Gündem

10 gazeteden 16 yazar gündem için ne dedi?

Akif Emre Mısır'da Nobel ödüllü darbecilerin liberal, demokrat mesajlarıyla yaldızlanmış operasyon sonucu Mursi'nin askeri darbeyle devrilmesinin etkileri sanılandan büyük olacak

06 Temmuz 2013 10:39

Yeni Şafak’tan Ali BayramoğluAkif EmreZaman’dan Ali BulaçŞahin AlpayRadikal’den Murat YetkinFehim TaştekinTaraf’tan Yüksel TaşkınMurat BelgeHürriyet’ten İsmet BerkanYalçın DoğanMilliyet’ten Fikret BilaFuat KeymanStar’dan Mensur AkgünVatan’dan Ruhat MengiCumhuriyet’ten Mümtaz Soysal ve Sabah’tan Mehmet Barlas, gündem ve Mısır’da yaşanan ordu müdahalesi hakkında değerlendirmelerde bulundu.

İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:

 

Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak
Tarla fareleri yuvalarından çıkarken

Yeniden bir kutuplaşma yaşadığımız aşikar…
Günlerdir bu kutuplaşmanın bir cephesine değiniyor, iktidar alanını koruma refleksinin yaratığı vehimler ve otoriter dilin tehlikelerinden söz ediyorum…
Peki öte yaka, cephenin öte tarafı?
Bu tarafta, meşruiyet sınırları içinde yapılan eleştiriler, doğal, kaçınılmaz talep ve itirazlar dışında, bunların arasına, arkasına gizlenen, fırsat bulunca ortaya çıkıp taş atan kararmış yüz var.
Gezi olaylarıyla ortaya çıkan bu yüz, şimdi Mısır'daki askeri darbeyle iyice azdı.
Darbe kelimesini dahi kullanmadan ya da bir kaç şeytan kovma misali bir kaç giriş cümlesinden sonra, Mısır'ı Türkiye'ye, Mursi'yi Tayyip Erdoğan'a, Tahrir'i Gezi'ye benzetme çabaları, oraya özenmeleri, bu konudaki iştihaları iç bulandırıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Akif Emre – Yeni Şafak
Apolitik karşı darbe
Mısır'da Nobel ödüllü darbecilerin liberal, demokrat mesajlarıyla yaldızlanmış operasyon sonucu Müslüman Kardeşler'in desteklediği Mursi'nin askeri darbeyle devrilmesinin etkileri sanılandan büyük olacak. Mısır'da bu ana kadar kendilerine karşı yapılan silahlı saldırı ve provakasyonlara, seçimle geldikleri iktidarın silah zoruyla gasp edilmiş olmasına, ülkedeki en büyük örgütlü toplumsal güç olmalarına, liderlerinin uyduruk gerekçelerle tutuklanmasına rağmen İhvan kitlesinin vakur duruşunun bir anlamı olmalı… İhvan çizgisini, mücadele yöntemini, siyasal tutumlarını ister destekleyin ister temelden karşı olun, kabul etmek zorundayız ki, onlar Mısır'ın gerçek sahibi olma bilinciyle hareket ettiler şu ana kadar. Ancak haksızlığa uğramış kitlelerin tepkileri sokağa çıkmışsa her zaman kontrol edilemez. Mısır'ı kanlı bir kaosa çekecek provokatörler kadar kontrol dışı grupları, tetikçilerin de her an devreye girme ihtimali durumunda ülkenin 'Cezayirleşmesi'nin sorumluluğunu kim alabilir?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Ali Bulaç – Zaman
‘Allah sabredenlerle beraberdir!’
Müslüman Kardeşler 85 yıllık büyük bir toplumsal hareket. Dünyada “Sosyal İslam”ın en iyi örneklerinden biri. Tüm İslam dünyasına yayılmış ve merkezi Mısır’dır. Kuruluş misyonu toplumu ahlakî, sosyal ve manevî yönden takviye etmek, yani sivil amaçlı. Zaman zaman yerinde, zaman zaman isabetsiz de olsa siyasetle ilgilendi. Ancak çift kutuplu bir dil kullanmadı; gizli ajandası olmadı; siyaseti reddederken gırtlağına kadar siyaset yapma kurnazlığına iltifat etmedi. Fırsat bulduğunda bazı üyelerini seçime soktu, bulamadığında kenarda durmasını bildi. Müslüman Kardeşler, hiçbir zaman şiddet ve teröre başvurmadı. Kendini zaptedemeyip silahlı mücadele veya teröre yeltenenlerle açık bir biçimde yollarını ayırdı, meşruiyet dairesinden çıkmadı.
Sürgün hayatı yaşayan elemanlarının önemli bir bölümü Körfez monarşilerinde yaşamak zorunda kaldılarsa da entelektüelleri, kanaat önderleri krallıklara, monarşilere cevaz vermedi, otoriter rejimleri savunmadı. Bunun tek bir istisnası var, o da Allah rahmet etsin Suud Kralı Faysal idi. Faysal kraldı, ama bölgenin İslam’la dirileceğini biliyor, bu konuda İhvan’a güveniyordu. Rahmetli Seyyid Kutup’un tefsirini radyodan veriyordu. Anti Amerikancıydı, anti emperyalistti. 1973 petrol ambargosunda kendisiyle görüşmek isteyen Kissinger’i Riyad’da değil çölün derinliklerinde bir çadırda kabul etti. Kan ter içinde birkaç günde Kral’a ulaşabilen Kissinger “Ekselans beni niye buralarda kabul ettin?” diye sorduğunda şu cevabı verdi: “Biz bu çöllerden şehirlere geldik, petrole ihtiyacımız yok, gerekirse buralara dönebiliriz. Ama siz petrolsüz yapamazsınız.” Kissinger o saat Kral Faysal’ı küresel mafyanın listesine kaydetti. Bugünkü krallıklar, liberaller, solcular, milliyetçiler ve dünyanın mütegallibe güçleri, darbecilerin finansörü ve destekçileri. Mısır Selefileri, Ezher ve Kıpti Kilisesi’nin payına ise utanç düştü.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Şahin Alpay – Zaman
Mısır’da asker niçin müdahale etti?
Ders çıkarmak için de sorulacak soru şu: Bu müdahale niçin oldu?
Görebildiğim kadarıyla yol açan etkenler şunlar: Mursi’nin ve başında olduğu (Müslüman Kardeşler’in siyasi kolu) Özgürlük ve Adalet Partisi (ÖAP) iktidarının, bizde AKP’nin en azından 2011 seçimlerine gelinceye kadar izlediği, bütün halkın partisi olma çabasına benzer bir arayış içine gireceği ve giderek Müslüman Demokrat (yani İslam inancı ve değerleriyle özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin ilkelerini birleştiren) bir çizgide evrileceği umuluyordu. Müslüman Kardeşler’in, laik milliyetçi diktatörlükler altında onyıllarca baskı altında tutulmuş olmasına rağmen, içinden çıkan çeşitli radikal akımların peşinden gitmeyerek, barışçı ve giderek demokrasiye bağlı bir çizgi geliştirmeyi başarmış olması; halktan gördüğü yaygın desteği götürdüğü çeşitli hizmetlerle, diktatörlüğe karşı çıkmasıyla kazanması, bu umutları besliyordu.
Ama ne yazık ki, bu umutlar gerçekleşmedi. Göreve geldiği gün, “Bütün Mısırlıların Başkanı” olacağını vaad eden Mursi, ne yazık ki giderek halkı (kendisinden yana ve karşı olanlar şeklinde) ikiye bölen, kutuplaştıran bir tavır içine girdi. Halkın şikayetçi olduğu temel, ekonomik sorunlara, işsizliğe ve yoksulluğa çare aramak yerine, dindar ama inancını kendi seçtiği gibi yaşamak isteyen bir halka kendi din anlayışını dayatmaya öncelik verdi. Mursi, geçen kasım ayında çıkardığı kararname ile kendisine yeni anayasa kabul edilene kadar, yargı denetimini etkisiz kılacak ölçüde olağanüstü yetkiler tanımaya girişti. Yaptığı atamalarla askeri ve yargıyı yedeğine aldığına inandı. Aralık ayında, taslağı uzlaşma ile değil dayatma ile hazırlanan ve halkın sadece yüzde 32’sinin katıldığı bir referandumla kabul edilen anayasa, ifade özgürlüğünü, kadınların ve azınlıkların haklarını kısıtlayıcı maddelere yer verdi. Bunlar, toplumdaki kutuplaşmayı tırmandırdı.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Murat Yetkin - Radikal
‘Ilımlı İslam’ın sonu mu?
Bir zamanların iyi çocuklarının kötü çocuklara dönüşümü 11 Eylül 2001 saldırılarıyla tamamlandı. ‘Ilımlı İslam’ sözü o zamanlar yaygınlaşır oldu. İran’daki Şiiler gibi devrim ihraç etmeye çalışmayan, El Kaideciler gibi silaha sarılmayan, Batı’nın serbest siyaset, serbest ekonomi değerlerine saygılı Sünni Müslümanlar da vardı ve bunlar ‘radikal’ İslamcıların panzehri niyetine Müslüman coğrafyada Batı tipi demokrasinin muhafazakâr misyonerleri olabilirlerdi. 
Türkiye’de 2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) aslında bu ‘Ilımlı İslam’ klişesine tam uyan bir hareket hiç olmadı. Ülke yıllar önce laikliği benimseyip din ve devleti yasayla ayırmış, onlarca yıldır (askeri darbelerle düşüp kalksa da) çokpartili sistemi ve serbest ekonomik modeli benimsemişti. Geleneksel İslamcı hareketin içinden AB’nin siyasi ve ekonomik normlarını benimsediğini söyleyerek hızla öne çıkan ve derin bir ekonomik kriz sonrasında iktidara gelen muhafazakâr ve daha önemlisi milli nitelikteki bu hareket, ılımlı İslam modeliyle kastedilenin ötesinde bir tanıma sahipti. 
Mısır’da 1920’lerin sonunda kurulup bütün İslam dünyasına yayılmış İhvan-ı Müslimin, Müslüman Kardeşler hareketinin, 1990’lardan itibaren sertlik yöntemlerini reddedip Tayyip Erdoğan’ın AK Partisi’nin Türkiye’deki başarısından cesaret alan bir grup, Arap Baharı ile birlikte Arap siyasetinin merkezine el koydu. Din ve devleti birbirinden henüz ayırmamış Tunus ve Mısır’da İhvan kökenli siyasetçiler demokratik seçimle işbaşına geldi. 
Ama 3 Temmuz itibariyle başka bir noktaya geldik: Ilımlı İslam siyasetinin sonunun mu geldiği sorusu bu nedenle anlamlıdır.
 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Fehim Taştekin – Radikal
İhvan’ın son silahı şehadet
Sahalara mağduriyet psikolojisi hâkim. Özeleştiriye asla yer yok. Söylem giderek şehadetin idealleştirildiği eski çizgiye kayıyor. Müslüman Kardeşler’in siyasi liderliğinin bu süreci nasıl götüreceği de belirsiz. Sorun şu: Meydanlardaki tepkiler bir ahla mı sınırlı kalacak yoksa Müslüman Kardeşler yeni bir yol haritasıyla geleceğe mi bakacak? Daha da önemlisi, yol haritası şiddetli mi olacak sivil mi? Mübarek devrilinceye dek siyasette kaçak güreşen ama son 2.5 yılda tam siyasete giren Müslüman Kardeşler’i şekillendirecek olan da ordunun bu harekete karşı bariyerleri ne kadar yükselteceğine bağlı. Ordu Mübarek’in bile kaçındığı bir şeyi yapıp Müslüman Kardeşler’in mürşidi Muhammed Bedii ve selefi Mehdi Akif’e dokundu. Selefi lider Hazım Ebu İsmail, Hürriyet ve Adalet Partisi Başkanı Saad Ketatni’nin de tutuklular arasında olduğu iddia ediliyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığı reddedilen Hayrat Şatır dahil 200 kişi için yakalama kararı çıkartıldı. Mursi ile 35 kişinin yurt dışına çıkışı yasaklandı. Bu kararlar altında da Mursi’nin görevden aldığı ama yüksek mahkeme kararıyla dönen başsavcının imzası var.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Yüksel Taşkın – Taraf
Mısır: Yakın geleceğe dair bazı öngörüler...
Mısır’daki son askerî darbe, İslamcıları sandıktan uzaklaştırıp şiddete yöneltmeyecektir. İslamcı guruplar, daha da bilenip örgütlenmeye ve zamanla serbestleşmesi umulan seçimlerde etkili olmaya çalışacaklardır. Mübarek Dönemi Mısırında bizdekine benzeyen bir yerel yönetim alanı mevcut değildi. Mursi’nin geçirdiği ve şimdi feshedilen anayasada bu yönde bazı sınırlı adımlar atılmıştı. Küremizin gidişatı gereği şunu öngörebiliriz:Mısır’ın yeni anayasası yerel yönetimlere alan açmak zorunda kalacak. Özellikle MK, sosyal İslam alanındaki tecrübesini buraya taşıyarak, siyasal alanda yitirdiği itibarını toparlamaya çalışacak.
Böylece İslamcıların en büyük zaaflarından birisi aşılabilir. İslamcıların yerel yönetimlerde veya Meclis içerisinde edindikleri siyasi tecrübeleri yetersiz olduğu için, abartılı derecede soyut tartışmalar içerisine çakılıp kalıyorlardı. Oysa Türkiye’de Milli Görüş, yerel yönetimlerde “hizmet siyasetinin” pratik getirilerini fark ederek, yerelden merkeze doğru bir siyasi kuşatma başlattı. Askerler, İslamcıları devletten sivil topluma doğru püskürtmeyi maharet sayabilirler. 
 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Murat Belge – Taraf
Mısır’a bakarak…
Eski düzene dönmek isteyenler, bir azınlık olarak, varoluyor ve herhalde uzun süre de varolacaklardır Türkiye’de. Bunların bir kısmı hayat pratiğini o eski düzenin verdiği imkânlar çerçevesinde kurmuş insanlardır; yani o düzenin sürmesinde doğrudan doğruya çıkarları vardır. Belki daha çok sayıda insan ise, başta eğitim aygıtlarının sunduğu eğitimin niteliği, ama ideoloji üreten bütün aygıtların çabalarıyla, zihnen bu düzene bağlılar.
Mısır’daki olayın burada bu yaz başında başlamış olan iklim değişikliğini tırmandırma ihtimali yüksek. Gezi olaylarına karşı “Bu bir uluslararası komplodur” diye bir savunma hattı kurulmuşken, Mısır’ın “emperyalizmin İslâm’ı halkın desteğiyle eriştiği yerlerden sökme ve sürme oyununun öbür parçası” olarak değerlendirilmesi doğaldır.
 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
İsmet Berkan – Hürriyet
Türkiye’de siyasal İslam Ortadoğu’da siyasal İslam...
 
Biz bu mahallede yaşayanlar çok farkında değiliz belki ama Türkiye’de bir süreden beri hararetli bir ‘Siyasal islam öldü mü’ tartışması devam ediyor; zaman zaman hararetlenerek...
Bu tartışma laiklerle İslamcılar arasında yaşanmıyor; hepsi de İslami gelenekten gelenler aralarında tartışıyor; gazetelerde dergilerde yazılar çıkıyor, belediyeler paneller düzenliyor, TV tartışmaları yapılıyor bu konuda.
Ortodoks İslamı gerekirse silahla getirmek anlamında ‘Selefilik’ Türkiye’de pek de yaygın olmayan, dolayısıyla ihmal edilebilir bir akım. O yüzden, benim anlayabildiğim kadarıyla tartışmanın odağını, ‘Çoğulcu ahlaka sahip (dolayısıyla demokratik) bir toplumda siyasal İslamın hedeflerinden hâlâ söz edilebilir mi?’ sorusuna verilen değişik cevaplar oluşturuyor.
Yani bildiğimiz klasik mesele: İslam ile demokrasi bir arada olur mu; iktidara seçimle gelecek siyasal İslamcı parti ‘öteki’nin haklarına dokunmaya kalkar mı; seçimle geldiği iktidarı yeniden seçimle bırakır mı?
Bu tartışma kolay kolay bitecek ve bir sonuca bağlanacak bir tartışma değil. 
Türkiye’deki siyasal İslam tartışması hiçbir yere bağlanmasa da olur; sırf bu tartışmanın varlığı bile buradaki çoğulcu gelenek hakkında olumlu düşünmeye bir sebeptir.
Öte yandan Mısır başta olmak üzere geniş Ortadoğu coğrafyasındaki siyasal İslam tartışmasının en önemli sorularından biri olan ‘Seçimle gelen siyasal İslam seçimle de gidecek mi’ sorusunun darbe yüzünden çok ama çok uzun süre bir daha sorulmayacağı kesin gibi.
 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Yalçın Doğan – Hürriyet
Üç bin yıl sonra Mursi
 
DÜNYANIN her yerinde devlet geleneği, bir ülkede darbe gibi olağanüstü bir durumun değerlendirildiği toplantıya iktidar Dışişleri’nden de birilerini çağırır.
Her ne kadar bizim Dışişleri Bakanlığı sözü dinlenen, iktidar karşıtı, farklı görüşler dile getirebilen eski yetkin Dışişleri değilse bile, yine de madem Mısır, Ortadoğu Dairesi ya da Kahire Büyükelçisi gibi birilerini çağırmak gerek. 
Oysa Dolmabahçe’de Tayyip Erdoğan başkanlığındaki toplantıda Dışişlerinden tek kişi yok. MİT Müsteşarı hariç, parti ve hükümet üyelerinden bazıları var.
Mısır nereden geliyor, nereye gidiyor, bizimle diplomatik ilişkileri nedir gibi bilgilere ihtiyaç yok anlaşılan. AKP dış politikada neden bu kadar çuvallıyor, işte buna bir örnek.
 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Fikret Bila – Milliyet
Batı’nın çelişkisi
Batılı liderler ve basının “darbe” sözcüğünü kullanmaktan kaçınması, Batı’nın Mısır’daki darbeye destek verdiği anlamı taşır.
ABD ve AB gibi demokrasi öncülüğünü ellerinden bırakmayan ülkelerin bu “suskun” tutumları, askeri yardımın kesilmesi veya Mısır’a yaptırım uygulanması zorunluluğu ile de açıklanamaz. Batı, darbeye tam karşı bir tutum alsa, ABD askeri yardımı keser, AB Mısır’a yaptırım kararı alırdı. Bunu yapmadıklarına göre demek ki, Mursi’nin Mısır Cumhurbaşkanlığı’ndan, Müslüman Kardeşler’in darbeyle iktidardan uzaklaştırılmasından memnunlar.
Değerler topluluğu olarak adlandırılan AB’nin ve ABD’nin demokrasi adına bir ses vermemesi Batı dünyası için ciddi bir çelişki oluşturuyor.
Bu durum da gösteriyor ki, ABD ve AB için demokrasiden daha fazla önem verdikleri “değer”ler söz konusu. Mursi’yi Mısır halkının demokratik yollardan değişime veya seçime zorlaması yerine ordunun yönetime el koymasını yeğleyen Batı dünyasının önemsediği, kuşku yok ki çıkarlarıdır.
Böyle olmasaydı Mursi’nin ordu tarafından devrilmesini değil, toplumsal ve siyasal muhalefet yoluyla ama demokrasi içinde politikalarını değiştirmesi veya seçime yönelmesini savunmaları gerekirdi.
 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Fuat Keyman - Milliyet
Mısır’da 28 Şubat derken, 27 Mayıs darbesiyle karşılaşmak
Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler’e karşı yapılan darbe, Arap Baharı sürecini yaşayan Mısır’ı çok kritik bir eşiğe getirdi.
Zaten kutuplaşmış Mısır, tümüyle ikiye bölündü. “Darbe yoluyla Mursi’nin gitmesini destekleyen Mısır” ile “Mursi ve Müslüman Kardeşler’i destekleyen Mısır” olarak cepheleşti.
Darbe, Mısır’ı, çok büyük bir risk ve belirsizlik sürecine savurdu.
Peki, darbe sonrası Mısır’ı ne bekliyor?
Mısır, üç olasılıkla yüz yüze: Ya kutuplaşma ve cepheleşme derinleşerek iç çatışmaya doğru gidecek; ya hızla seçime gidilerek, tekrardan sivil yönetime dönülecek ya da darbe rejimi, ilk iki olasılığın risklerini göğüsleyemeyeceğini düşünerek, kurulacak teknokrat hükümet yönetimini zamana yayarak uzatacak.
İlk olasılık hiç istenmeyen bir olasılık. Bölgesel güç ve kilit ülke konumunda olan Mısır’da iç savaş,sadece ülke içinde büyük bir insan trajedisi ve istikrarsızlık yaratmakla kalmayıp, tüm Arap Baharı coğrafyasını çok olumsuz etkileyecektir. İç ya da dış, hiçbir aktör, iç çatışma olasılığını istemez, göze alamaz. Ama, dünya pratiklerinden biliyoruz ki, darbeler istikrar değil, aksine büyük istikrarsızlık, hatta çatışmalar yaratıyorlar.
İkinci olasılık, kısa bir süre içinde yapılacak bir seçimle Mısır’ın sivil yönetime hızla dönmesi. Bu, istenen ve olması gereken olasılık. Ama, Mısır’da muhalefetin zayıflığı ve dağınıklığı, yapılacak seçimleri Müslüman Kardeşler’in kazanma olasılığını arttırıyor. Kendisine karşı darbe yapılan Müslüman Kardeşler’in, ne kadar Mursi yönetiminin yaptığı hatalardan gerekli dersleri alacağını ve “sorun çözücü ve toplumu kucaklayıcı bir yönetim anlayışı”nı benimseyeceğini bilmiyoruz. Müslüman Kardeşler’in kısa zamanda değişmesini beklemek gerçekçi olmayabilir. Hatta, darbe kızgını Müslüman Kardeşler’in sert, tepkici ve kutuplaşmayı derinleştirici muhalefet yapacağını beklemek, daha gerçekçi olabilir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Mensur Akgün – Star
Darbe miydi? 
Mısır’daki sokak gösterilerinin ertesinde ordunun olaya el koyması dünyada da Türkiye’de de farklı yorumlandı. Bazıları tüm bariz göstergelere rağmen müdahalenin darbe olarak nitelenemeyeceğini söyledi, bazıları da olanı biteni adlandırmaktan, dolayısıyla da sonuçlarına katlanmaktan kaçındı.
Ama kim ne derse desin, neden kaçınırsa kaçınsın Mısır’da yaşanan darbeydi. Üstelik de darbe Çarşamba günü değil Pazartesi günü yapıldı. Genelkurmay Başkanı Sisi 48 saatlik ültimatomunu verdiğinde darbe gerçekleşmişti.
Çünkü Genelkurmay Başkanı bağlı olduğu Cumhurbaşkanı’na muhalefetle uzlaşması için süre tanımıştı. Dünyanın neresinde olursa olsun bunun adı darbedir, siyasi sürece müdahaledir. Başına modern, post-modern ya da başka bir şeykoyup sıfatlayabilirsiniz ama önüne koyduğunuzkelime, olayın darbe olduğu gerçeğini değiştirmez. Eğer Türkiye geleneğinden okursak bunun adı 12 Mart darbesidir.
 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Ruhat Mengi – Vatan
Sandık ‘namus’tur, seçim ‘dürüst’se!
Hükümet üyelerinin Mısır’daki gelişmelerle ilgili söylediklerinin çoğu “kızım sana söylüyorum, gelinim sen duy” lafını hatırlatıyor, ordu müdahalesi kısmını çıkarırsak geriye “antidemokratik uygulamaları ve baskıları istemeyerek tepki gösteren kitleler için” söylenenler kalıyor. Demokrasi “çoğunluğun azınlığa tahakkümü” demek de olmadığına göre seçimi kazanan, geride kalan büyük kitleleri (hatta yüzde 1’i bile) dışlayarak canının istediğini yapar denemez.
Başbakan Erdoğan “sandık namustur” dediği konuşmasında “Mısır halkının Türkiye’nin yakın tarihini doğru okuması gerektiğini” söyledi. Yakın tarihle “darbeleri” kast ediyor, darbenin zararlarını doğru okumaları şart elbette ama “sandık namustur” sözüne onlar da inanmayacak, zira her şeyden önce “din faktörü kullanılıp düşman kutuplar yaratılarak, yalan dolan karıştırılarak yapılan seçimlerden hayır gelmediğini” gördüler.
Sandık ancak “seçim EŞİT ŞARTLARDA, seçmenin tamamı mecliste temsil edilecek şekilde, dürüst ve güvenli yapıldığına her vatandaş inanacak şekilde, din istismarı siyasete alet edilmeden, milletvekillerini halkın seçeceği sistemle” yapılırsa NAMUS’tur, aksi takdirde hiçbir şey değildir. Bu konuya devam edeceğim.
 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Mümtaz Soysal – Cumhuriyet
Darbe korkusu
Doğru söylemek gerekirse, Batı dünyasında bu olay konusunda “darbe”sözcüğünü kullanmaktaki çekiniklik hiç de “sebepsiz” sayılmaz. Eğer son ayların Mısır’ındaki gidiş çağdaşlaşmaktan vazgeçmek ve Müslüman Kardeşler’in egemenliğinde safsatalar dünyasına geri dönmek biçiminde “bir tür demokrasi” sayılmaktaysa, o gidişin durdurulması ve çağdaş yönetim biçimlerini denemeye açık yeni bir hukuk devleti kurma girişimine kapının açık tutulması, kanlı ve öldürümlü yanlışlara saptırılmadıkça, alışılmış anlamda bir darbe sayılabilir mi?
Dolayısıyla, Kahire’de olupbitenler konusunda kesin hükümlere varmadan önce, bundan sonraki gelişmelerin neler olacağını beklemek daha akıllıca bir tutum olacaktır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Mehmet Barlas – Sabah
Menderes ve Demirel siyasal İslamcı mıydılar?
Hadi canım sen de!
İslam'la demokrasiyi birlikte yaşatmak çok zormuş.
"Al lafı, koy rafa" derler ya...
Eğer demokrasi dediğimiz şey bir Hıristiyan kurumu ise demek ki İsa'dan önce de antik Yunan'da Hıristiyanlık varmış.
- Acaba Budizm'le veya Şinto inancıyla demokrasiyi birlikte yaşatmak da mı zordur?
- Atarsınız iki tane atom bombasını Japonlar da demokrat olur, diyerek mi cevap verilir bu soruya?
Peki... Model aldığımız ama bir türlü tam uyamadığımız Hıristiyan Batı başka ne tür siyasal düşünceler üretip bize ihraç etmiş?
 Bizdeki bazılarının yazılarını okuyup konuşmalarını dinlerseniz "İslamofobi" bir Türk siyasal düşünce akımı değil mi?
 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız