Hürriyet’ten Taha Akyol, Şükrü Küçükşahin; Milliyet’ten Mehveş Evin, Tunca Bengin; Zaman’dan Ali Bulaç, Ali H. Aslan; Taraf’tan Semih İdiz, Cafer Solgun; Yeni Şafak’tan Yasin Aktay, Bülent Orakoğlu; Radikal’den Tarhan Erdem, Fehim Taştekin; Vatan’dan Okay Gönensin, Ruhat Mengi; Habertürk’ten Umur Talu; Cumhuriyet’ten Mümtaz Soysal, Utku Çakırözer gündem hakkında yazdı.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Taha Akyol - Hürriyet
Ortadoğu’da demokrasi
Ortadoğu’daki seçim ve iktidar olaylarını “laiklik-şeriat” çekişmesine indirgemek hem diğer faktörleri gözden kaybettiriyor, hem demokrasiye nasıl yol açılabileceği konusunda körlük yaratıyor.
Batılılar da bu gözle baktıkları için darbecilere cesaret verdiler.
Mısır’daki kutuplaşmayı “şeriat-laiklik” kavgasına indirgeyenler, Suudi Krallığı’yla Körfez şeyhliklerinin ve Mısırlı Selefilerin niye darbeyi desteklediğini iyi düşünmelidirler.
Darbeyi destekleyen Selefilerin çok mutaassıp olduğunu, İhvan Anayasası’ndaki “Hâkimiyet halkındır” maddesine karşı çıktıklarını da unutmamak gerekir. Tunus’ta da Selefiler ciddi bir sorundur.
Ortadoğu’da şahlar, şeyhler, müstebit hükümdarlar, Jakoben diktatörler sona erecekse ve sona ermeliyse, sandıktan mutlaka önemli oranda “İslami oylar” çıkacaktır. Öyle oluyor zaten.
Bunu silah gücüyle bastırmaya kalkmanın, ortada Cezayir gibi çok kanlı, çok vahşi bir örneği vardır. Mısır’daki bir aylık kanlı fatura da ortada!
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Şükrü Küçükşahin – Hürriyet
Erdoğan Gezi’ye başka bir gözle baksaydı
Türkiye’nin yıllardır acısını çektiği pek çok ayrılığı ortadan kaldıran böylesi adımların atıldığı bu gösterileri tersine okuyup, polis devletine doğru gidişi özendirmek, “Bunların amacı darbe” korkusu ile alabildiğine sertleşmek sadece gerçekçilikten uzaklaşma sonucu yarattı.
Hükümet, mesajları bu yönde okusa ve gereğini yapma yolunda ilerlese, Türkiye kısa sürede hiçbirimizin hayal dahi edemediği noktaya ulaşabilir.
İşte o zaman Türkiye, hükümetin çok arzuladığı Müslüman coğrafyanın hem en iyi bir örneği hem de en güçlü yönlendiricisi olur.
Yani, çare, öfkeyi galip kılmak değil; demokrasiyi galip kılmakta.
Türkiye bu değişimi yaşamak zorunda; bunun için de öncelikle kavgadan, kavgayı körüklemekten hemen uzaklaşmalı.
Okullar açılmadan, üniversitelere polis sokma düşüncesinden vazgeçilmesi yönünde sağduyulu seslerin yükselmesi bu açıdan sevindirici bir örnek.
Umut az; ama dileriz Başbakan ve çevresi de bu yöne yönelirler.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehveş Evin – Milliyet
Mısırlı devrimciler darbecilere de karşı
Mısırlı devrimciler (Tamarod), dün İçişleri Bakanı İbrahim’inaçıklamalarından kaygı duyduklarını duyurdu:
“Devletin aşırı güç kullanmasını, özgürlüklerle ve insan haklarıyla çelişen uygulamalarını desteklemediğimizi bir kez daha yeniliyoruz. Mübarek’in devlet güvenliği adı altında uyguladığı yöntemlerin hortlamasını, hangi ad altında olursa olsun siyasi aktivist avının yapılmasını asla kabul etmeyeceğiz.”
Mısırlı devrimciler ve Mursi taraftarları arasında kanla çizgi çekmeye çalışılır, sistem muhafaza edilerek en vahşi yöntemler uygulanırken...
Devrimcileri “darbe sevdalısı”, Mursi yanlılarını ise “İslamcı terörist” diye yaftalamak, son derecede sığ bir bakış açısı.
Bir yönetimi diğerinin üzerinde tutmak, Mısır halkına haksızlık. Türkiye gibi Mısır’da da monoblok bir halk yaşamıyor. Artık anlamaya çalışsak?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Tunca Bengin – Milliyet
Seçimin galibi belli!
Mart 2014'te yapılacak yerel seçimlerde sandıktan kim çıkarsa çıksın, yetki "seçilmişin" değil, "atanmışın" olacak. Çünkü 30 Mart 2014’te yürürlüğe girecek olan "6360"(*) sayılı yasa ile büyükşehir belediyelerinin bulunduğu illerde "Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı" kurulacak. Başında da o ilin "Valisi" olacak. Metro, metrobüs, tramvay hattı yapmak isteyen ya da alan düzenlemesi düşünen başkan valiyi ikna etmeden adım atamayacak. Yasayı "Vali olur vermezse, belediye başkanı çöp kamyonu bile alamaz" diye yorumlayan da var. Valinin nelere karışacağını hep birlikte göreceğiz. Tabii, Anayasa Mahkemesi, CHP'nin anılan yasayla ilgili "iptal başvurusunu" kabul etmezse...
Ama önce şimdiki durumu gözden geçirmekte yarar var. CHP'nin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın''ın verdiği bilgiye göre; bugün İstanbul, Ankara, İzmir büyükşehir belediye başkanlarının istediği yatırımı yapması mümkün.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali Bulaç – Zaman
Onların demokrasisi
Batılı demokrasi, demokrasi adına meydanlara dökülen kitlelerin ne kadarını karşılayabileceğinin test edilmesi yönüyle Mısır’da kritik bir sınavdan geçiyor. Ortada bir paradoks var.
Bir yandan Müslüman Kardeşler (İhvan) gibi bölgenin en köklü İslami hareketi demokratik bir talepte bulunuyor, diğer yandan demokrasi yanlısı Batı dünyası (ABD ve AB) söz konusu demokratik talebi bastıran askeri darbeye sahip çıkıyor. Darbeye arka çıkanlar sadece hükümetler ve devletler değil, fikri ve siyasi gruplar da; liberaller, laikler, solcular, milliyetçiler vs.
Açıklanmayı bekleyen paradoks derindeki bir sorunu ortaya çıkarıyor: Batı tarafından formüle edilmiş demokrasi teorisi, Mısır’da -ve kısmen Türkiye’de- onu var eden özel toplumsal ve felsefi şartların dışında yeni karşılaştığı fikri çerçeveler ve toplumsal aktörler karşısında acziyet içine girmiş bulunuyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali H. Aslan – Zaman
ABD’nin Mısır’ı Türkiye’nin Mısır’ı
Mısır’da darbe yönetiminin kurguladığı katliama ABD’den sert tepki bekleyen (hâlâ varsa) hayal kırıklığına uğramıştır. Darbeye darbe diyemeyen, katliama katliam hiç diyemez.
Mısır’da darbe yönetiminin kurguladığı katliama ABD’den sert tepki bekleyen (hâlâ varsa) hayal kırıklığına uğramıştır. Darbeye darbe diyemeyen, katliama katliam hiç diyemez. Zaten ABD kendini çoktandır Müslüman Kardeşler karşıtı cephede konumlandırmış bulunuyor. Washington’un bazı pozisyonları ilkesel açıdan tutarsız gibi görünse de, ulusal çıkar ve kültürel tercihler noktasında oldukça tutarlı. İlhamını İslam’dan alan tüm hareketlere radikallik ve ılımlılık derecesine göre kuşkuyla bakan ABD, Türkiye dahil Müslüman coğrafyasında laik unsurları ön plana çıkarma stratejisi güdüyor. Üstelik bu sadece 11 Eylül sonrası ‘teröre karşı savaş’ sürecinde ortaya çıkan bir fenomen değil. Kökü çok daha derinlerde.
Beyaz Saray, Dışişleri ve Pentagon Mısır konusunda adeta üç maymunları oynuyor. Kongre sanki olanlara dünden razı. Varsın ABD’nin şampiyonluğunu yaptığı insan hakları ve demokrasi prensipleri ayaklar altına alınmış olsun. Washington sadece timsah gözyaşları döküyor. Darbeye darbe, zulme zulüm dememeye azmetmiş bir kere.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Semih İdiz – Taraf
Mısır’a karşı perhiz ve lahana turşusu
“Seçildim istediğimi yaparım” zihniyetinin demokratik kontrol mekanizmaları olmayan bir ortamda yol açtığı sorunlar aslında çok da şaşırtıcı değil. Ordusuyla ve mahkemeleriyle devleti tümüyle eline geçirmesi hâlinde, Mursi’nin de zamanla muhaliflerine karşı şiddete yönelmeyeceğini garanti eden hiçbir şey yoktu ortada.
Kaldı ki Mursi, anti-demokratik bir kararla kendisine devrilen Mübarek’te bile olmayan yetkiler verip,muhaliflerine karşı otoriter eğilimlerini dışa vurmaya başlamıştı bile. Mısır’ın çok ötesinde bir demokratik geleneği olsa bile bu zihniyetin Türkiye’de de sert kayalara çarpmaya başladığını görüyoruz.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Cafer Solgun – Taraf
‘De facto’ Rojava…
Rojava’daki “de facto” durum, adını ister koyun ister koymayın, bir özerklik durumudur ve gayet de meşrudur, normaldir. Temel hak ve özgürlükleri dahi tanınmayan Kürtlerin ne Rojava’da ne de bir başka Kürdistan coğrafyasında büyük acılar yaşayarak elde ettikleri kazanımlardan geriye gitmeleri mümkündür. Bu kazanımların hukuki statüleri bir tartışma konusu olabilir; ama yok edilmesi, bir “ihtimal” bile değildir.
Bu, kendi Kürt sorununu nihayet barışçıl bir şekilde çözmeye niyet etmiş olmak ile çelişkili bir şey değildir. Tabii, “çözüm” ve “barış”tan anlaşılan PKK’nin silah bırakmasından ibaret bir “proje” değilse...
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Yasin Aktay - Yeni Şafak
Hani ‘bir daha asla’ idi!
'Bir daha asla' demelerine hiç bir şekilde güvenilemeyeceğini, Bosna'da yeterince gördük, bugünlerde çok daha iyi görüyoruz. Belki bir daha kendi başlarına aynı şeyin gelmemesi için, ama başka kimseye hiç bir yararı olmayan bir tedbir bu. Suriye'de ölü sayısının yüzbini bulduğu ve bu gidişle çok daha büyük sayılara varacağı bir vahşet sürecinden geçiyoruz. Avrupa ve Amerika için ölenlerin ne sayısı ve ne de nasıl öldüklerinin hiç bir önemi yok.
Aynı şeyi bugün Mısır'da da görüyoruz. Tarihinin kaydettiği en büyük demokratikleşme hamlelerini gerçekleştirmekte olan Türkiye'de bir ağaç için yapılan gösterilerde kullanılan biber gazından yaşaran gözler için Beyaz Saraydan tam 17 defa açıklama yapıldı, Avrupa Parlamentosu ise alelacele toplanıp Türkiye aleyhine oybirliğiyle karar aldı. Doğrusu demokratik değerler adına, polis şiddetine karşı dinamik görünen duyarlılık adına, insan hakları ve çevre duyarlılığı adına gurur duyulacak bir tablo. Bu duyarlılık varsa, başımıza bir şey gelmez, dünyanın hiç bir yerinde hiç kimsenin hayatı değersiz değildir demek. Hiç kimseye yapılan zulme artık seyirci kalmayacak bir dünyada yaşıyoruz demek. Ne kadar güzel, değil mi?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Bülent Orakoğlu – Yeni Şafak
Suriye sınırında yeni Kandil mi?
Suriye'de yaşanan iç savaş ve gelişmeler, Türkiye'yi ve özellikle de çözüm sürecini yakından ilgilendirmeye ve dış politikasını şekillendirmeye devam ediyor. Başbakan Erdoğan'ın Suriye'deki Kürt'lerin siyasi statü elde etmeleri karşısında, Suriye'deki Kürtlere müdahale edileceğini ve gerekirse tampon bölge oluşturulacağı yönünde açıklaması, Suriye'nin kuzeyinde yaşanan gelişmelerin ciddiyetini ortaya koyuyor.
Suriye'de PYD tarafından kurulması muhtemel özerk Kürt bölgesinin Suriye sınırları içinde bulunması, PYD'nin PKK'nın Suriye uzantısı olması, Suriye'nin toprak bütünlüğünün Türkiye'nin kırmızı çizgileri arasında bulunması, Türkiye'yi Ortadoğu bataklığına çekme amacıyla, Suriye'ye müdahale zemin hazırlayan küresel bir taktik ve stratejiyle karşı karşıya olduğumuz kuşkusunu yaratıyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Tarhan Erdem – Radikal
Süreci seçim etkiliyor mu?
Yerinden yönetim, ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü konularında ilerleme sağlanmadan, PKK’lılar yüzde yüz çekilse de 2’nci aşama başlamış sayılmaz. İktidar serbest tartışmadan ve merkezi yetkilerin dağılmasından çekinmektedir.
Bu durumun nedeni, Kürt meselesi de dahil Erdoğan’ın her şeyi, kendi seçiminin biçimlenmesiyle ilgili görmesidir: Sayın Erdoğan not defterini her açtığında; anayasanın değişmesi, karşı oylardan bir kısmını yanına çekmesi, cumhurbaşkanı seçildikten sonra Ak Parti’yi ve Meclis kadrosunu elinde tutabilmesi, on yıldan beri yavaş yavaş elinde topladığı yetkilerin birdenbire cumhurbaşkanlığına nasıl geçeceği gibi konuları, okumaktadır.
Böyle kaldıkça, seçim gecesine kadar gelişmeleri; ‘koptu, kopacak’ heyecanıyla seyredeceğiz!
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Fehim Taştekin – Radikal
Rojava sınavı
Salih Müslim’e bakılırsa Ankara’nın kırmızı çizgi saydığı konularda en azından bir anlayış hasıl olmuş. Ancak bu test edilmeye mahkûm bir iyimserlik. Bu ilişkilerin geleceği bir yanda Kürtlere savaş açan gruplara desteğin kesilmesi, diğer yandan Kürtlerin SUK’la ortak hareket etmesine bağlı. Salih Muslim T24’e demecinde iki kritik şartı dillendiriyor: “Türk yetkililer Suriye’de kalıcı bir çözüm bulununcaya kadar, bütün Kürt partilerinin, Türkmenlerin, Asurilerin, Arapların birlikte oluşturacağı geçici bir yönetime sıcak bakacaklarını söyledi. Yetkililer, ayrıca, KYK, SUK ile anlaşarak demokratik özerklik ilan ederse, Türkiye’nin bu özerkliği kabul edeceğini belirtiler.” Türkiye’nin özerkliğe destek vereceği beklentisi çok iyimserce. Hem SUK hem ÖSO, Kürtler konusunda bölünmüş durumda. Milliyetçi arap damarı Kürtlerle ortaklığı engelliyor. Ayrıca ÖSO’ya bağlı bazı gruplar Kürtlere karşı Kaide ile ortak hareket ediyor. Bir başka örtülü şart PYD’nin rejimle net hesaplaşma içerisine girmesi yani ÖSO’yla aynı çizgiye gelmesi. Halbuki Kürtler rejimin yıkılmayabileceğini hesaba katarak 3. yolu tutturdu. Kürtlerin kaderini SUK ile senkronizasyona bağlamak Türkiye’nin Rojava açılımını çıkmaza götürebilir. Pekii Kürtler SUK’a entegre olamazsa uzatılan havuç sopaya dönüşür mü? İkircikli ve mütereddit Kürt politikası bize umut ile korku arasında kalmaya öğretti. Görmek için beklemek en iyisi…
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Okay Gönensin – Vatan
Vicdan ve siyaset
Arap baharlarının yarattığı demokrasi talepleri rüzgârının yerini tekrar Batı ve Batıcı siyasetlerle radikal İslam’ın savaşı alıyor.
Bu yangında, bu hengâmede vicdanlara seslenmek de zordur, demokrasi bayrağını yüksekte tutmak da zordur.
Zorluk Suriye ve Mısır üzerinden bize de yüklenmiştir, Tunus cinayetleri ve Somali saldırısıyla yük daha da ağırlaşmıştır.
Yangını Türkiye sınırları içine daha da etkili bir şekilde sokmak isteyenler, Türkiye’nin içini de büyük çatışmanın alanlarından biri hâline getirmek isteyenler vardır.
Türkiye’nin bunlara karşı en kuvvetli direnç alanı da demokraside sağladığı ilerlemelerdir. Bu yüzden Türkiye’yi benzer bir çatışma alanı hâline getirmek isteyenler bizdeki her ayak sürçmesinde, her tereddütlü ortamda gerilimleri tırmandırma çabalarına girişiyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ruhat Mengi – Vatan
Diyanet Başkanı görüntüleri çıkarsın!
Cami içinde alınmış video kayıtları “göstericilerin yaralıların tedavisi için koşuşturduğu” nu gösterirken Diyanet İşleri Başkanı çıktı ve uzun bir konuşma arasına “Cami’de sadece yaralıların ve kaçıp sığınan masum insanların olmadığı, Müslümanlar’ın kabul edemeyeceği görüntülerin de olduğu, 3 günlük kayıtların ellerinde bulunduğu” cümlelerini sıkıştırdı.
Daha önce de birileri “o çadırlarda neler yaşandı” ve benzeri kanıtı olmayan sözlerle gösterici gençleri suçlayıcı ifadeler kullanmıştı ve bu ülkenin gençleri hakkında desteksiz atmanın, toplumu onlara karşı kışkırtmanın kabul edilemeyeceği ortadadır. Şimdi.. Artık herşey akla geldiği için “acaba bu süre içinde camide yeni videolar mı çekildi, Diyanet Başkanı buna dayanarak mı konuşuyor” diye soranlar da var. Haklılar, çünkü daha önce olmayan, gösterilemeyen, Emniyet ve Savcılığın da bulamadığı görüntülerin şimdi nasıl ortaya çıktığı anlaşılır gibi değil.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Umur Talu – Habertürk
Darbe katliamdır katliam da darbe!
Bizim iktidarın, bazen ikircikli de olsa, Suudi ve Körfez ağalarına tek laf etmese de, Mısır darbesi karşısında ‘duruş’u sempatik!
Ama yanlış bir açıdan da bakıyor.
Arkasında ordu, polis ve sermaye olan Mısır darbesiyle, karşısında polis, ordu ve en azından bir kısım sermaye olan ‘Gezi itirazını’nı karıştırıyorlar. Elbette bir kısım sermaye de darbeciydi, bir kısmı da belki Gezici oldu.
Geziciler içinde de kıdemli darbeciler mutlaka vardı. Nihayetinde hepsi öyle değildi, nihayetinde arkasında ne ordu vardı, ne polis!
Karşılaştırma şudur:
Kim kimi, neden, nasıl vurdu?
Otorite kimdi, otoriter kimdi?
Yere düşen kimdi?
Sandıktan çıkan meşru iktidarla bir darbeyi karşılaştırmıyorum… Tabii ki kimse de bir anda 150 kişiyi katleden bir darbeyle sandıktan çıkmış bir iktidarı asla aynı kefeye koymasın. Ama kimse de, bir (kısım) halkı katleden bir darbe ile vurulan bir (kısım) halkı da aynı kefeye koymasın!
Mümtaz Soysal – Cumhuriyet
Mr. Mango’nun üzüntüsü
İNSANLAR vardır, Türk doğmadıkları, vatandaş olmadıkları halde zamanla bu ülkeye ve insanlarına ısınıp neredeyseTürkleşmiş sayılır ve sizi, beni, bizleri üzen şeylere bizim için de üzüldükleri söylenir. Yayıncı ve yazar olarak ülkemizi ve toplumumuzu iyi tanıyan, kurucu önderimiz üzerine kitaplar yazmış olan Mr. Mango onlardan biridir.
Türkiye’deki insan hakları ihlallerini protesto etmek için saygın İngiliz gazetesi The Times’a “Başbakan’a Açık Mektup” başlığıyla ilan veren dünyaca ünlü 32 entelektüel arasında onun da adı var.
Öyle kişilerin bizim için neden üzüldüklerini kendi kendimize sormak ilginç ve öğretici olabilir.
Vaktiyle iyi tanımadıkları bir ülke ve kültür konusundaki önyargılarından kurtulup yakınlık duydukları bir halkın yeniden birtakım yanlışlara sürüklenmesine içtenlikle elbet üzülüyorlardır dostlar olarak.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Utku Çakırözer – Cumhuriyet
‘Başbakan için değil aileler için yaptım’
Uludere’de bombalanarak can veren 34 kişinin yakınlarının Başbakan Erdoğan ile buluşmasının “ilginç” perde arkasını dün arkadaşımız İlhan Taşcı’nın haberinden öğrendik. Görüşmeye katılanlardan Ferhat Encü, Taşcı’ya, Erdoğan ile görüşmeme yönündeki kararlarının değişmesinde BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın rolü olduğunu vurgulamıştı.
Kürt meselesinin PKK ile müzakereler yöntemiyle çözümü için kolları sıvayan Erdoğan’ın bugüne kadar en fazla eleştirildiği konuların başında Uludere geliyor. Ne yargı sürecinden ne de Meclis’te kurulan komisyonun araştırmalarından bugüne kadar bir sonuç çıkmadı. Bunun tek sorumlusu da iktidar partisi AKP. Başbakan istese, partisi o hadisenin sorumlularını bir gün içinde bulup kamuoyuna açıklayabilirdi. Ancak Genelkurmay Başkanı Org.Necdet Özel’i zor durumda bırakacak bu yolu Erdoğan bugüne kadar tercih etmedi. Uludere konusundaki bu tavrı da başta BDP olmak üzere Kürt siyasi hareketinde her zaman “sorunun çözümü konusundaki samimiyetine” ilişkin soru işaretleri doğurdu. Başbakan hâlâ da ailelerin özür ve faillerin bulunması yönündeki taleplerini yerine getirmiş değil.
Böyle bir tablo karşısında, Uludere’de yakınlarını kaybeden ailelerin Erdoğan ile görüşmesine Demirtaş’ın aracılık etmesinin oldukça “siyasi” bir anlamı da olduğu gözüküyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız