İsmet Berkan – Hürriyet
Bir tane demokratikleşme perspektifi var; iki tane değil
Eğer Türkiye’ye barış gelecekse, bunun sadece Kürtlere değil hepimize daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlükler ve insan haklarına yüzde 100 saygılı bir devlet ve hukuk düzeninin yaratılması yoluyla geleceğini biliyoruz.
Ve eğer sahiden hepimiz; yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Evde tutmakta zorluk çekiyorum’ dediği yüzde 50 de, Gezi Parkı için eyleme çıkan da, Lice’de karakol inşaatının önünde can veren de, akşamları evinde tencere tava çalan da, bütün olup biteni sadece izlemekle yetinen de dahil hepimiz; daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, insan haklarına yüzde 100 saygılı devlet istiyorsak, ‘Çözüm süreci’nin başarısı için katkı vermeye çalışmalıyız.
Siyasi görüş ayrılıklarımızın, geçmişe, bugüne veya geleceğe ait hesaplaşmalarımızın, egolarımızın peşinden gitmeye bir süre ara verip, üzerinde hepimizin nefes alacağı, bütün farklılıklarımızla hepimizin üzerinde siyasi mücadelesini vereceği geleceğin demokratik Türkiye’sini şekillendirmek için elimizden geleni yapmalıyız.
‘Ama bu AK Parti kendisi demokrat değil ki ülkeye demokrasi getirsin’ diye düşünülüyorsa, ki böyle düşünenler var, o zaman demokrasi talep etme bayrağını siz alın elinize.
Tutarlı ve ısrarlı bir biçimde alın bu bayrağı ki, bugün sizin AK Parti’nin samimiyetini sorguladığınız gibi bir sorgulamaya yarın siz tabi tutulmayın.
Demokrasi için verilen kavgayla iktidar için verilen kavgayı birbirinden ayırabilmemiz lazım. Ne siz, ‘Demokrasi için kavga ediyorum’ derken gözünüzü aslında iktidara dikmelisiniz, ne iktidardakiler bunu yapmalı.
Önümüzde bir tane demokratikleşme perspektifi var; iki tane değil.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Doğan Hızlan – Hürriyet
Politikayı mizahtan izlemek
Mizahın yaratıcılığı birçok ciddi yazıdan daha etkilidir, daha vurucudur, daha uyarıcıdır, daha gerçekçidir. Hiçbir zaman anlamadığım bir husus, politikacıların neden mizahtan kaçtıkları, korktukları. Oysa mizah dergilerini okusalar, kendilerine daha eleştirel bakabilir, ayrıca karşıtlarını mizahla daha iyi anlayabilirler. En azından bu dergileri okurken, kendilerine rahat ol, komutunu verebilmeliler.
Ot, Uykusuz, Leman, Penguen dergilerini okudum. Özellikle genç kuşağın düşüncesini, duruşunu, partili olmaktan öte, aidiyetlerini özgürlük kavramında özetleyişlerini gördüm. Bunu ancak mizah aracılığıyla anlayabiliriz. Kapaklarının hepsi doğal olarak Gezi direnişine ayrılmıştı.
OT’UN ilk yazısı, Zeynep Altıok Akatlı’nın Çapaklı’sı.
Sivas katliamından yaralı kurtulup hastanede ölen babası, iyi şair Metin Altıok’u anlatıyor.
Bugün o unutulmaz kıyımın yıldönümü.
İnsanlık ayıbı Sivas, zamanaşımına uğradı. Acılar devam ediyor, yakılanların hesabı sorulmadı.
Kurtulanlar, yangını, devletin, hükümetin ilgisizliğini, kurtarmakla yükümlü olanların gönülsüzlüğünü, hatta ihmallerini yıllar sonra içleri yanarak anlattılar:
Rıza Aydoğmuş, hükümete bir faks göndermeye karar verdiklerini, faksı Asım Bezirci’nin hazırladığını ama ulaştıramadıklarını belirtiyor.
Murtaza Demir bakın ne diyor?
“Eşimi, dostumu, semahçımı, konuklarımı yaktılar! Onlar yandı ben göynüdüm.”
İlhan Cem Erseven, bunu yapanlara acıyor:
“Öfkem var ama kinim yok. Öç alma gibi bir duygu asla. Çünkü sahip olduğumuz Alevi-Bektaşi felsefesi bizi kin tutmaktan uzak eyliyor. Pir Sultan’ın dediği gibi, ‘Kalsın benim davam divana kalsın’ diyoruz.”
Serdar Doğan, kardeşim bana emanetti, diyor.
Hüsniye Kaya’nın anlattıkları yürek burkuyor:
“20 yıl geçti tam... Henüz 12 yaşındaydı Koray, ablası Menekşe ise 14 yaşında. Cesetleri birbirine sarılı bulundu.”
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak
Başbakanın 'PKK silahlı güçlerinin henüz yüzde 15'ı çekti' ifadesiyle 'yavaş davranıyorlar, aldatabilirler' iması ve 'güvensizlik vurgusu', buna karşılık, çekilme oranı gerçekten böyleyse, çekilme kadın ve hastalara öncelik veriyorsa, Kürt hareketinin sürece ve devlete olan güven düşüklüğü ortadadır.
Bu koşullarda Kürt meselesinin demokratik siyasete dönüş için bir 'can simidi' olması elbet kolay değildir.
Nitekim beklenti 'müzakere, hızlı ve yeni adımlar' iken, durum daha çok 'meydan okuma, zorlama, zorlayıcı hamleler' üzerinden ilerliyor.
Öcalan'ın son açıklamaları malum, 'sıra hükümette, adım atmasını bekliyoruz' diyor.
BDP hükümeti zorlamak için mitingler başlatıyor.
Gazetelerde çekilme yavaş olduğu için hükümetin kimi hazırlıkları şimdilik yavaşlattığı iddia eden haberler var.
Başta hükümet olmak üzere tüm tarafların, ilgililerin, kanaat önderlerinin bu güven sorununu aşmak için çaba göstermelerinde büyük fayda vardır.
AK Parti hükümetinin toplumsal hareketleri anlamadığı, talepleri görmediği, eleştirileri duymadığı, bunların tümünü komplo teorilerine hapsederek güvenlikçi politikalara sürüklendiği ve isyankar siyasileşmeyle baş etmekte zorlandığı şu günlerde, Kürt alanında eylemlerin başlaması, Kürtlerin sokağa inmeleri Türkiye'yi kelimenin gerçek anlamıyla zora sokar…
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Bülent Korucu – Zaman
İnteraktif demokrasi, hacker demokrasisi
Bütün teknolojik gelişmeler sosyal hayatta karşılık bulur. Tabiidir ki siyasette bazı şeyler tetiklenir. Siyaset, önce vasıtaları itibarıyla ve akabinde de muhteva adına etkilenir. Şekle ilişkin değişimler öze ait dönüşümleri beraberinde getirir. Hele o teknoloji ‘iletişim’e dairse, sosyal ve siyasal hayattaki tepkime kaçınılmaz olur. Buraya kadar genel bir mutabakat var. Ayrışma, tepkimenin hangi vadeye yayılacağı ve sonuçları üzerinde yaşanıyor. Ben sosyal ve siyasal neticelerin kısa sürede alınacağını düşünenleri biraz hayalci buluyorum. Etkilerin pozitif olacağı yönündeki iyimser bakışı da paylaştığımı söyleyemem.
Yeni medyayı ve onun ‘sosyal’ versiyonlarını dokunduğu yeri dönüştürecek sihirli değnek olarak görmek yanlış. Öyle olmasını istemek ne kadar doğru, o da ayrıca tartışmalı. AP örneğinde olduğu gibi ‘Hacker demokrasisi’ kurulur; pirince giderken bulgurdan da olabiliriz. Dijital oylamanın kolaylığı, sandık külfetini ortadan kaldırır ve doğrudan demokrasinin yolu açılırsa, kendimizi yanlış limanda buluruz. Temsili demokrasi, azınlığın yasama ve yönetimde göz ardı edilmeyeceği bir formül olarak aşılabilmiş değil. Yeni teknolojik imkân, katılımcı demokrasi ve örgütlenme kolaylığı adına fırsat olarak değerlendirilebilir. Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret görmeyen, yasama ve yürütmeye hayatın akışı içinde katkıyı önemseyen katılımcılığı geliştirmeliyiz. Gerçek evrenle kesişme noktaları oluşmuş, hakiki kişilerin varlığı ile manipülasyonu asgari seviyeye indirilmiş bir SM ile bunu sağlayabiliriz. Ayrıca SM’nin, örgütlenmeyi ve organize hareketi kolaylaştırmasını artı puan olarak zikretmeliyiz. Bu da katılımcılığı ve göz ardı edilemez sivil etkiyi beraberinde getirecektir.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
İhsan Dağı – Zaman
Silahsız Kürt muhalefeti
Belli ki taraflar arasında hâlâ bir ‘güven sorunu’ var. Gezi Parkı olayları bunu derinleştirdi, Lice ve Diyarbakır’da yaşananlar ise sorunu ‘kriz’e dönüştürdü. Ayrıca son günlerde Başbakan’ın yeniden MHP tabanına gözünü dikmesi çözüm sürecinin geleceğine ilişkin endişeleri artırıyor. Gezi Parkı gösterilerine karşı ‘sol ve anarşik’ unsurlara karşı ‘sağda safları sıkılaştırma’ ve hatta MHP tabanına ulaşma çabaları önümüzdeki dönemde AK Parti’nin çözüm süreciyle Kürtlere ulaşmak yerine milliyetçi ve ülkücülerle buluşmayı tercih edeceği kanısını pekiştiriyor.
Soru belki de şu: Başbakan Kürtlerin oylarıyla mı, yoksa milliyetçi-ülkücülerin oylarıyla mı cumhurbaşkanı olmayı tercih edecek? Çözüm sürecinin akışı bu hesaba bağlı.
Bütün bu hesapların yapılmadığını varsaymak, hem iktidar partisinin hem de BDP’nin çözüm için gerçekten kararlı olduklarına inanmak için iki tarafın süreci hızlandırmasını görmemiz gerekiyor. Yoksa, üç önemli seçimin ortasında reform olmaz, süreç ilerlemez. Daha şimdiden BDP-PKK kanadından ‘AK Parti’nin seçimleri atlatmak için barış sürecini başlattığı, esas amacının çözüm değil seçimler döneminde PKK’yı susturmak’ olduğu sesleri yükseliyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Ruşen Çakır – Vatan
Çözüm için direnmek
Cuma günü Diyarbakır Lice’de askerlerin karakol yapımını protesto eden göstericilere ateş açması sonucu Medeni Yıldırım adlı gencin ölüp 10’a yakın kişinin yaralanmasını protesto edenler Twitter’da tepkilerini #direnLice sloganıyla dile getirdiler. Bir süre sonra bunun karşısına #direncozum ve #direnbaris sloganları çıkarıldı.
Sırf bu kutuplaşmanın bile çözüm sürecinde Türkiye’nin işinin ne kadar zor olduğunu gösterdiği kanısındayım. Şöyle ki, aralarında iktidar partisinin bazı yöneticilerinin ve bakanların da olduğu kişilerin, Lice’nin yerine çözüm ve barışı koymalarının nedeni, ilçedeki olayları aslında çözüm sürecine yönelik bir provokasyon olarak görmeleriydi. Yine onlara göre, Lice’de çıkan olaylardan hükümeti sorumlu tutanlar da, bilerek ya da bilmeyerek çözüm sürecini sabote ediyorlardı. Nitekim aynı gece ve ertesi gün İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerde Lice ile dayanışma gösterilerinin yapılmasını da ulusalcıların bir tür fırsatçılığı olarak gördüler ve böyle göstermek istediler.
Kuşkusuz ülkede yaşanan her türlü krizden, istikrarsızlıktan sırf AKP hükümeti olumsuz etkileniyor diye memnun olan ve ellerinden geldiğince bunları derinleştirmek isteyen iç ve/veya dış güçler var. Ama toplumun farklı kesimlerinden yükselen her türlü itiraz, muhalefet ve protestoyu, hak arayışını bu güçlere mal etmek hem kolaycılık, hem haksızlık, hem de gaflet olur, oluyor. Öte yandan Gezi direnişiyle birlikte, bu türden kara çalma ve değersizleştirme çabalarının artık eskisi gibi işe yaramadığı da malum. Ayrıca İstanbul, Ankara, İzmir gibi yerlerde Türk bayraklarıyla “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Diren Lice” gibi sloganların (hatta bunların bazıların Kürtçe olarak) atılmasının, “Kürt sorununu çözelim derken Türk sorunu çıkarmayalım” endişesini gidermede ne kadar önemli olduğu da açık.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Fikret Bila – Milliyet
Güven meselesi
PKK, Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki olaylardan sonra yaptığı açıklamada, hükümete güvenmediğini duyurdu. “Hükümet, karakol ve barajların yapımını ve korucuların sayısını artırmayı hemen durdurmalıdır” dedi.
Diyarbakır Valiliği olayın provokasyon olduğunu, bölgede hint keneviri ekildiğini, polisin bu tarlaları imha ettiğini, uyuşturucu ticareti yapanların menfaatleri nedeniyle bu olayları çıkarmış olabileceklerini açıkladı.
Dahası hükümet yetkilileri, karakolu protesto için gelen ve işçilerin çadırlarını yakanların, Kandil’i dinlemeyen gruplar olabileceğini söyledi. Böylece Ankara, kontrol edilemeyen bazı PKK’lı grupları işaret ederek, süreç olumsuz etkilenmesin diye neredeyse Kandil’i koruyan bir dil kullanmasına rağmen, Kandil “hükümete ve AK Parti’ye güvenmiyoruz” açıklaması yapabildi.
Daha da ötesi, Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, televizyonlara çıkarak ve bağlanarak, hükümetin yeni karakol yapmadığını, daha önce verilmiş ihaleler çerçevesinde eski karakol binalarının yenileme inşaatı yapıldığını ve hatta Diyarbakır bölgesinde 9 karakolun kapatıldığını, yeni korucu da alınmadığını anlattı. Anlattı ki, süreç olumsuz etkilenmesin.
Ancak Kandil yine tatmin olmadı. “Güvensizlik beyanı”nda bulundu. Anlaşılıyor ki, PKK’nın, hükümetten beklentisi, karakol yenileme inşaatlarının durdurulması, yeni karakol yapılmaması,baraj inşaatlarının durdurulması ve yeni baraj yapılmaması, özetle PKK’nın istemediği bir hükümet faaliyetinde bulunulmaması!
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Mustafa Mutlu - Vatan
Halk seçimlere güvenmiyor... Bu ‘kırmızı alarm’dır!
Peki; halkımız seçimlere neden güvenmiyor?
Sandıktan çıkan sonuçların, Yüksek Seçim Kurulu‘nun uyguladığı SEÇSİS ile sanal ortamda değiştirildiğini düşünüyor da ondan...
SEÇSİS‘e güvensizliğin ise birden fazla nedeni var:
Bir: Programı yapan şirketin adı, ABD‘deki çok sayıda seçim hilesine karıştı.
İki: Yunan Hükümeti, bu nedenle bu sistemi uygulamaktan son anda vazgeçti.
Üç: Almanya, detaylı incelemelerden sonra 2009 yılında, bu sistemin oy sahteciliğine yol açacağına karar verdi ve kullanmaktan vazgeçti.
Hatırlayın; CHP, MHP ve DSP çeşitli tarihlerde SEÇSİS ile ilgili birçok soru önergesi verdi.
Ancak bu sorulara asla tatmin edici bir yanıt verilemedi.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Nazlı Ilıcak – Sabah
Lice ve Karakol
Karakol istemeyiz protestosunu haklı bulmuyorum. Bununla beraber BDP/PKK'nın karakol işinden rahatsız oldukları biliniyor. "Bir yandan çözüm süreci, bir yandan güvenlik tedbirleri olmaz" diyorlar.
Oysa Türk kamuoyu, sınır karakollarında baskına uğrayıp hayatını kaybeden gençlerin acısını yıllarca kalbinin derinliklerinde hissetti. Hatta hükümete, "Karakolları neden tahkim etmiyorsunuz?" şeklinde yoğun eleştiriler yöneltildi.
İktidar gerekli görürse, yenisini de yapar, eskisini de sağlamlaştırır. Diyelim ki, PKK sorununu hallettik. Sınırlarda hiç karakol kalmayacak mı?
Öte yandan hükümet, çözüm için arzu edilen adımları atsaydı, muhtemelen karakol meselesi bu kadar göze batmayacaktı.