Münchner Merkur gazetesi, büyük tartışmalara ve tepkilere yol açan CIA raporuna değindiği yorumunda şu görüşlere yer veriyor:
“Teröre karşı ölçüsüz mücadelesi sırasında inanırlığını yitiren, ama aynı zamanda kendisini özgürlük ve insan hakları şampiyonu olarak ilân eden süper güç ABD, inanırlığını yeniden kazanmak istiyorsa bu iç arınma sürecinden geçmek zorundaydı. Tüm eleştirilere rağmen ABD’ni Çin ya da Rusya gibi dikta rejimi ile ya da otoratik yönetilen devletlerden ve de nefret nidalarının şu sıralarda göğe erdiği kimi İslamcı ülkelerden ayrı kılan şey, yapılanları bütün çıplaklığı ile açıklama iradesi ve gücünün varlığıdır. Amerikan yasalarına göre suç kapsamına giren işkence uygulamaları yargı önüne de götürülebilseydi, o zaman işlediği suçun bilincinde olan bir ulusun imajı daha da inandırıcı olurdu. Burada kullanılan ‘zaman aşımı’ kavramı, bir ayıbı örtmekten başka bir işlev görmüyor!”
Bonn'da yayımlanan General-Anzeiger gazetesinin aynı konudaki yorumunda da son derece eleştiriler görüşler dikkat çekiyor:
“ABD'den, Almanya'yı sanal casusluk faaliyeti ile gözetlemekten vazgeçmesini istemekten çok daha fazla şeyler talep etme zamanı artık gelmiştir. Washington'ın partnerleri, bu ülkenin yöneticilerinden ortak etik standartlarına uyması için bağlayıcı yükümlülük üstlenmesini istemelidirler. Bunun bir parçası da haliyle işkence uygulamalarından vazgeçmektir. Zira, Başkan Obama'dan sonra gelecek olan yeni başkanın, Obama'nın selefi gibi insafsız ve ilkesiz politikalar uygulamayacağının garantisini kim verebilir ki?”
Almanya'ya geçiyoruz… Başbakan Angela Merkel’ın lideri olduğu Hristiyan Demokrat Birlik partisinin Köln kentindeki 27'nci kongresi dün akşam sona erdi. Frankfurter Rundschau gazetesinin yorumunda kongre sonuçlarına ilişkin şu satırları okuyoruz:
“Parti kongresinde ülkenin iç güvenliğine ilişkin olarak alınan kararda 9 sayfa boyunca eski ve tanıdık ‘güçlü devlet’ kavramına değiniliyor. Hatta Hristiyan Demokrat Birlik, 19'uncu yüzyılın otoriter demokrasi düşmanlarının ve 20'nci yüzyılın Amerikan komünist avcılarının o uğursuz kavramı olan ‘kışkırtmalar’ sözcüğünü bulup çıkartıyor. ‘İslamcı kışkırtmalara göz yummayacağız’ deniliyor. Reel olarak var olan güvenlik tehlikeleri, güçlü devlet yandaşları tarafından o kadar silik bir biçimde tasvir ediliyor ki, sanki sadece yoğun baskı önlemleriyle engellenebilirmiş gibi bir izlenim yaratılıyor. Bu tür güvenlik politikalarının tabii ki çok değerli bir avantajı da var: Aşırı eğilimler ve şiddetin nereden kaynaklandığı konusu ile ilgilenmeniz hiç gerekmiyor!”
Frankfurter Allgemeine Zeitung ise yorumunda Hristiyan Dekmokrat Birlik’in ‘güçlü devlet’ talebini farklı bir açıdan değerlendiriyor:
“Hristiyan Demokrat Birlik kendini hayallere kaptırmasın! Güçlü bir devlet öyle ucuza sahip olunacak bir şey değil. Gerekli olan mutlaka yasalar değildir, güvenlik güçlerinin sokaklarda daha fazla boy göstermesi, soruşturmaların ve davaların hızlı ve esaslı bir biçimde yürütülmesi, yani daha fazla ve iyi personele sahip olmaktır. Hem polis, hem de adalet makamlarında… . Ancak ‘güçlü devlet’ talep etmek sadece eldeki araçlardan biri değil, daha ziyade bilirli bir duruş anlamına da geliyor. Yaşam biçimi, dünya görüşü, kökeni ne olursa olsun, güçlü devlet herkesi korumakla yükümlüdür; kimseye yukarıdan bakamaz. Resmi makamlarda görevli, ya da sokaklarda devriye gezen kimi personelin de bunu öğrenme sürecinden geçmesi gerekecek. Eskiden ne denirdi bizde? Polis: dostun ve yardımcın! Kim bu özellikleri kişiliğinde birleştirerek sokağa çıkıyorsa, o kişi saygıyı da hak ediyor demektir.”