Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak
Orada oryantalist fetva, burada ilke erozyonu…
Mısır'daki askeri darbe, ilke olarak kabul edilmezliği yanında, fiili olarak da tehlikeli bir sayfa açtı.
Mısır ve bölge için yeniden as- keri nitelikli rejim, Selefi akımların güçlenmesi ve Suriye'den Türkiye'ye kadar uzanan bir hattı etkilemesi, İslam-siyaset temasında çoğulcu iddianın darbe yemesi, iç çatışma gibi riskler bu sayfanın satır başları…
Evet, mesele sadece Mısır değil…
Mısır'da yaşananlar, (demokrasi rüzgarlarının estiği) 2011'de de, (ilk demokratik seçimlerin yapıldığı) 2012'de de, (son askeri darbe esnasında) 2013'de de sadece Mısır'ı değil, tüm bölgeyi, hatta dünyayı ilgilendiren gelişmelerdir.
Neden?
Sorunun yanıtını, Mursi'nin bir yıllık performansına ve buna yönelik tepkilere sıkıştıran, dar açılı yorumların dışında, 'Arap Baharı'nın derin anlamı'nda aramak gerekir.
Nedir bu anlam?
Arap Baharı her şeyden önce 'oryantalist bir düstur ve düzenin altüst olması'dır.
Yazının tamamı için tıklayınız
Akif Emre – Yeni Şafak
Majestelerinin darbesi
Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri hiçbir zaman Müslüman Kardeşler'e sıcak bakmadılar, güvenmediler; dahası kendi iktidarları açısından bu hareketi tehdit olarak algıladılar. Meşruiyetlerini İslami retorikle sağlayan bu rejimler belki İhvan'ın söylemine açıktan tavır almasalar da siyasi görüşünü, örgütlenmesini bastıracak yöntemlere başvurmaktan çekinmediler. Özellikle Suud, Müslüman Kardeşler'i bastıran despotik yönetimlere destek verirken diğer taraftan kimi İhvan yöneticilerine sığınma hakkı vererek hami rolü üstlenmek gibi ikili politikalar izlegeldi.
Mısır'daki darbenin tipik bir Suud-Amerikan operasyonu olduğu açık. Suud'un Ortadoğu'da öne çıkarak Katar yerine aktif inisiyatif kullanması, Suriye'deki gelişmelerle birlikte belirginleşmişti. Katar'ın diplomatik ve askeri olarak öne çıktığı Arap baharı sürecinin ardından yerini Suud'un almasıyla özellikle Suriye'de muhalifleri destekleyen politikalarda değişiklikler yaşandı. Suriyeli muhaliflerin ehlileştirilerek dizayn edilmesi için Suud devreye girecek, ABD ile uyumlu bir operasyon başlayacaktı. Böylece Amerika'nın Suriye'de radikal İslamcı tehlikesine karşı daha ılımlı muhalefetin öne çıkarılması politikasını Suud üstlendi.
Yazının tamamı için tıklayınız
Murat Yetkin – Radikal
Erdoğan, Mısır'daki darbe rejimiyle bağları keser mi?
Erdoğan’ı muhtemelen daha fazla yaralayan, Arap ülkelerinin Müslüman kardeşliği demeden darbeyi ilk önce alkışlamaları olmuştur; darbeyi yapan Genelkurmay Başkanı Abdül Fettah Sissi’nin arkasında olan Suudi Arabistan neyse de Katar’ın darbecilere tebrik mesajı çekmesi bu meyandadır.
Katar Türkiye’nin hem Suriye’de en yakın müttefiklerinden hem de 2008’den bu yana durmayan euro krizi sırasında önemli mali destekçilerinden. Mısır darbesinin Arap dünyasınca kabulünde payı olan Katar’da bir hafta önce vuku bulan saray darbesini (belki de o sırada Almanya ve AB ile yaşanan Gezi Parkı kriziyle fazla meşguliyetten) tam okuyamayan Ankara, bu nedenle Mısır’da yaklaşan darbeyi de tam okuyamadı. Oysa 25 Haziran’da daha 61 yaşındaki Katar Emiri Hammad bin Halife el Thani’nin tahtını 33 yaşındaki oğlu Tamim’e devretmesi, bunu yaparken de aynı zamanda dışişleri bakanı olan Başbakan Hammad bin Jassim’i görevden alması çok önemliydi. Aynı gün ABD Dışişleri bakanı John Kerry, Suudi Arabistan’da muhatabı Prens Suud el Faysal ile Suriye (ve yanı sıra İsrail-Filistin ve Mısır) konulu önemli bir görüşme yapıyordu. Türkiye’ye sık sık gelen devrik başbakan ise Batı’yı Suriye’deki iç savaşın içine çekmekle suçlanır olmuştu; Jassim Suriye’deki Müslüman Kardeşler muhalefetinin bünyesinden El Kaide üyesi El Nusra hareketinin çıkışını görememekle de itham ediliyordu. (Şimdilik parantez içinde; Mısır darbesi Türkiye’nin Suriye ve Filistin politikalarının değişmesini getirebilir.)
Şimdi, hal böyleyken Erdoğan, darbeci Mısır rejimiyle bağları kesecek ya da İsrail ile yaptığı gibi düzeyini düşürecek mi?
Bunu AK Parti bünyesinde isteyenler var.
Yazının tamamı için tıklayınız
Fehim Taştekin – Radikal
Özgür Mısır Ordusu
İhvan’ın liderleri direnişin sivil kalacağını vurgulasa da Hürriyet ve Adalet Partisi’nin ayaklanması her tarafa çekilebilir. İhvan’la, örgütle ilintili Selefi gruplar ya da örgüt liderliğinin kontrol edemediği unsurlar silahlı eylemlere kalkışabilir. Halihazırda Sina Yarımadası’nda orduya karşı cihat ilan eden gruplar eylemlere başladı.
Ateşli havanın iç savaşa dönüşmemesi ordunun bundan sonra atacağı adımlara bağlı. Eğer ordu kendi kontrolünü kaybederse kışlalarda silahının yönünü değiştirecek kişiler çıkabilir, geçmişte olduğu gibi. Nitekim Mursi’ye karşı koalisyonda Kıpti kilisesi ile birlikte yer alan Ezher Şeyhi Ahmet Tayyip dün iç savaş tehlikesine dikkat çekti. Ordu sözcüsü de İhvan’ı ülkeyi iç savaşa sürüklemekle suçlarken ordudan ayrılan askerler olduğuna dair sahte görüntülerle kendisine ‘Özgür Mısır Ordusu’ görüntüsü verenler olduğunu söyledi. Adı ister Suriye ister Cezayir sendromu olsun Mısır ciddi bir felaketin eşiğinde.
Yazının tamamı için tıklayınız
Şahin Alpay – Zaman
Mısır’da darbenin arkaplanı
Silahlı kuvvetlerin bir ayağının siyasetin içinde olduğu bütün ülkeler açısından Mısır’da yaşananlardan çıkarılacak dersler var. Bu nedenle Türkiye medyası da kaçınılmaz olarak “Mısır’ın dersleri” üzerine yorumlarla dolup taşıyor. Benim çıkardığım dersler esas olarak şunlar: Asker üzerinde sivil demokratik denetim tesis etmek, yani demokratik yönetimin gereği olarak askeri siyasetin dışında tutmak için “Askeri darbeler, askeri yönetim kabul edilemez... Askerin siyasete karışması, askeri vesayet kötüdür...” demek yetmez. Bunların önlenmesi için, askerin siyasete müdahalesine zemin vermemek gerektiği gibi, silahlı kuvvetler üzerinde sivil demokratik denetimi bütün koşullarıyla tesis etmek, askere özel ayrıcalıklar tanımamak gerekir. Ne yazık ki Başkan Mursi, Sisi ile kurduğu özel ilişkiye güvenerek bunların hiçbirini yapmadı.
Evet, Türkiye’nin askeri darbelerden dili çok yandı, halktan büyük destek gören bir sivil iktidar var, ekonomi genelde iyi gidiyor, askerlerin çoğu siyasi rol oynamaktan bıktı, usandı... Ama ne yazık ki silahlı kuvvetlere vesayet yetkileri, özel ayrıcalıklar tanıyan anayasal–yasal çerçeve (Mursi’nin getirdiği anayasada olduğu gibi) büyük ölçüde yerinde duruyor. İç Hizmet Kanunu 35. madde değişikliği dahi yeni gündeme gelebildi. Yeni, demokratik bir anayasa bu nedenle de büyük ihtiyacımız.
Yazının tamamı için tıklayınız
Mümtaz’er Türköne - Zaman
Batı, bu demokrasinin neresinde?
“Darbe mi, müdahale mi?” tartışması bile, Batı’nın düşüncesini değil tercihini gösteren bir duruşu yansıtıyor. Yoksa bir Batı ülkesinde sokaktaki vatandaşa bile, Mısır’daki darbeden söz ederken, “demokrasi, sandıktan ibaret değildir” derseniz, “ama sandığa gidip oy atmanın yegâne alternatifi sokağa çıkıp kurşun atmaktır” karşılığını alırsınız. Ahlakî değerler ve prensipler diplomaside, sadece şartlar uygunsa kullanılır. Bu değerlerden vazgeçmeniz, alanın daraldığını ve reelpolitiğin öne çıktığını gösterir. Kimsenin derdi demokrasi değil. “İkiyüzlülük mü?” Ne zaman tek yüzlü oldular ki? Adamlar, “yolunuz ormana düştüğünde orman kanunları geçerli olur” demiyor mu? Mısır’daki darbe ve sonrasında beklenen kargaşa Mısır gibi potansiyeli yüksek bir aktörü, uzunca bir süre global sahnenin ön saflarından en arkalara savurdu. Büyük oyuncular için elverişli ve tercih edilebilir bir durum. Demokrasi ve insan hakları kimin umurunda? Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair, kargaşayı önlemek gerekçesi ile darbeye açık destek verirken, tam tersine Mısır’ın uzun süreli kanlı bir kaosa sürükleneceğini bilmiyor mu? Rusya ve İran’ın İhvan yönetiminden nefret etmelerine rağmen yavaş yavaş darbeye karşı çıkmaya başlamalarının, demokrasi sevdalarından kaynaklanması mümkün mü?
Yazının tamamı için tıklayınız
Sami Kohen - Milliyet
İki meydan, iki senaryo…
Mesele bu direnişin -belirlenen ölçülü sınırlar içinde kalması halinde- bir sonuç verip vermeyeceğidir. Adeviye meydanı odaklı gösteriler daha ne kadar sürecek? Ordu milyonlarca kişinin katıldığı bu direniş karşısında İhvan’ın taleplerini kabul edecek ve onunla uzlaşmaya razı olacak mı?
Halen Mısır’ın içinde böyle bir uzlaşmaya yardımcı olabilecek bir siyasi grup veya lider yok. Selefi Nur partisi böyle bir misyonu üstlenmek üzere iken, dünkü olaydan sonra bundan vazgeçti. Dış ülkelere gelince, ABD’den AB’ye, BM’den Rusya’ya ve Arap dünyasına kadar uluslararası toplumun geniş bir kesimi şimdilik “bekle-gör” politikası izlemekle yetiniyor. Belki dünkü vahim olaydan sonra birileri araya girmeyi dener.
Darbe öncesinde Mısır toplumunun bölündüğü ve kutuplaştığı açıkça görülüyordu. Tahrir ve Adeviye, yani iki meydan, bu cepheleşmenin sembolü haline geldi.
Bunun ortaya koyduğu gerçek de şudur: Mısır’da “halkın iradesi” derken, iki ayrı kesimin iradesi ve ideolojik eğilimi söz konusu. Diğer bir deyişle, sadece Adeviye’yi veya sadece Tahrir’i görüp diğerini yok farzetmek, yanlış sonuca götürür.
Eğer Mısır’da normalleşme ve demokratikleşme olacaksa, bu süreçte ülkenin belli başlı dinamiklerinin dahil olması, bunun için de İslamcı-laik, sivil-asker, bütün kesimlerin uzlaşması şart.
Yazının tamamı için tıklayınız
Melih Aşık – Milliyet
Yardımcı güçler!
Demek ki neymiş... Bir parkı açmak kapatmaktan daha zormuş...
Park açıp kapama tecrübesi olmayan yöneticiler zorlanıyor...
Çünkü çocuklar laf dinlemiyor...
Park bekçisini dinlemedikleri gibi valiyi de dinlemiyorlar...
- Çocuklar şöyle bir dolaşın çıkın, diyor Vali...
Seninkiler oralı değil... Neredeyse parka yerleşecekler.
Sebebi mi? Çünkü herkes bu parka âşık oldu...
Turistler ta nerelerden geliyor parkı görmek için...
Çocuklar uğruna şehit bile verdikleri parkın havasını doya doya teneffüs etmek istiyorlar... “Şööle bir tur at çık”, pek kesmiyor...
Sonunda Vali; “Park benim değil mi, oynatmıyorum içinde kimseyi”, dedi çıktı işin içinden...
Bakalım n’olcak?
Yazının tamamı için tıklayınız
Sedat Ergin – Hürriyet
Mısır’daki darbeye nasıl bakmalı
Arap dünyasının en önemli güç merkezlerinden biri olan, büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış Mısır’daki demokrasi denemesinin uygulamada daha birinci yılında akamete uğramış olması her bakımdan üzücüdür. Ülke, çok değil iki buçuk yıl önce Tahrir Meydanı’ndan yükselen devrim heyecanının ve beraberinde ateşlediği demokrasi talebinin bugün çok uzağına düşmüş bulunuyor.
Darbe, ayrıca Arap Baharı’nın yarattığı özgün kavramları da altüst etmiştir. Tahrir, yakın zamana kadar demokrasi çağrışımı taşıyan bir meydanın adı iken, bugün darbeyi destekleyen muhalefet unsurlarının simgesi haline gelmiştir. Askerlerin hareketinin yarattığı sorunlu bir başka durum, Mısır’da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı çıkan muhalefetin üzerinde durduğu demokratik meşruiyet zeminini de gölgelemiş olmasıdır.
Kahire’deki hadise, 21’inci yüzyılda darbelerin geçerli bir pratik olarak tedavülden kalkmadığını göstermesi bakımından da düşündürücüdür. Kuşkusuz, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin hiçbir hatası darbeyi meşru gösterecek bir gerekçe şeklinde sunulamaz. Bununla birlikte, en azından benzer krizlerin demokratik sistem içinde aşılabilmesini sağlayacak derslerin çıkarılabilmesi açısından, Mursi’nin geçen bir yıl içindeki icraatının soğukkanlı bir şekilde analiz edilmesi gereklidir.
Yazının tamamı için tıklayınız
İsmet Berkan – Hürriyet
Parya sınıfı yaratmanın garantili yolu: Eğitim
Yaratamadığımız gibi, vasatın hayli altında alınan bu eğitim yüzünden, sınıflı, sosyal çatışmalı, gelir eşitsizliğinin kalıcı olduğu, küçük bir eğitimli azınlığın eğitimsiz kitleleri yönetmesinin kural olduğu bir topluma da sahip oluruz.
Baktığınızda bizim toplumumuz tam da böyle bir toplum. Gelir dağılımımız bütün ekonomik başarıya rağmen düzelmez; çünkü eğitimsiz insanın alacağı maaş/ücretin ister istemez bir limiti vardır.
Küçük bir azınlık (mesela TÜSİAD’ın birkaç yüz üyesi aile) ülke ekonomisinin yarıdan fazlasını kontrol eder; yakın zamana kadar toplumun geri kalanına göre bir gıdım daha iyi eğitimli bir grup (asker) koca ülkeyi vesayet altında tutar; siyasetçi sınıfı bile aslında daracık minicik bir sosyal çevreden gelir; gazetecileri bile ‘seçkin’ kabul edilir.
O ülke Türkiye.
Yazının tamamı için tıklayınız
Fehmi Koru - Star
Penguen’in hatırlattıkları
Bugün içinde yaşadığımız durumla 28 Şubat günlerinde karşı karşıya kalınan durum arasında paralellik kuranlara rastlanıyor. Ne kadar yanıltıcı! 28 Şubat’ın karanlık günlerinde sadece köşelerini kaybetmekle kalmıyordu yazarlar, merkez medya denilen gazeteler ve TV kanallarında itibarsızlaştırma kampanyalarına da maruz kalıyorlardı. ‘Andıç’ yüzünden bir sivil toplum örgütü yöneticisi azkalsın hayatını kaybedecekti; aynı ‘andıç’ta hedef gösterilen gazetecilerin başına da aynı akıbet gelebilirdi pekala...
İki dönem arasında bir başka fark daha var: Şimdilerde köşelerini kaybedenlere sahip çıkılmıyor; oysa 28 Şubat’ta bizler kimseyi köşesiz bırakmadık. O dönemde baskılara maruzkalan yöneticilerini zorda bırakmamak için sessizce ortadan çekilenlerimiz de oldu; bazılarımız ‘marjinal’ sayılan gazetelere geçerek patronlarımızı ve yöneticilerimizi rahatlattık...
Dün Tarhan Erdem’in Radikal’de dikkat çektiği gibi, kovulduktan sonra baskıdan söz eden oluyor şu günlerde, ama çalıştığı sırada aynı şikayeti dillendiren hiç çıkmıyor... ‘’Baskı kimden geliyor?’’ sorusuna doğru dürüst bir cevap da yok.
Penguen herkese Gezi Parkı eylemleri sırasında bazı haber kanallarının uyguladığı perdelemeyi hatırlatıyor olabilir; ama aynı kibar yaratık, benim aklıma, 150 yıllık basın tarihimizin hiç de övünülmeyecek pek çok hoş olmayan sayfasını getiriyor.
Yazının tamamı için tıklayınız
Mustafa Mutlu – Vatan
Pala ve karanfil
Demek ki neymiş?
Zarara uğradığını öne sürerek, istediğinizin üzerine “pala”yla yürüyebilir, orasını burasını kesebilir, sırtına tekme atabilir, ana avrat küfredebilirmişsiniz...
Ancak... Kesinlikle karanfille dolaşmayacakmışsınız!
Bu; ne yazık ki Türk yargısının ilk skandal kararı değil; belli ki son da olmayacak...
İyi de gerçek hakkı ve hukuku arayan bizler ne yapacağız?
Adı şiddetle eş hâle gelen polise bundan sonra nasıl inanacağız ve güveneceğiz?
Polisin ve iktidar yandaşlarının şiddetini “aklayıp”, karanfilli eylemcileri demir parmaklıkların arkasına atan bu yargıya nasıl inanacağız ve güveneceğiz?
Bu emniyete, bu adalete, bu devlete nasıl inanacağız ve güveneceğiz?
Ve en önemlisi:
Vatandaşın önemli bir bölümünün inancını ve güvenini kaybeden bu devlet yapısıyla daha ne kadar yaşayabileceğiz?
Yazının tamamı için tıklayınız
Ruşen Çakır – Vatan
Yoldaki işaretler
Darbenin ilk anından itibaren İhvan yöneticileri “barışçıl protestoya, kendimize hâkim olmaya kesinlikle kararlıyız ve asla şiddete sürüklenmeyeceğiz” diyerek tehlikenin farkında olduklarını ifade etmişlerdi. Ancak Mursi başta olmak üzere bazı yöneticilerin tutuklu olması, darbenin getirdiği olağanüstü şartlar gibi nedenlerle, hele dünkü katliamın ardından İhvan yönetiminin şiddete sürüklenmeme kararlığını ne ölçüde koruyabileceği, tabanını tam olarak kontrol edip edemeyeceği bir muamma.
İhvan’ın, protestolarını şiddete bulaşmadan, yoğun bir katılımla ve dinamik bir şekilde sürdürmesi hâlinde askeri darbeyi ciddi olarak geriletebileceğini söyleyebiliriz. Ama işin içine şiddet girerse, bundan kimse kazançlı çıkamaz, herhâlde en büyük zarar da İhvan’ın hanesine yazılır.
Bu noktada Ankara’nın (ve İhvan üzerinde belli etkileri olan tüm güçlerin) İhvan’a şiddetsizlik telkinini sürdürmeleri, bu arada uluslararası camiayı da bir an önce normal düzene geçilmesi için askeri rejime baskı yapmaya çağırmaları isabetli olacaktır.
Yazının tamamı için tıklayınız
Hikmet Çetinkaya – Cumhuriyet
Her darbe, mağdurları güçlendirir
12 Mart darbesi Bülent Ecevit’in CHP’sine, 12 Eylül darbesi ise Turgut Özal’ın ANAP’ına ve Necdet Calp’in HP’sine yaradı.
Özal tek başına iktidar oldu!
12 Eylül, solcuları, sosyalistleri, devrimcileri, emekçileri, aydınları, yurtseverleri silindir gibi ezip geçti.
Bugünün gençleri acaba darbecilerin kurdurduğu, emekli General Turgut Sunalp’in MDP’sini anımsıyor mu?
DYP, ANAP ve DSP nerelerde?
Adları var elbet!
Seçmeni bir yerlere mi saklandı?
Çoğunluk AKP’ye, biraz da MHP’ye ve CHP’ye...
Mısır’da Mursi’nin ordu tarafından devrilmesi bir darbedir!
Her darbe mağdurları güçlendirir!
Bugün Kahire’de tankların üzerinden zafer ve devrim çığlıkları atanlar yarın ne yaparlar bilinmez...
Hele hele Ortadoğu’nun koşulları; Suudi Arabistan, Katar, ABD’ye kul köle olanlar...
Biliyorum anlatacak çok şey var daha...
Bir başka güne kalsın!
Yazının tamamı için tıklayınız
Orhan Bursalı – Cumhuriyet
Diktatörün teminatı: Bana güven
Gezi Parkı açıldı, cumartesi günü Gezi Parkı’nı ellerinden kaçırmanın intikamını da, yine milleti gazlayarak sopalayarak aldıktan sonra...
Düşündüm, yerel halkın parkına sahip çıkması karşısında, bir iktidar nasıl olur da İstanbul’a, bütün Türkiye’ye karşı bir meydan savaşı verir!
Parkımıza sahip çıkmanın bedeline bakın: 4 can kaybı, 15’e yakın göz kaybetme, plastik mermi ile yüzlerce kişinin yaralanması, 10 bin kişinin tedaviler görmesi, psikolojik rahatsızlıklardan tutun…
Yine dün dedim ki: Dünyanın en koyu diktatörü bile “buyrun parkınızı” der ve geri çekilir.. Peki bizimkinin bunu yapmayıp halkına karşı “ileri demokrasi düzeninin muhafızlarını” milletin üzerine sürmesinin nedeni nedir, öbürlerden fazlası nedir?
Ancak diyebilirim ki: Siyasi İslamcı, padişah-ümmet ilişkisine inanması.. Siyasi İslam dünyanın hiçbir yerinde demokrasi üretmemiştir, üretemeyeceğini her an kanıtlayan bir parti ve lideri var ülkemizde..
Bir parka sahip olmak için verilen mücadelenin 1 aylık bilançosu, iktidarın diktatör karakterinin, çok çok ağır olduğunu gösterir.. başka bir şeyi değil..