Gündem

9 gazeteden 18 köşe yazarı gündem için ne dedi?

Mehveş Evin: Medyada erkek egemenliğinin iyice kök salması, renksizliğin, tek sesliliğinin, anti demokratik kültürün daha da yerleşmesi demek

17 Temmuz 2013 10:24

Hürriyet’ten Mehmet Y. Yılmaz, Sedat Ergin; Milliyet’ten Mehveş Evin, Serpil Çevikcan, Fuat Keyman; Radikal’den Ezgi Başaran, Cengiz Çandar; Zaman’dan Hüseyin Gülerce, Mustafa Ünal; Sabah’tan Hasan Bülent Kahraman, Nazlı Ilıcak, Tulu Gümüştekin; Yeni Şafak’ tan Ali Bayramoğlu; Taraf’tan Hadi Uluengin, Lale  Kemal; Vatan’dan Ruşen Çakır, Güngör Mengi, Cumhuriyet’ten Hikmet Çetinkaya  gündem hakkında yazdı, önemli tespitlerde bulundu.

İşte o yazılardan hazırladığımız bir derleme: 

 

Mehmet Y. Yılmaz – Hürriyet
‘Ufak tefek’ de tam olarak ne kadar?

Demokratik bir hakkı kullanmak için meydanlara çıkan insanları “terör örgütü üyesi” ilan etmek için her türlü düzen kurulmuş gibi görünüyor.
Bu arada savcılığın açıklamasına göre gariban bayrak satıcısı da “polisin görevini yapmasına engel olduğu, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununu çiğnediği” için tutuklanmış.
Ne yani, şimdi “Oh ne kadar iyi, hükümete isyan ettiği için tutuklanmamış” diye sevinecek miyiz?
Elinde bayraklarla polisin görevini yapmasına nasıl engel olmuş? Gösteri kanununa nasıl muhalefet etmiş?
Polis yazıyor, savcı–yargıç gözü kapalı basıyor imzayı, hadi yallah kodese!
Bir demokratik hukuk devletinde olabilecek bir şey mi bu? Onca sene hukuk fakültelerinde dirsek çürütmenize ne gerek vardı öyleyse?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Sedat Ergin – Hürriyet
Mısır darbesi ve Erdoğan (1): Erdoğan bölgedeki en önemli kazanımından oldu

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin bir darbe sonucu devrilmesi karşısında duyduğu büyük infialin gerisinde, 10 yılı aşan iktidarı döneminde dış politika alanında elde ettiği belki de en önemli kazanımı kaybetmesi yatıyor.
Erdoğan’ın içinden geldiği Milli Görüş hareketi ile Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün ideolojik yakınlık üzerinden yürüyen ilişkileri aslında çok eskiye gidiyor. Bu örgütün 2012 yılında iktidara gelişi ile birlikte, bu yakınlığın üzerine inşa edilen kuvvetli siyasi ilişkiler, Mursi’yi, Erdoğan’ın bölgedeki en önemli müttefiki konumuna getirmişti.
Erdoğan, iktidara gelmesine de belli ölçülerde katkı sağladığı ve birçok meseleye aynı mercekten bakabildiği bu ortağını artık yanında bulamayacaktır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Mehveş Evin – Milliyet
Ne kadar ‘erkek’siniz!


Kadınlar sadece görüntüde var. Veya “yönetici erkeklerin ideolojisi”ne uydukları müddetçe... Kimse kusura bakmasın, istisnalar kaideyi bozmuyor.
Medyada erkek egemenliğinin iyice kök salması, renksizliğin, tek sesliliğinin, anti demokratik kültürün daha da yerleşmesi demek.
Oysa toplumun önemli bir kesimi, sokaklara dökülürken tam da buna isyan ediyor!
Aradaki fark, resmi iftar sofralarıyla yeryüzü sofraları arasındaki fark kadar belirgin: Birinde ceketli-ceketsiz adamların hakimiyeti göze çarpıyor. Diğerinde kadınlı-erkekli, farklı yaştan, sınıftan, farklı kesimlerin  bir araya geldiği daha eşit, daha çoğulcu bir tablo ortaya çıkıyor.
Bu tablo fevkalade rahatsız ediyor olmalı ki çevik kuvvet otobüsleriyle bir yaya yolu (İstiklal) boydan boya kapatılıyor...
Lacivert ceketli, tek sesli adamlar ne kadar çabalasa, ne kadar koltuğuna sarılsa da kötü bir haberim var: O devir geçti. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Serpil Çevikcan – Milliyet
PKK kanarya sevenler derneği mi?


Ne bekleniyordu ki?    PKK’nın, hop diye, devletin tam kontrolündeki İmralı’dan giden talimatla, üç ayda, içerideki bütün militanlarını çekmesi mi?

30 yıldır tek ve gerçek işi ayrılıkçılık olan örgütün, bir parçasını Kürdistan yapmak istediği ülkeden sınır dışına çıkarken içeriyi kendi açısından tamamen boş bırakacağı mı?

Ya da köylülerine dışkı yedirilen bir halkın devleti aniden baba olarak göreceği mi?

Böyle olmayacaktı, olmuyor da.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Fuat Keyman – Milliyet
Çözüm süreci ilerleyecek mi?


Çözüm süreci 2012 yılı sonlarına doğru başladığı zaman, gerek içeride, gerekse de dışarıda, Başbakan ve AK Parti hükümetinin iradesi ve çözüm kapasitesi için güven tamdı.
İçeride, yeni anayasa süreci ve ekonomik dinamizm, dışarıda da, aktif politika ve “model ya da ilham kaynağı olma”, bu güveni oluşturuyordu.
Bugün, bu niteliklerin hepsinde sorunlar yaşanıyor.
Ekonomide riskli bir dönemdeyiz.
Dış politikada, Suriye krizinden sonra, Mısır darbesi, Türkiye’yi çok zorlayacak gözüküyor.
Avrupa, AB ve Batı ile ilişkiler bozulma noktasında.
AK Parti, uluslararası sistemle sorunlu ve içe kapanan bir görüntü veriyor.
Acaba AK Parti, bu görüntüyü düzeltebilecek mi? İçeride yeni anayasa ve demokratik reform, dışarıda da aktif küreselleşme ve AB sürecine dönebilecek mi?
Dünyanın ve bölge ülkelerinin gözü Başbakan ve AK Parti’ye odaklanmış durumda.
AK Parti, son on yılda, Türkiye’nin dünyayla bağlantısının ana aktörüydü.
Bugünse, ilk defa, uluslararası toplumla, küreselleşmeyle ve bölgesiyle sorun yaşayan bir aktörgörüntüsünde.
Bu nedenle de, içeride ve dışarıda, “AK Parti ne yapacak” sorusu, tüm dikkatleri üzerine çekiyor.
Çözüm sürecinin ilerleyip ilerleyemeyeceğini de, bu soruya verilecek yanıt belirleyecek.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Ezgi Başaran – Radikal
Erdoğan diktatör değil tam bir neoliberal


Bazen bir şey bir şeye çok ama çok benzer. O vakit münasip ve aşina olduğumuz deyimi ya da ifadeyi yapıştırıp ilerliyoruz. Layıkıyla derinine inmeden. Aslına bakarsanız içinde yaşar ve birebir tecrübe ederken ülkede olup bitenle ilgili soğukkanlı ve öyle kapsamlı bir zihin haritası oluşturmak da kolay olmuyor. New York Üniversitesi’nden (NYU) Doç. Aslı Iğsız hem uzakta hem de 10 numara bir sosyal bilimci olmanın getirileriyle Gezi direnişine öyle bakarak çok çok önemli iki makale yazmış. Iğsız’ın analizini hem özetleyeceğim hem de bazı bölümlerini aynen sizinle paylaşacağım. Şöyle başlayalım: Medyada bir kesim Gezi Parkı protestolarını ‘Arap Baharı’yla ya da İspanya’daki ve Yunanistan’daki neoliberalizm karşıtı protestolarla karşılaştırdı. Bir kesim ise Erdoğan’a diktatör deme kolaylığına kaçtı. Bu tür ifadeler Türkiye’deki bu olayı oryantalist bir tavırla münferitmiş gibi tarif etmeye yarar… Halbuki AKP ne Türkiye’nin ilk otoriter partisi ne de bir diktatörlük şeklinde hareket ediyor. Erdoğan’a diktatör demek tabloyu açıklamak yerine gölgeliyor. Bu tür yaklaşımlar yüksek güvenlikli neoliberal ulus devletler arasındaki örgüyü ve onların Soğuk Savaş’a olan örtülü bağlantısını görmeyi engelliyor. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Cengiz Çandar  - Radikal
‘Kusura bakmayın’!


Türkiye’deki iktidar sahiplerinin içerdeki Taksim-Gezi sarsıntısını atlatamadan Mısır’daki gelişmenin ‘travması’nı hissetmemeleri düşünülemez. Ne var ki, bu gelişme, ne yazık ki ‘akıl tutulması’nı daha da derinleştirmiş durumda. Bu nedenle, iktidar propagandistleri ucuz polemikler ve düzeysiz saldırılarla boşa nefes tüketiyorlar. 

Tayyip Erdoğan kendisini Muhammed Mursi ile Ak Parti ise Müslüman Kardeşler’le ‘özdeşleştirme’den kurtaramazlarsa ‘akıl tutulması’ndan da çıkış yolu bulamazlar. 

Mısır’da ‘askeri darbe’ teşhisinde buluşmak ve topyekûn buna karşı seferberlik halinin ortadan kaldıramadığı gerçekler var. Örneğin; Mısır’da hatırı sayılır bir kesim bunu ‘askeri darbe’ olarak görmüyor, Mustafa el-Labbad gibi Türkiye dahil, uluslararası kabul gören düşünce adamları ve aydınların bir bölümü ‘ikinci devrimci dalga’ olarak algılıyor. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Hüseyin Gülerce – Zaman
Yeter artık

Tehlikeli üç zemindeki kutuplaşma, gerilim, kin ve öfke birikimi evet, felaketlere davetiye çıkarıyor. Tamam da çözüm nedir?

Birbirine paralel gitmesi gereken iki çözüm var. Birincisi hükümetin, siyasetin, Meclis’in getireceği çözüm: Demokratikleşme hamlesiyle, biriken stresi dağıtmak. Yaklaşan yerel seçimlerin politik şehvetinden kurtulup, Türkiye’nin makulleşmesi için uzlaşma kapılarını açmak. Çatışma ve kavga yerine üslup güzelliğine dönüp kırılan gönülleri tamir fırsatı hâlâ var. Çözüm süreci, bir demokratikleşme hamlesine acil ihtiyaç duyuyor. Alevi vatandaşlarımızın gönlünü kazanacağımız jestler için acele edilmeli. Onların demokratik talepleri yerine getirilmeli.

Bir de toplum olarak bizim sorumluluklarımız var. Tehlikeli üç zeminde güven erozyonu var. Birbirimizi dinlememe, anlamaya çalışmama problemi var. Böyle olunca aramızda nasıl diyalog ve uzlaşma sağlanacak? Her kesimde artık makul insanların öne çıkması gerekiyor. Birbirimizin konumuna saygıyı esas alan, konuma saygıyı fikir ve düşüncelere de saygı kabul eden, kendisi dışındakilerin yaşam tarzını problem haline getirmeyen, tam tersine her türlü dayatma, baskı ve ötekileştirmeden uzak duran yüreklere ihtiyacımız var. Bir tek ilkeyi hayata geçirsek; başkalarını rencide etmeme hassasiyeti göstersek... Bunu yapanların kendileri de rencide olmayacaktır. Hatta bir adım öne çıkıp, “incinsen de incitme” diyenlerden olsak…

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Mustafa Ünal – Zaman
Sıcak yaz

15 gün sonra Yüksek Askerî Şûra, bu yargı süreçlerinin gölgesinde toplanacak. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in daha iki yılı var. Üç kuvvet komutanının süresi doldu. İkisinin yaşları da uzatmaya engel. Balyoz, Ergenekon ve 28 Şubat davalarında yargılanan askerlerin durumu da görüşülecek. Geçen sene bekleme süreleri dolan 40’a yakın general emekli edilmişti.

Bu yıl yine 15’in üzerinde üst düzey askerin dosyası masada. Balyoz’dan mahkûm olan general ve amirallerin durumu ele alınacak. Aralarında şûra üyesi iki orgeneral Bilgin Balanlı ve Nusret Taşdeler de var. YAŞ’ın önceki yıllara oranla hukukla sınavında daha başarılı olduğunu söylemek lazım.

Balyoz’uyla, Ergenekon’uyla, YAŞ kararlarıyla çok sıcak bir yaz bizi bekliyor. Gündemin tatili yok.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Hasan Bülent Kahraman – Sabah
Demokrasiyi güvenlikle boğmak


Geçen yüzyıl aşılıyor Türkiye'de. Bu askerin siyasal arenadan 35. Madde değişikliği de yapılarak çıkarılmasından daha geniş kapsamlı bir adım, anlayış ve yaklaşımdır. Üstelik dünyayla bütünleşmek anlamına da geliyor. Çünkü temsilden katılıma geçen bir demokrasinin ayak sesleri duyuluyor dünyada. O beğenmediğimiz internet, tweet, facebook bize sanal bir dünya yaratmakla kalmadı demokrasiyi de yeniden tanımladı: demokrasi katılımdır!

Her şey iyi, her şey güzel, fakat bir nokta bulanık.

Türkiye bu büyük demokrasi projesine rağmen bir iç çelişkisi yaşıyor. Söylem ve bilinç olarak yeniden içdış tehdit kavramlarına yükleniyoruz. Uygulama olarak güvenlik, polis, şiddet politikalarını öne çıkarıyor. İster kabul edelim ister etmeyelim, palalı, sopalı insanların hesabı hükümetin hanesine yazılıyor. İnsan öldürmüş polisin, sivilin mahkemeye çıkarılıp serbest bırakılması da, doğru veya yanlış, gene hükümete fatura ediliyor. Büyük demokrasi projesi güvenlik politikasıyla çatışıyor, çatıştırılıyor. Makro demokrasideki başarı mikro demokrasideki tutuklukla zedeleniyor.

Gerek var mı?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Nazlı Ilıcak – Sabah
İlkeler, vicdan ve siyasi gerçekler

Ülkelerin iç işleri bizi ilgilendirmez. Kendi memleketimizin menfaatini ön planda tutmalıyız.

İşimize gelirse El Beşir'le de ilişkileri sürdürebiliriz. Ama, "Mısır'da darbe oldu; yeni yöneticileri tanımıyoruz;

Mursi'den yanayız" demek, bunu bir vicdani duruş olarak takdim etmek, sonra da, darbeci ve soykırımcı olarak bilinen Ömer El Beşir'le samimiyeti ilerletmek olmaz. Ya da "Halkın yanındayız, onların özgürlük mücadelesinin tarafıyız" derken, Bahreyn'deki iktidar karşıtı özgürlük hareketlerinin bastırılmasını sessizce seyretmek derin bir çelişki doğurur.

Uluslararası camiada, -acı bir gerçek ama- vicdanlar değil, cüzdanlar ve menfaatler ön plandadır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Tulu Gümüştekin – Sabah
Neden anayasa?


Avrupa Birliği başta olmak üzere, tüm gelişmiş demokratik toplumların, yükselen ve gelişen Türkiye'den beklentileri,  evrensel değerleri içselleştirmiş, ulusal geniş bir mutabakat üzerinde yükselen yeni bir Anayasaydı. Bu fırsat penceresini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yeniden açtı. Anayasa çalışmalarının ciddi biçimde hızlandırılarak ilk adımın atılması, toplumda karar mekanizmalarına her düzeyde katılım beklentisini de karşılayabilecek, son derece önemli bir adımdır ve böyle ele alınması gerekir.

Toplumdaki beklentilerin karşılanması sürecinde, şekil şartı ve kısa vade düşünülerek sadece muhalefet saikiyle atılacak olumsuz adımlar, ters etki yapacaktır. Türkiye'de toplum, istikrar ve barışı içselleştirmiş bulunuyor. Toplum, bu yönde atılan her adımı destekleyecek, bunu anlayan siyasi hareketlerin de arkasında duracaktır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Ali Bayramoğlu  - Yeni Şafak
2013 Bahar Krizi ve asker


Teslim etmek gerekir ki, son 10 yılın bizim için en önemli sonuçlarından birisi, Türkiye'nin 'devlet düzeni ve rejim meselesiyle ilgili laiklik tartışmalarını' ve buradan doğan kutuplaşmayı önemli ölçüde geride bırakmasıdır. Bugün bu konuda tartışmalar 'makro siyasi alan'dan 'mikro alan'a taşınmıştır. Gezi hadiselerinin bir ölçüde harekete geçirdiği gibi daha çok kamusal alan üzerinden seküler ve dindar değerler zemininde yürümektedir. Makro alanda sağlanan mutabakat, mikro alandaki ilişki (iç içe girmeler) ve tartışmalar (ayrışmalar) her şeyden önce bir normalleşme halidir.

Bu geçişi sağlayan ise toplumsal değişmedir. Toplumsal olanın siyaseti kuşatmasıdır. Özce 'değer sistemi etkileşimi'dir.

Sözünü ettiğimiz, dindar ya da modern (özellikle genç kuşak) kişi bünyelerinde hemhal olan, tüm çelişkileriyle yan yana yaşayan, (seküler, dindar, özgürlükçü, vs) değer sistemlerinin ürettiği çoğulculuktur. 'Değer sistemleri itibariyle çoğul kişi' üzerinden dindar ve modern alan ve aktörler arasındaki etkileşimin hızlanmasıdır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Hadi Uluengin – Taraf
‘Gezi’nin ortak paydası

Gezi Parkı olaylarının sosyolojik boyutu hakkında şimdiden kesin hüküm veremeyiz.

Ayrıntıya ancak ciddi araştırmalar sonucunda ve zaman içinde vâkıf olacağız.

Fakat bunu söylemek ana ögeyi görmezden gelmek anlamına gelmiyor. O da şudur:

Heterojen bir memnuniyetsizler koalisyonu olarak ortaya çıkan ve zaten de böyle bir ortaklık sayesinde kitleselliğe ulaşan eylemler bir bıkkınlık birikiminin tezahürü oldu.

Bununla tabii ki AKP’nin ve özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter eğilimlerine karşı oluşan tepkiyi kastediyorum.

Esas bileşkeni ise laik hayat tarzına müdahil söylemlerden duyulan kaygı oluşturdu.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Lale Kemal – Taraf
Başbakana dair bu senaryo çok konuşuluyor


Ankara kulislerinde yeni yeni dillendirilmeye başlanan ve Erdoğan’ın yakın çevresinin de paylaştığı bazı senaryolar var ki ezber bozan nitelikte.

Bu senaryoları şöyle özetlemek mümkün:

• Erdoğan, başkanlık sistemi olmadan da cumhurbaşkanlığı makamını istiyor;

• Ancak Erdoğan’ın, başkanlık sistemi planını hayata geçiremeden cumhurbaşkanı olan Turgut Özal gibi yetkileri sınırlı bu makamda canı çok sıkılabilir;

• Bu canı sıkılma ruh hâlini gözönüne alarak, Erdoğan, aynen 2007’de yaptığı gibi, kendisi yerine Gül’ün cumhurbaşkanlığına rıza gösterebilir. Bu Erdoğan’ın gerektiğinde ezber bozan kişiliğini ortaya koyuyor;

• Cumhurbaşkanlığı koltuğundan vazgeçebilecek bir Erdoğan, parti tüzüğünde sınırlı bir düzenlemenin önünü açıp, 2015 genel seçimlerinde dördüncü kez seçimlere gidip, yeniden başbakan olabilir;

• Ya da bir süre kenara çekilip, parti başkanlığını sürdürebilir. Bu süre zarfında gölge lider olmayı yeğler.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Ruşen Çakır – Vatan
Gezi eylemleri bitmeli mi? Yoksa zaten bitti mi?


“Çapulcu”, “vandalizm”, “faiz lobisi” gibi söylemlerle Gezi direnişini itibarsızlaştırma ve kriminalize etme çizgisi aynen korunurken; cadı avları sürer, can kayıpları için tatminkâr soruşturmalar yapılmazken insanların sokakları terk etmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır.

Eğer hükümet ilk gün yapması gerekeni yapar, yani diyalog mekanizmalarını işletir, vatandaşlarına terörist muamelesi yapmaktan vazgeçerse, yaşanan onca şeye rağmen sonuçta Türkiye demokrasisi kazanmış olur.

Böyle yazdığıma bakmayın, ortada bu yönde herhangi bir işaret görüyor filan değilim. Ama esas yorulanın, sanıldığının aksine Gezi direnişçileri değil siyasi iktidar olduğunu ve bunun kendileri tarafından da fark edildiğini düşünüyorum. Kısacası, hükümet zararın neresinde dönerse o kadar kâr edecek, dönmemesi hâlinde kayıpları katlanacaktır.

Gezi direnişine gelince: O zaten Türkiye’de yeni bir dönemi başlatarak tarihte yerini çoktan aldı.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Güngör Mengi – Vatan
Çok önemli ayrıntılar


Dün TV’de bir tartışma programında AKP sözcüsü “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek” anayasa maddelerinin anlamsızlığını eleştiriyor ve “İnsan haklarına saygılı” yerine “İnsan haklarına dayalı” demenin daha makbul olacağını insanlara inandırmaya uğraşıyordu.

Bu bir oyundur, tuzaktır.

Özel komisyonun uzmanlığına saygıda kusur anlamına gelecek böylesi “çok önemli ayrıntılar” niyet konusunda şüphe uyandırır.

Çünkü 2. Madde’deki “saygılı” sözcüğünün yerine “dayalı” sözcüğünü kullanmak, hassas dengede duran bir yapının ağırlık merkezinden bir tuğlanın çekilmesi sonucunu doğurur.

Siyasetin havası, uyum komisyonu için verimli bir gelecek vaat etmiyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Hikmet Çetinkaya – Cumhuriyet
Özgür insan ve çakallar


Özgür birey olma bilincinden yoksunuz, kin ve intikam tohumlarını yeşerterek yaşıyoruz.
Ergenekon, Balyoz, Gezi Parkı...
İstenilen hapis cezaları...
Ve bir de bir okulun müdür yardımcısına 4 kıza cinsel istismardan ötürü iyi hal indirimi.
İşin ilginç yanı, Siirt Devlet Hastanesi’nde cinsel istismara uğrayan kızlar için“majör depresyon” tanısı konulurken, Adli Tıp raporunda “Beden ve ruh sağlığı yerindedir” tümcesi kullanılıyor...
Laik demokratik hukuk devletinde bunlar oluyor...
Şaşıyor muyum?
Hayır!
Bu ülkede taş atan çocuklar, Gezi Parkı Direnişi’ne katılan gençler gece yarısı evlerinden alınıyor.
Önce gözaltı!
Ardından yargı!
Haydi zindan!
Kimlerin arasında bu üniversiteli gençler?
Katillerin ve tecavüzcülerin!
Can güvenlikleri yok!
Oruç tutmaya zorlanıyorlar!
Gece nöbeti veriliyor!
Siyasi eylemden ötürü tutuklanan gençler neden adli koğuşa konuluyor?
Bu bir intikam duygusu değil de nedir?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız