İsmail Ahmet Yeniçeri & Melis Karaca & Metin Kaan Kurtuluş
Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervlerinin paylaşılamaması ile başlayan gerginlik sadece Türkiye ve Yunanistan’ın değil, tüm Avrupa’nın gündeminde geniş yer buluyor.
Türk ve Yunan fırkateynlerini karşı karşıya getiren, Ankara ile Paris'in karşılıklı imalı açıklamalarda bulunmasına yol açan, AB dışişleri bakanlarını apar topar kamera karşısına oturtan bu kriz son üç yıldır sık sık gündeme gelse de, aslında geçmişi 2000’li yılların başına dayanıyor.
Doğu Akdeniz krizinin bugünlere geliş hikâyesi, merak edilen noktaları, krizin buğulu geleceğinde bizi nelerin bekliyor olabileceği soru ve yanıtlarla şöyle…
1- Doğu Akdeniz’de gerginlik nasıl başladı?
Son günlerde artan gerginliğin temeli, 2000’lerin başında Doğu Akdeniz’de zengin doğal gaz rezervleri olduğuna ilişkin bilimsel çalışmaların yayınlanmasıyla atıldı. Bu araştırmaların ardından, bölgeye kıyısı olan ülkeler, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’yle (GKRY) Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşmaları yapmaya başladı. Türkiye’nin sürecin başından beri ‘hukuksuz’ olarak nitelediği bu anlaşmaların ilki 2003 yılında Mısır ile GKRY arasında imzalandı. GKRY, o dönemden itibaren Lübnan, Suriye ve İsrail ile MEB anlaşmaları yapmaya devam ederken; Türkiye, bu anlaşmalarla Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’nin haklarının çiğnendiğini belirterek, konuyu Birleşmiş Milletler’e (BM) taşıdı ve kendi MEB haritalarını BM nezdinde onaylattı.
Türkiye’nin BM’deki itirazlarına rağmen GKRY, 2007 yılında 13 parselde doğal gaz arama faaliyetleri yapılacağını ilan etti ve büyük petrol şirketlerine ruhsat vermeye başladı. Buna karşılık Türkiye, adanın kuzeyi ve doğusunda belirlediği bölgelerde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'na (TPAO) arama ruhsatları verdi. Türkiye ve GKRY’nin şirketlere arama ruhsatı verdiği parsellerin büyük bölümü ihtilaflı alan olarak dikkat çekiyor.
2011 yılında 12 numaralı parselde yapılan ilk keşifle birlikte Türkiye’nin itirazları yükseldi. Limasol'un 160 kilometre güneyinde, Levant Havzası’nın* 30 kilometre batısında yer alan bölgede, bin 700 metre derinlikte 129 milyar metreküp doğal gaz rezervi keşfedildiği tahmin ediliyor.
Türkiye, GKRY’nin 2010 yılında İsrail'le yaptığı deniz sınırlarının belirlendiği anlaşmanın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) yetki alanlarını yok saydığı için geçersiz olduğunu belirtiyor.
2014 yılında Yunanistan, Mısır ve GKRY liderleri üçlü zirve düzenleyerek, ‘enerji ittifakı’ üzerinde anlaştılar. Çıkarılacak doğal gazın Avrupa’ya nasıl ulaştırılacağı ise o dönemde soru işareti olarak kaldı. Bu kez 2016 yılında İsrail, Yunanistan ve GKRY liderleri, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz kaynaklarını, Türkiye’yi by-pass edecek şekilde denizin altından bir boru hattıyla AB’ye ulaştırma konusunda çalışma kararı aldı.
2018’e kadar kriz gündemde çok yer tutmazken, Rum yönetiminin arama faaliyetleri için izin verdiği şirketlerden biri olan ABD’li enerji devi ExxonMobil’in 2018 yılının sonunda Kıbrıs açıklarında dünyada son iki yılda bulunan en büyük üçüncü doğal gaz kaynağını ortaya çıkardıklarını duyurmasının ardından peş peşe açıklamalar geldi.
Türkiye'nin GKRY’nin ExxonMobil’e arama izni vermesine yanıtı gecikmedi. İlk sondaj gemisi Fatih'i, Türk savaş gemilerinin korumasında Akdeniz'e çıkaran Türkiye, kendi kıta sahanlığında kalan bölgelerde doğal gaz arama faaliyetlerine başladı. Türk hükûmeti, 2019 yılında ikinci sondaj gemisi Yavuz'u da doğal gaz arama faaliyetleri için bölgeye gönderdi.
2019 yılı içerisinde Türkiye, Doğu Akdeniz Enerji Forumu’na davet edilmezken, yürüttüğü sondaj faaliyetleri nedeniyle AB tarafından yaptırımlarla da karşılaşacağı açıklandı. Türkiye, Kıbrıs açıklarında yürüttüğü sondaj faaliyetlerini kendi kıta sahanlığı içinde batıya doğru kaydırırken, Türkiye ile Libya arasında imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına ilişkin uluslararası sözleşmeyle münhasır ekonomik bölge sınırlarını çizdi.
27 Kasım'da imzalanan anlaşma, Doğu Akdeniz'in diğer kıyıdaş ülkelerinin tepkilerine neden oldu. Türkiye, bu anlaşma sayesinde Yunanistan'la Kıbrıs ve Mısır arasında bir kalkan oluşturduğunu ve münhasır ekonomik bölgesinin batı sınırını oluşturduğunu kaydederken, GKRY "ortak diplomatik bir hamle üretmek için" Mısır, İsrail, Yunanistan ve Lübnan'la temas halinde olduklarını açıkladı.
2- Gerilim 2020'de neden bu kadar yükseldi?
Ankara ile Trablus hükûmeti arasında imzalanan anlaşmalarla birlikte süreç yeni bir evreye girdi. Türkiye’yi Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) General Halife Hafter güçlerine karşı koruma amacıyla askeri destek vermeye götüren süreç, 27 Kasım'da iki taraf arasında savunma ve güvenlik işbirliği ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması muhtıralarının imzalanması ile başladı.
Türkiye, Libya ile varılan anlaşma çerçevesinde, ABD desteğiyle Yunanistan-Güney Kıbrıs-Mısır ve İsrail tarafından geliştirilen Doğu Akdeniz Enerji Forumu oluşumuna yanıt verirken, bölgedeki hidrokarbon paylaşım mücadelesinde önemli bir adım atmış oldu.
Ancak bu kazanımın korunması, arkasına Rusya, Fransa, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi önemli güçleri alan Hafter'e karşı, Fayez Sarraj liderliğindeki UMH'nin varlığını sürdürmesine bağlıydı. Türkiye’nin Libya’ya asker ve destek gönderme süreci böyle başladı.
Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğal gazın Avrupa’ya nasıl ulaştırılacağı ise tartışma konusu olmaktan çıkmadı. 2020 yılının başında, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında yapılan bir anlaşma, denizin altına döşenecek borularla, doğal gazın Yunanistan üzerinden taşınmasını öngörüyordu.
Bu kapsamda EastMed, ocak ayında ‘harita üzerinde bulunan projenin hayata geçirilmesi ile ilgili somut çalışmaların 2025'te başlayacağı’ belirtilerek Atina’da üç ülkenin liderleri tarafından imzalandı. Ancak Türkiye, boru hattı projesinin güzergâhı üzerinde Libya ile deniz yetki alanları anlaşması imzaladı.
Türkiye, bunun üzerine Yavuz sondaj gemisinin Doğu Akdeniz'de üçüncü sondaj faaliyetini gerçekleştirmek üzere sahaya intikal ettiğini duyurdu.
Bu gelişmeler üzerine Avrupa Birliği nezdinde diplomatik temaslar başlarken; AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borell, nisan ayında Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikası konusunda "geri adım atmaya niyeti olmadığını" söyledi ve "Avrupa Birliği'nin dış sınırlarını korumakta kararlı olduğumuz çok nettir" ifadesini kullandı.
2020’nin temmuz ayına kadar diplomatik hamlelerin geldiği gerginlik, Türkiye’nin 21 Temmuz’da Oruç Reis sismik araştırma gemisinin faaliyetleri kapsamında Meis Adası'nın güneyi ve doğusunda Navtex ilan etmesiyle yükseldi. Türkiye ve Yunanistan savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e gönderirken, Yunan ordu kaynaklarından “Oruç Reis’in kabloları Yunan kıta sahanlığına temas ederse, sonrasında yaşanacaklardan Türkiye sorumludur” şeklinde açıklamalar geldi.
Navtex nedir? Navtex, denizcilere, meteoroloji tahminleri, seyir bilgileri, aciliyet, emniyet ve denizde çalışma yapılan sahalar hakkında bilgi veren haberleşme cihaz sistemidir. Ülkelerin Deniz Kuvvetleri, yapacağı eğitim ve tatbikatların bilgisini önceden duyurarak bu sahalara girilmemesi konusunda uyarılarda bulunuyor. |
Yunanistan ve Avrupa Birliği’nden Türkiye’ye yönelik yaptırım çağrıları gelirken, gerginliğin azaltılması amacıyla Almanya’nın arabuluculuğu önerisi ortaya çıktı. Almanya'nın araya girmesiyle Türkiye, Oruç Reis sismik araştırma gemisinin faaliyetlerini bir süreliğine erteledi. Ancak herhangi bir anlaşmaya varılamadı ve ağustos ayı başında Türkiye, Oruç Reis için yeniden Navtex ilan etti ve sismik araştırma gemisi görevine devam etti.
Ağustos ayının ortasında, Yunanistan Başbakanı Miçotakis ile görüşen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Doğu Akdeniz'deki askeri varlıklarını artıracaklarını belirterek, "Türkiye'nin bu bölgede yürüttüğü doğal gaz arama konusundaki tek taraflı faaliyetleri gerginliğe neden oluyor" ifadelerini kullandı. Macron’un bu açıklamasıyla sahaya bir aktör daha eklendi.
Görüşmeden sonraki hafta Yunanistan ve Fransa, Doğu Akdeniz’de ortak tatbikat gerçekleştirirken, ABD ve NATO’dan ‘endişeliyiz’ açıklamaları geldi. AB liderlerinden ‘gerilimi azaltma’ çağrısı yapılırken, bir yandan da üye ülke Yunanistan’a destek açıklandı.
Ağustos ayında diplomatik temasların hızlanmasına karşın, gerilim sahada devam etti. Yunanistan, önce Birleşik Arap Emirlikleri ile daha sonra ise Kıbrıs, Yunanistan, İtalya ve Fransa bir deniz tatbikatı düzenlerken, tatbikatın amacı “Dört Akdeniz devletinin tansiyonu düşürme politikası kapsamında hukukun üstünlüğüne yönelik taahhütlerini ortaya koyma” olarak açıklandı.
Ay sonuna doğru AB Yüksek Temsilcisi Borrell, Türkiye’ye Doğu Akdeniz’e ilişkin uygulanacak yaptırımlar konusunda anlaşmaya varıldığını söyledi. Türkiye, AB’nin bu tutumuna sert ifadelerle yanıt verirken, Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada "AB’nin, ülkemizin yaptığı hidrokarbon faaliyetlerini eleştirmesi ve bunları durdurmamızı talep etmesi, haddine değildir" denildi.
Üst üste yükselen diyalog çağrılarının ardından Türkiye, 13 Eylül’de Oruç Reis’in limana çekildiğini duyurdu. Yapılan açıklamalarda bu durumun ‘bakım faaliyetleri için’ olduğu belirtilirken, uluslararası basında Türkiye’nin bu adımı diyalog için attığı yorumları yapıldı.
3- Doğu Akdeniz’deki kriz, sıcak çatışmaya dönüşür mü?
Doğu Akdeniz gerilimi yükselirken, en büyük endişelerden biri de olayların sıcak çatışmaya, hatta bir savaşa dönüşmesiydi.
Güvenlik analisti Metin Gürcan’a göre bu ihtimal mevcut durumda iyice düşmüş olsa da, tesadüfi olaylar hâlâ tehlike teşkil ediyor.
Son günlerde NATO’nun gerilimi düşürme çabasında bulunduğuna, Brüksel’de yine NATO çatısı altında Türk ve Yunan askeri heyetler arasında teknik seviyede görüşmeler yapıldığına ve Ankara ile Atina’nın söylemlerinin diyalog kurulması yönünde olduğuna dikkat çeken Gürcan, “Ege’de ilişkilerde siyasi-diplomatik boyutta normalleşme ve gerilimi düşürme çabaları olduğunu görüyoruz. Bütün taraflar bunda mutabık kaldı. Yani bu açıdan önümüzdeki iki hafta yukarıdan aşağıya doğru bir gerginliği arttırma beklemiyorum” dedi.
Gürcan, gelecek süreçte gerilimin tekrar tırmanıp tırmanmamasında, Avrupa Birliği’nin 24 Eylül’de Doğu Akdeniz-Ege konusunda Türkiye’ye yönelik tutumunu belirleyecek zirvenin önemli rol oynayacağını ifade etti. Bu toplantıdan Türkiye’ye yaptırım kararı çıkabileceği konuşuluyordu.
Gürcan, ihtimalin düşmesine rağmen tesadüfi gelişebilecek kriz alanlarından da söz etti. 11 Ağustos’ta Suriyeli sığınmacıları taşıyan bir tekneye Yunan sahil güvenliği tarafından ateş açılmasıyla, Türk-Yunan hücüm botlarının karşı karşıya gelmesini bu tesadüfi olaylara örnek gösteren Gürcan, son haftalarda Yunanistan’ın Rodos ile Midilli adalarındaki kamplarını boşaltmaya başlayıp, bu sığınmacıları Türkiye’ye göndermeye çalıştığını söyledi:
“Yani burada Allah göstermesin bu mülteci botları nedeniyle Türk ve Yunan botlarının tekrar sahada çatışması… Düşünün bir Yunan hücumdan açılan ateş sonucu bir Türk askerinin ölmesi veya tam tersi… Bu büyük bir krizi tetikleyebilir.”
Gürcan bu noktada ayrıştırma çabalarına ihtiyaç olduğunu ancak “düzensiz göçmenlerle” mücadelenin NATO’nun ayrıştırma süreçlerinin kapsamında olmadığını söyledi.
Gürcan, endişe verici ikinci bir konunun da, insansız hava aracı faaliyetleri olduğunu ifade etti. Keşif İHA’larının yeni bir kriz tetikleyebileceğini belirten Gürcan, “Bununla ilgili teknik düzenlemeler yapılmalı. Ancak İHA’lar henüz çok yeni bir durum olduğu için mutabık kalınmış bir durum yok” dedi.
Üçüncü potansiyel tehlike başlığı olarak da teknik düzeyde Ankara ile Atina arasında hâlâ bir kırmızı hat olmamasını gösteren Gürcan, “En ufak bir krizde karşı tarafı doğrudan arayabilecek ve stratejik-siyasi düzeyde iletişim sağlayabilecek bir iletişim hattı kurulmuş değil. Bu da beni biraz endişeye düşürüyor” değerlendirmesinde bulundu
14 Ağustos’ta Kemal Reis fırkateyni ile bir Yunan fırkateyninin çarpışmasına dikkat çekerek “Angajman kuralları inisiyatifi kimde?” diye sordu: “Böyle bir gerginlik durumunda inisiyatif kimde? Hâlâ gemi kaptanında mı, uçak pilotunda mı? Yoksa bu inisiyatif onlardan alındı da Ankara ve Atina’daki harekat merkezlerine mi çekildi? Bunu da bilmiyoruz şu aşamada.”
Gürcan, mevcut gelişmelerin bir eksen değişikliğine de işaret ettiğini belirterek, "Oruç Reis’in Antalya körfezine çekilmesiyle, Ankara sıklet merkezini Libya’yla anlaşma imzaladığımız bölgeden çok, Kıbrıs adasına kaydırdı. Şu anda Barbaros Hayrettin gemisinin NAVTEX’i uzatıldı. Kıbrıs adası civarındaki ve onun hemen kuzeyindeki İskenderun Körfezi'ndeki faaliyetlerimize ağırlık verdik.”
4- Peki ya Libya’daki gelişmeler?
Birleşmiş Milletler ve Türkiye’nin desteklediği Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti Başbakanı Fayez Sarraj, ekim sonunda görevi bırakacağını duyurdu. Yönetimi boyunca Ankara ile çok yakın ilişkilere sahip olan Sarraj’dan sonra gelecek hükûmetin diplomaside nasıl bir tutum üstleneceği Türkiye için belirsizlik konusu olmaya devam ediyor.
Güvenlik uzmanı Metin Gürcan, Sarraj sonrasında UMH’de nasıl bir profil ortaya çıkacağının Doğu Akdeniz krizinde Türkiye için çok kritik olduğuna inanıyor.
Türkiye’nin Girit adasının güneydoğusu ve Meis adasının güneyindeki hem arama hem de askeri faaliyetlerinin artmasının ana kolonunun Kasım 2019’da imzalanan Deniz Yetki Alanları’nın Sınırlandırılması Anlaşması olduğuna dikkat çeken Gürcan, Ankara’nın bu anlaşmayı Sarraj hükûmetiyle imzaladığını, “Yeni gelen hükûmet bu anlaşmayı askıya aldığını veya tamamen kaldırdığını açıklasa bizim bu meşrutiyetimiz de sorgulanabilir.” sözleriyle hatırlattı.
Gürcan, yeni UMH’nin Türkiye’ye yönelik tutumu ve Ankara’nın buna vereceği tepkinin de, Libya merkezli bir şekilde Doğu Akdeniz’de askeri gerginliği tekrar tırmandırabileceğini dile getirerek, ekim ayında Libya’nın diplomatik anlamda sıcak olacağını ifade etti.
5- Hukuki açıdan durum ne? Çözüm yolları nedir?
Eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı Rıza Türmen, Doğu Akdeniz’deki durumu duygusal söylemlerden soyutlayıp doğru zemine oturtmak gerektiğini ifade etti:
“Doğru zemin nedir? Doğru zemin, iki devlet arasında bir sınırlandırma anlaşmazlığı vardır, yani deniz yetki alanları sınırlandırılmamıştır. Bu sınırlandırma anlaşmazlığı asıl Ege Denizi’ni kapsamaktadır ve Doğu Akdeniz’in bir bölümünü kapsamaktadır. Tabii Doğu Akdeniz’de başka devletler de vardır. Mısır vardır, Libya vardır, Suriye vardır, İsrail vardır... Bütün bu devletleri kapsayan bir sınırlandırma anlaşmazlığı ortada.”
Sınırlandırma anlaşmazlıklarının tek taraflı iddialarla çözülemeyeceğini ifade eden Türmen, çözümün taraflar arası müzakerede yattığını, eğer müzakere ile çözüm mümkün olmadıysa da anlaşmazlığın Hakem Mahkemesi ya da Uluslararası Adalet Divanı kararıyla çözümlenebileceğine işaret ediyor.
Türmen, bunlardan söz ederken, anlaşmaların taraf olmayan devletler açısından hiçbir hüküm doğurmayacağını, sadece imzacı tarafları etkilediğini ifade etti. Türmen, müzakere olması için bölgede moratoryum olması gerektiğini de bildirdi.
Türmen, o günlerdeki Ege Denizi krizini sonuçlandıran 1976’daki Bern Anlaşması’nın günümüze örnek olabileceğini ve anlaşmaları etkileyen özel durumları şöyle anlattı:
“Türkiye’nin Bern’de yaptığı anlaşma çok enteresandır. Yani taraflar müzakere sırasında hiçbir fiili durum yaratmamayı taahhüt etmişlerdir (1976 Bern Anlaşması), arkasından müzakereyi başlatmışlardır ve demişlerdir ki; ‘müzakerede anlaşmaya varılamayan konuları Uluslararası Adalet Divanı’na götüreceğiz’. Aynı şeyi bugün de yapmak, söylemek mümkündür. Uluslararası hukukun nasıl bir çözüm öngöreceği de bellidir. Buradaki temel ilke, hakkaniyete uygun bir çözümdür. Hakkaniyete uygun bir sınırlandırma anlaşması yapılmalıdır. Hakkaniyete nasıl varılır?
Hakkaniyete türlü yollardan varılır, bazı durumlarda hakkaniyete iki karşılıklı devletin kıyısı arasında bir ortak hat çekilerek varılır, bunu biz Karadeniz’de yaptık. Karadeniz’de nasıl yaptık? Karadeniz’de Türkiye ile Rusya bir ekonomik bölge anlaşması yaptılar, karşılıklı kıyıları var ama bunu ortasına kadar getirdiler Karadeniz’in orada bıraktılar. Dediler ki’ Bulgaristan ve Romanya’nın da ekonomik bölgesel yeri olacak, onun için ileride Bulgaristan ve Romanya’nın da katıldığı bir anlaşmayla bu çizgiyi tamamlayalım’. Nitekim öyle oldu, Bulgaristan ve Romanya’nın katıldığı çok taraflı, bütün Karadeniz kıyıdaş devletlerini içine alan bir anlaşmayla Karadeniz’de ekonomik bölge sınırlandırması yapıldı. Aynı şeyi burada da yapmak mümkündür. Hakkaniyete varmak için özel durumları dikkate almak gerekir. Nedir özel durumlar? Her duruma, her koşula göre değişir özel durumlar. Adaların varlığı tabii ki özel durumdur, kıyıların uzunluğu başka bir özel durumdur. Türkiye’nin çok geniş bir kıyısı var Akdeniz’e, sahip olacağı kıta sahanlığında bu kıyı uzunluğu dikkate alınacak bir faktördür. Muhakkak adaların varlığı da dikkate alınacak bir faktördür. Şimdi baktığınız zaman haritaya görüyorsunuz, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sınırlandırma anlaşmazlığı esas olarak Ege’dedir. Çünkü adalar ile doludur Ege. Mesele bu adalara ne kadar hak tanınacağı. Bana sorarsanız Uluslararası Adalet Divanı’na gidildiğinde adalara tanınacak haklar adaların ufaklığına göre, Yunan kıyısına yakınlığına, uzaklığına göre değişecektir. Örneğin Türkiye’ye çok yakın adalara hiçbir ekonomik bölge verilmeyecektir, Ege’nin ortasındaki adalara belki yarım yetki tanınacaktır. Bu adaların Ege’nin ortasında 6 mil karasuları var. 6 mil ama 12 mil karasuyuna hakkı var, biz diyoruz ki ‘12 mil karasuyu yaparsan savaş sebebidir, 12 mil karasuyu olmaz 6 milde kalsın’. 6 mil karasuyu kalır, 6 mil de ekonomik bölge kıta sahanlığı verilir, mesela böyle bir şey olabilir. Her ada böyle bir daire ile çevrilir bu mümkündür. Yunan kıyısına yakın adalar da tabii ki daha büyük ekonomik bölgeye sahip olurlar.”
Türmen, Doğu Akdeniz’deki duruma bakınca, iki tarafın da kabul görmeyecek aşırı talepleri olduğunu söyledi. Türmen, Yunanistan’ın aşırı talebinin Türkiye kıyısına 2 kilometre uzaklıktaki Meis adasına tam ekonomik kıta sahanlığı verilmesi olduğunu ifade etti. Bu talebin karşılanması durumunda Türkiye’nin kıyısına hapsolacağını ifade eden Türmen, “Ne Uluslararası Adalet Divanı böyle bir talebi kabul eder, ne de Hakem Mahkemesine getirilirse böyle bir talep kabul edilir” değerlendirmesinde bulundu.
Eski AİHM yargıcı Türmen, Türkiye’nin aşırı talebinin ise Girit’e kıta sahanlığı ve ekonomik bölge verilmemesi olduğunu söyledi. Girit’in “neredeyse bir ülke olabilecek kadar büyük” olduğuna dikkat çeken Türmen, böyle bir talebin üçüncü tarafa götürülürse talep görmeyeceğini ifade etti.
Türmen, gerek Türkiye, gerekse de Yunanistan'ın bu aşırı taleplerden vazgeçmesi gerektiğini dile getirirken, anlaşmazlığının Rodos ve Girit’le Türk kıyıları arasında bir çizgi olacağını, Yunanistan’ın bunun dışında Akdeniz’e kıyısı olmadığını hatırlattı.
Türkiye’nin ilerleyen zamanlarda Doğu Akdeniz’e kıyısı olan Suriye ve Mısır ile anlaşma yapma ihtiyacı duyacağını ifade eden Türmen, sınırlandırma anlaşmazlıklarının Doğu Akdeniz’e özgü olmadığına dikkat çekerek, "Dünyanın her tarafında pek çok sınırlandırma anlaşması yapılmıştır. Manş Denizi’nde İngiltere ile Fransa arasında yapılan anlaşma vardır. Fransa kıyılarına çok yakın İngiliz adalarına hiçbir ekonomik bölge kıta sahanlığı tanınmamıştır. Buna karşın Kanada kıyılarına yakın Saint Pierre ve Miquelon adalarının Kanada’ya bakan yüzlerine hiçbir kıta sahanlığı tanınmamıştır, okyanusa bakan yüzlerine tanınmıştır. Kerkenez adaları var Tunus’un Libya kıyısına yakın, bunlara yarım etki tanınmıştır yani her duruma göre değişmektedir adalara tanınan haklar.” diye konuştu.
Türmen bir başka önemli noktanın da BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin “azami 12 mile kadar karasuyu hakkı” maddesi olduğunu ifade etti. Yunanistan’ın adalarına 12 mil karasuyu tanıdığı takdirde Ege’nin tamamen bir Yunan gölü haline dönüşeceğine dikkat çeken Türmen, bu konuda bir tahkimname çıkartılmasının öneminin vurguladı.
6- Mavi Vatan nedir?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ağustos 2020’de "Sevr’i nasıl yırtıp attıysak, Mavi Vatan'ı aynı kararlılıkla koruyacağız” ifadeleriyle bahsettiği ‘Mavi Vatan’ kavramı, ilk olarak Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz tarafından 2006’da Deniz Kuvvetleri’nde bir brifing sırasında dile getirildi. Daha sonra Balyoz davalarında sanık durumunda olan Gürdeniz’in 2006’da getirdiği ‘Mavi Vatan’ ifadeleri, zaman içinde bir doktrin olarak değerlendirilmeye başladı.
Türkiye’nin son yıllarda deniz yetki alanları konusunda attığı adımlarda ‘yol haritası’ olduğu söylenilen Mavi Vatan, Türkiye’nin belirli kıta sahanlığı dışında çevresindeki yaklaşık 462 bin kilometrelik bir alanı tarif ediyor. Mavi Vatan’ın bir isim olmaktan çıkıp doktrin olma yolunda ilerlemesi ve son haritanın belirlenmesi Emekli Tümamiral Cihat Yaycı tarafından gerçekleştirildi.
BBC Türkçe’yle yaptığı söyleşide haritasını çizdiği Mavi Vatan’ı anlatan Yaycı, “Mavi Vatan öncelikle Türkiye’nin deniz yetki alanları demek. Bu deniz yetki alanlarındaki hak ve menfaatlerin korunması demek. Ekonomik hakları, kaynakların çıkartılması, tespit edilmesi, korunması, araştırılması, rüzgâr enerjisi, balıkçılık bunların hepsi münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı hakları içerisinde” demişti.
Millî Savunma Bakanlığı, 2019 Mart ayında ‘Mavi Vatan Tatbikatı’ düzenledi. Geniş çaplı tatbikat, Türkiye’deki ‘ilk Mavi Vatan Tatbikatı’ olarak, 2006’da Gürdeniz’in kullandığı ifadenin doktrine dönüşme noktası olarak nitelendiriliyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ekim 2019’da Millî Savunma Üniversitesi Harp Okulları ziyareti sırasında “Türkiye Mavi Vatan” yazılı haritanın önünde verdiği poz da, o dönem Yunanistan tarafından tepki çekmişti. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, fotoğrafın ardından “Bir ülkenin sınır haritası, bir siyasinin istekleri doğrultusunda çizilmez. Sınır haritaları uluslararası hukuk temelinde şekillenir” açıklamasını yapmıştı.
7- Sevilla Haritası nedir?
Sevilla Haritası, 2003 yılında Sevilla Üniversitesi’nden Prof. Suarez de Vivero tarafından hazırlandı. Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın deniz yetki alanı tezlerinin desteklendiği harita, Türkiye’nin tepkisini çekti.
Bahsi geçen haritada Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ilan ettiği ‘münhasır ekonomik bölge’ sınırı Avrupa Birliği sınırı olarak kabul edilirken Yunanistan’ın kıta sahanlığı da Türkiye’nin hak iddia ettiği bölgeyle çakışıyor.
Türkiye, Sevilla Haritası nedeniyle Avrupa Birliği’ne tepkisini dile getirirken, 4 Eylül 2020 tarihli bir haberde Euronews’a konuşan bir AB yetkilisi, haritayı AB’nin hazırlatmadığını, kurumlar tarafından hazırlatılan dış raporların Avrupa Birliği için yasal ve siyasi bir değer taşımadığını söylemişti.
Doğu Akdeniz’de gerilimin sürdüğü bu günlerde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Sevilla Haritası’nı, "Yunanistan, Sevilla Haritası'ndan vazgeçmediği, Türkiye'nin kıta sahanlığına saygı duymadığı ve Adalar ile Meis için maksimalist yaklaşım içindeki taleplerinden vazgeçmediği sürece bu gerginlik bitmez” sözleriyle yeniden gündeme taşımıştı.
8- Doğu Akdeniz’deki kaynaklar piyasa için ne anlama geliyor?
Doğu Akdeniz’de bulunan enerji kaynaklarının önemi ve sürecin enerji piyasasındaki yeri konusunda T24’ün sorularını yanıtlayan The London Energy Club Başkanı, eski diplomat Mehmet Öğütçü, bölgedeki kaynaklar ilk keşfedildiğinde, ‘oyun değiştirici’ olacağı, ülkeler arasındaki kronik uyuşmazlıkları gidermede ve yeni işbirlikleri geliştirmede rol oynayacağına dair görüşler oluştuğunu hatırlattı.
Öğütçü, enerji kaynaklarının keşfiyle birlikte bölgede ilerleyen sürece dair şunları aktardı:
“İsrail’in Tamar doğal gaz sahası iç tüketime yönlendirilirken, Leviathan’ın ihracata tahsis edilmesi, hem önemli bir doğal gaz tüketicisi hem de Avrupa’ya ihracat boru hattı altyapısı olan Türkiye üzerinden sevk edilebileceği konuşuldu uzun süre.
Daha sonra Mısır’da deniz açığında İtalyan ENİ şirketince keşfedilen Zohr sahası (ki buna sonradan hızlı üretimi gerçekleştirmek için İngiliz BP, Rus Rosneft ve Katarlı QatarGas da katıldı) ve Noor sahası Mısır’ı Doğu Akdeniz’in ‘doğal gaz süper gücü’ hâline getirdi.”
Mısır’ın kendi artan iç tüketimi ve sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracat tesisleri sayesinde kaynaklarını en hızlı ve akıllıca kullanan ülke olduğu görüşünde bulunan Öğütçü, “Güney Kıbrıs’taki sahalarda rezervlerin abartılı olduğu, iç tüketimden geri kalan kısmın sıfırdan LNG tesisleri kurularak ihracatının mümkün olamayacağı anlaşıldı. Lübnan’daki araştırmalardan da beklenilen sonuç çıkmadı.” dedi.
“Sonuçlar olumlu çıksaydı bile doğal gaz piyasası Doğu Akdeniz için iyi haberler sunmuyor” diyen Öğütçü, son yıllarda mevcut ve yeni üreticilerden boru hattı ve LNG arzının yükseldiği ancak talep düzeyinin düştüğünü belirtti.
Covid-19 pandemisinin talebi daha da düşürdüğünü söyleyen Öğütçü, “Sadece LNG fiyatları son iki yıl yarı yarıya azaldı. Dahası, elektrik üretiminde süratle maliyetleri azalan rüzgâr ve güneş enerjisi, doğal gazın geleneksel üstünlüğünü aşındırıyor. ABD’den gelen LNG ve Azerbaycan’ın ShahDeniz-2 gazı Türkiye dâhil birçok Avrupa ülkesinde Rus gazı aleyhine pazar payı kazandı” dedi.
Jeolojik olarak zor koşullarda, yüksek maliyetle çıkarılacak Doğu Akdeniz gazının, mevcut gerilimler atmosferinde kendine pazar payı bulmasının zor olduğu görüşünü dile getiren Öğütçü, London Energy Club’da yaptıkları toplantıda çıkan görüşü şöyle aktardı:
“Finansçıların, yatırımcıların ne üretim ne de boru hattı ve LNG kurum tesislerine para akıtması mümkün. İsrail, Güney Kıbrıs gazını Girit üzerinden Yunanistan’a, oradan da Adriyatik altından İtalya’ya taşıması öngörülen Doğu Akdeniz gaz boru hattı için AB tarafından “ortak ilgi projeleri” kapsamında ön finansman sağlandı ama esas yatırım için finansman bulunması imkansız görülüyor.”
Doğu Akdeniz geriliminin esas olarak enerji kaynaklı olmadığını düşünen Öğütçü, temel sorunun bölgedeki jeopolitik nüfuz sahası paylaşımı, deniz egemenlik sınırları, askeri ve ticari gemilerin seyrüsefer serbestisinde düğümlendiğini söyledi. Doğu Akdeniz geriliminin çözümlenmesi olasılığına dair görüşlerini aktaran Öğütçü şöyle devam etti:
“Kısa zamanda çözümlenmesi mümkün değil. Kolay sorunlardan başlayıp uzun vadeye yayılması, diyalog ve işbirliği kanallarının açık tutulması, uluslararası hukukun üstünlüğüne riayet ederken aynı zamanda hakkaniyet, coğrafya ve siyasi gerçeklere de yer vermek elzem görünüyor.
Türkiye, Doğu Akdeniz’in ekonomik, askeri ve enerji bakımlarından en büyük gücü, en uzun deniz sınırına sahip ülkesi olarak her türlü sorunun da çözümün de baş oyuncusu. Yalnızlaştırılması yerine daha fazla angaje edilmesi gerek bir güç.”
9- Ankara-Paris hattı nasıl bu kadar gerildi?
Fransa ve Türkiye arasında Doğu Akdeniz gündemiyle birlikte sertleşen söylemler öncesinde Suriye, Libya, NATO tartışmaları gibi farklı noktalarda gerilmeye başlamıştı. Son olarak Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Türkçe attığı bir tweet’le Türkiye’ye yaptığı göndermeye varan noktaya kadar iki ülke arasında çeşitli gerilim hatları oluştu.
“Beyin ölümü” tartışması
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği operasyonlara karşı olan duruşunu sıkça dile getiren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Kasım 2019’da The Economist’e konuşurken NATO’nun Türkiye’nin Suriye’deki adımlarına karşı harekete geçmemesini eleştirmiş “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” ifadelerini kullanmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Macron’un sözlerine sert tepki vermiş ve şunları söylemişti: "Fransa Cumhurbaşkanı Sayın Macron bak Türkiye'den sesleniyorum, NATO'da da söyleyeceğim, önce sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir. Türkiye'yi NATO'dan çıkarmak-çıkarmamak... Bu senin haddine mi? Böyle bir şeyin kararını senin verme yetkin var mı?"
Libya konusunda gerilim; iki ülke Akdeniz’de karşı karşıya geldi
Libya’da Türkiye ve Fransa iki farklı tarafı destekliyor. Türkiye, Birleşmiş Milletler tarafından da desteklenen Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti’ne destek verirken Fransa, General Halife Hafter’in liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun yanında duruyor.
Türkiye’nin Libya’da Ulusal Mutabakat Hükûmeti’ne desteğini sık sık eleştiren Fransa ve Türkiye arasında Haziran ayında deniz üstünde bir gerilim çıktı. Fransa 10 Haziran’da Libya’ya silah taşıma şüphesiyle bir gemiyi aramak isterken iki Türk fırkateyni tarafından taciz edildiği şikâyetiyle NATO’ya başvurdu. Türkiye’yi ‘agresif davranışlar’ nedeniyle NATO’ya bildiren Fransa’nın adımının ardından inceleme yapıldı.
NATO, konuya ilişkin raporda Türk savaş gemilerinin Fransız gemisi üzerine radarını kilitleyerek tacizde bulunulduğuna dair Fransa'nın öne sürdüğü iddiaları destekleyen bir ifade yer almadı. NATO’dan karşılık alamayan Fransa, Akdeniz’de devam eden Sea Guardian misyonundan çekilme yanıtı verdi.
Ayasofya’nın ibadete açılmasına tepki
Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülmesinin ardından Fransa Dışişleri Bakanı Jean Yves le Drian bir açıklama yaparak kararı eleştirdi. Le Drian, Ayasofya’nın müze olarak din özgürlüğünün, hoşgörünün sembolü olduğunu söyledi ve karardan üzüntü duyduklarını dile getirdi.
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hidrokarbon arayışına Fransa’dan tepki
Fransa, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama çalışmalarına tepki gösteriyor. Türkiye’nin bölgedeki sondaj çalışmalarına yanıtı askeri varlıklarını geçici olarak artırma kararıyla yanıtlayan Fransa, “Lafayette” isimli fırkateynini ve iki Rafael savaş uçağını Doğu Akdeniz’e gönderme kararı aldı. Fransa’nın Doğu Akdeniz’de durduğu yeri belirten adım Yunanistan tarafından olumlu karşılık aldı.
Erdoğan-Macron arasında sert sözler
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Doğu Akdeniz geriliminin başından bu yana Türkiye’ye karşı Avrupa’nın ortak bir tutum alması gerektiğini savunurken 10 Eylül’de "Türkiye provokasyonları artırıyor ve bu büyük ülkeye yakışmıyor. Türk halkı büyük bir halk ve başka şeyler hak ediyor. Biz Avrupalılar Türk halkına değil Erdoğan hükûmetine karşı açık ve sert olmalıyız" ifadelerini kullanmıştı.
Erdoğan’ın Macron’a yanıtı ise "İsim olarak anmak istemiyorum ama mecburum anmaya, çünkü o şahsımla çok uğraşıyor. Nedir o? Diyor ki 'Türk milletiyle değil ama bizim Erdoğan'la sıkıntımız var'. Sayın Macron, senin şahsımla daha çok sıkıntın olacak” olmuştu.
Macron’un Türkçe tweet’i
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, 19 Eylül’de Twitter hesabından attığı Türkçe bir tweet’le diyalog çağrısında bulundu. Med7 zirvesine göndermede bulunan Macron, diyalogun "iyi niyetli" bir şekilde tekrar açılması gerektiğini ve Avrupa Parlamentosu'nun da bu yönde çağrı yaptığını ifade etti.
Macron Türkçe olarak yaptığı paylaşımda, "Ajaccio'da, Türkiye'ye net bir mesaj gönderdik: iyi niyetli, naiflik olmaksızın sorumlu bir diyaloğu yeniden açalım. Bu çağrı bundan böyle Avrupa Parlamentosu’nun da çağrısı. Görünüşe göre de işitilmiş. İlerleyelim" yazdı.
TIKLAYIN - Muhalefet, Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikasını nasıl değerlendiriyor, neleri farklı yapardı?