17 Aralık soruşturmasını yürütürken dosyadan el çektirilen ve daha sonra açığa alınan savcı Celal Kara, yolsuzluk iddialarının odağındaki İranlı işadamı Reza Zarrab’ın hapiste olduğu dönemde “serbest bırakılmazsam konuşurum” dediği iddiasıyla ilgili olarak, “Ona dair bir duyum geldi. Hatta bir bakanın adliyeye gittiği, o oradayken adliye kameralarının kapatıldığı, içeride Sarraf’a ‘Biz seni kurtaracağız’ dediği duyumu geldi” diye konuştu. Cumhuriyet gazetesinden Can Dündar’a konuşan Celal Kara, “Zafer Çağlayan mı?” sorusuna, “Öyle geçti ismi. Ama benim bunu delillendirme imkânım yok. Sadece bir duyumdu” yanıtını verdi.
Savcılık sorgusu sırasında bakan çocuklarının tavrının sorulması üzerine Kara, "Süt dökmüş kedi edasındaydılar. Ben onları teskin ettim. Sert davransam iyice paniklerlerdi. Olabildiğince nazik davrandım. “Emniyet ifademizi tekrar ediyoruz” dediler. O kadar" diye konuştu.
Can Dündar'ın Celal Kara ile yaptığı söyleşi şöyle:
- Operasyondan sonra size iktidardan taciz olmadı mı?
Olaydan haberleri olunca benim endişem gerçek oldu: Üst düzey bazı siyasiler, “Bu savcı kimdir, neyin nesidir” diye açığımı aramaya başlamışlar. Bula bula bir nargile kafede herkesle otururken çekilmiş bir fotoğrafımı bulmuşlar. Hatta bir yetkili, “Ulan bi dansözle çekilmiş resmini de mi bulamadınız” diye kızmış. Aile mahremiyetlerine girildiğinden, karakter suikastı yapıldığından şikâyet edenlerin böyle bir açık aramalarını kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
- Görevden almaya kalkışmadılar mı?
Bunu ikinci gün denediler. O gün Başsavcıvekili Zekeriya (Öz) Bey’in odasına uğradım. Baktım milli ombudsman Nihat Ömeroğlu orada… Sıradan bir ziyaret değildi. Sonradan Öz’ün açıklamalarından, onun dosyayı benden alıp başkasına vermesini istediğini öğrendim.
- Öz size hiçbir şey demedi mi?
Demedi. O gün gidip başsavcı Turan Çolakkadı’yla konuştuğunu biliyorum. Çolakkadı biraz kızar gibi olmuş. Aslında bizim soruşturmaların hemen hiçbirini bilmez, bilmesi de mümkün değil. Ama burada işin içinde siyasiler ve çocukları olduğu için hassas tabii… Oysa ben bağlı olduğum büronun başındaki başsavcıvekiline haber vermiştim.
‘Yarım saat içinde göndermezsen…’
- Görevden alamayınca engellemeler çoğaldı mı?
Çoğaldı. Bir örnek vereyim: Operasyonda çok fazla dijital materyal toplanmıştı. Bunlara bilirkişi incelemesi lazım. İstanbul Emniyeti’nin Siber Suçlarla Mücadele Şubesi’nde çok yetkin bir kadrosu var. Bu elemanlardan bir bilirkişi heyeti oluşturabilmek için bana isimlerinin bildirilmesini istedim.
15 kişinin ismini bildirmek 5 dakikalık iş. Hadi 1 saat sürsün. 1 hafta, 10 gün geçti, haber yok. Şubenin başına 17 Aralık’tan sonra atanan müdür Faik Ozan Karadağ’ı aradım. “Niye göndermiyorsunuz” dedim. Çok lakayt ve laubali bir üslupla, “Üzerinde çalışalım” dedi. Neyi çalışıyorsun? Proje mi bu?
“Yarım saat içersinde göndermezsen hakkında resmi soruşturma başlatacağım” dedim.
Gene 4 saat geçti. Ben o esnada tutanak tuttum, yeni gelen savcı arkadaşlara gönderdim, ama onlar da, “Biz o konuşmaya şahit olmadık” deyip imzalamaktan imtina ettiler.
4 saat sonra faksla isimler geldi. 13 kişiden 8-10 kişilik bir heyet belirledim. Bu sefer de yeni atanan savcı Ekrem Aydıner, “Bu isimleri neye göre seçtin” diye sordu.
“Yahu” dedim “‘En iyileri bunlar’ dediler, yazdık. Hiçbirini tanımıyorum.”
İki gün de o imzalamayıp direnç gösterdi. Sonradan Siber Şube’deki müdürün bunu bilinçli ve kasıtlı yaptığını anladım.
- Nereden?
İzmir Liman Soruşturması sırasında Vali’yle Emniyet Müdürü arasındaki bir konuşma internete düştü. Orada Vali, Emniyet Müdürü’ne diyor ki:
“Savcı bir şey istediği zaman ‘Üzerinde çalışıyoruz’ diyeceksin, ama yapmayacaksın. İstanbul’da olan aynen bu.”
O günlerde Emniyet’teki şube müdürlerinin, son zamanlarda da Ekrem Aydıner’in böyle ciddi frenlemeleri vardı.
Takipsizlik kararı vahim bir skandaldır
- Sonradan Sarraf’ın mal varlığına konulan tedbir de kaldırıldı.
O karar, tam bir hukuk skandalıdır. Kahvehane ağzıyla yazılmış bir karardır. Çok vahimdir.
Suç gelirlerinin müsaderesine dayalı madde var: “Kazanç müsaderesi”; suçtan elde edilen kazancı müsadere edebiliyorsun. Hemen itiraz ettim:
“Şu şu şu gerekçelerle bu karar yerinde değildir” dedim.
İmza için Ekrem Aydıner’e gönderdim.
“Katılıyorum” veya “Katılmıyorum” diyecek.
“Ben okumadım ki dosyayı” dedi. İki gün oyaladı. İki gün sonra başsavcı değişikliği oldu. Yeni başsavcı, “İşbölümü değişikliği yapıyorum” dedi, dosyayı benden aldı.
Sonradan duydum, Aydıner mahkemeye yazı yazmış, “Takipsizlik kararı doğrudur, itirazımızı geri çekiyoruz” diye…
Ben şahsen böyle bir metnin bir hukukçunun kaleminden çıkabileceğine de, bu kararın savcılıkta yazıldığına da kani değilim.
Devlet 50-60 milyon dolar zarara uğratıldı
- Bu kararla kamunun uğradığı zarar ne kadar?
O kararla devlet en az 50-60 milyon dolarlık zarara uğratıldı. Öbürlerinin aldığı rüşveti saymıyorum. Bu, Sarraf’ın kendi payına düşen miktar… Buradan elde ettiği para 50 milyon dolarsa (tam miktarı araştırmanın sonucunda ortaya çıkacak) bunun teminatını sağlamak üzere mal varlığına tedbir koymak gerekmez mi? Bu bir tedbirdir ve itiraz yolu vardır. Bir üst merci, yerinde görmüyorsa kaldırır. Ben ileride, mal varlığından, onlarca milyon dolarlık müsadere talep edeceğim, “suç işlemek suretiyle edinilmiş gelirdir” diye... Sen o kararla bunun dayanağını ortadan kaldırıyorsun.
Parayı polis mi yerleştirdi?
- Paraları baskında polisin yerleştirdiği iddia edildi?
Abuk sabuk bir iddia… Süleyman Aslan’ın evindeki aramada 2 milyon 445 bin dolar, 2 milyon 520 bin Avro, 520 bin TL ve 990 pound çıkıyor. Bunlar kitaplıkta, ayakkabı kutusunda, banyodaki dolapta ve lifte ele geçiyor.
O kadar parayı polis nereden bulup da oraya koyacak?
Bir başkomiser, “O gün benim cebimde 25 lira vardı” demişti. Cebinde 25 lirası olan polis, o kadar parayı nereden bulacak da oraya koyacak? Sonra o para müsadere edilecek. Kim feda ediyor bu kadar parayı? Kimin cebinden çıkıyor?
Hem polis koydu ise takipsizlik kararından sonra paralar neden el konulanlara faiziyle birlikte iade edildi?
- ‘İmam hatip yapımı için yardım parası’ dendi?
Yardım parası ise banyodaki lifin içinde 50 bin doların işi ne? Böyle kutsallık atfederek masumiyet ve kanunilik intibaı vermeye çalıştığın yardım parası neden ayakkabı kutusunda saklanıyor? Koyacak çanta bulamadın mı? Evine getirilene kadar takip ettiğimiz rüşvet, kuryeyle teslim edilince niye eşin sevindirik olup “Yeşiller geldi” diye seviniyor?
Bu külliyetli miktar, yardım parası ise neden güvensiz olan evin yerine bankadaki bir kasada emaneten saklamıyorsun?
İnsan aklıyla alay eden gerekçeler!
‘Avro ile ödesek olur mu?’
Kamera kayıtlarında alırken tespit ettiğimiz parayı, gidip evinde buluyoruz; utanmadan, “Savcım biz bunun yardım parası olduğuna sizi ikna edemedik galiba” diyor.
Nesini edeceksin ya? Kapı gibi deliller var. Avro ile rüşvet alıyor. Hemen arkasından konuştuğu emlakçıya satın aldığı evin bedeli için “Avro ile ödesek olur mu” diyor.
'Bakan çocukları süt dökmüş kedi gibiydi'
- Üçüncü günün sonunda savcılık sorguları başladı? Siz hangilerinin ifadelerini aldınız?
Fatih Belediye Başkanı’nın, Kaan Çağlayan’ın, Barış Güler’in, Süleyman Aslan’ın ifadelerini bizzat aldım. Almaz olaymışım. Sonradan bir sürü yalan ve iftira üretildi.
- Bakan çocukları ne haldelerdi?
Biraz çekingenlerdi. Ama ben soruşturmanın hassasiyetine binaen hepsine ayakta “Hoş geldiniz” dedim, tokalaştım.“Buyrun” diye yer gösterdim. Normalde şüphelinin ifadesi ayakta alınır; ben dikkat ettim, “Oturun yorulmayın” dedim. Kâtibim de şahittir.
- Çocuklarda ‘Babamız bakan’ havası var mıydı?
Yok. Süt dökmüş kedi edasındaydılar. Ben onları teskin ettim. Sert davransam iyice paniklerlerdi. Olabildiğince nazik davrandım. “Emniyet ifademizi tekrar ediyoruz” dediler. O kadar.
- ‘Babamız nasılsa bizi kurtarır’ beklentisi var mıydı?
O gayretler zaten vardı. Nitekim 3 savcı, Fatih Belediyesi Anıtlar Kurulu dosyasından yeterli delil olan 21 kişiyi sevk ettik. Sadece 2’si tutuklandı. Fatih Belediye Başkanı serbest kaldı. Onlar dosyada 3 savcının göremediği bir şey mi gördü, bizde olmayan üstün hukuk bilgileriyle mi değerlendirdi, bilmiyorum. Bir savcı yanılabilir, ama 3 savcı imzayla, “Bunların tutuklanması için yeterli sebep var” diyor, sevk ediyor; 21 kişiden 19’u serbest… Burada bir tuhaflık yok mu sizce?
Adliyenin önü Ankara plakalı araçlarla doluydu
- Ankara mı müdahale etti?
Sorguların yapıldığı 4. gün, adliyenin önü Ankara plakalı arabalarla doluydu. Adeta Ankara, Çağlayan’a çıkarma yapmıştı.
- Ama Erdoğan, ifade alış biçiminizi eleştirdi. El cepte, ‘İki dakika süren var, anlat ve çık. Gelsin şimdi efendileriniz sizi kurtarsın’ dediğinizi iddia etti.
Külliyen yalan. Zaten insan koltukta otururken ellerini nasıl cebine soksun? Olabildiğince sakin ve nazik davrandım.
Mustafa Demir’e “Vurgulamak istediğiniz şeyler varsa alayım” dedim. O anlattı. Özeti bile 25 dakikaya yakın sürdü.
‘Utanmadan iftira atıyor’
- Ne anlattı?
Arama sırasında, masasının çekmecesinde bulunan dolar hesap cüzdanı vardı. 2.3 milyon dolara yakın bir para… Bir yıl içinde miktar ve vade açısından düzensiz para giriş-çıkışları var.
Soruşturmayı yürüten büro amiri, “Savcım böyle bir şey var, sorduk cevap veremedi” diye getirmişti. İlk sorduklarında “Maaşımla geçiniyorum” demiş. Dolar hesabı sorulunca avukatı itiraz etmiş, “Yok, dolar olamaz”, “Yok, virgül hatası vardır” diye… Hesap cüzdanı gösterilince de “Hık mık” etmiş.
İfade hazırlığı yaparken, aşağıdaki Vakıflar Bankası’ndan cüzdandaki hesap dökümünü istedim. Kapalı zarfta geldi. Para hareketleri tıpatıp orada da görünüyor.
“‘Maaşımla geçinirim’ diyorsunuz ama yaklaşık 2.3 milyon dolarlık bir para var burada, nedir” diye sordum.
Cevap veremedi. Tabii orda ben bunun muhakemesini yapacak değildim. Dediğini zapta geçtik. Zaten teknik takiplerde de vardı; “1.5 milyon doları verdik, hâlâ işi halletmiyor” diye...
- Ne kadar sürdü ifadeleri?
Her bir ifade 22-25 dakika sürmüştür. Öyle “2 dakikada anlat çık” demedik. Ekstra nezaket gösterdik ki gölge düşmesin soruşturmaya... Utanmadan iftira atıyor. Öyle eli cepte ifade almak, “Gelsin efendileriniz kurtarsın” demek gibi hataları 18 senelik değil, 18 günlük savcı bile yapmaz. Zaten Mustafa Demir’in avukatı da “Ben öyle bir şey duymadım” diye yalanladı.
Amaç, soruşturmanın tarafsız yürütülmediği izlenimi verip dosyayı benden almaktı. Ben o gün fark ettim bunu...
‘En acemi savcı bile anlatamaz’
- Kimlerin tutuklanacağına nasıl karar verdiniz?
İfadeler bitti. En az iki savcının imzasıyla “Sevk mi serbest mi” kararı verilecek. Bazı TOKİ şüphelilerinin durumunu tartıştık.
Mustafa Erol bir şey demeden kenarda oturuyor.
Mehmet Yüzgeç, Ali Ağaoğlu gibi başrolde olan ve delillerin sağlam olduğunu düşündüğü şüphelilerin tutuklanmasını istiyor.
Dosyanın esas savcısı Ekrem Aydıner “Adam sistemin açıklarını değerlendirmiş” falan diyor.
Biz, Aydıner’le yan yanayız ayakta…
Birden bana döndü, elini omzuma koydu: “Ben o dosyayı biraz okudum kardeşim. Midem bulandı, gerisini okuyamadım. Kimi istiyorsan sevk et, ben altına imza atacağım” dedi.
Böylece iki imza tamamlanınca dönüp savcı Mustafa Erol’a sordum. “Siz imzalıyorsanız ben de imzalarım” dedi.
Ben, “Şunlar, şunlar sevk” dedim.
Hemen altına imza attılar. 14 kişiyi tutuklamaya sevk ettik ve hepsi tutuklandı.
Sonradan bu şahıslarla ilgili takipsizlik kararı yazılıyor ve yine altına imza atıyorlar. Ama o kararın adliyede yazıldığını düşünmüyorum. Bir savcının kaleminden öyle bir takipsizlik kararı çıkamaz. En acemi savcı bile, 4 sayfa boyunca, Sarraf’ın, yaptıklarıyla Türkiye’nin cari açığını nasıl kapattığını anlatamaz.
- Kim yazdı öyleyse?
Ben o metni bazı avukatların yazdığından şüpheleniyorum.
Adliyede kameralar kapatıldı ve...
-Sarraf’a “Hükümeti suçla, seni serbest bırakalım” dediğiniz iddia edildi.
Öyle bir şey yok. O iddiayı ne zaman gündeme getirdiler? Rıza Sarraf içerideydi. Avukatı aracılığıyla ifade vermek istediğini söyledi. Ama aynı zamanda, “Benim 3.5 santimlik kanser tümörüm var, içeriye girince bu 4.5 santime çıktı, tedavi olmam lazım” dedi.
Ben, “Böyle bir pazarlığı kabul etmem” dedim, “… seni kimsenin itiraz edemeyeceği bir üniversite hastanesine sevk ederiz, bilirkişilerden bir heyet kurarız. İddianı doğrularlarsa, ciddi bir kefalet öngörerek mahkemeden izin isteyebilirim. Ama bunun karşılığı olarak ifade verme pazarlığını asla kabullenmem.”
Zaten onun konuşmasına ihtiyacım yok ki, dosyada yeterince delilim var.
İfadeye gelecekti, yüzde 99 ihtimalle şöyle oldu: Sarraf’la avukatı bunları konuştu. Bu konuşma dinlendi. Havuz medyaya servis edildi. Oradan “Böyle dedi” diye lanse edildi. Bu, çok saçma bir algı operasyonuydu, o ama maalesef bundan dolayı da ifadeye çağrılması gecikti.
- Sarraf’ın dışarıya haber yollayıp “Beni buradan kurtarmazsanız konuşacağım” dediği de söylendi.
Ona dair bir duyum geldi. Hatta bir bakanın adliyeye gittiği, o oradayken adliye kameralarının kapatıldığı, içeride Sarraf’a “Biz seni kurtaracağız” dediği duyumu geldi.
- Zafer Çağlayan mı?
Öyle geçti ismi. Ama benim bunu delillendirme imkânım yok. Sadece bir duyumdu.
Fezleke nasıl yoldan çevrildi?
- Polis fezlekesinin de imzalanıp imzalanmadığı tartışma konusu oldu.
4. gün Emniyet’ten bir telefon geldi; “Savcım fezlekeyi buradan çıkarttırmıyorlar” diye... Öğlen olmuş, görevden alınanların yerine atanan yetkililer, polis fezlekesini imzalayıp savcılığa göndermiyorlar.
Zaten bende var fezleke… Sadece “Aramalarda şunlar ele geçti, savunmalarında bu dendi” diye eklenecek, o kadar…
Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne yeni atanan Hakan Sıralı’yı aradım:
“Neden göndermiyorsunuz fezlekeyi” dedim.
“Ben daha okumadım” dedi. “Ne zaman okuyacaksınız” dedim.
“Önce yardımcım okuyacak, her sayfasını paraflayacak, sonra bana gönderecek, ben okuyacağım, imzalayacağım, ondan sonra gider” dedi.
“Kaçıncı sayfada yardımcın” diye sordum; 504 sayfalık fezlekenin 10. sayfadasındaymış.
Direniyorlar göndermemek için; amaç, gözaltı süresini doldurmak; çok bariz belli bu...
“Sizin okumanızı mı bekleyeceğiz” dedim.
“O zaman ben okumadığıma dair tutanak tutayım, öyle göndereyim” dedi.
“Bu yaptığınız, adli görevi ihmal ve kötüye kullanmadır. Hakkınızda soruşturma başlatırım. Nasıl istiyorsanız öyle tutanak tutun ama hemen gönderin” dedim.
Bir tutanak tutmuşlar, imzalamışlar, fezlekeyi ekleyip yollamışlar.
Komiser Hüseyin Korkmaz fezlekeyi bana getirirken yolda telefonla arayıp, “Geri getirin” demişler.
Ama o, benden aldığı talimat gereği fezlekeyi bana getirdi. O şekilde almış olduk.