Hollanda, Avusturya, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde bu yıl seçimler yapıldı. Türkiye'deki siyasi gelişmeler ve Türkiye'nin AB üyelik perspektifi bu seçimlerde merkez partiler tarafından, aşırı sağcı ve popülist partilerin elinde malzeme olmasın diye, gereğinden fazla büyütüldü. Türkiye'den bakanların 16 Nisan anayasa referandumu öncesi kimi Avrupa kentlerinde düzenlenen toplantılara katılımları engellendi. Ankara bu duruma sert tepki gösterdi. İlişkiler neredeyse kopma noktasına geldi.
Aralarında Alman ve Fransızların da bulunduğu çok sayıda gazetecinin "teröre destek" gerekçesiyle gözaltına alınması Avrupa'da olumsuz yankılandı. Almanya ve Avusturya'da iktidar partileri genel seçimler öncesinde Türkiye ile fiilen donmuş müzakere sürecine resmen son verilmesini istedi. AB'nin temel gücü Almanya ile yaşanan ikili kriz ister istemez AB ile ilişkilere olumsuz yansıdı.
AKPM'den denetim
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, "insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti alanlarındaki gerileme" nedeniyle Türkiye'yi 2004 öncesinde olduğu gibi yeniden "denetim" sürecine aldı. Avrupa Konseyi'ne bağlı Venedik Komisyonu 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL uygulamasıyla ilgili olumsuz raporlar yayımladı. Bu karar ve belgeler AB için de bir referanstı. Avrupa Parlamentosu'nun (AP) "Türkiye-AB müzakereleri askıya alınsın" çağrısıyla ilişkiler daha da sarsıldı.
Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ve vize serbestisi gibi konularda diyalog teknik düzeyde kaldı. Başta Almanya olmak üzere birçok AB ülkesi gümrük birliğinin güncellenmesiyle ilgili çalışmaların ilerlemesini engelledi. Mevcut koşullarda bu güncelleme Türkiye'de iktidara "hediye" olarak görülmekteydi. AP'den geçmesi de neredeyse imkansızdı. Vize serbestisi ise terörle mücadele mevzuatına takıldı.
Taraflar arasındaki gerginlik AB fonlarına da yansıdı. AB Maliye bakanları 2018 bütçesinde Türkiye'ye ayrılan fonlardan 105 milyon euro kesilmesini kararlaştırdı. İlk defa bir aday ülkeye karşı "siyasi" gerekçeli fon kesme kararı alınmış oldu.
Özetle, 2017 Türkiye'nin belli başlı Avrupa ülkelerinde "iç siyaset" konusuna dönüştüğü bir yıl oldu.
2018'de neler olabilir?
AB elbette Ankara ile ilişkileri bozmak istemiyor. Türkiye önemli bir ticari ortak. Avrupa'da asayiş ve güvenlik açısından olağanüstü öneme sahip terör ve göçle mücadele konularında Ankara'ya ihtiyacı var. Sadece bu iki konu nedeniyle Ankara'ya karşı eleştirilerin ölçüsüne "dikkat edilmesini" isteyen ülkeler dahi var.
Buna rağmen 2018 içinde üyelik müzakerelerinde ilerleme beklemek hayalperestlik olur. AB dönem başkanlığı gelecek yılın ilk yarısında Bulgaristan, ikinci yarısında ise aşırı sağcıların iktidara ortak edildiği Avusturya'da olacak. Üyelik perspektifli ilerleme için Türkiye'de en azından demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında Avrupa yönünde radikal değişim gerekiyor. Ankara'nın bu alanlarda AB'yi ikna için üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nde "normalleşmesi" ve AKPM denetim sürecinden çıkması lazım.
Vize serbestisi dosyasında ilerleme terörle mücadele yasalarının AİHM içitihadına uyarlanmasına bağlı. Fakat Avrupa'daki siyasi koşullar dikkate alındığında, Türkiye tüm kriterleri yerine getirse de vize serbestisinin AB Konseyi'nden onay alma olasılığı zor görünüyor.
Gümrük Birliği
Gümrük Birliği'nin güncelleştirilmesi, yani hizmet sektörü, kamu alımları ve tarım sektörüne genişletilmesiyle ilgili müzakerelerde siyasi boyut ekonomik ve ticari boyutun ötesine geçmiş durumda. Türkiye'de kimi çevrelerden gelen, "gümrük birliğinin güncellenmesi diyaloğu ilerlerse ilişkilerin diğer boyutları da ilerler" şeklinde özetlenebilecek mesajlar AB kulislerinde şimdilik yankı bulmuyor. Bu taktik 1990'lı yılların başlarında denenmiş, gümrük birliği müzakere edilebilmişti. Doğru. Bugün ise Avrupa'da koşullar tamamen farklı.
Günümüz Türkiye-AB ilişkilerindeki tıkanmayı anlamak için işte bu yeni koşullara bakmak gerekiyor.
Avrupa değişti
Avrupa 11 Eylül terör saldırılarının ardından İslam ve Müslümanlar konusunda olağanüstü şüpheci hale geldi. AB ülkelerinde son yıllarda gerçekleşen terör eylemleri sonrasında bu tutum daha da belirginleşti. Nüfusunun ezici çoğunluğu Müslüman Türkiye de bu gelişmenin bedelini Avrupa genelinde AB sürecine olan desteğin azalmasıyla ödüyor.
2008 sonrası patlak veren borç krizi AB içindeki kurumsal krizi de su yüzüne çıkardı. Bu kriz aşılmadan, yani AB'nin gelecekte ne tip bir siyasi yapılanmaya dönüşeceği belli olmadan Türkiye gibi büyük ve "sorunlu" görülen bir ülkenin olası üyeliğini kimse tartışmak istemiyor.
Son yıllarda yükselişe geçen aşırı sağcı ve popülist partiler Avrupa siyasetinde kök salıyor. Bu partiler Polonya, Macaristan, Çekya ve Avusturya'da iktidardalar. Hollanda, Almanya ve İtalya'da ilerliyorlar. Adayları Fransa'da bu yıl cumhurbaşkanı seçimi ikinci turuna yükseldi ve tek başına yüzde 35 oy aldı. İngiltere'nin AB'den çıkması fikrini ilk olarak popülistler ortaya atmıştı. Bu partiler sadece Türkiye'nin AB sürecine değil, AB'nin varlığına ve politikalarına karşılar. AB yanlısı partiler de bu partilerin eline daha fazla koz vermemek için Türkiye konusunda frene basmayı tercih ediyorlar. Hatta aşırı sağın söylemini kopyalayan merkez partiler var.
AB için bir diğer yeni sınama da bölgesel milliyetçilik. İskoçya, Katalonya, Güney Tirol veya Korsika gibi bölgelerde ayrılıkçılık ve otonomi talepleri nedeniyle siyasal krizler yaşanabilir. Avrupa için yeni bir deneyim olan bölgesel veya etnik milliyetçilik AB'nin genişleme sürecini olumsuz etkiliyor.
Brexit sonucu önemli
Ve, Brexit. Birleşik Krallık ile yürütülen AB'den ayrılma (Brexit) süreci de bundan sonraki genişleme süreçlerini doğrudan etkileyecek. Sürecin nasıl sonuçlanacağını henüz kimse bilmiyor. Fakat iyimser senaryo gerçekleşir ve AB'yi çevreleyen diğer ülkelere de uygulanabilecek bir ilişki modeli ortaya çıkarsa Türkiye gibi AB üyeliği garanti olmayan aday veya komşu ülkeler için yeni bir alternatif doğmuş olacak.
Sonuç olarak yeni yılda Türkiye-AB ilişkilerinde üyelik müzakereleri bağlamında gelişme beklememek gerekiyor. AB hükümetleri hem yukarıdaki nedenler, hem Ankara'nın başta Rusya ile yakınlaşma olmak üzere yürüttüğü dış politika hem de Mayıs 2019'daki Avrupa Parlamentosu seçimleri nedeniyle Türkiye dosyasını mümkün olduğunca düşük profilli yürütecekler.
Ankara için ise iki seçenek var: Üyeliğin görünür bir gelecekte ya da hiç mümkün olamayacağı gerçeğiyle yüzleşip, gerginliklere rağmen yine de üye olacakmış gibi siyasi ve ekonomik reformlar yapıp işi oluruna bırakmak veya yıllarca böyle beklemeyi reddedip üyelik sürecinden çekilmek ve (Brexit sonucunu da dikkate alıp) AB ile karşılıklı çıkar ve işbirliğine dayalı yeni bir ilişki modeli geliştirmek.
Kayhan Karaca / Strasbourg
Kayhan Karaca 20 yıldır Avrupa kurumlarında daimi akrediteli gazetecilik yapıyor. Strasbourg Avrupa Etüdleri Merkezi'nde (CEES-ENA) AB üzerine ihtisas yaptı. "Guarding the watchdog - the Council of Europe and media" ve "Turkish Founding Fathers of United Europe" adlı eserlerin yazarı. Avrupa-Türkiye ilişkileri üzerine hazırlanmış iki TV belgeselinin yönetmenliğini yaptı. Avrupa Konseyi, AİHM ve Avrupa Parlamentosu üzerine çalışan gazetecilerden oluşan Strasbourg merkezli "European Affairs Journalists Association" derneğinin de yönetim kurulu üyeleri arasında yer alıyor.
© Deutsche Welle Türkçe