ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 2008 yılı insan hakları raporunun Türkiye bölümünde, hükümetin genel olarak, vatandaşlarının insan haklarına saygılı olduğu ancak bazı alanlarda ciddi problemlerin sürdüğü belirtildi.
ABD Dışişleri Bakanlığı 2008 yılı insan hakları raporunda; Çin, Rusya ve Kuzey Kore eleştirilirken, Afrika'da Zimbabve, Sudan ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin, insan hakları açısından en kötü durumdaki ülkeler olduğu belirtildi. Raporun Türkiye bölümünde ise medya, polis, Ergenekon, din ve ifade özgürlügü, 27 Nisan ve diğer yasaklara değinildi.
Son dönemlerdeki hükümet – medya gerginliğinin yansımaları raporda yer alırken, “Gazeteciler hükümeti eleştiren haberler yazarsa iş imkanlarını kaybetmekten endişe ediyor” ifadesi kullanıldı.
Medya
AKP'nin bazı üyeleri ve Başbakan Erdoğan'ın, gazeteciler ve karikatüristlere karşı dava açmayı geçen yıl da sürdürdüğü, bazı insan hakları kuruluşları ve gazetecilerin, bu eğilimleri ''otosansür ortamı yarattığı gerekçesiyle eleştirdiği'' belirtildi.
Haber ajanslarına da sahip olan geniş medya şirketlerinin, gazeteciler hükümeti eleştiren haberler yazarsa iş imkanlarını kaybetmekten endişe ettiği de raporda ileri sürüldü. Rapora göre bir gazeteci, üst düzey yönetimin, Ak Parti ve üyelerini eleştiren haberlerin yazılmasını cesaretlendirmediğini de kaydetti. Başbakan Erdoğan'ın, yıl boyunca basın ve medya kuruluşlarını eleştiren açıklamalar yaptığı, bu eleştirilerin özellikle, Almanya'daki Deniz Feneri kuruluşuyla ilgili yolsuzluk iddialarının arkasından geldiği savunuldu.
İnternete ulaşımla ilgili kısıtlamalara da değinildi ve ''YouTube'' internet sitesinin, Atatürk ile ilgili bir karikatür videosundan sonra bloke edildiği anlatıldı. İngiliz biyolog Richard Dawkins'in evrim teorisi ve Tanrı ile ilgili görüşlerini anlattığı internet sitelerine erişimin de, evrim karşıtı Adnan Oktar'ın şikayetiyle engellendiği belirtildi. Ayrıca Vatan gazetesinin internet sitesinde Oktar'ı eleştiren bir okurun yorumu yüzünden, siteye erişimin de Silivri mahkemesi tarafından kısıtlandığı kaydedildi.
Polis, işkence...
Gazi Üniversitesi profesörlerinden Atilla Yayla'nın, Kemalizm ile ilgili sözleri yüzünden 1 buçuk yıl hapis cezasına mahkum edildiği ancak mahkemenin daha sonra, aynı suçu iki yıl içinde yeniden işlemezse cezayı iptal etmeyi önerdiği de raporda yer aldı.
Raporun hazırlandığı 2008 yılı içinde insan hakları kuruluşlarının, güvenlik güçleri tarafından işkence, dayak ve taciz olaylarını belgelediği, güvenlik güçlerinin kanunlara aykırı şekilde adam öldürmeye karıştığı ancak tutuklama ve yargılamaların sayısının düşük olduğu savunuldu.
Raporda, 2003 ile 2008 arasında, işkence suçlamalarıyla ilgili hakkında soruşturma açılan güvenlik görevlilerinden 2 bin 140 kişinin sadece yüzde 2'sinin disiplin cezası aldığı belirtildi.
Türk polisinde 14 işkence iddiasıyla açılan davada 60 memur hakkında soruşturma açıldığı, bunların hiçbirinde memurların hüküm giyme veya kovulma cezasıyla karşılaşmadığı, sadece dört davada maaştan kesinti yapıldığı belirtildi.
Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Başkanlığı'nın, yılın ilk 9 ayında 238 işkence vakası tespit ettiği, bu vakalarda 178 kurban ve 263'ü polis, 15 jandarma ve 20 diğer güvenlik güçleri yetkilileri olmak üzere toplam 298 şüpheli bulunduğu kaydedildi.
ABD raporunda, geçen yıl içinde 37 kişinin, güvenlik güçlerinin dur ihtarına uymadığı için öldürüldüğü de belirtildi.
Raporda, çeşitli olaylardan örnekler verilirken, 2007 yılında bir parkta arkadaşıyla içki içerken polisin göğsünü tekmelemesi sonucu kalp krizi geçirerek ölen 26 yaşındaki Feyzullah Ete'nin Kasım ayında İstanbul'daki duruşmasında, polis memuru Ali Mutlu'nun kefaletle serbest bırakıldığı anlatıldı.
Raporda, İnsan Hakları Vakfı'na göre 2008 yılında hapishanelerde 32 suçlunun şüpheli şekilde öldüğü ve bunların 17'sinin intihar olarak kayıtlara geçirildiği belirtildi.
Hapishane koşulları
Hapishane koşullarının geçen yıl içinde kısmen iyileşmesine karşın yetersiz olduğu, çalışanların yeterli eğitimden geçirilmediği ve hapishanelerin genel olarak çok kalabalık olduğu, tutuklulara anında avukat hakkının her zaman sağlanmadığı da raporda yer aldı.
Hükümet kayıtlarına göre terör örgütü PKK ile mücadele sırasında 49 sivilin öldüğü ve 252'sinin yaralandığı, güvenlik güçlerinden 143 can kaybı, 256 yaralı bulunduğu ve 657 teröristin öldürüldüğü de raporda yer aldı. Raporda, ölen ve yaralanan sivillerin sayısının 2007'ye oranla ciddi biçimde arttığı da vurgulandı. Güneydoğu'da sayısı 63 bini bulan köy korucularının zaman zaman uyuşturucu kaçakçılığı, yolsuzluk, hırsızlık, tecavüz olaylarına adının karıştığı, köy korucularının denetlenmediği, jandarmanın, köy korucularını koruduğu iddialarının görüldüğü savunuldu.
Yasaklar
ABD'nin insan hakları raporunda, ''seçilmiş bazı hükümet yetkilileri ve devlet büroksasisinin zaman zaman yargının bağımsızlığına zarar verecek teşebbüsleri oldu'' ifadesi de kullanıldı ve hakimlerle savcılar arasında ''aşırı yakın'' ilişkilerin devam etmesinin, adil yargı sürecini aşındırmayı sürdürdüğü savunuldu.
Hükümetin, ''anayasal kısıtlamalar ve bazı kanunları kullanarak'' ifade özgürlüğünü kısıtladığı, ''Türk hükümeti, devleti ve milletine, onun kurumlarına ve Cumhuriyetin sembollerine'' hakareti yasakladığı ifadesi raporda yer aldı. İfade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların interneti de kapsadığı, mahkemelerin, yaklaşık 1475 ayrı meselede internet sitelerine ulaşımı bloke ettiği belirtildi.
Polisin, göstericiler, insan hakları kuruluşları, medya ve gözlemcileri tutuklamaya, taciz etmeye devam ettiği, çeşitli vesilelerle DTP'nin bir çok üyesini gözaltına aldığı ileri sürüldü.
Ergenekon ve dini özgürlükler
Temmuz ayında savcıların İstanbul'da, önde gelen asker, işadamı ve basın mensuplarından oluşan 90 kişiyi, seçilmiş hükümeti devirmeye çalışma suçuyla yargıladığı Ergenekon Terör Örgütü davası da raporda yer aldı.
Basının bazı üyeleri ve hükümet karşıtlarının yargılamaları ''siyasi'' olarak nitelediği, bazı kişilerin hakkında suçlama belli olmadan uzun süre tutuklu kaldığı vurgulandı.
Tutukluluk sürelerinin bazen yılları bulduğu da kaydedildi.
Müslüman olmayan dini grupların, dinlerinin gereğini açık ve özgür bir şekilde yaşama, mal sahibi olma ve dini liderlerini yetiştirme konusunda kısıtlamalarla yüz yüze kalmayı sürdürdüğü belirtildi.
Üniversitelerde türban yasağının devam ettiği ancak bazı üniversite mensuplarının, sınıflarda öğrencilerin başını örtmesine izin verdiği, bazı kadınların türban yerine peruk taktığı belirtildi.
Namus cinayetleri ve tecavüz dahil, kadınlara karşı şiddetin çok yaygın bir problem olmayı sürdürdüğü, çocuk yaşta evlendirmelerin devam ettiği, ucuz iş gücü sağlamak ve cinsel sömürü için insan kaçakçılığı problemlerine, bazen kanunlara aykırı davranan polislerin tutumunun da katkıda bulunduğu iddia edildi.
İfade özgürlükleri
Nisan ayında hükümetin, Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesini yeniden düzenleyerek ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları azalttığı da raporda yer aldı. Temmuz ayında yine hükümetin, Türkçe olmayan dillerde devlet televizyonunda yayın yapma konusunda kısıtlamaları kanunla azalttığı da ifade edildi. Hükümetin, Aralık ayında, 24 saat Kürtçe yayın yapılmasının önünü açtığı, Alevi nüfusunun sorunlarını tanıma ve giderme yönünde adımlar attığı vurgulandı.
Şubat ayında parlamentonun Vakıflar Yasası'nda değişiklik yaparak, azınlık gruplarının yeni mülk edinme ve el konulmuş mallarını geri almasına imkan sağladığı belirtildi.
Raporda, Kasım ayında Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in, yazar Temel Demirer adlı şahsın 301'inci maddeden yargılanmasından önce ''yargıya yön verecek şekilde'', Demirer'i suçlayacak sözler söylediği savunuldu. Demirer hakında, gazeteci Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra, 1915 olaylarını ''soykırım'' olarak nitelediği için de bir dava açıldığı belirtildi.
Kişilerin, devlet ve hükümeti kamuoyu önünde açıkça eleştirmekten korktuğu, hükümetin, ''belli dini, siyasi ve Kürt milliyetçisi gruplarla farklı kültürel görüşlere sempati gösteren kişilerin ifade özgürlüğünü kısıtladığı'' ileri sürüldü. Buna karşın insan hakları ve hükümet politikaları konusunda yoğun tartışmaların devam ettiği, bunlar arasında, ''AB üyelik süreci, ordunun rolü, İslam, siyasi İslam, Kürt kökenli Türkler, diğer etnik ve dini kökenli azınlıklar, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde Türk-Ermeni çatışmasının tarihine ilişkin tartışmaların bulunduğu'' belirtildi.
Raporda, ''transseksüel şarkıcı'' Bülent Ersoy'un, bir televizyon röportajında, oğlu olsa, Kuzey Irak'a operasyonlara göndermeyeceği yönündeki sözleri yüzünden İstanbul'da yargılandığı ve ardından beraat ettiği de yer aldı. 2007 yılında, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın, elini sıkmayan ve hakaret eden iki Gazi Üniversitesi öğrencisinin 6 ay ile iki yıl hapis cezasıyla yüz yüze bulunduğu, davanın halen devam ettiği belirtildi. Köpeğini Türk bayrağına sardığı için Tulga Hepiş adlı vatandaş hakkında, Türklüğe hakaretten açılan davanın devam ettiği de raporda yer aldı.
27 Nisan bildirisi
Raporda, Türkiye'de seçimler ve siyasi süreçle ilgili bölümde, 2007 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden önceki ortamda ordunun, aşırı dincileri tehdit kabul eden, laikliğin savunucusu olarak ordunun rolünün altını çizen üç bildiri yayımladığı da anlatıldı. İnsan hakları gruplarının bu açıklamaları, demokratik sürece müdahale çabaları olarak nitelediği ve ordunun siyaset üzerindeki rolüne işaret ettiğini belirttiği raporda yer aldı. ABD raporunda, AKP'nin kapatılması yönünde açılan davadan da bahsedildi.
Raporda, Türk kanunlarının tek bir milli kimliği kabul ettiği ve diğer milli veya etnik azınlıkları kabul etmediği belirtildi. Buna karşın bir çok vatandaşın kendisini ''Kürt kökenli'' olarak tanımladığı ve Kürtçe konuştuğu, bunun da taciz, sansür ve yargılamalara yol açtığı savunuldu.
ABD raporunda, Roman toplumunun yaşadığı Sulukule bölgesinin yeniden imarı çerçevesinde 500 Romanın, kentin dışında bir alana yerleştirildiği ve genel olarak Romanların durumunun iyileştirilmesi yönünde bir adım atılmadığı ileri sürüldü.
Raporda, kanunların açık bir şekilde eşcinsellere karşı ayrımcılık öngörmediği ancak kanunlarda yer alan, ''toplumun ahlakı'' ve ''doğal olmayan cinsel davranış'' ifadelerine dayanarak, bazı sivil toplum kuruluşu faaliyetlerinin sınırlanmasına çalışıldığı savunuldu.
ABD raporunda, ''kabul edilebilir çalışma koşulları'' bölümünde, ayda 425 dolara denk düşen asgari ücretin, bir işçi ve ailesine uygun yaşam standardı sağlamadığı belirtildi.
ABD Dışişleri Bakanlığının raporunda, Afrika'da Zimbabve, Sudan ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin, insan hakları açısından en kötü durumdaki ülkeler olduğu bildirildi.
Raporda, Zimbabve'de Devlet Başkanı Robert Mugabe'nin 2008'de bir "terör kampanyası" yürüttüğü ifade edilerek, bu ülkede 28 martta muhalefetin kazandığı genel seçimlerden sonra rejimin, "vatandaşların, hükümeti değiştirme hakkını inkar için yıldırma, şiddet, yolsuzluk ve hilelere" başvurduğu savunuldu.
Zimbabve'deki hükümetin, özellikle yıl sonuna doğru daha fazla artan şekilde sistematik insan hakları ihlallerinde bulundukları belirtilen raporda, 2008'in son döneminde muhalefet saflarında 190 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı ve binlercesinin de yerinden olduğu ifadesi yer aldı.
ABD raporunda, Zimbabve'de insani durumun ciddi biçimde kötüleşmesinden sorumlu tutulan Robert Mugabe rejimi, baskı, yolsuzluk ve yıkıcı ekonomik siyasetler üretmekle de suçlandı.
1992'den bu yana ilk demokratik seçimlerin yapıldığı Angola, Gana ve Zambiya'daki özgür seçim ortamıyla gelen bazı ilerlemelere rağmen, birçok Afrika ülkesini karakterize etmeye devam eden otoriterlik örneğinin sadece Zimbabve'den ibaret olmadığı belirtilen raporda, özellikle Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Somali veya Sudan gibi savaş halinin sürdüğü ülkelerde, insan hakları ihlalleri, toplu cinayetler, tecavüzler ve sivil halkın sürgün edilmesinin devam ettiği görüşü kaydedildi.
Özellikle Sudan hükümetine yönelik suçlamalarda bulunulan raporda, Hartum yönetimi, "köyleri imha ve bombardıman için ve masum sivilleri öldürmek ya da binlercesini sürgün etmek için Cancavid milisleriyle işbirliği yapmayı sürdürmekle itham edildi.
Raporda, her ay 45 bin Kongolunun öldüğü, toplam bir milyondan fazlasının evinden olduğu ve benzersiz cinsel şiddetin devam ettiği ifade edilen Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ndeki çatışmaların da Afrika kıtasındaki en kötü insani durumu yol açtığına değinildi.