Gündem

10.02.2014 - Alman basınından özetler

Seçtiğimiz yorumlar, İsviçre’deki halk oylamasının sonucu ile Türkiye’de internete kısıtlamalar getiren yasaya ilişkin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün tavrını mercek altına alıyor.

10 Şubat 2014 13:58


İsviçre’de pazar günü yapılan halk oylamasında -resmî olmayan ilk sonuçlara göre- seçmenlerin yüzde 50’den fazlası ülkeye gelecek göçmenlere kota uygulanmasını istedi. Sağ popülist İsviçre Halk Partisi'nin “Kitlesel Göçe Karşı İnisiyatif” adlı girişimi, referandumu gündeme getirmişti. Alman basınında referandum sonucu bugün çok geniş yer tutuyor. Süddeutsche Zeitung'un yorumunda şu satırları okuyoruz:

“İsviçre, ülkeye gelecek göçmenler konusunda ikiyi bölünmüş durumda. Her ne kadar halk oylamasının sonucunda kıl payı bir fark rol oynamış olsa da, bu sonuç ‘kitlesel göçe’ karşı olanların başarı hanesine yazılmıştır. Brüksel’de ve öteki AB başkentlerinde İsviçre’deki bu referandum sonucu yıkıcı bir etki yaratacaktır. İsviçre’den Almanya’daki Hıristiyan Birlik partilerine bir sinyal verilmiş ya da bir uyarı işâreti çıkmış olabilir.”

Hannoversche Allgemeine Zeitung referandum sonucuna eleştirel yaklaşıyor:

“Avrupa karşıtı bu sonuç, biraz kabaca söyleyecek olursak, ilkel ve geriye dönük. İsviçreliler kendi anlayışları uyarınca bu tür bir sınırlamaya giderken, diğer Avrupalıların dostane bir biçimde çeşitli ürünler ve hizmet sektörü için sınırlarını onlara açmaya devam etmelerini bekleyemez. İsviçre zaten çok uzun zamandan beri işin kaymağını yeme gayretinde. İsviçre bankaları Alice Schwarzer'den Uli Hoeneß'e kadar tüm zengin Almanlara kucak açıyor. Ama iş Avrupa çatısı altında ortak kurallar bulmaya ya da dayanışma göstermeye gelince, İsviçre hep AB üyesi olmadığını vurguluyor ve Avrupa kurumları ile arasında mesafe bulunduğunu ileri sürüyor; sanki güneşten çok uzaklarda, uzayın derinliklerinde gezinip duran, sönmüş Plüton gezegeniymiş gibi. Bu gerçek dışı politikanın geleceği yok; daha şimdiden oylamanın kıl payı çıkması da zaten bu güzel ülkenin ne kadar cepheleştiğini ortaya koyuyor.”

İsviçre Avrupa Birliği ile 1999 yılında bir serbest dolaşım anlaşması imzaladı. Ve İsviçre Avrupa Birliği üyesi olmasa da o tarihten bu yana Avrupa Birliği vatandaşları herhangi bir kısıtlama olmadan bu ülkeye seyahat edebiliyor. Pazar günü yapılan referandumda işte ülkeye bu kitlesel göçe hayır sonucu çıktı. Stuttgarter Zeitung'un yorumu da şöyle:

“Bu halk oylamasından sonra İsviçre hakkında dar görüşlü, egoist dağ halkı şeklinde yanlış birtakım önyargılar gündeme yeniden gelebilir. Ama bu işin kolayına kaçmak olur. İsviçre’nin yaklaşık 8 milyonluk nüfusunun yüzde 23’ü yabancı. Almanya’da bu oran yüzde 9 civarında. Ülkeye kitlesel göçün endişelere, özellikle de ekonomik açıdan korkulara yol açtığını kim inkâr edebilir ki? İsviçre’yi öfkelendiren ‘sosyal turistler’ değil. Onları öfkelendiren, ülkede kiraların yukarı fırlamasına sebep olan yüksek vasıflı zengin kesim ile dolgun asgari ücretle çalışan İsviçrelilerin iş bulmasını zorlaştıran, düşük ücretlere çalışmaya hazır olanlar. Peki ya sınır aşırı çalışmaya gelenler? Meselâ İsviçre’de iyi ücretli işlerde çalışmaya gelen çok sayıda Alman? Onlar birdenbire İsviçre’yi Romenler ya da Bulgarların gözüyle görmeye başlayacak, bu da onlar açısından yeni bir tecrübe olacak.”

Türkiye’de internete yeni düzenlemeler getiren yasanın meclisten geçmesinden sonra hafta sonunda İstanbul ve Ankara'da yeniden protestolar düzenlendi. Hafta sonunda Alman medyası da protesto gösterilerini yoğun bir biçimde duyurdu. Badische Neueste Nachrichten gazetesinin yorumunda şu görüşler göze çarpıyor:

“Erdoğan hükümeti yaklaşık iki aydan bu yana yolsuzluk suçlamaları nedeniyle yoğun baskı altında bulunuyor. İnternette neredeyse her gün kısmen Erdoğan’ı da kişisel olarak hedef alan yeni suçlamalar ortaya çıkıyor. Bir Türk gazetesi, bu durumda hükümetin gereksinim duyacağı en son şey interneti sansürlemeye çalışma suçlaması olurdu diye yorumda bulunuyor. Ama Erdoğan zihinlerde tam da bu izlenimi yaratıyor. Yeni internet yasası, mahkeme kararı olmadan internetteki yayınların karartılması için makamlara yetki veriyor. Erdoğan alışılmış kaba üslubuyla sansür suçlamalarına karşı çıkıyor. ‘Yasadaki düzenlemeleri protesto edenler, internetteki pornografik ahlâksızlıkları izlemek için karşı çıkıyorlar’ şeklinde konuşuyor. Peki Erdoğan neden böyle yapıyor? Arzu etmediği internet içeriklerini ve devlete yönelik eleştirileri bir sürü para ve gayret sarf ederek bastıran Çin'i Türkiye'ye örnek almak istediğinden mi? Hayır, Erdoğan bunu istemiyor. Onun derdi internet, pornografi ya da Türkiye’yi dijital anlamda dış dünyadan izole etmek değil. Onun derdi önümüzdeki seçimler. Erdoğan interneti yasaklamak değil, interneti kontrolü altında tutmak istiyor. Ve buna seçim kampanyaları sırasında her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor.”

Neue Osnabrücker Zeitung, yorumunda konuya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün perspektifinden yaklaşıyor ve yeni yasanın Gül ile Erdoğan arasında kırılma noktası oluşturulabileceğinden yola çıkıyor:

“Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan daha liberal pozisyonlara sahip olduğunu çoğu kez ortaya koymuştur. Örneğin Erdoğan’ın sulandırmaya çalıştığı hukuk devleti prensipleri konusunda birkaç kez uyarıda bulundu. Ancak Gül eski yol ve parti arkadaşı ile köprüleri nihaî olarak atmaktan şimdiye kadar kaçındı. Ne var ki Erdoğan’ın girişimiyle başlatılan yeni internet yasa tasarısı, Gül’ün kamuoyu önünde bu konudaki rengini belli etmesini dayatabilir. Zira Cumhurbaşkanı bu yasayı veto ederek, durduracak tek mercii konumunda. Ancak mevcut durum Gül’ü iki açıdan sıkıştırıyor. Eğer yasayı onaylayacak olursa Türkiye’de düşünce özgürlüğü biraz daha kısıtlanmış olacak. Ayrıca Gül’ün de hukuk devleti için mücadele eden temiz adam imajı da çizilmiş olacak. Diğer yandan Gül eğer liberal pozisyonlarına sadık kalıp yasanın altına imza koymayı reddedecek olursa, o zaman da sadece Erdoğan ile köprüleri atma tehlikesini değil, iktidar partisi AKP’nin bölünmesi tehlikesini de göze almış olacaktır. Mart ayındaki yerel seçimlere az bir zaman kala ve yazın yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde böyle bir şey hem parti, hem de Gül açısından felâket olur. Anketler daha şimdiden seçmenin sadece yüzde 36’sının bir kez daha AKP’yi seçebileceğini gösteriyor. 2011 yılındaki genel seçimlerde bu oran yüzde 50'ye yaklaşıyordu. Gül'ün Erdoğan’dan başbakanlığı devralması planları da riske atılmış olacak.”