Türkiye 25. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri'nin kuşkusuz en önemli sonucu, Halkların Demokrasi Partisi HDP'nin yüzde 10'luk seçim barajını aşması ve hiçbir siyasi partinin mecliste mutlak çoğunluğa ulaşamaması oldu. Bu durum Alman kamuoyunda TBMM'deki çeşitliliğin artması ve demokrasinin işlerlik kazanması şeklinde yorumlandı.
DW Türkçe'ye açıklamada bulunan Türk-Alman Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Michelle Müntefering ve Yeşiller Partisi Federal Milletvekili, Federal Meclis Başkanvekili Claudia Roth da, seçimlerin Türkiye demokrasisi adına sevindirici sinyaller taşıdığını vurguladı. Sosyal Demokrat Partili milletvekili Müntefering, seçim sonuçlarının dikkat çekici üç mesaj içerdiğini aktardı:
"Birincisi, belki de en önemlisi, Türk vatandaşları yüzde 86'lık bir seçim katılımı ve HDP'nin elde ettiği başarı ile demokrasiyi ve düşünce çeşitliliğini istediklerini ortaya koydu. İkincisi, gittikçe otoriterleştiği düşünülen Tayyip Erdoğan'a artık bir dur demek için kırmızı kart gösterildi. Üçüncüsü de, Türk seçmeni açık bir dille başkanlık sistemini öngören anayasa değişikliği istemediğini söyledi."
"Toplum rahat bir nefes aldı"
Yeşiller Partisi'nden Claudia Roth, gerek Türkiye'de gerek Almanya'da yaşayan ve Erdoğan'ın ayrıştırıcı politikaları ile kutuplaşmış Türk toplumunun seçimler ile birlikte rahat bir nefes aldığını savundu. Roth, seçimin en önemli sonucunun halkın HDP üzerinden Erdoğan'a kestiği fatura olduğunu söyledi:
‘Bana göre seçimin en önemli neticesi düşmanca bir tutumla getirilmek istenen başkanlık sistemi için AKP'nin yeterli çoğunluğa ulaşamamasıdır. Zira Erdoğan'ın hayali, başkanlık sistemi üzerinden Neo-Osmanlı politikaları ile sultan olabilmekti. Ve seçim süresince bunu yapabilmek için anayasanın Cumhurbaşkanına yüklediği tarafsızlık ilkesini ihlal etti. Bunun sonucunda da halk HDP'ye barajı aştırarak ve AKP'ye yeterli oyu vermeyerek Erdoğan'a bir fatura kesmiş oldu. Ayrıca sadece Kürtler değil, Türkiye'nin değişik kesimleri de HDP'ye destek verdi. Yani Erdoğan'ın ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı politikası geri tepti."
"Koalisyon istikrarsızlaştırmaz"
Her iki siyasetçi de HDP'nin farklı kesimlerden aldığı destekle, meclisteki seçim aritmetiğini değiştiren ve başkanlığın önünü tıkayan bir Türkiye partisine dönüştüğünü savundu. Vekiller, bunun Türkiye demokrasisine olan inancı artırdığını ve Türkiye'nin imajına katkı sağladığını ifade ettiler. Claudia Roth, ayrıca Türkiye'de iddia edildiği gibi koalisyonun ülkeleri istikrarsızlaştırmadığını, tam tersine demokrasilere işlerlik kazandırdığını savundu:
"Koalisyon, tek başına yürütülen bir iktidardan daha iyi olacaktır. Çünkü AKP, hükümet kurmayı isterse ya da bu görev ona verilirse, bunun için diğer partilerle görüşmek, uzlaşmak durumundadır. Bunun adı da demokrasidir. Bu elbette kolay olmayacaktır, ama söylendiği gibi Cumhurbaşkanı'nın onaylamaması sonucunda bir erken seçime gidilirse, Türkiye işte o zaman istikrarsızlaşır. Türkiye'nin acilen çözmesi gereken ekonomik sorunları ve ciddi bir dış politika sorunu vardır. Bu nedenle Türkiye'yi erken seçim konusunda ancak uyarabilirim."
"Erdoğan halkın taleplerini görmeli"
Michelle Müntefering de seçim sonuçlarına bakıldığında Türk seçmeninin tek parti yerine bir koalisyon hükümeti istediğinin açıkça görüldüğünü kaydetti. Müntefering bundan yola çıkarak, halkın Erdoğan'ı ve AKP'yi sadece uyarmadığını aynı zamanda onlara bir görev verdiğini de ifade etti:
"Demokrasilerde koalisyon mümkün olmalıdır. AKP hala en çok oy alan partidir ve Erdoğan da o partide ağırlığı olan bir siyasetçidir. Bu nedenle önce Erdoğan'ın halkın taleplerini görerek, başkanlık sisteminden vazgeçmesi ve kendi görev sınırlarına dönmesi gerekir. Başta AKP olmak üzere tüm partiler de seçmenin isteğini doğru okumalıdır. Koalisyon kurmak için tüm yolları denemeli, tüm uzlaşı metotlarını kullanmalıdır, ki halkın verdiği görev hayata geçirilebilsin."