Hürriyet’ten Taha Akyol; Milliyet’ten Tunca Bengin, Mehmet Tezkan; Taraf’tan Semih İdiz, Ertan Altan; Zaman’dan Ali H. Aslan, Ali Bulaç; Radikal’den Uğur Vardan; Orhan Kemal Cengiz; Vatan’dan Sanem Altan, Ruşen Çakır, Ruhat Mengi; Özgür Gündem’den Adil Bayram; Habertürk’ten Umur Talu gündem hakkında yazdı.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Taha Akyol – Hürriyet
İran’da ‘itidal’
Cumartesi günü kırk ülkenin yüksek düzeyli katılımıyla Tahran’da devir teslim töreni yapıldı, Ruhani dün de yemin ederek görevine başladı. CNN Türk’ten Ahu Özyurt’un Tahran’dan geçtiği konuşma metinlerinde Ruhani’nin şu sözlerinin altını çizdim:
“Kilit kelime itidalli olmaktır. İtidal temel değerlerden uzaklaşmak değildir. Bütün halk katmanlarının kabul ettiği değerlerde buluşmaktır.
İtidal dini değerlerden vazgeçmek değildir, aşırı muhafazakâr olmak da değildir. Aşırı uçlara karşı dikkatli ve temkinli olmaktır. Değişim itidal gerektirir...”
Yeni Cumhurbaşkanı Ruhani’yi kutlayan dini lider Hamaney ise “düşmanlarımız” vurgusu yaparak şöyle diyor:
“Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımını olumlu buluyorum ama bu mantığın dilinden pek de anlamayan düşmanlarımız var. Bu düşmanlar rejimin temelini de hedef alıyor...”
Daha ilk gün ve törende ortaya çıkan bu küçük vurgu farkı, aslında önemli bir politika farkının işaretidir.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Tunca Bengin – Milliyet
Silivri’de vicdan sınavı
Beş yılı aşkın süredir devam eden Ergenekon Davası’nda sona geldik. Bugün hukuk ve vicdan sınavı var. Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’nde oluşturulan duruşma salonunda 66’sı tutuklu 275 sanık hakkındaki karar yüzlerine okunacak. Dışarıda ise polis ve jandarma barikatı arkasında gergin bir bekleyiş olacak. Temenni evrensel hukuk kurallarına aykırı bir karar çıkmaması.
Ne acı ki; avukatların bu konudaki beklentisi olumsuz. Nedeni; 20 Ekim 2008’deki ilk duruşmadan bu yana geçen 320 celse boyunca “uzun tutukluluk süreleri, hak ihlalleri ve savunma hakkının kısıtlanmasına” yönelik yapılan itirazlara rağmen değişmeyen sonuç. Onlara göre;”kalem çoktan kırılmış...” Umutlanmak, beraat ya da adil bir karar beklemek anlamsız. Salona sanık yakınlarının alınmama kararı da bunun deşifre edilmesi...
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehmet Tezkan - Milliyet
Referandumu niye yaptık?
Eskiden de mi böyleydi bilmiyorum.. Diyarbakır’dayken değildi galiba..
İstanbul’a gelince yasakçı oldu.. Hem yasakçı oldu hem bir dediği bir dediğini tutmaz oldu..
Aslında dengesi 1 Mayıs’ta bozuldu..
İşgal kuvvetleri gelip Taksim’i ele geçirecekmiş gibi köprüleri kapattırdı, deniz ulaşımını, kara ulaşımını durdurdu, Taksim’e giden bütün yollara barikatlar kurdurdu, binlerce polis dikti..
Yarı sıkıyönetimle..
Çeyrek sokağa çıkma yasağıyla durumu kontrol altında tuttu.. Taksim’i halka kaptırmadı!.. 1 Mayıs’ı kutlatmadı..
*
Gezi Parkı hafızalarda.. Bi öyle dedi, bi böyle dedi.. Çocukların yanında olmak isterdim diyerek çiçek attığı günün akşamı biber gazı bombaları yollattı..
Gezi Pakı’nı bi açtı bi kapadı.. Parkın adı aç kapa parkı oldu..
Cumartesi akşamı da aynı şeyi yaptı.. Bu defa ‘1 milyon kişi toplanacak’ tweetlerinden korkmuş, parkı kapattı.. Gece yarısı açtı..
*
Bizim Vali hızını alamamış olacak ki, Ergenekon davasının görüldüğü mahkemeye bile yasak getirdi..
Duruşmaya izleyici alınmayacağını açıkladı.. Sanıkların yakınları bile giremeyecekmiş!..
Beş yıl, altı yıl çile çekilmiş.. Kadın eşinin davasını, çocuk babasının davasını bıkmadan usanmadan izlemiş..
Karar duruşması..
Yasak hemşerim!..
Bence gazetecileri de milletvekillerini de sokmasınlar.. Hatta sanıkları bile almasınlar.. Mahkeme yazılı açıklama yapsın..
Haa.. ne dersiniz?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Semih İdiz – Taraf
Dünya kimseye kalmış değil
Öyle bir noktaya gelindi ki hükümetin medya patronlarına bir telkinde bulunmasına gerek de kalmadı. Demokrasi, basın özgürlüğü ve nihayet insanlık ile fazla işleri olmayan bu zatlar maddi çıkarları uğruna, timsah gözyaşları dökerek de olsa, gerekeni zaten kendileri yapıyorlar.
Fakat anti-demokratik gariplikler sadece medyaya mahsus değil. En temel demokratik haklarını kullanan silahsız göstericilere karşı aşırı şiddet uygulamak neredeyse bir âadet hâline geldi. Her hafta sonu onlarca gösterici gözaltına alınıp, hapse tıkılıyor ve kötü muamele görüyor. Ardından olur olmaz suçlamalarla mahkemelere çıkarılıp haklarında uygar insanların aklına hayaline sığmayan cezalar isteniyor.
Özetle Katolik engizisyonunu aratmayan bir dönemden geçiyoruz. Hükümetin başı kindar bir şekilde “biz çektik biraz da onlar çeksinler” anlayışını yansıttıkça, hükümet kontrolündeki devlet birimleri de talimat almışçasına gerekeni yapıyorlar.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ertan Altan – Taraf
Taksim’de sıkıyönetim kalıcılaştı
“Darbe girişimi”, “Yedirmeyiz” teraneleri arasında şehrin köklü merkezinde oluşturulan baskı rejimi gözlerden uzak tutulmaya çalışılıyor.
Taksim’e yakın oturan bir gazeteci olarak net bir şekilde söyleyebilirim; caddelerde ve meydanda sıkıyönetim görüntüsü var.
İstiklal Caddesi, araç trafiğine kapatıldığı 90’lı yılların başından bu yana, sol muhalif grupların uğrak yeri oldu. Arkasından, yeşilciler, LGBT bireyler derken İstiklal Caddesi solun, sivil toplumun ve dışlanan grupların evi hâline geldi. Daha düne kadar İstiklal Caddesi’nde, yürüyüş, basın açıklaması, imza standı, dergi satışı sıradan görüntülerdi. Polis ilgi göstermezdi.
Peki, bu durum daha ne kadar sürecek? Polis, Taksim’de gösteri hakkını engellediği sürece her renkten aktivist yaşam alanını savunacak. Bu, dünyanın her yerinde böyle çünkü. Gösteri temel bir haktır, alınamaz. İstanbullular da bu hakkı koruyacak.
Taksim’de normale dönmenin tek yolu, İstiklal’i ve meydanı eylemlere yasaklayan kararnameyi geri çekmek.
Basın açıklaması, İstiklal Caddesi’nin bir tür folklorudur, engellenemez.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali H. Aslan – Zaman
‘Darbecini sev, çünkü o seni seviyor’
İşin içine İslam korkusu girince bazen demokratik hafıza kaybına uğrayan Amerikan yönetimi sanki tarafsız bir hakemmiş gibi Mısır’da taraflarla görüşüyor. Diplomatik bürokrasinin iki numarası Dışişleri Müsteşarı William Burns, darbeden sonra ikinci kez Kahire’deydi. Ancak Washington’un Mısırlılara mesajı ‘Darbecini sev, o aslında seni seviyor, demokrasiyi ihya etmeye çalışıyor’dan ibaret. Üstelik bu açık darbe yanlısı tavra rağmen Obama yönetimi, darbecibaşı general Abdülfettah el-Sisi ve taraftarlarını da mutlu edebilmiş değil. Sisi, Washington Post’a verdiği mülakatta ABD’yi Müslüman Kardeşler yanlısı davranmakla eleştiriyordu. Asker, Washington’u ilerde daha fazla baskıdan caydırmak için bu söylemi kullanıyor olabilir. Ama Beyaz Saray’ın mevcut politikasıyla ne Sisi’ye ne Mursi’ye yaranabildiği aşikar. Darbe ve katliam gibi insanlık suçlarının işlendiği bir ihtilafta, taraflara eşit meşruiyetle yaklaşmanın bedeli bununla kalsa iyi. ABD’nin Mısır’da ahlaki olmayan tavrı, dünyanın her yerinde kredibilitesini ve demokratik istikrara katkı kabiliyetini azaltacaktır. Amerikan medyasında liberal kanadın artan eleştirilerine de bakılırsa, dış politikada başını iyice kuma gömen Obama yönetimi içerde de sıkıntı yaşayabilir.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali Bulaç – Zaman
Sosyolojimizin siyaseti
Türkiye’de yaşadığımız tecrübe ve Mısır’daki darbeden sonra “din ve cemaat yapılarının siyasetle ilişkisi”ni konu alan tartışma vuzuha kavuşmadan ne Mısır bir hal yoluna girecek ne Türkiye’de sular durulacak.
Tartışma yalnızca siyasette İslamiyet’i referans alan İslamcıları veya dindar-muhafazakar kimlikli siyasetçileri ve kesimleri değil, laik kesimlerin tamamını, özellikle Batı siyaseti adına İslam dünyasında sahnede yer alan liberalleri yakından ilgilendirmektedir. Onların da tartışmaya katılması aynı şekilde zaruridir, ama öncelikle İslamcılar ve dindar çevrelerin bu kritik konuyla artık yüzleşmelerinde hayati zaruret var.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Uğur Vardan – Radikal
Ya ‘Stat istifa’ denirse!
Gelelim seyircinin tribünde siyaset yapması üzerine verilecek olası cezalar üzerine fantezi üretmeye… Diyelim ki izleyici böyle bir yolu seçti ve cezalandırıldı, sahi ceza ne olacak? (Statlar açık hava hapishanesine mi dönecek?) Misal, verilen cezadan dolayı o seyirci topluluğu bir daha maça alınmadı, yerine birileri geldi (Beşiktaş, kombineleri iptal edecekmiş ya) ama onlar da aynı eyleme soyundu, akabinde onlar da kapı dışarı. İyi ama nereye kadar? Kulüp yönetimleri bu kez isyan etmeyecek mi, “Sizin yasaklarınız yüzünden maçlarımızı sürekli seyircisiz mi oynayacağız?” diye. Fanteziyi uzatıyorum; olmadı, dışarıdaki futbol kamuoyu harekete geçti, The Times’ta yeni bir ilan, “Erdoğan elini futboldan çek…” İmza: Cantona, Gullit, Ferguson, Cruyff, Mourinho, Messi, Puyol, Breitner (malum o da eski ‘Maocu’dur), Ivan Ergiç, Menotti vs… Sonra buradan The Times’a yeni bir cevap: “Bizde de adam çok bulunur; futbolcu hele, sürüsüne bereket…”
Son olarak diyelim ki Beşiktaş’ın Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Stadı’nda oynadığı ilk içsaha maçı ve tribünler inliyor: “Stat istifa…” Şimdi bu suç mu sayılacak? Sen zaten stada hem de faal bir siyasetçinin ismini vererek futbola yeterince siyaset karıştırmışsın, seyirci karıştırınca niye suç oluyor? Daha da ötesi bırakın stadı, üniversiteye bile Recep Tayyip Erdoğan ismini vermişsin ama öğrenci siyasete karışınca o da suç oluyor...
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Orhan Kemal Cengiz – Radikal
Ergenekon’da keşkeler
Keşke, ‘mahkeme basmaya’ gitmenin de mahkemeye sanık yakınlarının girişini bile engelleyecek kadar anormal tedbirler almanın da demokrasilerde yeri olamayacağı konusunda bütün toplum olarak bir mutabakata varabilseydik.
Keşke, Ergenekon davasında yargılanan darbe girişimlerini lanetlemek ama aynı zamanda bu davalarda sanık haklarına tam riayet edilmesini talep etmekte birleşebilseydik.
Keşke, bu davalarda yargılanan darbe ve suikast planlarının ciddiyetini de “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden burs alanların terör örgütleriyle bağlantısının araştırılması” gibi saçmalıkları da aynı anda görebilseydik.
Keşke, bu davalardaki çelişkilere dikkat çektiğimiz kadar, bazı sanıkların bu davadakinden çok daha büyük olan Susurluk, faili meçhuller, JİTEM vb. gibi suç ve bağlantılarının da araştırılması için aynı iştah ve şevkle yazıp çizebilseydik.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sanem Altan – Vatan
Askerler sol partileri yasakladıkları için pişman mıdır?
Askerler çok sesli bir demokrasinin önünde engel olarak durmasalardı, Kürt barışını sağlasalardı, askeri vesayeti bitirselerdi, kendi haksız iktidarlarını sona erdirirlerdi ama “saygıdeğer paşalar” olarak yaşayıp hayatlarının sonbaharında hapishanelere düşmezlerdi.
Hem demokrasiyi askıya alacaksın, savaşı kızıştırıp hukuk dışı kazançlar elde edeceksin, yatırımları durduracaksın, rüşvete yol vereceksin, gazetecileri döve döve öldüreceksin, Kürtlere işkence edeceksin, sonra AK Parti iktidara gelince ondan korkup insanlık dışı yeni planlar yapacaksın.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ruşen Çakır – Vatan
El Kaide kapıyı çalınca
Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Uzun bir süre Irak’ı kendine ana üs seçmiş olan El Kaide, burada hedefine ulaşamayınca Suriye’ye taşındı ve epey mesafe kaydetti. Eğer Türkiye dâhil, Suriye’nin komşusu ülkeler isteseydiler bu gelişmeyi engelleyebilirlerdi. Ancak Beşşar Esad rejiminin bir an önce yıkılmasını istedikleri için olsa gerek El Kaide’nin hemen kapılarının dibine yerleşmesine fazla ses çıkarmadılar. Ancak El Kaide’nin Rojava adı verilen kuzey bölgelerinde Kürtlerle çatışmaya girmesiyle birlikte Ankara hiç de istemediği bir tercih yapmak durumunda. Ya Kürtlere karşı mesafesini koruyacak ve böylece hem bölge istikrarını hem de kendi çözüm sürecini tehlikeye atacak; ya da El Kaide’nin artık iyice zorlaşan Suriye’den tasfiyesine katkıda bulunacak ki bu da Türkiye’yi bu uluslararötesi şebekenin ana hedeflerinden biri hâline getirebilir.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ruhat Mengi – Vatan
Medyayı konuşmayın, susun artık!
Sanki darbe dönemlerinde bile görülmemiş ölçüde, Cumhuriyet tarihinde rastlanmamış şekilde bir medya yıkımı olmamış, olmuyormuş, kimse ülkede “bağımsız, tarafsız, eleştirebilen, basın ilkelerine bağlı bir medya” nın bırakılmadığını fark etmiyormuş gibi, siyasi telkin ve baskılarla gazeteciler-TV programcılarının işleri elinden alınmıyormuş gibi olayı basite indirgeyen ya da hikayeler anlatan konuşmalar yapılması insanın kanına dokunuyor.
Yalnız medya değil, toplumun da aptal yerine konduğu duygusu bastırıyor. Bakalım şimdi, Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan ne demiş; “Ülke ve toplum değiştikçe ‘doğal olarak’ medya da kabuk değiştiriyor, kimi yazarlar ‘miadını dolduruyor’, kimi anlayışlar ‘geriye’ düşüyor, kimi yöneticiler ‘zamanın gereklerine uyum’ sağlayamıyor. Bununla birlikte siyasi iklimin de ‘medya anlayışı ve yönetimi üstünde etkileri’ olabiliyor. 28 Şubat’ta da, 27 Nisan’da da askerin talimatıyla hareket eden medya mensuplarının bir kısmı bugün Hükümet müdahalesinden şikayet ediyor.”
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Adil Bayram – Özgür Gündem
Stratejik yaklaşmak
Eğer bahardan beri geliştirilmeye çalışılan yeni çözüm sürecinde ilerleme sağlanıp bir çözüme ulaşılmak isteniyorsa, bunun ancak Türk-Kürt ilişkilerine ve yine Kürtler arası ilişkilere stratejik yaklaşımla mümkün olacağı açık. Çünkü çözüm ortak demokrasi ilkelerinde birlik gerektiriyor.
Fakat görünen o ki, AKP sürece taktik yaklaşıyor. Çözüm sürecini 2014 seçimlerini kazanma ve iktidarını güçlendirme süreci olarak ele alıyor. Her şeyi bu amaca göre ayarlıyor. Dolayısıyla hem köklü demokratikleşme adımları atmıyor, hem de süreci mümkün olduğunca yavaşlatıyor.
Elbette AKP hükümetinin bu yaklaşımı ve tutumu Kürt tarafında ciddi kuşku ve güvensizliğe yol açıyor. Zaten geçmişten var olan güvensizlik aşılmadığı gibi, daha da artıyor. Kürtlerde giderek “Hükümet oyun oynuyor, bu sorun böyle çözülmez” eğilimi güçlenme gösteriyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Umur Talu – Habertürk
Sıddık Bilgin’den Sıddık Bilen’e… Ayıp tarihin kayıp insanları!
Sıddık Bilgin olayının aydınlatılması, cesedin bulunması, 12 Eylül sonrası ‘Kayıplar Tarihi’nin ilk önemli vakalarındandı; işkence tarihinin değil elbette.
Sonrasında binlerce insan kaybedildi. Birçoğu bulunamadı bile.
Birçok çocuk da.
İşte 13 yaşındaki Seyhan’ın kemikleri de 18 yıl sonra bir asit kuyusundan çıktı.
Sıddık Bilgin yok edildiğine Sıddık Bilen galiba 5 yaşındaymış.
Böyle kayıpların artık ortadan yok olduğu sanılan bir yeni zamanda, 35 yaşında, dört, belki beş çocuk babası olarak kayboluverdi o da.
Burası 75 milyonluk bir ülke.
Ne Taksim’den ne Kazlıçeşme’den ibaret elbet!
Buranın kaybını, acısını, kayıp tarihini, resmi şiddetini eksiksiz, ayrımsız kavramak, hissetmek gerek.
Ya tam duyacaksın…
Ya tam uyuyacaksın!