Handelsblatt gazetesinde, Avrupa Birliği'nin Ukrayna krizindeki tutumu ele alınıyor:
“Avrupa Birliği'nin Rusya'ya yönelik yaptırım politikası, ‘ekonomik bir savaşa doğru minik adımlarla ilerlemek' şeklinde karakterize edilebilir. Brüksel ile AB ülkeleri bir ileri, iki geri gidiyor. Avrupa Birliği ülkelerinin Kremlin'e karşı sert bir politika izleme konusunda bu kadar bölünmüş olması şaşırtıcı değil. Kremlin'in Ukrayna krizinde bir çözümden ziyade, doğu ve güney bölgelerinin ileride Rusya'ya bağlanma hedefiyle Ukrayna'dan kopmasını istediği endişesi de büyük. Durum madem böyle, o zaman minik-adım politikasına değil, sert yaptırımlara ihtiyaç var.”
Volksstimme gazetesinde aynı konudaki yorumda da Avrupa'nın tutumu eleştiriliyor:
“Ukrayna krizinde gerginliğin yatıştırılmasının anahtarı Moskova'da değil, Kiev'de. Ve burada şu an ABD de muhatap haline gelmiş görünüyor. Bu AB'nin menfaatine olamaz. Avrupalılar, geçici hükümetteki tecrübesiz aktörler üzerinde nüfuz kurmayı başından beri başaramadı. Ayrılıkçılara karşı yürütülen askeri operasyon bir an önce durdurulmak zorunda. Her kurban, krizi daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Kiev'i bu çizgiye getirmektense, Washington araya girdi, olası feci sonuçlarıyla birlikte. Ukrayna'da Kiev yönetiminin silahlanmaya çağırdığı ulusal gönüllülerin yanında, Moskova yanlısı güçlere karşı savaşan paralı Amerikan askerleri, ülkeyi bir daha hiç söndürülemeyecek bir yangına sürükleyebilir. AB dışişleri bakanları ne yapıyor peki? Putin'e karşı hiçbir işe yaramayacağı baştan belli olan yeni yaptırımların kararlaştırılmasını istiyorlar. Ukrayna'yı hızlı bir şekilde barışa kavuşturabilecek bir strateji böyle olmaz.”
Frankfurter Allgemeine Zeitung'da, Ukrayna'nın doğusunda pazar günü düzenlenen referandumun bazı siyasi sonuçları olabileceğine ilişkin bir yorum göze çarpıyor:
“Ukrayna'nın doğusundaki sözde bağımsızlık referandumundan sonra gayet objektif bir bakış açısıyla şu saptamada bulunmak gerek: Bu ülke, bölünme ve dağılma tehlikesinin gerçekliğe dönüşmeye başladığı bir noktaya ulaştı. Oylamanın cereyan ettiği koşullar hiçbir hukuk devleti denetimine tabi olmasa da gayrimeşru sayılsa da durum böyle. Bu bakımdan, uluslararası toplumun referandumu reddetmesi ve Kiev yönetiminin tepkisi oldukça yerinde. Ancak, doğudaki Rus kökenli halkın Kiev'den ayrılma isteği pazar gününden sonra daha güçlü bir siyasi dayanağa kavuştu. Rusya, halkın iradesinin tezahürüne saygı gösterilmesini ve bunun şiddet yoluyla değil diyalog yoluyla gerçekleştirilmesini istiyor.”
Die Welt gazetesi ise Nijerya'da nisan ayında 276 kız çocuğunu kaçıran radikal İslamcı Boko Haram örgütü ile ilgili bir yoruma yer veriyor:
“Radikal İslamcı örgüt Boko Haram tarafından kaçırılan 200'den fazla kızın hikâyesi, tam bir fiyasko tablosu. Devlet başkanının, bu zalimce kaçırma eylemi gerçekleşmeden dört hafta önce kızların ne tür bir tehlike içinde olduğunu bilmesi gerekirdi. Afgan Talibanı'nın izinden giden Taş Devri İslamcılarının, 2009 yılında Müslümanların çoğunlukta olduğu kuzeyde haince silahlı radikal eylemler düzenlemeye başlamasından bu yana 6 bin kişi canından oldu. Kaçırılan kızların dramı dünya çapında tepki çekti, öfke ve şaşkınlık yarattı. Devlet Başkanı Jonathan, bu acemice kriz yönetiminin kendisine ve itibarına ne denli zarar vereceğini bilseydi, muhakkak daha hızlı davranırdı.”