜİZGTKK`lerin temyiz yolunun olmadığını belirtmiştir. Bu bulgular ışığında yerel STÖ temsilcileri ve bölgedeki baro birlikleri, yasada makul olmayan belgelerin zorunlu kılındığı ve tazminat bedellerinin AİHM tarafından belirlenen standartların çok altında olduğunu belirtmiştir. Bir İç İşleri Bakanlığı temsilcisi hükümetin yasayı adil bir şekilde uygulamadığı yönündeki iddiaları reddetmiştir.İç İşleri Bakanlığı Aralık ayına kadar, yasa kapsamında inceleme komisyonlarına tazminat talebiyle toplam 278.165 başvuru yapıldığını bildirmiştir. Komisyonlar 97.579 başvurudan 66.563`ünü kabul ederken 31.016`sını reddetmiştir. Hükümet kişi başına 16.000 lira (13.400 ABD doları) olmak üzere toplam 351 milyon lira (294 milyon ABD doları) tazminat ödemiştir.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı’na (TESEV) göre, yasa yalnızca 1987`den sonra yaşanan kayıpları tazmin etmekte, çatışmaların başladığı 1984 senesi ile 1987 arasında mülklerini kaybeden kurbanları kapsamamaktadır. TESEV, ekonomik durumun ve güvenlik koşullarının bozulmasına bağlı olarak bölgeyi terk eden birçok kurbanın kayıplarıyla PKK ya da güvenlik güçlerinin eylemleri arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu kanıtlayamadığı için tazminat alamadığını bildirmiştir. İHİÖ de aynı sonuca vardığı 2006 raporunda, hükümetin 1987`den önce güneydoğu bölgesinden ayrılan köylülere haksız şekilde tazminat ödemeyi reddettiğini bildirmiştir.Eylül ayında, Mardin’deki bir il hasar değerlendirme komisyonu tazminat yasası çerçevesinde 2004 yılında açılan 30 davayla ilgili bir karara varmıştır. İlk olarak toplam 91 köylü, kayıpları için tazminat başvurusunda bulunmuştur; başvuranların birçoğu komisyonun mülkiyet sahibi olduklarını kanıtlamak için yeterli kabul ettiği resim ve vergi kayıtları gibi yasal kanıtları sağlayamadığı için hayal kırıklığına uğramıştır. Mahkeme ayrıca başvuruda bulunan bayanların eşlerinden onay alınmasını şart koşmuştur.
Ordunun, köyün "özel güvenlik bölgesi" içinde olduğunu açıklaması üzerine jandarma ve köy korucularının evlerini terk etmeye zorladığı bir grup köylü Ağustos 2007’de Siirt Valiliği’ne idari şikâyette bulunmuştur; yıl sonunda davanın durumuyla ilgili bir bilgi bulunmamaktaydı. Köylüler eşyalarıyla birlikte zorla evlerinden çıkarılmış ve köydeki ürün ve hizmetlere erişmeleri engellenmiştir. Yıl içinde köy halkının durumlarının genel olarak iyi olduğuna dair bazı bildirimler olmuştur.Gönüllü ve destekli köye dönüşler devam etmiştir. Bazı durumlarda insanlar eski evlerine geri dönebilmişler; bazı durumlarda ise merkezi köyler yapılmıştır. (Hükümet, 7 Eylül`de olduğu gibi, "Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi" ve tazminat yasasının 25.001 haneden 151.469 kişinin köylerindeki evlerine dönmesini kolaylaştırdığını bildirmiştir.)Yabancı devletler ve ulusal ve uluslararası insan hakları örgütleri hükümetin ÜİZGTTK`lerin geri dönüşünü destekleme programını açık olmaması ve yetersiz olması nedeniyle eleştirmeye devam etmiştir.Mültecilerin KorunmasıYasalar yurt içinde-yurt dışında seyahat etme, göç etme ve yurda dönmeye izin vermektedir; hükümet uygulamada genellikle bu haklara saygı duymuştur.Bir idari yönetmelik, BM`nin 1951 tarihli Mülteci Statüsü Anlaşması ve bu Anlaşmanın 1967 tarihli protokolüne göre mülteci statüsü ya da iltica hakkı vermektedir.
Ancak, Türkiye 1967 protokolünün coğrafi sınırlamaya tabi olduğunu onaylamış, bu nedenle anlaşmanın yükümlülüklerinin yalnızca Avrupa`dan gelen mülteciler için geçerli olduğunu kabul etmiştir. Hükümet mültecilere koruma sağlamak için resmi bir sistem ya da yasa oluşturmamıştır. İç İşleri Bakanlığı UNHCR`ye paralel olarak mülteci statüsü belirlemek için bir süreç uygulamıştır. Bu sürecin sonucunda bazen UNHCR ile aynı kararları vermiştir. UNHCR’nin statü verdiği ancak yetkililerin onaylamadığı mülteciler yeniden yerleştirme programı için çıkış izni alamamıştır.Hükümet, 1951 anlaşması çerçevesinde mülteci statüsü alamayanlara geçici koruma sağlamıştır. 1967 protokolü Avrupa kökenli olmayan kişileri de kapsamıştır. İç İşleri Bakanlığı`na göre, hükümet yıl içinde UNHCR`nin üçüncü ülkelere yerleştirilmesini istediği 7584 yabancıya geçici koruma sağlamıştır. Mültecilerin ülkede çalışmasına izin verilmemiş ve UNHCR veya yerleştirme acenteleriyle görüşmek üzere İstanbul ya da Ankara`ya gitmek için İç İşleri Bakanlığı`ndan izin almaları gerekmiştir.Hükümet ülkede sürekli bir çözüm bulamayan mültecilerin üçüncü ülkelere yerleşmek için çıkış izni almalarını şart koşmuştur.
Yönetmeliklerin mültecilerin her altı ayda bir ödemesini gerekli gördüğü 273 lira (209 ABD doları) değerindeki ikamet harcı çıkış izni için bir engel teşkil etmektedir. Bu harç her altı ayda bir zamanında ödenmezse, mülteciler ülkeyi terk etmeden önce gecikme ücretiyle beraber eski harçları tam olarak ödemelidir. Bazı durumlarda, aileler ülkeden ayrılmalarına izin verilmeden önce binlerce dolar ikamet ve gecikme harcı ödemiştir.Birçok olayda hükümet, mültecilerin yaşam veya özgürlüklerinin tehdit edildiği ülkelere dönmesine veya sınır dışı edilmesine karşı bu kişilere koruma sağlamıştır. Ekim ayına kadar, UNHCR’nin ilgilendiği 790 kişi sınır dışı edilmiştir. Bu kişilerden seksen beşi mülteci veya sığınma hakkı arayan kişiler olarak kabul edilirken, diğer 708 kişi UNHCR’ye sığınma hakkı istediğini bildirmesine rağmen UNHCR’nin bu kişilerle görüşmesi engellenmiştir. Yetkililer UNHCR’nin mülteci olarak tanıdığı 22 kişiyi zulüm görme veya ciddi insan hakları ihlallerinden korktukları ana vatanlarına geri göndermiştir. Bu kişilerden bazılarının üçüncü bir ülkeye yerleşmesi kabul edilmiş ancak bu ülkelere yerleşemeden önce kendi ülkelerine gönderilmiştir. UNHCR’ye sığınma hakkı istediklerini bildiren diğer 298 kişi UNHCR mülteci olup olmadıklarına karar vermeden zulüm görmekten korktukları ana vatanlarına gönderilmiştir.
Nisan ayında UNHCR’nin mülteci olarak tanıdığı en az iki İran vatandaşı ülkenin Irak sınırındaki tehlikeli bir nehirden jandarma tarafından geçmeye zorlandığı sırada hayatını kaybetmiştir. Haziran ayında, jandarma sığınma hakkı isteyen diğer üç İranlı’yı geceleyin İran sınırında bırakmış ve iddialara göre Türkiye’ye dönmemeleri için tehdit etmiştir. Birkaç gün sonra bu kişilerden ikisi Van’a dönmüştür. Söz konusu kişiler diğer arkadaşlarının bir gölede düşüp bacağını kırdığını ve yardım bulmak için onu orada bıraktıklarını bildirmiştir. Bu kişilere ne olduğu yıl sonunda bilinmemekteydi.Temmuz ayında, jandarma UNCHR’nin mülteci olarak tanıdığı ve eskiden Irak’taki Eşref Kampı’nda kalan üç İran vatandaşını resmi bir sınır kapısından İran’a sınır dışı etmiştir. Ancak, İran sınır görevlilerinin bu kişileri kabul etmemesi üzerine yetkililer onları yıl sonunda halen kalmakta oldukları Van’daki bir mülteci barınma merkezine götürmüştür. Irak’taki Eşref Kampı’nda kaldıkları sırada UNHCR’nin mülteci olarak tanıdığı diğer 24 İranlı yıl sonunda Irak’a sınır dışı edilmiştir.12 Eylül’de, İran’dayken UNHCR’nin mülteci olarak tanıdığı ancak daha sonra üçüncü bir ülkeye yerleşmek için Van’a gelen 22 Özbekistan vatandaşı İran`a sınır dışı edilmiştir. Mülteciler haber verilmeden toplanarak sınırın belirsiz bir dağlık kısmına götürülmüş ve İran’a yürüyerek gitmeye zorlanmıştır. Grupta, tehlikeli koşullar altındaki dağlarda yürümeye zorlanan kadınlar ve çocuklar da bulunmaktaydı. Daha sonra aynı grup 23 Eylül’de Van’a gitmek üzere kendilerini belirsiz bir sınırdan geçirmeleri için İranlı kaçakçılara 5000 ABD doları vermiştir.
UNHCR Türkiye’deki resmi makamlara başvurarak, yetkililerden İran’a dönmeleri halinde Özbekistan’a gönderilmekten korkmalarına dair güvenilir belgeler sundukları için mültecilere ülkede geçici olarak sığınma hakkı verilmesini talep etmiştir. 13 Ekim’de, 22 mültecinin hepsi ve Eylül ayında sınır dışı edilmelerinin durdurulması için AİHM’ye dava dilekçesi veren üç Özbekistan vatandaşından oluşan bir aile İran’a sınır dışı edilmiştir.Ağustos 2007`de, UNHCR’nin mülteci olarak tanıdığı ve üçüncü bir ülkeye yerleşmesi için aday gösterdiği cezaevinde bulunan İranlı eylemci Peyman Piran`ın erkek kardeşi Pejman Piran, Van`da yaşayan diğer dört İranlı mülteciyle beraber Irak`a sınır dışı edilmiştir. AİHM aynı ay sınır dışı edilme işleminin durdurulması için bir karar yayınlamış ancak Piran ve diğer dört mülteci bu karardan önce Irak`a götürülmüştür. Piran sonra üçüncü bir ülkeye yerleşmiş, AİHM’nin ülkeye karşı açtığı dava yıl içinde düşmüştür.
Türkiye mahkemede verdiği ifadede, bu kişilerin sığınma taleplerinin yetkili makamlarca reddedildiği ve İran`a değil Irak`a sınır dışı edildikleri için bu sınır dışı etme işleminin Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu`nu ihlal etmediğini ileri sürmüştür.Iraklı vatandaşlar Türk hava alanlarına geldiklerinde genellikle turist vizesi alabilmiştir. Ancak göç yetkililerinin, Avrupa`ya giderken Türkiye`den geçen Iraklılar dâhil bazı yabancıların Avrupa`da sığınma hakkı arayabileceğine karar vermesi üzerine bu kişiler ülkelerine iade edilmiştir. UNHCR’ye göre, yıl içinde 600 Afgan vatandaşı Batman’dan uçakla Afganistan’a iade edilmiştir. UNHCR bu gruptaki bazı kişilerin ülkede sığınma hakkı için başvuruda bulunmak istediğini, ancak, sınır dışı edilmeden önce bu kişilere erişemediklerini bildirmiştir.Doğu sınır bölgelerinin yakınında bulunup gözaltına alınan yasa dışı göçmenlerin sığınma hakkı ülkeden geçerken veya diğer bölgelerden ülkeyi terk etmeye çalışırken yakalanan yasa dışı göçmenlerden daha çok sorgulanmış ve bu kişiler işlemler için daha çok başvuruda bulunmuştur. Ancak, geçici sığınma hakkı için ülke prosedürüne erişim olanakları, aralarında muhtemel sığınma hakkı arayanların da bulunduğu yakalanan kaçak göçmenler için karşılama hizmetleri ile güvenlik görevlilerine yardım edecek tercümanların olmaması nedeniyle engellenmiştir.Yasalar sığınma hakkı arayanlar için sıkı bir süre sınırı ya da geçerli bir kimlik belgesi sunmalarını öngörmemiştir.
Yasalar ayrıca "insani durumlar" söz konusu olduğunda sığınma hakkı arayanlar için ikamet harcı istenmemesini öngörmektedir. Bu maddeye rağmen, Uluslararası Göçmenlik Örgütü (IOM) yıl içinde bazı mültecilerin sığınacakları ülkeye yerleşmek üzere ülkeden ayrılmak için İstanbul`a gitme izni almak amacıyla kayıt yaptırmakta geç kaldıkları gerekçesiyle para cezasına çarptırıldığını bildirmiştir. Aralarında iki çocuğunda down sendromu olan bir ailenin de bulunduğu yaklaşık 700 mülteci sığınacakları ülkeye gitmek üzere ülkeden ayrılmak için biletlerini almış ancak söz konusu para cezası nedeniyle uçağı kaçırmıştır. Bu kişiler yıl sonunda hâlâ ülkedeydi. Hükümet, 2006 yılında, mülteci statüsüne karar verme prosedürüne ayrıntılı şekilde rehberlik etmesi açısından bir uygulama yönetmeliği yayınlamış ve sığınma hakkı arayanlar ile mültecilere yardımcı olacak yasal bir düzenleme yapmıştır.UNHCR bir veya daha fazla ülkeden geçtikten sonra yasal şekilde ülkeye gelen sığınma hakkı arayanlarla ilgili birçok olaya başarılı şekilde müdahale ettiğini bildirmiştir. Ancak, UNHCR gözaltındaki ya da gemiyle kaçak yolculuk eden ve sığınma başvurusu yapmak isteyen kişiler ile ülkenin hava alanlarının
uluslararası bölgelerindeyken sığınma hakkı talep etmeye çalışanlara erişimde sorunlar yaşamaya devam etmiştir.
Bölüm 3 Siyasal Haklara Saygı: Vatandaşların Hükümetlerini Değiştirme HakkıAnayasa ve yasalar vatandaşlara hükümetlerini barışçıl olarak değiştirme hakkı tanımaktadır. Vatandaşlar bu hakkı uygulamada, genel oy kullanma hakkına dayanan periyodik, özgür ve adil seçimler yoluyla kullanmıştır. Ancak, hükümet bazı siyasi parti ve liderlerin faaliyetlerine kısıtlama getirmiştir.Seçimler ve Siyasi Partiler2007 meclis seçimleri, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) uluslararası standartlara uygun olan demokratik seçimler çerçevesinde olduğunu belirttiği seçim yasalarına göre yapılmıştır. Yasalar bir partinin meclise girebilmek için ülke çapındaki geçerli oyların en az yüzde 10`unu almasını gerektirmektedir. Bazı siyasi partiler yüzde 10 barajını aşırı yüksek olmakla eleştirmiştir.AGİT ayrıca 2007 seçimlerinden sonra hazırladığı gözlem raporunda seçimler için kapsamlı bir yasal çerçeve olmasına rağmen, keyfi şekilde yorumlanabilecek ve belirsizlik içeren bazı yasaların siyasi kampanyaları ve daha geniş bağlamda ifade özgürlüğünü kısıtladığını belirtmiştir. AGİT ayrıca Kürt kökenli vatandaşların siyasi hayata katılımlarını arttırmak için çeşitli çabaların olduğunu belirtmiştir
Ancak, yasalar seçim kampanyasında Türkçe`den başka bir dil kullanılmasını yasaklamaya devam etmiştir.2007 yılı cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri öncesinde yaşanan kutuplaşmış siyasi iklim içinde, ordu kökten dinciliğin oluşturduğu büyük tehditler, laikliğin esas savunucusu olarak ordunun görevi ve ülkede laikliğin zayıfladığı iddiaları üzerinde duran üç ayrı bildiri yayınlamıştır. İnsan hakları örgütleri bu bildirileri ordunun siyasi yaşamda orantısız biçimde etkili olduğuna işaret eden demokratik süreç üzerinde baskı uygulama girişimleri olarak tanımlamıştır. Avrupa Komisyonu Kasım ayı raporunda, ordunun "resmi ve gayriresmî mekanizmalarla siyasette büyük oranda etkili olmaya devam ettiğini belirtmiştir."Siyasi partiler ve adaylar adaylıklarını özgürce açıklayıp seçimlerdeki yerini almıştır. Yüksek Temyiz Mahkemesi başsavcısı, Anayasa Mahkemesi`ne siyasi partilerin sadece anayasaya aykırı faaliyetleri nedeniyle kapatılmasını isteyen bir dava sunmuştur. Avrupa Komisyonu ilerleme raporuna göre, yıl içinde iki siyasi parti aleyhinde açılan kapatma davaları siyasi partilerle ilgili yasal koşulların "devletin ilişki kurma ve ifade özgürlüklerine müdahale etmesine karşı siyasi aktörlere yeterli koruma sağlamadığını" ortaya çıkarmıştır.Mart ayında, ülkenin başsavcısı "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olduğu iddiasıyla AKP aleyhinde kapatma davası açmıştır.
Anayasaya göre, "siyasi partilerin eylemleri demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz." Savcı AKP`nin siyasi programının ve yazılı hükümlerinin anayasaya aykırı olmadığını onaylarken, iddianamede AKP "eylemlerinde ve sözlü ifadelerinde yasalara ve anayasaya aykırı şekilde hareket etmekle" suçlanmıştır. 30 Temmuz’da, Anayasa Mahkemesi iktidar partinin kapatılmamasına karar vermiştir. Altı hâkim kapatılması yönünde oy kullanmıştır, ancak anayasa en az yedi hâkimin partinin kapatılmasına yönelik oy vermesini öngörmektedir. 11 üyeli mahkeme partiyi kapatmak yerine hazine yardımlarında kesinti yapmıştır.17 Ekim’de, bir Diyarbakır mahkemesi kapatılan HADEP’in (Halkın Demokrasi Partisi) eski Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan’ın öldürülmesinde suç ortaklığı yaptıkları gerekçesiyle sanık Fırat Karahan ve Veysi Akgönül’e ömür boyu hapis ve Mustafa Kemal Ok’a altı yıl üç ay hapis cezası vermiştir. Zanlı Zeki Peker beraat etmiştir.DEHAP 2006’da DTP adı altında tekrar kurulmuştur; yıl içinde Anayasa Mahkemesi DEHAP’ın kapatma davasına DTP’yi de kapatmayı eklemiştir. 16 Eylül’de, DTP Eş Başkanı Ahmet Türk, Anayasa Mahkemesi`ndeki savunmasında DTP ve PKK arasında herhangi bir örgütsel bağ olmadığını iddia etmiştir. Kasım 2007 tarihinden bu yana DTP muhtemel kapatılma ve 221 üyesinin siyaset yapmasının yasaklanması tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Bölücülük suçundan açılan müşterek dava yıl sonunda devam etmekteydi.Polis yıl içinde, özellikle güneydoğuda, çok sayıda DTP merkezine baskın düzenlemiş ve yüzlerce DTP yetkilisi ve üyesini gözaltına almıştır. Savcılar yıl içinde, DTP üyeleri hakkında çok sayıda soruşturma başlatmış ve dava açmıştır. DTP`nin Van ve Siirt merkezlerine yıl içinde düzenlenen polis baskınları sonucunda yaklaşık 50 DTP üyesi gözaltına alınmıştır.DTP üyeleri sözlü tehdit, mitinglerde keyfi gözaltına alınma ve kontrol noktalarında tutuklanma dâhil olmak üzere jandarma ve polis tarafından sürekli taciz edilmiştir. Güvenlik güçleri ayrıca DTP sempatizanı olduklarına inandıkları köylüleri de sürekli taciz etmiştir.
Güvenlik güçleri gözaltına alınanların çoğunu kısa sürede serbest bırakmıştır; ancak birçoğu genellikle yasa dışı bir örgütü destekleme ya da bölücülüğü teşvik etme suçundan yargılanmıştır.DTP`li Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak`ın temyiz davasıyla ilgili yıl sonunda bir gelişme bulunmamaktaydı. 2006`da Budak, Roj TV`de yayınlanan bir konuşmasında Abdullah Öcalan`a uygulanan tecrit "tahrik edici" sözlerini dile getirmek suçundan bir yıl üç ay hapis cezasına çarptırılmıştır.Yıl içinde Erzurum DTP İl Başkanı Bedri Fırat`ın 2006`daki mahkûmiyet kararının temyizi devam etmekteydi. Fırat, Nevruz kutlamaları sırasında yaptığı bir konuşmada Kürtler’in soy kırıma uğradığı iddiasıyla PKK`nın propagandasını yaptığı ve Abdullah Öcalan`ı övdüğü gerekçesiyle iki yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.DTP üyesi Tuncer Bakırhan aleyhinde 2007 yılı içinde açılan 25 davayla ilgili yeni bir bilgi bulunmamaktaydı.550 koltuğa sahip mecliste 50 kadın bulunmaktadır. 25 üyeli kabinede yalnızca bir kadın bakan bulunmaktadır.Sayısı bilinmemekle beraber, bazı azınlık grupları siyasi alanda görev yapmıştır. 100’den fazla meclis üyesi ve üç bakan dâhil olmak üzere üst düzey hükümet yetkilisi Kürt kökenli idi.
Devletteki Yolsuzluklar ve ŞeffaflıkYasalar yolsuzluk yapan devlet görevlilerinin hapis cezasına çarptırılmasını öngörmektedir; ancak hükümet yasayı etkili bir şekilde uygulamamış ve yolsuzluk yapan görevliler ceza almamıştır. Dünya Bankası ‘Dünya Çapında Yönetişim Göstergeleri’ araştırma projesi yıl içinde yolsuzluk oranının biraz düştüğünü ancak sorun olarak yaşanmaya devam ettiğini göstermiştir.Muhalefet partisi üyeleri iktidar parti AKP`nin, yolsuzluk ve diğer görevi kötüye kullanma fiillerinden şüphelenilen AKP milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmamasını eleştirmiştir.Hükümet yetkililerinin yasalar gereğince beş yılda bir mal beyanında bulunması gerekmektedir.Yasalar halka hükümetle ilgili bilgilere erişim hakkı vermektedir; ancak hükümet kimi zaman milli güvenlik ve diğer alanlardaki başvuruları reddetmiş ve tekrar başvuru hakkı tanımamıştır.Bölüm 4 Devletin İnsan Hakları İhlalleri İddiaları Hakkında Yapılan Uluslararası ve Sivil Toplum Araştırmaları Konusundaki TavrıBirçok yerel ve uluslararası insan hakları grubu çeşitli bölgelerde faaliyet göstermiştir; ancak özellikle güneydoğuda hükümet, engelleme ve kısıtlama yasalarıyla bu eylemlerine müdahale etmiştir.
Hükümet yetkilileri genellikle bu gruplarla işbirliği içinde hareket etmemiş ve görüşlerine karşı duyarlı davranmamıştır.İnsan hakları ihlallerini belgeleyen hukukçular ve doktorların yanı sıra insan hakları örgütleri ve gözlemciler yasal eylemlerinden dolayı gözaltına alınma, kovuşturma, gözdağı ve taciz gibi durumlar ve resmi kapatma kararlarıyla sürekli karşı karşıya kalmıştır. İnsan hakları örgütleri resmi insan hakları mekanizmalarının sürekli faaliyet göstermediğini ve ağır ihlallere çözüm getiremediğini bildirmiştir.İHD`nin yurt çapında 34 şubesi ve yaklaşık 14.000 üyesi bulunmaktadır. İHD, savcıların İHD şubelerine yıl içinde çok sayıda dava açtığını bildirmiştir. İHD tarafından kurulan İHV, Ankara, İzmir, İstanbul, Diyarbakır ve Adana`da işkence rehabilitasyon merkezleri işletmekte ve insan hakları bilgileri için bilgi merkezi olarak hizmet vermektedir. İstanbul`daki Helsinki Yurttaşlar Derneği, Ankara`daki Türk Demokrasi Vakfı, Türk Tabipler Birliği, bazı üniversitelerdeki insan hakları merkezleri ve Mazlum-Der ülkedeki diğer STÖ`ler arasındadır.23 Ocak’ta, Adana Haklar ve Özgürlükler Cephesi tarafından Aralık 2007’de düzenlenen bir etkinliğe katılmasının ardından yasa dışı bir örgüte üye olduğu gerekçesiyle İHD Adana şubesi başkanı Ethem Açıkalın tutuklanmıştır. Etkinlikte Aralık ayının başında Kevser Mızrak’ın Ankara’daki bir polis baskını sırasında öldürülmesine yönelik bir basın toplantısı yapılmıştır. Davada Açıkalın’ın 7,5-10 yıl arası hapsi istenmiştir. Açıkalın 6 ay hapis cezasına çarptırılmış ancak daha sonra kefaletle serbest bırakılmıştır; davası yıl sonunda devam etmekteydi.19 Şubat’ta, bir Diyarbakır mahkemesi İHD Siirt şube başkanı Vetha Aydın’a 2004’teki "Dünya Barış Günü"ne "barış başkanı" olarak katıldığı gerekçesiyle 15 ay hapis cezası vermiştir. Mahkeme daha sonra cezayı ertelemiş ancak Aydın’ın bir yıl boyunca yetkililere nerede olduğunu bildirmesine karar vermiştir.
12 Haziran’da, bir mahkeme, 2007’deki "1 Eylül Dünya Barış Günü"nde toplantı düzenleyerek Toplantı ve Gösteri Yasası’nı ihlal ettikleri gerekçesiyle İHD Çanakkale şubesi başkanı dâhil olmak üzere dört üyesine 18 ay hapis cezası vermiştir. Temyiz davası yıl sonunda devam etmekteydi.14 Ağustos’ta, polis Adana’daki DTP il binasına baskın düzenlemiştir. İHD Adana şube başkanı Ethem Açıkalın İHD şube yöneticisiyle birlikte gözlemci olarak DTP binasına gitmiştir. Polis şube yöneticisinin kolunu kırmış ve Açıkalın polise karşı koymakla suçlanmıştır. Dava yıl sonunda başlamamıştı.29 Aralık’ta, Açıkalın yasa dışı bir örgütün propagandasını yaptığı gerekçesiyle iki yıl hapsinin istendiği bir Adana mahkemesinde yargılanmıştır. Açıkalın, 2000 yılındaki askeri bir operasyonda ölen 28 mahkûmu anmak için Aralık 2007’de yapılan bir basın toplantısında slogan atmak suçundan yargılanmıştır. Dava yıl sonunda devam etmekteydi.Temmuz 2007’de, hükümet, yerel temsilciler ve üyelerin konumlarına uygun olmayan eylemlere katıldıkları ve "yasa dışı örgütleri" destekledikleri iddiasıyla İHD Mersin şubesine karşı kapatma davası açmıştır.
Dava yıl sonunda devam etmekteydi.Ocak 2007’de, İstanbul valiliği önceden bildirmeksizin, Uluslararası Af Örgütü`nün (AI) Türkiye şubesinin yaklaşık 75.000 lira (62.600 ABD doları) değerindeki üç banka hesabını dondurmuştur. Mayıs 2007’de AI, hacizle ilgili idari soruşturmasına cevap vermedikleri gerekçesiyle Beyoğlu ve İstanbul Kaymakamlıkları’na hukuk davası açmıştır. Mayıs 2007`de, Beyoğlu Kaymakamlığı AI`nın "izinsiz yardım topladığına" dair karar yayınlamıştır. Kararda AI`nın yasayı ihlal eden eylemleri belirtilmemiştir. AI Haziran 2007 tarihli bir kamu açıklamasında, çalışmaları için hükümetlerden veya siyasi partilerden para talep ya da kabul etmediğini, yardımlarını "yüz yüze" etkinlikleri veya sokakta yürüttüğü faaliyetler dâhil dünya çapındaki üyelik sistemi ve yardım etkinliklerinden topladığını belirtmiştir. Açıklamada AI`nın, bu olayın "yasal kaynak geliştirme etkinliklerini sekteye uğratmak amacını taşıyan bir yıldırma taktiği" olabileceğinden endişe duyduğu belirtilmiştir. Şubat ayında mahkeme AI`nın hesaplarının tekrar aktif edilmesine karar vermiştir. Kaymakamlık karar için Danıştay’a temyiz başvurusunda bulunmuştur; temyiz yıl sonunda devam etmekteydi.Hükümet genellikle CPT, UNHCR ve IOM gibi uluslararası örgütlerle işbirliği yapmıştır; ancak bazı uluslararası insan hakları çalışanları hükümetin kendilerini kasten taciz ettiğini ya da faaliyetlerini engellemek için sözde bürokratik engeller koyduğunu bildirmiştir.
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı insan haklarıyla ilgili yasaların uygulanıp uygulanmadığını denetlemekle ve insan hakları alanındaki çeşitli hükümet kurumlarının çalışmalarını koordine etmekle yetkilendirilmiştir. İHB bütçesi ve yeterli kaynakları olmamasına rağmen, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi ile birlikte çeşitli projeleri yürütmüştür. 2 Temmuz’da, İHB ülkedeki insan haklarıyla ilgili meseleler hakkındaki ilk yıllık raporunu yayınlamıştır.Yıl içinde İHB ifade özgürlüğü, ayrımcılık, çocuk hakları ve işkence gibi konularda kısa filmler göstererek insan haklarının korunmasına teşvik etmiştir. İHB, bireylerin insan hakları ihlallerini bildirmesi ve bunların uygun devlet kurumlarına iletilmesi için ücretsiz acil yardım hattı "Alo 150"yi hizmete sunmuştur.81 il ve 850 ilçede İHB’ye bağlı insan hakları il kurulları bulunmaktadır. Bu kurullar STÖ`ler, profesyonel kuruluşlar ve hükümet arasında insan hakları danışma forumu olarak hizmet vermiştir. Bu kurullar şikâyetleri araştırma ve bunları savcılığa bildirme yetkisine sahiptir. Ancak, bu kurulların birçoğu düzenli olarak toplanmamış ya da görevlerini etkili biçimde yapmamıştır. İnsan hakları STÖ`leri genellikle, yetki ve bağımsızlıkları olmadığı gerekçesiyle bu kurullara katılmayı reddetmiştir.İHB Haziran sonuna kadar 206 kişiden insan hakları ihlallerine dair şikâyet aldıklarını bildirmiştir. Aynı dönem içinde kurullara 496 ihlallerle ilgili şikâyette bulunulmuştur. Bunlar sağlık hizmetleri ve hasta hakları (115), mülkiyet hakları (84) ve genel insan hakları (79) ile ilgili şikâyetlerdi.29 Nisan’da, temyiz mahkemesi profesör Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu’nun 2005 yılındaki "halkı kine kışkırtmak" ve "yargı organlarını açıkça aşağılamak" suçundan beraatına karar vermiştir. Kaboğlu ve Oran, insan haklarıyla ilgili meselelerde hükümet kurumları ile STÖ’ler arasında bağlantı kurmak ve danışmanlık yapmak üzere kurulmuş İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun (İHDK) eski başkan ve başkan yardımcısı idi. İHDK 2005’te azınlıklar ve kültürel haklarla ilgili bir rapor yayınlamıştır.
Temyiz mahkemesi bu rapordaki ifadelerin ülkede azınlık olmadığı sadece "gayrimüslim vatandaşlar" olduğuna dair yasal ilkeye aykırı olduğuna karar vermiştir. Mahkeme kararında ifade özgürlüğüne ve uluslararası yasalara dayanarak demokratik ülkelerdeki vatandaşların tam bir ifade özgürlüğüne sahip olmaları gerektiğini belirtmiştir.Hükümetin insan haklarını savunan diğer organları arasında insan hakları görevlerine atama yapmaktan sorumlu bakanlıklar arası bir komite olan İnsan Hakları Yüksek Kurulu ile hükümet ve STÖ`ler arasında fikir alışverişi için bir forum olarak hizmet veren İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) bulunmaktadır. STÖ`ler bu organların neredeyse etkisiz olduğunu belirtmiştir. 2006 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in ombudsman yasasını kaldırmak için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Yıl içinde aktif bir ombudsman mekanizması bulunmamaktaydı. Dava yıl sonunda devam etmekteydi.Bölüm 5 Ayrımcılık, Toplumsal Taciz ve İnsan TicaretiYasaların ırk, cinsiyet, din, engellilik, dil ya da sosyal statüye bağlı ayrımcılığı yasaklamasına rağmen hükümet bu yasaları etkili şekilde uygulamamıştır. Hükümet ve STÖ`lerin toplumsal şiddet, kadınlara ve azınlıklara yönelik ayrımcılık ile insan ticaretini ortadan kaldırmak için yürüttüğü çalışmalara rağmen bu alanlarda sorunlar yaşanmaya devam etmiştir.KadınlarYasalar, eşler tarafından yapılsa bile tecavüzü yasaklamaktadır; ancak hükümet yasaları etkili bir şekilde uygulamamıştır. Kurbanlar çoğu zaman utandıklarından veya misillemeden korktuklarından dolayı olayları bildirmek için günlerce hatta haftalarca beklemiştir. Bu nedenle saldırganların etkili bir şekilde kovuşturulması engellenmiştir. Tecavüz olaylarının hepsi bildirilmemiştir.
Eşler arasında yaşanan suistimaller dâhil, kadınlara karşı uygulanan şiddet ciddi ve yaygın bir sorun olarak kalmıştır. Yasaların, eşler arasında yaşanan suistimaller dâhil olmak üzere kadına karşı şiddet uygulanmasını yasaklamasına rağmen hükümet yasayı etkili biçimde uygulamamıştır. Yerel insan hakları örgütleri bu yasaların kısmen etkili olduğunu, daha fazla kadının aile içi şiddet için polis acil yardım hattını aradığını ve polise gidip suç duyurusunda bulunduğunu bildirmiştir.Ekim 2007`de, İstanbul valiliği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği AB`den gelen yardımlarla desteklenen ve çağrı aldıktan sonra kişileri polis, avukat ve psikologlara yönlendiren operatörlerin çalıştığı aile içi şiddet yardım hattını kurmuştur.
Ocak 2007`de, Kadın ve Çocuktan Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu kadınlar, çocuklar, engelliler ve yaşlıların istismar edilmesini engellemek için bir yardım hattı kurmuştur. Kurulduğu tarihten Kasım ayına kadar, yardım hattı 119.090 kez aranmıştır.Kadınlara yönelik STÖ`ler 2001-2005 yılları (istatistiklerin olduğu en son dönem) arasında 150.000`den fazla kadının aile içi şiddet kurbanı olduğunu bildirmiştir. En son hükümet verilerine göre, 2006 yılında dava edilen 646 aile içi şiddet vakası bulunmaktaydı. Bu rakam önceki yıllara oranla düşüş göstermiştir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, aile içi şiddete maruz kalan ve tecavüze uğrayan kadın kurbanlar için toplam kapasitesi 405 olan 23 sığınma evi işletmiştir. Hükümet kaymakamlıklar, belediyeler ve STÖ`lerin 38 ve özel bir vakfın 1 sığınma evi işlettiğini bildirmiştir. Yıl içinde, ülkedeki sığınma evlerinde her 144.000 kişi için bir yatak bulunmaktaydı. Gözlemciler bu rakamın nüfusu 50.000’in üzerinde olan şehirler için yetersiz olduğunu belirtmiştir.Namus cinayetinden yargılanan kişilere müebbet hapis cezası verilmiştir. Türk Polis Teşkilatı 30 Eylül’e kadar 39 namus cinayeti işlendiğini ve 9 cinayet girişiminde bulunulduğunu bildirmiştir. İHB, özellikle güneydoğudaki tutucu Kürt aileleri ve güneydoğudan büyük şehirlere göç edenler arasında 2007 yılında 53 olmak üzere 2003 ve Temmuz 2008 tarihleri arasında 1000 namus cinayeti işlendiğini bildirmiştir. Gözlemciler genç suçlulara yönelik cezai indirim nedeniyle, çoğu zaman genç erkek akrabaların bu tür cinayetleri işlemekle görevlendirildiğini bildirmiştir.Namus cinayeti için verilen cezalar nedeniyle aile bireyleri namuslarını korumak adına kızların kendisini öldürmesi için gittikçe artan bir baskı yapmıştır. Kadın haklarını savunma derneği AKDER’e göre 2005-2006 yılları arasında, 1985 kadının intihar ettiği veya öldürüldüğü bildirilmiştir. Hükümet yetkilileri salon toplantıları düzenlemek ve tehlike altında olan kadın ve kızlar için kurtarma ekibi ile yardım hatları kurmak için KA-MER gibi destek gruplarıyla birlikte çalışmıştır.Güneydoğunun en büyük kadın örgütü olan KA-MER 2003-2007 yılları arasında doğu ve güneydoğu Anadolu`dan ailelerinin namus cinayetiyle tehdit ettiği toplam 198 kadının kendileriyle irtibata geçtiğini bildirmiştir. Bu olaylarla ilgili olarak üç kadın saldırılarda aldığı yaralar sonucunda hayatını kaybetmiş, bir kişi intihar etmiş ve 27`si intihara zorlanmıştır.
Olayların büyük çoğunluğunda kadınların kaderine babaları ya da kocaları karar vermiştir. Rapor, "karar veren" bu kişilerden 76`sının okuma-yazma bilmezken, 47`sinin ilkokul mezunu olduğunu belirtmiştir. Eğitim seviyesi arttıkça bu suçların oranında düşüş yaşanmıştır.Ailenin seçtiği biriyle evlenmeyi reddetme, kayınbirader veya kayınpeder ile cinsel ilişkiye girmeyi reddetme, fuhuş yapmayı kabul etmeme, ailenin erkek bireylerinin isteklerini yerine getirmeme ve erkek erkeğe yapılan sohbetlere karışma yaygın "itaatsizlik" tanımlarındandır. Bu tür itaatsizlikler namus cinayetleri için gösterilen en yaygın gerekçeler olmuştur.
Nisan ayında, Siirt`in Eruh ilçesinde 24 yaşındaki Leyla Gök, evli bir adamla ilişkisi olduğu gerekçesiyle dövülerek öldürülmüştür. Kadın erkek arkadaşıyla bir süre yaşadıktan sonra ailesinin yanına dönmüştü. İddialara göre ailesi Gök’ün cesedini hastaneden almamış ve kurban belediye görevlileri tarafından defnedilmiştir. Tanıklar dinlendikten sonra Gök`ün kardeşi Hayrettin serbest bırakılırken sevgilisi Şükrü Batuhan olayla ilgili olarak gözaltına alınmıştır. Dava yıl sonunda devam etmekteydi.Kasım ayında, Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde, Aysel Çadır dini nikâhlı eşi Müslüm Bakır tarafından vurularak öldürülmüştür. Kurbanın annesi kızının ölüm kararının kocası ve "aile meclisi" tarafından verildiğini iddia etmiştir. Çadır iddialara göre üç aylık hamile idi. Olayın ardından Bakır tutuklanmıştır. Dava yıl sonunda devam etmekteydi.Basında çıkan haberlere göre, Van`ın güneydoğusunda yaşayan ve tecavüz sırasında hamile kaldığı zannedilen 15 yaşındaki Naile Erdaş`ın doğum yaptıktan sonra, 2006’da ailesi tarafından öldürülmüştür. Hamile olduğunu saklayan Erdaş iddialara göre doğum yaptığı devlet hastanesi doktorlarından kendisini ailesine teslim etmemelerini istemiştir. Erdaş ailesinin törelere göre namuslarını temizlemek için kendisini öldürmelerinden korkuyordu. Doktorlar durumu devlet yetkililerine bildirmiş ancak kadın sonunda ailesine teslim edilmiştir. Cinayetle bağlantılı oldukları gerekçesiyle Erdaş`ın erkek kardeşi, annesi ve amcaları dâhil olmak üzere altı akrabasının yıl sonunda tutukluluk halleri devam etmekteydi.
Fahişelik yasaldır.Yasalar, cinsel saldırı için iki yıldan yedi yıla kadar hapis, cinsel taciz için üç aydan iki yıla kadar hapis ve para cezası olmak üzere çeşitli cezalar öngörmektedir. Kadın hakları eylemcileri her iki yasanın nadiren uygulandığını bildirmiştir.Ekim ayında, basın ve gözlemciler 14 yaşındaki bir kıza tecavüz etmekle suçlanan bir gazetecinin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasını eleştirmiştir. Tıbbi uzman raporuna göre iddia edilen tecavüz olayının ardından kızın fiziksel ve zihinsel sağlığı "bozulmuştur". Kadın ve Çocuktan Sorumlu Devlet Bakanı Çubukçu raporun doğru olmadığını bildirmiş ve Kasım ayında Bursa mahkemesi Adli Tıptan yeni bir rapor istemiştir.Yasalara göre kadınlar erkeklerle aynı haklara sahiptir; ancak toplumsal ve resmi ayrımcılık yaygın olarak görülmüştür. Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı`na bağlı Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü`nün görevi eşit haklar sağlamak ve kadınlara karşı uygulanan ayrımcılığa dikkat çekmektir.Kadınlar iş hayatında ayrımcılığa maruz kalmaya devam etmiş ve genellikle hükümet de dâhil olmak üzere yönetim düzeyindeki pozisyonlarda erkeklere oranla daha az temsil edilmiştir. Avrupa Komisyonunun Kasım ayı raporuna göre, kadınların iş hayatı ve siyasetteki katılım seviyesi ulusal ve bölgesel düzeyde düşüktür. Kadınların büyük yüzdesinin tarım, perakendecilik, restoran ve otelcilik sektörlerinde ailelerine ait işlerde ücretsiz olarak çalışmasına rağmen, kadınlar genellikle meslek ve iş hayatında ve devlet memurluğu pozisyonlarında erkeklerle eşit iş için eşit para almıştır.
Dünya Ekonomik Forumu yıl içinde aynı iş için kadınların erkeklerin kazandığının ancak yüzde 61’ini kazandığını bildirmiştir.ÇocuklarHükümet çocukların refahını artırma görevini üstlenmiş, eğitim ve sağlık imkânlarını genişletmek için çalışmıştır.8 yıllık yani 14 yaşına kadar süren eğitimin ücretsiz, genel ve zorunludur. Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı`na göre çocuklardan sadece yüzde 40`ı liseden mezun olmuştur ve her 10 kız çocuğundan biri zorunlu ilköğretim programına katılmamıştır.Çocuklara karşı uygulanan kötü muamele bir sorun olmuştur. Çok sayıda kız çocuğu yakın akrabaları, kimi zamansa erkek çocuk akrabaları tarafından işlenen namus cinayetlerine kurban gitmiştir. Çocukların cinsel istismar amacıyla pazarlandığına dair bildirimler olmuştur.
7 Mart’ta, bir Malatya ceza mahkemesi Malatya Çocuk Esirgeme Kurumu`ndaki çocuklara işkence ve kötü muamele uygulanan olayla bağlantılı olarak görevlerini ihmal etmek suçundan sekiz şüpheliye bir yıl hapis cezası vermiştir. Ancak cezanın infazı ertelenmiştir. Dokuz kurum çalışanına açılan diğer iki dava yıl sonunda devam etmekteydi.Özellikle yoksul, kırsal kesimlerde çocuk evlilikleri yaşanmıştır; ancak kadın hakları eylemcileri ülkedeki küçük yaştaki evliliklerin son yıllarda azaldığını bildirmiştir.Yasaların minimum evlenme yaşını 15 olarak öngörmesine rağmen, zaman zaman yaşları 12`ye kadar düşen çocuklar resmi olmayan dini törenlerle evlendirilmiştir. Ailelerin aralarında anlaşarak yeni doğan çocuklarını ileride yasal evlilik yaşına gelmeden çok önce evlenmeleri için "beşik kertmesi" yapması nadir de olsa görülmüştür.İnsan TicaretiYasalar insan ticaretinin her türlüsünü yasaklamaktadır. İnsan ticaretiyle ilgili cezalar yeterince ağırdır ve cinsel saldırı gibi diğer ağır suçlara yönelik cezalar yeterlidir. Basında insan ticareti sorunuyla ilgili olarak polisin yolsuzluk yaptığına dair iddialar olmuştur.Türkiye özellikle cinsel istismar amaçlı kadın ve çocuk ticaretinin yapıldığı önemli bir hedef noktasıdır. Hükümet yıl içinde 118 insan ticareti kurbanı tespit etmiştir. Yıl içinde hiç erkek kurban tespit edilmemiş veya erkek kurbana yardım edilmemiştir; 2007’de, Türkmenistan’dan beş erkek iş amaçlı insan ticareti kurbanı olmuştur. Moldova, Özbekistan, Türkmenistan ve Doğu Avrupa ile eski Sovyetler Birliği’nin diğer ülkelerinden kadın ve kız ticareti yapılmıştır. Biri Endonezya’dan biri Fas’tan olmak üzere iki kurban yıl içinde insan ticaretine maruz kalmıştır; bu kurbanlar yıl sonunda ülkelerine dönmeyi beklemekteydi. Yabancı kurbanlar ülkenin her yerinde tespit edilmekle beraber, birçoğu cinsel istismar amacıyla daha çok İstanbul ve Antalya`da insan ticaretine maruz kalmıştır.Ülkeye pazarlanan yabancı kurbanlar genellikle kaynak ülkedeki arkadaşları ve aile üyelerinden aldıkları bilgiler ve onların tavsiye ettiği kişiler ile hareket eden yabancı uyruklu ve Türk vatandaşlarından oluşan küçük ağlar tarafından toplanmıştır. Yerel uzmanlar ve araştırmacılara göre birçok kurban ülkeye seks endüstrisinde çalışacağını bilerek gelmiştir, ancak geldikten sonra fiziksel ve duygusal olarak tehdit edilmiş ve tuzağa düşürülmüştür.
Diğerleri ülkeye hizmetçilik yapmak için gelmiş ancak bu sektörde istismar edilmiş veya insan ticareti amacıyla ticari seks endüstrisinin kurbanı olmuştur. Bazı durumlarda, insan tacirlerinin kadınları fuhşa zorlamak için kadınlara fiziksel güç uygulamaya ve aile bireylerini tehdit etmeye devam ettiği bildirilmiştir.İlk verilere göre, yılın ilk altı ayında hükümet insan ticareti suçundan yaklaşık 100 şüpheli hakkında kovuşturma başlatmıştır. Ceza yasası çerçevesinde insan ticaretiyle ilgili cezalar arasında 8-12 yıl hapis ve ağır para cezası yer almaktadır. Yine ilk verilere göre, yılın ilk altı ayında hükümet dört insan tacirini suçlu bulmuştur. Bununla beraber, aynı dönemde fuhşa aracı olmayı ve organize suçları yasaklayan yasalar çerçevesinde yaklaşık 53 tacir hüküm giymiştir. Bu kişilere ortalama olarak üç ila dört yıl arasında değişen hapis ve para cezası verilmiştir.Türk Polis Teşkilatı yıl içinde 248 şüpheli insan tacirini tutuklamıştır. Tam istatistiklerin bulunduğu en son yıl olan 2007’de, 422 şüpheli insan taciri aleyhinde dava açılmış, önceki yıllardan kalan 397 şüphelinin soruşturması devam etmiştir.Yıl içinde basın polis ve diğer devlet görevlilerinin insan ticareti yaptığını iddia etmiştir. Basında çıkan haberlere göre, insan ticaretiyle bağlantılı olduğu gerekçesiyle bazıları üst düzey olmak üzere emekli ve halen görevde olan çok sayıda polis memuru tutuklanmış, hakkında soruşturma başlatılmış ya da görevden ihracı istenmiştir. Hükümetin verdiği ilk verilere göre, yıl içinde insan ticaretiyle bağlantılı olduğundan şüphelenilen 25 güvenlik görevlisi hakkında soruşturma başlatılmıştır.
2005-2007 yılları arasında yapılan yirmi soruşturmaya oranla büyük artış görülmüştür. Soruşturmaların birçoğu yıl sonunda devam etmekteydi. Bu görevlilerden bazıları hapisteydi, diğerleri ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır. Üçü görevden ihraç edilmiştir.Dış İşleri Bakanlığı`ndan büyükelçi düzeyinde bir görevli Sağlık, İç İşleri, Adalet, Maliye ve Çalışma Bakanlıkları ile Başbakanlık ve STÖ’ler, IOM ve belediye temsilcilerinden oluşan İnsan Ticareti Karşıtı Çalışma Birliği`nin ulusal koordinatörü olarak hizmet vermektedir.Hükümet uluslararası insan ticaretiyle mücadele soruşturmalarına aktif olarak katılmış ve bölgesel insan ticaretiyle mücadele yasalarının yürürlüğe girmesi için iş birliği yapmak üzere komşu ülkeler ve bölgesel örgütlerle sık sık bir araya gelmiştir. Hükümet insan ticaretiyle mücadelede karşılıklı iş birliği için
komşu kaynak ülkeler Beyaz Rusya, Gürcistan, Ukrayna, Moldavya ve Kırgızistan ile karşılıklı mutabakat zaptı ve protokoller imzalamıştır.Ankara ve İstanbul’da insan ticareti kurbanları için STÖ`ler tarafından işletilen iki sığınma evi bulunmaktadır. Sığınma evleri belediyeden ücretsiz olarak kiralanmakta ve Sağlık Bakanlığı buralardaki kurbanlara ücretsiz tıbbi yardım sağlamaktadır. Ancak hükümet bu koruma mekanizmaları için sürekli maddi destekte bulunmamıştır. Hükümetin sürekli olarak yardım sağlamaması nedeniyle bir sığınma evinin işletimi tehlikede olmasına rağmen temel hizmetler bu durumdan etkilenmemiştir. Yıl içinde İstanbul’daki sığınma evi 57 kurbana yardım ederken Ankara’daki sığınma evi Aralık ayına kadar 28 kurbana destek olmuştur.Hükümet, kurbanları insan ticaretiyle ilgili soruşturma ve kovuşturmalara katılmaya teşvik etmiş, ancak birçoğu ülkelerine dönmeyi tercih etmiştir.
Adalet Bakanlığı ülkede kalıp insan tacirleri aleyhinde tanıklık etmeyi seçen yabancı kurbanlara bölgesel baro birlikleri aracılığıyla ücretsiz yasal hizmet sunmuştur. Yetkililerin tespit ettiği yabancı kurbanlar altı aya kadar ülkede kalmaya izin veren yardım vizesi için başvuru yapabilmektedir. Kurbanlar altı ay sonra isterlerse vizelerini altı ay daha uzatmak için başvurabilmektedir. Hükümetin kurbanları gönüllü olarak güvenli bir şekilde ülkelerine göndermek için IOM ve sığınma evleriyle birlikte yürüttüğü ulusal bir mekanizması bulunmaktaydı. IOM yıl içinde 78 insan ticareti kurbanına yardım etmiştir.IOM insan ticareti kurbanları için Rusça, Romanca/Moldavyaca, İngilizce ve Türkçe hizmet veren ve uluslararası aramalara açık olan ücretsiz bir yardım hattı kurmuştur. Yardım hattı sayesinde 2008’in ilk dokuz ayı içinde on altı kurban insan ticareti olaylarından kurtulmuştur. 30 Haziran’da, hükümet halkı insan ticaretiyle ilgili bilinçlendirmek amacıyla yardım hattını tanıtmak için televizyon ve radyo reklâmları ile özellikle ülkedeki insan ticaretinin yaygın olarak görüldüğü yerlerde asılan 40.000’den fazla posteri içeren yeni bir kampanya başlatmıştır.Yıl içinde insan ticaretiyle mücadele konusunda eğitim verilmeye devam edilmiştir. Polisler, hâkimler ve savcılar kurbanların tespiti ve onlarla görüşme gibi insan ticareti karşıtı bilgiler üzerine yoğunlaşan eğitime katılmıştır.
Devlet Bakanlığı’nın yıllık İnsan Ticareti Raporu www.state.gov/g/tip adresinde bulunmaktadır.EngellilerYasalar engellilere iş hayatında, eğitimde, sağlık hizmetlerinden yararlanmada ya da diğer devlet hizmetlerinin verilmesinde ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır Hükümet yasaları genellikle etkili bir şekilde uygulamıştır. Yasalar, engellilerin binalara ve toplu taşıma araçlarına erişiminin sağlanmasını zorunlu kılmamaktadır. Başbakanlık Engelliler İdaresi Başkanlığı, engellilerin haklarını korumakla yükümlüdür.Sağlık Bakanlığı yedi ayrı ilde sekiz ruh ve sinir hastalıkları hastanesi işletmektedir. İstanbul`da iki özel ruh ve sinir hastalıkları hastanesi bulunmaktadır. Hükümet fiziksel ve zihinsel olarak zarar görmüş kişilere hizmet vermek için 45 yatılı ve 22 günlük bakım merkezi işlettiğini bildirmiştir. Avrupa Komisyonu’na göre ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri ve rehabilitasyon merkezleri yeterli tıbbi bakım ve tedavi sağlamamaktadır.STÖ Uluslararası Zihinsel Engelli Hakları Örgütü (MDRI) 2006’da hükümetin anestezisiz elektrokonvülsif terapiyi ve şok tedavisini (ECT) kınayan bir bildiri yayınladığını açıklamıştır. Bir CPT heyeti önceki yıllarda, İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları ve Adana Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine 2005 yılında düzenlediği ziyaretinde anestezi veya kas gevşetici olmaksızın ECT kullanıldığını bildirmiştir.Yıl içinde, bir STÖ olan Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi (RUSİHAK) destek kampanyaları düzenlemiş, ücretsiz mesleki eğitimler organize etmiş ve kurumların yasal ve sağlık yönetmeliklerine uygun olup olmadığını denetlemek için denetim grupları oluşturmuştur.RUSİHAK Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun izni ile Temmuz 2007 ve Ekim 2008 tarihleri arasında 12 ruh sağlığı merkezinde yapılan araştırmayı baz alarak Kasım ayında bir rapor yayınlamıştır.
Raporda profesyonel bakım personeli sayısının arttırılması, hijyen koşullarının iyileştirilmesi, sadece antipsikotik ilaçlar ve antidepresanların kullanıldığı tedavinin değiştirilmesi ve daha çok hareket özgürlüğü verilmesi gerektiğini belirtmiştir.6 Kasım’da, devletin çocuklara yönelik kamu hizmetleriyle ilgili gizli olarak çekilen bir belgesel İngiltere’de yayınlanmıştır.
Sene başında, York Düşesi Sarah Ferguson kılık değiştirerek belgeselde kullanmak için zihinsel ve fiziksel engelli çocuklara yönelik iki bakım merkezine girmiş ve buraları görüntülemiştir. Belgesel Ankara’daki Saray Rehabilitasyon Merkezi’nde ve İstanbul’daki Zeytinburnu Engelli Çocuklar Bakım Merkezi’nde çocukların yataklarına bağlandığını ve bakım koşullarının kötü olduğunu gözler önüne sermiştir.Ulusal/Irksal/Etnik AzınlıklarYasalar bütün vatandaşlar için tek bir ulus öngörmekte ve etnik grupları ulusal, ırksal ya da etnik azınlık olarak tanımamaktadır. Kürt kökenli vatandaşlar büyük bir etnik ve dilsel grup oluşturmuştur.
Ülkedeki milyonlarca vatandaş kendini Kürt olarak tanımlamakta ve Kürtçe konuşmaktadır. Toplum önünde ya da siyasi olarak Kürt kimliklerini açıklayan ya da kamusal alanda Kürtçe’yi kullanmayı savunan Kürtler sansür, taciz ya da kovuşturma riskiyle karşı karşıya kalmıştır.30 Eylül’de, Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde etnik Kürt vatandaşı Murat Aygün iddialara göre kamyoneti ile iki kişiyi öldürmüş ve altı kişiyi yaralamıştır. Öldürülen iki kişi Aygün’ün evinin önünde Türk milli marşını çalmıştı. Olaydan sonra bir kalabalık Kürtler’in ev ve dükkânlarına saldırılar düzenlemiştir. Ayrıca valilik bir DTP heyetine olayı soruşturma izni vermemiştir.STÖ Uluslararası Azınlık Hakları Grubu Mart ayında etnik, dilsel ve dini azınlık statüsündeki milyonlarca kişinin sistematik baskıya maruz kaldığını ve birçoğunun devlet tarafından tanınmadığını bildirmiştir. Raporda yasaların Ermeni Ortodoks Hristiyanları, Yahudiler ve Rum Ortodoksları olmak üzere sadece üç azınlık grubunu koruduğu, Alevi, Ezidi, Süryani, Kürt, Caferi, Kafkas, Laz ve Roman dâhil diğer etnik ve dini azınlıkları tanımadığı belirtilmiştir. Rapor bu "dışlanan azınlıklar"ın dilsel, dini ve kültürel haklarını tam olarak uygulamaktan yasaklandığını ve şiddetli bir asimilasyon baskısına maruz kaldığını belirtmiştir.TRT’nin yıl sonunda Kürtçe test yayınına başlamasına rağmen, hükümet radyo ve televizyon ile basılı yayında Kürtçe ve diğer etnik azınlık dillerinin kullanılmasını kısıtlamaya devam etmiştir.Romanlar sürekli ayrımcılığa maruz kalmaya ve eğitim, sağlık ve barınma alanlarında sorunlar yaşamaya devam etmiştir. Hükümet yıl içinde Roman vatandaşlara yardım etmek için görünürde hiçbir önlem almamıştır. Avrupa Roman Hakları Merkezi, Helsinki
Yurttaşlar Derneği ve Edirne Roman Kültürünü Araştırma ve Dayanışma Derneği, sivil toplum örgütü ve faaliyetleri konusunda Roman vatandaşları eğitmek için bir program hazırlamıştır. İzmir Roman Kültürünü Araştırma ve Dayanışma Derneği Roman kadınlara okuma yazma dersleri vermeye devam etmiş ve dernek İzmir’de Uluslararası Roman Günü’nü kutlamıştır.
3 Haziran’dan itibaren, belediyenin yürüttüğü bir kentsel dönüşüm projesi nedeniyle İstanbul’un Sulukule mahallesinde yaşayan 500 Roman vatandaşın evleri yıkılmış ve bu vatandaşlar şehir dışına taşınmıştır.Yasalar, "göçebe çingeneleri" göçmen olarak kabul edilemeyecek dört insan kategorisi arasında saymaktadır.Diğer Toplumsal Taciz ve Ayrımcılık OlaylarıYasalar eş cinsellere karşı açık bir ayrımcılık yapmamakla beraber, iki gay ve lezbiyen hakları örgütü Lambda İstanbul ve Kaos GL, işverenlerin yasadaki "toplum ahlakı" ve "doğal olmayan cinsel davranış" ile ilgili üstü kapalı ifadelere dayanarak zaman zaman ayrımcılık yaptığını iddia etmiştir. Yasalar ayrıca "hukuka ve ahlaka aykırı amaçlarla dernek kurulamayacağını" belirtmektedir. Bu madde, gey ve lezbiyen sorunları üzerinde çalışan STÖ`lerin kapatılması veya faaliyetlerinin kısıtlanmasında kullanılmıştır.Nisan ayında, Eskişehir Anadolu Üniversitesi kampüsteki bilgisayarlardan Kaos GL, Pembe Hayat ve Lambda İstanbul’un web sitelerine erişim engelini kaldırmıştır.15 Temmuz’da, 26 yaşındaki Ahmet Yıldız İstanbul’daki bir kafeden çıkarken silahlı saldırıya uğrayarak hayatını kaybetmiştir. Yıldız 2007’de San Francisco’daki uluslararası gey toplantısında Türkiye’yi temsil etmişti. Yıldız’ın ailesi oğullarının homoseksüelliğini onaylamıyordu. Yıldız’ın cenazesi sahipsiz bir şekilde altı gün morgda kalmıştır.
Yıldız daha önce aldığı tehditler nedeniyle polise şikâyette bulunmuştu. Polis Yıldız’ın arkadaşları ve ailesinin ifadesini almış ancak yıl sonunda hâlâ soruşturma başlatmamıştı.Eylül ayında, İstanbul’da bir grup transseksüel ve travesti kendilerine kötü muamelede bulundukları gerekçesiyle bazı polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Grup lideri grup üyelerinin keyfi şekilde gözaltına alındığını ve şehrin uzak noktalarında serbest bırakıldığını iddia etmiştir.
28 Kasım’da, Yüksek Temyiz Mahkemesi bir İstanbul mahkemesinin lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel dayanışma örgütü olan Lambda İstanbul’u kapatma kararını bozmuştur. 29 Mayıs`ta, İstanbul mahkemesi kapatma kararı için Lambda İstanbul`un hedeflerinin Türk "ahlaki değerlerine ve aile yapısına" aykırı olduğu gerekçesini göstermiştir.Mayıs 2007`de, Pembe Hayat ve Kaos GL grup üyeleri Ankara Esat Polis Karakolunda protesto düzenlemiştir. Protestocular transseksüel ve travestilerin haksız yere nezarete atıldığını ve gözaltı sırasında kötü muamele gördüklerini iddia etmiştir. Polis memurları protestocuların gösteri sırasında basın açıklaması yapmasını engellemiştir.Şubat 2007`de Bilgi Üniversitesi öğrencileri ülkenin ilk gey ve lezbiyen üniversite kulübünü kurmuştur. Yaklaşık 15 veli üniversite idaresine şikâyette bulunmuş ve Yüksek Öğretim Kurumu üniversite hakkında soruşturma başlatmıştır. Bilgi`nin öğrenci dekanı Halit Kakınç kulübün kapatıldığı takdirde insan haklarının ihlal edilmiş olacağını söylemiştir. Kulüp yıl sonunda faaliyetlerine normal şekilde devam etmekteydi.
Bölüm 6 İşçi Haklarıa. Dernek Kurma HakkıYasalar bütün çalışanlara değilse de birçoğuna çeşitli kısıtlamalarla birlikte dernek ve sendika kurma hakkı tanımaktadır; çalışanların çoğu uygulamada bu hakkı kullanmıştır. Hükümet dernek kurma hakkı konusunda bazı kısıtlamalar getirmeye devam etmiştir. Sendikalar önceden izin almaksızın en az yedi kişi tarafından kurulabilmektedir. Kişilerin veya sendikaların bölgesel, ulusal veya uluslararası işçi örgütlerine üye olması ya da katılmasına dair herhangi bir kısıtlama getirilmemekle beraber bu katılımların hükümete bildirilmesi gerekmektedir. İşçi yasaları, sendika liderlerinin siyasi partilere üye olmasını ya da bu partiler için başka şekilde faaliyet göstermesini, herhangi bir kâr amaçlı işletme için veya işletmede çalışmayı, herhangi bir sendika ya da konfederasyon yayınında siyasi parti logosuna veya simgesine yer vermeyi yasaklamaktadır. Sendikaların toplantı ya da miting (resmi olarak belirlenen yerlerde yapılmalıdır) yapmadan önce hükümet yetkililerini bilgilendirmesi ve hükümet temsilcilerinin kongrelere katılmasına ve tutanak tutmasına izin vermesi gerekmektedir; genellikle bu koşullara uyulmuştur.Resmi hükümet istatistiklerinde iş gücündekilerin yüzde 56`sının sendikalı olduğu bildirilmesine rağmen, sendika yetkilileri bu
rakamın emeklileri ve aktif sendikalı işçi listesinde yer almayan diğer kişileri de kapsadığını belirtmiştir. Ülkedeki çalışma uzmanlarının çoğu iş gücü içindeki ücretli ve maaşlı işçilerin yaklaşık yüzde 20`sinin sendikalı olduğunu tahmin etmiştir.Yasalar grev yapma hakkını vermekle beraber sendikaların grev çağrısı yapmadan önce, pazarlık ve bağlayıcı olmayan aracılık gibi bir dizi adım atmasını zorunlu kılmaktadır.
Yasalar sendikaların dolaylı (birlikte), siyasi ya da genel grev yapmasını (birden çok sendikanın büyük bir coğrafi alanda birlikte grev yapması) veya iş yavaşlatmasını yasaklamaktadır. Grevin yasaklandığı sektörlerde, işle ilgili anlaşmazlıklar bağlayıcı hakem heyetinin kararıyla çözülmektedir.Yasalar devlet memurlarının, yaşam ve mülkiyetin korunmasından sorumlu kamu görevlilerinin, maden ve petrol endüstrilerinde, sağlık hizmetlerinde, ulusal savunma, bankacılık ve eğitim alanında çalışanların grev yapmasını yasaklamaktadır; ancak bu sektörlerde çalışan çok sayıda işçi söz konusu kısıtlamaları ihlal ederek greve gitmiş ve genelde ceza almamıştır. Yasalara göre yıl içinde yapılan grevlerin çoğu yasa dışı olarak gerçekleşmiştir; yasa dışı grev yapan bazı grevciler işten çıkarılırken, çoğu olayda işverenler misilleme yapmamıştır.b. Toplu Örgütlenme ve Sözleşme HakkıYasalar ve çeşitli hükümet kısıtlamaları ve müdahalesi toplu sözleşme dâhil olmak üzere sendikaların faaliyet yetkilerini sınırlandırmıştır.
Endüstri işçileri ile beyaz yakalı kamu çalışanları ve güvenlik personeli dışındaki bazı kamu sektörü çalışanları toplu sözleşme hakkına sahiptir ve yaklaşık 1,3 milyon işçi ya da işgücünün yüzde 5,4`ü, toplu sözleşme anlaşmaları altındadır. Yasalar, toplu sözleşme müzakerelerinde yetkili temsilci olmak için, sendikanın ilgili iş alanında yüzde 50 artı bir işçiyi ve ilgili sektördeki bütün işçilerin yüzde 10`unu temsil etmesini şart koşmaktadır. Bu gereklilik mevcut sendikaların lehinedir. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu, yasanın birçok sektördeki işçinin toplu sözleşme kapsamı dışında kalmasına neden olduğunu iddia etmiştir.Yasalar sendika karşıtı ayrımcılığı yasaklamaktadır; ancak uygulamada bu tür ayrımcılığa zaman zaman rastlanmıştır. Mahkeme bir çalışanın haksız şekilde işten çıkarıldığına ve tekrar görevine dönmesine veya çalışana tazminat ödenmesine karar verirse, işveren genellikle para cezasıyla birlikte çalışana tazminat ödemektedir.
Ülkedeki 21 serbest ticaret ve ihraç ürünleri işleme bölgesi için, normal çalışma yasalarından muafiyet hakkı ya da özel yasalar bulunmamaktadır.c. Baskıyla ya da Zorla Çalıştırmanın YasaklanmasıYasalar çocuklar da dâhil olmak üzere baskıyla ya da zorla çalıştırmayı yasaklamaktadır; ancak cinsel istismar ve işçilik amaçlı kadın, erkek ve çocuk ticareti yapıldığına dair bildirimler olmuştur.Bazı aileler çocuklarını sokaklarda çalışmaya veya dilencilik yapmaya zorlamıştır.d.Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Minimum Çalışma YaşıÇocukları iş yerlerinde sömürülmeye karşı korumak için yasalar bulunmakla beraber hükümet bu yasaları etkili şekilde uygulamamıştır. Çocuklar özellikle tarım, marangozluk, ayakkabıcılık, deri ürünleri sanayi, oto tamir sanayi, küçük çaplı üretim ve sokak satıcılığı gibi alanlarda çalıştırılmıştır. Yasalar 15 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasını ve 16 yaşından küçük çocukların günde 8 saatten fazla çalıştırılmasını yasaklamaktadır. 15 yaşındaki çocuklar okullarına engel olmayan hafif işlerde çalışabilmektedir. Yasalar hiç kimsenin yaşına, cinsiyetine ya da kapasitesine uygun olmayan işlerde çalıştırılamayacağını öngörmekte ve hükümet çocukların geceleri veya maden ocağı gibi yerlerde çalıştırılmasını yasaklamaktadır. Yasalar okul çağındaki çocukların günde 2 saat ya da haftada 10 saatten fazla çalıştırılmasını yasaklamaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu kısıtlamaları çalışma yasasının çerçevesindeki orta ve büyük ölçekli sanayi ve hizmet sektöründeki işletmelerde etkili olarak uygulamıştır. 50 ya da daha az işçinin çalıştığı tarım işletmeleri, deniz ve hava taşımacılığı, aile içi zanaat işleri ve en fazla 3 kişinin çalıştığı küçük dükkânlar gibi birçok sektör yasa kapsamı dışındadır.Bununla birlikte, çocuk işçiliğine yaygın olarak rastlanmıştır. 2006`nın son çeyreğinde yapılan ve sonuçları Nisan 2007’de açıklanan bir çocuk işçiliği anketinde Devlet İstatistik Enstitüsü 6-17 yaş arasındaki çocuk işçilerin sayısının 960.000 veya bu yaş grubundaki toplam 16,2 milyon çocuğun 5,9`u olduğunu bildirmiştir. Bu rakamlar önceki yıllara oranla düşüş göstermiştir. Çalışma sonunda, 6-17 yaş grubundaki çocukların yüzde 84,7`sinin okula gittiği ve yüzde 31,5`inin hem okula gidip hem de en az yarım gün çalıştığı bildirilmiştir.Gayriresmî bir sistem, erkek çocuklar için oto tamir atölyeleri gibi yerlerde düşük ücretli işler sağlamıştır.
Kızların nadir olarak toplum içinde çalıştığı görülmüştür, ancak birçok kız özellikle kırsal kesimde el sanatları işlerinde çalıştırılmak üzere okula gönderilmemiştir. 2006 yılı çocuk işçiliği anketine göre, çocuk işçiliğinin yüzde 40,9`u tarım sektöründe görülmüştür. Kırsal kesimde çalışan çocuk yüzdesi toplam 52,4 olup bu oran kentlerde 47,6`dır. Birçok çocuk, 50`den az kişinin çalıştığı tarımla ilgili iş yerleri ya da enformel ekonomi gibi çalışma yasaları kapsamında yer almayan alanlarda çalışmıştır. Bu süregelen sorunla mücadele etmek için Milli Eğitim Bakanı BM Çocuk Fonu`yla beraber bir kampanya düzenlemiştir. Bu kampanya ile risk altındaki kızların ilköğretim programına katılması amaçlanmıştır. Yıl sonunda yaklaşık 223.000 kız ile 100.000 erkek çocuğu kampanyadan yararlanmıştır.Küçük işletmeler daha ucuz olduğu için çocuk işçileri tercih etmekte ve çocuklar için pratik eğitim sağlamaktadır. Bu çocuklar ileride aynı işletmede çalışmaları için tercih edilmektedir. Bu işletmelerde çalışan çocukların Milli Eğitim Bakanlığı eğitim merkezine kaydedildikleri takdirde, haftada bir kez eğitim için merkeze gitmesi gerekmektedir. Bu merkezler yasal olarak çocukların iş yerlerini denetlemekle yükümlüdür.
Bakanlık tarafından verilen bilgilere göre, 81 ilde 307 merkez bulunmaktadır. Bu merkezler 133 meslek alanında çıraklık eğitimi vermektedir. Hükümet çocuk işçiliğinin en kötü şekillerinin sokaklarda, çocukların sağlık ve güvenliklerinin tehlikede olduğu sanayi sektöründe ve göçebe işçi olarak çalıştıkları tarım sektöründe yaşandığını belirtmiştir. Çocukların cinsel istismar amacıyla pazarlandığına dair bildirimler olmuştur.Yurt çapında sokaklarda çalışan çocukların sayısıyla ilgili güvenilir istatistikler bulunmamaktaydı. Hükümetin Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bu çocuklara yardım etmek için 44 merkez işletmektedir.e.Uygun Çalışma KoşullarıAylık ulusal asgari ücret yaklaşık 638 liradır (425 ABD doları). Bu miktar bir işçi ve ailesine uygun bir yaşam standardı sağlamak için yetersizdir. Çalışma yasası kapsamındaki bütün işçiler aynı zamanda ulusal asgari ücreti öngören yasaların da kapsamı altındadır. Yasa, Çalışma Bakanlığı Teftiş Kurulu tarafından etkili şekilde uygulanmıştır.
Yasalar, haftada bir tatil günü ile 45 saatlik mesai saatini öngörmekte ve fazla mesaiyi günde 3, yılda en fazla 270 saatle sınırlandırmaktadır. Fazla mesai için prim verilmesi zorunlu olmakla beraber yasalar işveren ve çalışanların esnek çalışma saatleri konusunda anlaşmasını mümkün kılmaktadır. Çalışma Bakanlığı’nın İş Teftiş Kurulu Başkanlığı çalışanların yüzde 12'sinin bulunduğu sendikaya bağlı olmayan endüstriyel sektör, hizmet sektörü ve devlet sektörlerinde ücret ve saat maddelerinin etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamıştır. Diğer sektörlerdeki çalışanlar, yasalar gereği fazla mesai ücreti alma hakkına sahip olmalarına rağmen bu konuda zorluklar yaşamıştır.