Stuttgarter Zeitung’un 4 Nisan pazartesi gününden itibaren uygulanmaya başlanan AB ile Türkiye arasındaki sığınmacı anlaşmasına ilişkin yorumunda şu satırları okuyoruz:
"Diplomasi mühürlü değiş-tokuş kimilerine insan ticaretini andırabilir. Ancak bunu iddia eden, bu sayede Suriye’deki yıkımın içinden kaçmak zorunda kalanlara yasal yollardan yeni bir ülke açıldığını göz ardı ediyor demektir. Bu gruptan ilk 25 Suriyeli pazartesi günü Almanya’ya ayak bastı. Hem de bir dizi işten tasarruf ederek: Örneğin kaçakçı mafyalarına kirli bir hesap ödemeden, tehlikeli Ege yolculuğunu göze almadan, Balkan güzergâhında haftalarca yürümek ya da dikenli tellerin arasında hapsolup beklemek zorunda kalmadan."
Die Welt gazetesinde Torsten Krauel imzalı yayımlanan yorumda ise ilginç bir karşılaştırma dikkat çekiyor.
"Anlaşma para ve verilen politik sözlerle süslenmiş bir anlaşma. Tıpkı 1986 yılında Tamil mültecileri için Erdoğan’dan çok daha tehlikeli bir diktatör olan Honecker ile yapılan Bonn Anlaşması gibi. Doğu Almanyalı devlet adamı, o dönemde Sri Lanka’dan Schönefeld Havaalanı’na gelen mültecileri giderek artan bir oranda Batı-Berlin‘e gönderiyordu. Batı Almanya’nın başkenti Bonn’daki politikacılar da ona mülteci akınını durdurması için büyük bir kredi verdi. Çünkü Batı Berlin, Doğu’ya oranla dünya daha açık bir kent olduğundan, siyasi açıdan kaldırılabilir başka bir imkân yoktu. Ve Honecker, güçlü bir politikacı olduğu için değil aksine zayıf olduğu için Bonn’dakilere şantaj yapmıştı. Tıpkı şu anda Erdoğan’ın da güçlü olduğundan değil de zayıf olduğu için AB ile bir anlaşmaya varması gibi."
Frankfurter Rundschau gazetesinin aynı konuya ilişkin yorumunda ise AB-Türkiye arasında varılan mülteci anlaşmasının, Orta Çağ Avrupası’nda ölümden sonra cennete gitmek için Papa’nın sattığı endüljans adlı af belgesinden öte bir şey olmadığı görüşü savunuluyor:
"Pazartesi günü Yunanistan’dan Türkiye’ye 202 sığınmacı iade edildi. Türkiye’den 43 sığınmacı da uçakla AB’ye, Almanya ve Finlandiya’ya geldi. Muhtemelen 202 dram ve 43 mutlu son yaşandı. Tarafların her biri için bu pazartesi zor bir gün oldu. Milyonlarca kişinin kaçış yolunda olduğu hesaba katılırsa 202 ya da 43 etkileyici bir sayı sayılmaz. Bu daha ziyade AB üye ülkelerinin sonbahar ayında da uzlaştığı sığınmacı kontenjanının ne kadar perişan bir biçimde hayata geçirildiğini hatırlatıyor. Buna kapsamlı bir mülteci politikası denemez. AB-Türkiye anlaşması evvela Orta Çağ Avrupası’nda ölümden sonra cennete gitmek için Papa’nın sattığı af belgesinden öte bir şey değil: Avrupa mülteci sorunu ile yüzleşmek sorumluluğundan kaçmaya çalışıyor. Yunan adalarına giden yol şu an kapatılmış olabilir. Ama çaresiz kalan başka yollar bulacaktır. AB’nin bu sığınmacılara karşı alacağı tutum ise ilginç bir soru."
Basın turumuzu ulusal çapta yayınlanan Süddeutsche Zeitung’un basına sızdırılan Panama belgelerine yönelik yorumu ile noktalıyoruz.
"Kişisel verilerin korunması kutsal bir değer ve ekonomik faaliyetlerin yalınlığı mantıklı olabilir. Vergi çalımı atmak yasak değil. Ama hayali şirketler bir sığınak, gizli bir yer demektir. Ve bunlar da şeffaflıktan korkan işleri kendine çekerler. Şeffaflığın kaybolduğu yerde suç işleyen artar. Geçmiş yıllar, ne kadar suça dayalı bir enerjinin piyasa ekonomisinin yıkımına bulaşmış olduğunu bize kanıtladı. Küresel çapta şüpheli koşullar altında yer değiştirebilen trilyonlarca dolar ışığında, ekonomik özgürlüğün kısıtlanması gerekiyor. Tıpkı özgürlüğün terörden korunması gerektiği gibi, piyasa ekonomisi de düşmanlarından korunmayı hak ediyor."