Dünya

AB Bakanı Çelik: Avusturya'nın dönem başkanlığını yok sayıyoruz

"Türkiye ile AB'nin iç içe geçmesi gerekiyor"

11 Haziran 2018 15:05

AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, Avusturya'nın cami kapatma kararını ve Başbakan Sebastian Kurz'un "İslam karşıtı politikalarını" eleştirdi. Avusturya'nın "AB dönem başkanlığını yok saydıklarını" söyleyen Çelik, " İkinci Dünya Savaşı'ndan önce ürettikleri anti semitizmin bir benzeri olacak şekilde İslam düşmanlığı üretiyorlar. Önümüzdeki dönemde Avrupa için çok kaygılıyım. Avrupa Birliği değerlerini sahiplenecek bir hükümet görmüyoruz" diye konuştu.

Bakan Ömer Çelik, Habertürk TV ve Bloomberg HT ortak yayınında Ciner Medya Grubu Ankara Temsilcisi Alican Türkoğlu'nun soruları yanıtladı.

24 Haziran seçimlerine ilişkin oalrak da konuşan Çelik, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın şimdiye kadar yaptıklarını ve yapacaklarını anlatırken, bunu gerçekleştirecek bir dirayete sahit oldupunu ifade ederek, "Bu pozitif bir ajanda. Diğer adaylar ise negatif bir ajanda üzerinden gidiyorlar. Neredeyse 180-220 milyarlık vaatlerde bulunuyorlar. Bu kaynağı bulamazlar" ifadesini kullandı.

Uluslararası diplomaya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Bakan Özlü, "Şimdi Çin Devlet Başkanı serbest ticaret ve küreselleşmeden bahsediyor, ABD Başkanı ise korumacılıktan bahsediyor. Kutupların yer değiştirdiği bir dönemden geçiyoruz" ifadesini kulalndı.

AB'nin Türkiye ile beraber hareket etmesi gerektiğini de vurgulayan Çelik, "Avrupa artık bir fanus içerisinde yaşamıyor" dedi. Suriye, Irak, Afganistan'ın doğrudan Avrupa'yı etkilediğinden bahseden Bakan Çelik, "Enerjiyle ilgili gelişmeler, siyasal gelişmeler, DEAŞ'la mücadele, aşırı sağın yükselişi. Bunları ortaya koyduğumuzda Türkiye ile AB'nin iç içe geçmesi gerekiyor" diyerek çağrıda bulundu.

Ömer Çelik'in açıklamalarından satır başları:

Yoğun bir seçim kampanyası sürüyor. Bizim açımızdan zaten biz seçime her zaman hazır bir partiyiz. Seçimler arasında da teşkilatlarımızın yoğun bir faaliyeti var. Öncelikli olarak gördüğüm şu, çok aday yarışıyor ama esasında iki unsur yarışıyor. Bir tanesi toplumun önüne bir karneyle çıkmış, yapacağım dediklerini yapmış cumhurbaşkanımız var. Türkiye'nin bu dönemde demokrasisi, özgüveni, ekonomisi büyümüş. Ortada bir başarı hikâyesi var cumhurbaşkanımızın liderliğinde gerçekleşen.

Bunun karşısında ise 2002'den bu yana kazanımları ters yüz etmekten bahseden, elde edilmiş birçok kazanımı terse çevirmekten bahseden bir lobi var. Cumhurbaşkanı adaylarının çok ciddi hazırlık ortaya koyması gerekiyordu. Cumhurbaşkanımız şimdiye kadar yaptıklarını ve yapacaklarını anlatırken, bunu gerçekleştirecek bir dirayet var. Bu pozitif bir ajanda. Diğer adaylar ise negatif bir ajanda üzerinden gidiyorlar. Neredeyse 180-220 milyarlık vaatlerde bulunuyorlar. Bu kaynağı bulamazlar. 

Halkımızın cumhurbaşkanımız yönünde yüksek bir tercihte bulunacağını bulunuyor. AK Parti'nin de mecliste çoğunluk olacağını düşünüyorum. Toplumun beklentileri açısından cumhurbaşkanımız tezi ifade ediyor, diğer adaylar ise antitezi ifade ediyor.

Biz bir şeye inanıyoruz. Bir iddia üzerine siyaset yapıyoruz. AK Parti siyasi fikir temelinde bir kitle partisi olmayı başarmıştır. Bu siyasi fikir toplumun gerçeklerine dayanan ve dünyanın gerçeklerine açılan bir siyasi fikirdi. 2002'den bugüne kadar Türkiye 100-200 yıllık yol yürüdü. Hep beraber şunu gördük, koştuğumuz zaman, belli bir hedefe yürüdüğümüz zaman, Türkiye'nin nasıl bir zinde güce dönüştüğünü gördük. Bizim hayatımıza anlam katan mücadele bu. Sadece dar olarak, Türkiye'yi kimin yöneteceği olarak düşünmemek lazım. Bunu Türkiye'nin dünyada geniş bir yer edinmesiyle ilgili düşünüyoruz.

Avusturya

Kadrajı genişletirsek, Avusturya Avrupa'nın geleceği için pimi çekilmiş bir bomba. Başbakan olan şahıs, hayalperest, aşırı sağın iddialarını dillendiren, ırkçıların söylemlerini içselleştirmiş durumda. Kendisi merkez sağ gözüküyor ama aşırı sağın politikalarını izliyor. Kendisi Avrupa'da da çok ciddiye alınan birisi değildir. Avusturya hükümeti İslam düşmanlığının temsilcisi haline gelmiştir. Herhangi bir camide yanlış gördükleri bir olay varsa bu diyalog yoluyla çözülebilir.

Avrupa'da vatandaşlarımızın gitttiği camilerde radikal oluşumlar göremezler. Esas mücadelemiz DEAŞ gibi radikalizme karşıysa, DİTİB gibi Türkiye'ye yakın unsurlarla yakın çalışmak mücadeleyi güçlendirir. Avusturya'da aşırı sağ iktidar ortağıdır. Aşırı sağ, aşırı sağdan daha fazla benimsemiş bir kişi başbakanlık yapmaktadır. Bunla mücadele etmenin yolu demokratik alanı genişletmektir. İkinci Dünya Savaşı'ndan önce ürettikleri anti semitizmin bir benzeri olacak şekilde İslam düşmanlığı üretiyorlar. Önümüzdeki dönemde Avrupa için çok kaygılıyım. Avusturya'nın dönem başkanlığını yok sayıyoruz. Avrupa Birliği değerlerini sahiplenecek bir hükümet görmüyoruz. Bir yandan normalleşmeden bahsediyorlar, bir yandan Türkiye'nin AB üyeliğini eleştiriyorlar. Türkiye-Avusturya ilişkileri bir pakettir. Kendi işlerine geleni övüp, işlerine gelmeyeni eleştirirlerse paketin bütün unsurları etkilenecektir. Avusturya hükümeti tüm Avrupa'yı zehirlemektedir. İşlerin iyice anormalleştiği bir Batı dünyasıyla karşı karşıyayız. Ortadoğu için DEAŞ neyse, Batı için bu İslam düşmanları odur. Dün yaptıkları hatanın benzerine düşüyorlar. 

Yunanistan

Darbeci askerlerle ilgili ilk bu konuları konuştuğumuzda, bu asla kabul edilemez diyorlardı. Daha sonra başka bazı ülkelerin bazı müdahilliklerde bulundukları yönünde kulağımıza gelen şeyler oldu. Yunanistan, darbecileri himaye eden bir ülke haline gelmiştir. Bu himaye ettikleri kişiler NATO ordusuna silah çekmişlerdir. 15 Temmuz bizim için herhangi bir olay değil. Bu Yunanistan'la ilişkilerimizi kökten etkileyecek bir olaydır. Bunun hukukla da bir ilgisi yok. Belli ki başka bir boyut gerçekleşti. Bu şahıslardan belli askeri sırları alabileceğini düşünüyorlar. Bunlar herhangi bir kıblesi olmayan, vatan aidiyeti olmayan elverişli birer aparat durumundalar. Asker üniformasını giymiş teröristlerin himaye edilmesi Türk-Yunan ilişkilerindeki her şeyi etkiler. 

Vize serbestisi ve AB ile ilişkiler

Geriye kalan 7 kriterle ilgili olarak kapsamlı bir toplantı gerçekleştirerek bir yol haritası hazırlamıştık. Başbakan ve Cumhurbaşkanımızın onayı sonrasında bunu karşı tarafa ilettik. Şu anki haliyle bunun kabul edilmemesi için bir sebep yok. Ama tabi son zamanlarda en teknik meselelerle bile siyasi parantezlere alınmaya çalışılıyor. Bunu yaparlarsa süreç uzar. Dünya değişik bir yere gidiyor. Şimdi Çin Devlet Başkanı serbest ticaret ve küreselleşmeden bahsediyor, ABD Başkanı ise korumacılıktan bahsediyor. Kutupların yer değiştirdiği bir dönemden geçiyoruz. G7 sonrasında, ABD Başkanı ve Kanada Başbakan'nın atışması sürüyor. Macron'un açıklaması ilginçti. Tüm ittifakların sarsıldığı, yeni ittifakların kurulduğu bir dünyada değerleri korumak her zamankinden daha önemli. AB de son zamanlarda değerleri araçsallaştıran bir görüntüye büründü. Juncker bunla ilgili bir özeleştiride bulundu. Herkese ders vermeyi bırakalım dedi. 

Dolayısıyla AB, dünyanın türbülansa girdiği bu dönemde dünyanın istikrar ve refahını hırpalanmadan çıkarmak için Türkiye ile beraber hareket etmelidir. Avrupa artık bir fanus içerisinde yaşamıyor. Suriye, Irak, Afganistan doğrudan Avrupa'yı etkiliyor. Enerjiyle ilgili gelişmeler, siyasal gelişmeler, DEAŞ'la mücadele, aşırı sağın yükselişi. Bunları ortaya koyduğumuzda Türkiye ile AB'nin iç içe geçmesi gerekiyor.  

Varna zirvesinde Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili bir resetleme yapıldı. Türkiye ile Avrupa ilişkileri herhangi bir şekilde kopmayacak yapısal ilişkilerdir. İmtiyazlı ortaklık gibi tekliflere yüz vermeyeceğimizi söyledik. Akıl tutulmasını temsil eden bazı aktörler bunu yakın zamanda teklif ettiler. Ancak bu ciddiye alınmadı. Türkiye burada karşı taraftan lütuf bekleyen bir ülke değildir.