Yaklaşık 20 yıl önce kurdukları un fabrikasıyla varlık içinde yaşarken ‘Onların malı haram’ söylentileri ve sonrasında gelen baskılarla Avrupa’ya kaçan Ezidiler’in boşalttığı Batman’ın Uğurca Köyü’ne, şimdi IŞİD teröründen kaçan Şengalli Ezidiler yerleşiyor. Köyün terk edilmiş okulu boyanırken, kamyonlar yeni yerleşim yerlerinin inşası için bölgeye beton taşıyor.
Milliyet gazetesinden Burcu Ünal, IŞİD’den kaçan 110 Ezidi’nin yerleştiği Batman’ın Ezidi Köyü Uğurca’ya giderek gördüklerini aktardı.
Burcu Ünal’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (10 Eylül 2014) tarihli nüshasında yayımlanan, “Yeniden Doğuş” başlıklı haber şöyle:
‘Yeniden Doğuş’
Ufka uzanan ovalarında hâlâ sonbaharın değil yazın kavurucu sarısı hakim olan Batman’ın Uğurca köyünün girişine geldiğimizde köydeki hareketlilik dikkatimizi çekiyor. Bir yanda köyün terk edilmiş okulu boyanıyor, diğer yanda kamyonlar boş bir alana eşit aralıklı dikdörtgenler şeklinde beton döküyorlar. Sadece 7 Ezidi’nin yaşadığı Batman’ın Uğurca köyündeki tüm bu hareketliliğin nedeni Şengal’den kaçarak buraya sığınan 110 Ezidi...
Fabrika köyün geçmişi gibi
90’ların ortasından itibaren neredeyse terk edilmiş bir köy görünümüne bürünen Ezidi köyü Uğurca’da hayat kaldığı yerden devam etmeye başlamış. Tüm köyde belediyenin de çabaları ile adeta seferberlik ilan edilmiş. Her şeyle tek tek ilgilenen ise 35 sene boyunca Uğurca’nın muhtarlığını yapmış, 30 Mart seçimlerinde görevini oğluna devretmiş Yusuf Tağay var. Tağay, aynı zamanda köy girişinde gördüğümüz büyük fabrikanın da ‘eski’ sahibi. 80’lerin sonu 90’ların başında 24 saat boyunca 3 vardiya ve 100 işçisi ile aralıksız çalışan, Güneydoğu ve Doğu illerinin neredeyse tamamında en fazla satılan un markasını üreten “Uğurca” un ve mercimek fabrikaları da köyle aynı kaderi paylaşıyor. Fabrikanın tarihine bakıp da aslında köyün de geçmişini okumak mümkün.
Tüm bölgeye un veriyordu
1983’te Yusuf Tağay ağabeyi Halil Tağay ile birlikte Uğurca’da bir un fabrikasının temelini atıyor. 4 sene süren inşaat sonunda fabrika 1987’de faaliyete geçiyor. Birden sadece Uğurca değil, civarındaki köylerde de yaşam değişiyor. Fabrikalar sayesinde çiftçilik dışında pek bir gelir kaynağı olmayan bölgede 100 kişiye istihdam yaratılıyor. Sonra Uğurca unu giderek nam salıyor. Fabrikanın önünden mal almaya gelen kamyonlar eksik olmuyor. Ağabey Tağay fabrikanın başında dururken, Yusuf Tağay da fabrikaya gerekli ürünlerin üretimi için işlenen tarlalarla ilgileniyor. O günlerde 70 hanenin bulunduğu Ezidi köyü, un fabrikası ile adını tüm bölgeye duyuruyor. Fakat birden her şey değişiyor. Çünkü birileri fabrikanın sahiplerinin Ezidi olduğunu halka ‘hatırlatıyor’. Ezidiler’den mal almanın, onların ürettiklerini yemenin haram olduğu söylentisi Yusuf Tağay’ın söylemiyle “Kötü söz hızla yayıldığı” için Kars’a kadar uzanıyor. Birden fabrika ürünlerini satamaz oluyor ve borç batağına batıyorlar. “Ben inkar etmem tefecilere kadar gittik o dönem” diyen Yusuf Tağay böylece borç üzerine borç almaya başladıklarını anlatıyor.
‘Baskılara direniyoruz’
Söylentiler ve ekonomik zorluk sadece un fabrikasını değil tüm Uğurca’yı sarsıyor. 1990’larda yaşanan siyasi çatışmalar, ekonomik sıkıntılar nüfusu Ezidi olunca köyü iki kat etkiliyor. “Şengal’deki büyük bir katliam ama burası da hep mücadele” diyen Tağay, kardeşlerini, çocuklarını korumak için yurtdışına gönderdiklerini söylüyor. Böyle böyle köyün nüfusu birer birer azalıyor ve neredeyse hemen hepsi Ezidiler’e ait olan o 70 haneden geriye tek bir hane içerisinde sadece 7 kişi kalıyor; Yusuf Tağay, eşi, ağabeyinin eşi, oğlu, gelini ve torunları... “Ben ölürüm yine de bu topraklardan gitmem. Burası bizim atamızın, babamızın toprağı. Biz ölürüz yine de bu toprağı bırakmayız. O yüzden eğer bu barış süreci de iyi giderse, bir gün bana bir şey olacak olsa çocuklarım, kardeşlerim yeniden gelip yerleşecekler buraya, buna mecburlar” diyen Tağay, tüm bu direncinin ardından bir de daha sonra bölgedeki bazı aşiretler tarafından sıkıştırılmaya başlandığını anlatıyor. “Ezidiyiz, dayanamayız gideriz diye bize de çok fazla baskı uyguluyorlar ama biz direniyoruz, gitmeyeceğiz” diyen Tağay’ın tek hayali fabrikasını yeniden işlenir kılmak. “Benim işçilerim bile hazır” diyen Tağay bir ortak bulsa ya da kredi çekebilse yeniden 100 çalışanı ile fabrikayı faaliyete geçirmenin hayalini kurarken bir yandan da son günlerde Şengal’den Uğurca’ya gelen 110 Ezidi’ye yeni bir hayat kurulması için harıl harıl çalışıyor.
Köy yeniden canlandı
Yusuf Tağay, belediyenin de yardımıyla 90’ların ortasında köyü bırakıp Avrupa’ya gidenlerin arkalarında bıraktıkları boşalan evlere Şengal’deki katliamdan kaçarak gelen Ezidilerin yerleşmesine yardımcı oluyor. 20 sene önce Ezidiler’in ‘daha fazla direnemeyerek, daha iyi imkanlar’ için boşalttıkları evlerde şimdi ‘daha fazla direnemeyerek, daha iyi imkanlar’ için Irak’tan kaçan Ezidiler oturuyor. Köy adeta onların gelişi ile canlanmış. Evlerin çatılarında asılı çamaşırlar, kapı önünde oynayan çocuklar, Yusuf Tağay’ın hiç durmadan çalan kapısı... Uğurca yeniden yaşayan bir köy haline dönüşmüş. Şengal’den kaçıp yıllar önce dindaşlarının boşalttığı evlere yerleşen Ezidiler ise kendilerine yeni bir hayat kurmanın yolunu arıyorlar.
Agit bebek umudun sembolü
Annesinin karnında, Şengal’e yakın bir Ezidi köyünden yola çıkan Agit ise yaklaşık bir hafta önce gözlerini işte bu evlerden birinde dünyaya açıyor. Etrafında olup bitenlerden bi haber küçücük ellerini havaya kaldırarak esneyen Agit, Uğurca’da yeniden yeşeren umudun sembolü gibi; hayatın aslında tam da her şey bitti derken nasıl yeniden başladığını anlatıyor.
Halil Hacı ile Bazın Kulira çiftinin 6. çocuğu olan Agit, IŞİD teröründen kurtulan şanslı Ezidi çocuklardan.
‘Çocuk ve yaşlılar susuzluktan öldü’
Herişamol ailesi de Uğurca’ya gelen ailelerden biri... Aile, 3 Ağustos’ta Şengal’den canını kurtarmak için çıktığı yolun Batman’da Ezidilerin tarafından boşaltılmış bir eve uzandığını bilmiyordu. 3 kardeşi ve 18 kişilik ailesi ile Şengal’den Uğurca’ya gelen Heri Herişamol’un yaşadıkları dehşeti anlatırken gözümüz henüz yürüyemeyen bebeğini kucağında tutan gözünden sicim gibi yaşlar süzülen genç kadına takılıyor. Herişamol’un kelimeleri, bu gözyaşları ile birleştiğinde yaşadıkları acıları ve zorlukları hissetmek maalesef hiç de zor olmuyor. Herişamol 2 Ağustos gecesi başlayan ‘maceralarını’ son derece soğukkanlı bir ses tonuyla şöyle anlatıyor: “Gece 2’de ağır silahlarla saldırı başladı. Biz de arabalarımızla yola çıktık. Bir de arabası olmadığı için bizimle aynı sırada yürüyerek yola çıkanların vardı ki bir daha hiçbirinden haber alamadık, cesetlerine dahi ulaşamadık. Büyük bir katliam. Yaşlıların kafasını kestiler. İbadethanelerimizi yaktılar. 11 gün Şengal dağlarında saklandık. Su yoktu, sadece kuru ekmek vardı. Çocuklara su içirebilmek için 3 saat yol gidiyor ve dönüyorduk. Bir çok çocuk ve yaşlı susuzluktan öldü. Daha sonra bölgedeki silahlı kişiler geldi, yolumuzu açtı. Onların açtığı ve gösterdiği yoldan ilerleyerek Roboski’den giriş yaptık. Oradan sonra bizi arabalara bindirdiler. Buraya getirdiler. Buraya gelince de Yusuf Amca bize evini verdi.”