KESK, DİSK, TMMOB ve TTB tarafından 10 Ekim 2015 tarihinde düzenlenmesi planlanan Emek, Barış ve Demokrasi mitingi öncesinde tarihi Ankara Garı önünde IŞİD’in gerçekleştirdiği ve 102 kişinin yaşamını yitirdiği Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamının üzerinden bin gün geçti. Katliamda eşini kaybeden avukat Mehtap Coşgun, “Bu süre zarfında bir milim yol alınamadı. Hukuki olarak ümidimiz tükendi” dedi.
7 Haziran seçimlerinin ardından Hükümetin kurulamaması ve erken seçim kararının ardından gerçekleşen, dönemin Başbakanı ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun, “Saldırılardan sonra oyumuzda yükselme trendi devam ediyor” şeklinde tanımladığı katliamda yüzlerce yurttaş yaralanırken, birçoğu da hayatlarına en az birer uzvu eksik devam etti.
Katliamın hemen ardından başlayan soruşturma sürecinde ise mülkiye müfettişlerinin “ihmal var” tespitine rağmen kamu görevlileri hakkında etkin soruşturma yapılmadı. İki ayrı intihar saldırısı ile meydana gelen katliama ilişkin Ankara 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan yargılamada ise katliamla “ilgisi bulunan” 36 zanlı hakkında dava açıldı. Dokuz grup duruşmanın yapıldığı dava, son olarak 31 Temmuz ve 2 Ağustos tarihlerine ertelenirken duruşma yeri de Ankara Adliyesi’nden Sincan Ceza İnfaz Kurumu’ndaki duruşma salonuna alındı.
Katliamın ardından acılı ailelerin ve yaralıların bir araya gelerek kurduğu ancak daha sonra yargı kararıyla kapatılan, itiraz aşamasında olduğu için bu kararı henüz kesinleşmeyen 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği Eş Başkanı, katliamda eşi Uygar Coşgun’u kaybeden avukat Mehtap Sakinci Coşgun, BirGün’den Hüseyin Şimşek'in sorularını yanıtladı:
»Katliamın üzerinden geçen zaman düşünüldüğünde ölümlerin sorumlularının etkin soruşturma altına alındığını düşünüyor musunuz?
Katliamın aydınlatılması ve yeni katliamların önüne geçilmesi için bin günde bir milim dahi yol alınamadı. Temel sorunumuz, bin güne sığdırılabilecek birçok şey yapılabilecekken bunların hiçbirinin yapılmamış olmasıdır. Yargı süreci tamamen ailelerin bu işe ellerini taşının altına koymalarıyla yürütüldü. Davada savcı tarafından esas hakkındaki mütalaa verildikten ve mahkemenin tavrından sonra hukuki anlamda umudumuz tükendi.
»Bin gün dışarıdan bakıldığında uzun bir zaman dilimi gibi görünüyor. Sizin içinde öyle mi? Neler söylersiniz bin güne dair?
Katliamın üzerindengeçen ilk bin gün. Daha binlerce gün göreceğiz ancak bu bin günü çok çabuk tükettiğimizi söyleyebilirim. Mağduriyetleri gidermek, ölümlerin hesabını gerçek sorumlularından sormak için hiçbir şey yapılmadı. Bin gündür yerinde sayan devlet bürokrasisi var. 10 Ekim 2015’teki aynı siyasi ve hukuki perspektif ile yönetiliyor ve yargılamayı sürdürüyoruz. Bizim bu acıyı unutmamızı, süreci ötelememizi beklediler. Biz ise peşinibırakmadık. Yani her iki taraf için değişen bir şey olmadı bu bin günde.
“Zamana yenilecek bir acı değil”
»Yaşadığınız acıların unutulmaması için büyük çaba sarf ediyorsunuz. Daha ne kadar bu mücadeleyi vereceksiniz?
Bir cenaze için 40 günden sonra insanın içindeki duyguların sönümleneceğine ilişkin inanış var. Ancak sanırım bu durum bizim için geçerli değil. Bin gün geçti, biz hala üzgün, hala öfkeliyiz ve içimizdeki o duygular sönümlenmedi. Bu acı zamana yenilecek bir acı değil ve acıları zamana yenilmeyecek insanların zaman kavramı da yoktur. Öfkemizi ölçecek bir sistem olsaydı eminim ki o sistem bizim öfkemizi asla ölçemezdi. Ölçülemeyecek acılar yaşıyoruz. Biz ölünceye kadar geçmeyecek acılar bırakıldı bize. Bu nesil hayattan silinmeden bu acılar da yeryüzünden silinmez.
»Dokuz grup duruşmanın ardından dava Ankara Adliyesinden Sincan Ceza İnfaz Kurumu’ndaki bir duruşma salonuna alındı. Bunun nedeni ne olabilir? Nasıl yorumlanabilir?
Böyle bir kararla hiç şüphe yok ki davaya katılımı azaltmak ve son duruşmada verilecek kararın infial oluşturmasını engellemek istiyorlar. Öyle bir karar hazırlığındalar ki oluşacak infiali hesaba katıyorlar ve Ankara Adliyesi’nin buna uygun olmadığını düşünüyorlar. Katılım azalırsa dosya rahat kapanır diye umuyorlar. Duruşmayı başka yere taşımak ve verilen kararı da kendileri için en az zayiatla atlatmak kararlarında büyük rol oynadı. Bir duruşma sırasında 103 insanın ölümüne neden olduğu ifade edilen zanlılardan birisinin avukatı, ‘Can güvenliğimiz yok’ demişti. Ayrıca duruşmayı uzak bir yere taşımak mahkemenin bugüne kadar planları arasındaydı ancak ailelerin metanetli tutumu bunu engellemişti. Birilerinin can güvenliğine kastetmek gibi bir tutumumuz hiç olmadı. İnsanlar evlat, eş, çocuk kaybetmişler. Onları bu kadar baskılamak, azarlamak, onları uzun bir süre duruşma salonunda tutabilmek çok mümkün de değil. Bu insanlar izleyici değiller. Duruşma salonundaki hemen herkes dosyanın tarafı. ‘Sadece davanın taraflarını salonda istiyorum’ deyip davayı küçük bir duruşma salonuna sığdırmaya çalışmak hukuki, mantıklı, adil yargılamanın gereği olan bir karar değildir.
“Etleri çürüyen arkadaşlarımız var”
»Yaklaşık beş yüz yaralının olduğu biliniyor. Bin günde onların durumlarına dair neler söyleyebilirsiniz?
Bin gündür kapanmayan yara, iyileşmeyen hasta oluyor mu? Oluyor. Bin gündür yaraları henüz iyileşmeyen arkadaşlarımız, bombaya yerleştirilen bilyeler vücutlarında olan insanlar var. Defalarca ameliyat olmasına rağmen daha bir o kadar ameliyat olması gereken yaralılar var. Sayısız operasyon geçiren yaralılar, yatak yaraları nedeniyle bir kez daha operasyon geçiriyorlar. Yataktan kalkamadığı için etleri çürüyen arkadaşlarımız var. Otuz yaralı arkadaşımız ise ömür boyu engelli kaldı. Önlenebileceği halde gerekli önlemler alınmadığı için yaşanan bu katliamların travmatik sonuçları da oldu elbette. Büyük bir çoğunluğumuz çeşitli psikolojik sorunlar yaşadık. Ortada inkar edilemeyecek bir dehşet tablosu var ve buna maruz kalanlarımız bin gündür rahatça uyku gözü göremedi. Bin günün bir katliamın atlatılması için çok az bir zaman olduğunu bu süreçte anladık.
»Katliama dair aklınızdayer etmiş belirli olayları soracak olursak, neleri sayabilirsiniz?
Katliamın ardından başlatılan soruşturma için “kısıtlılık” kararının verilmesini sayabiliriz. Kısıtlılık karadı ile ailelerin ve avukatların delilleri görmesi, soruşturmayı incelemesi bir süre engellendi. Bu kararın altında çok çarpıcı nedenler yatıyor elbette. Mesela bunlar arasında ambulansların ve sağlıkçıların durumlarını sayabiliriz. Alana ilk müdahaleyi yapması gereken sağlık personelinin üçüncü bir bomba ihtimaliyle yaralılara müdahale etmediğini ve ambulansların da alana girmediğini biliyoruz. Sağlık personelleri bunu talimatlarla yaptıklarını da kabul ediyorlar üstelik.
Mülkiye müfettişi raporunun, birçok kamu görevlisinin ihmalini açığa çıkardığı için dava dosyasında yer almamasını da sayabiliriz. Nitekim iddianamenin bu bilgilerden eksik bir şekilde hazırlanması, soruşturmanın eksik yürütülmesine neden oldu.
»Mağduriyetlerin giderilmesi için tazminat talebiniz oldu mu?
Çeşitli tazminat kararları verildi. Bu talebe verilen yanıtlardan bahsetmek daha sağlıklı olacaktır. Örneğin katliamda yaralanan bir yurttaşa sadece 5 bin TL tazminat ödenmesine karar verildi. Evlat kaybetmiş bir anneye 25 bin TL manevi tazminatı uygun gördüler. Kardeşini kaybeden bir başkası ise 75 bin TL manevi tazminat aldı. Bunların büyük bir kısmı tedavi masraflarına bile yetmiyor. Böyle komik tazminatları öngören bir yargı var. Üstelik bunlar kesinleşen kararlar ve emsal olacaklar. Bundan sonraki kararlar da bu kararların ışığında verilecek.
»Unutulduğunuzu düşünüyor musunuz?
Halkın bizi unuttuğunu söyleyemeyiz. Politik eleştiriyi de fazlasıyla yapabiliriz. Bu katliamın bir siyasi cinayet olarak tanımlanmaması bizim açımızdan rahatsızlık verici durumlar arasında. 2015 yılında iki seçim arasında yaşanan katliam bu dönem hiç akıllara gelmedi. Hiç kimse bu ve HDP’nin Diyarbakır mitingi öncesinde yaşanan katliamı konuşmadı. Meydanlardan hesabının sorulacağına ilişkin tek cümle kurulmadı. Çok açık ki olayları yaşıyoruz, bundan etkileniyoruz ve daha sonra yaşadığımız olayları unutuyoruz. Boyutu ne olursa olsun aynı durum geçerli. Bu bir alışkanlık haline gelmiş.