Köşe yazarları, 7. gününde deprem felaketini yazdı: "İnsanlar enkaz altında göz göre göre ölüme terk ediliyor, sonra da, kader deniliyor, sabır isteniyor!“

12 Şubat 2023 06:59

KÖŞE YAZARLAR 7. GÜNÜNDE DEPREM FELAKETİNİ YAZDI: “İNSANLAR ENKAZ ALTINDA GÖZ GÖRE GÖRE ÖLÜME TERK EDİLİYOR, SONRA DA KADER DENİLİYOR, SABIR İSTENİYOR!”

Karar yazarı Taha Akyol: Felaket anlarında ortaya çıkan bir meziyetimiz var; dayanışma, el ele verme, birbirimizin imdadına koşma… 1999 Gölcük depreminde böyle olmuştu… Tarihimizin en büyük doğal afeti olan bu depremde de bu meziyetimiz harekete geçti. Evvela şu kışta kıyamette depremzedelerin yardımına koşan gönüllüler… Bütün belediyeler, Şirketler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, spor kulüpleri seferber oldu. Nakdi ve ayni yardımlar TIR’larla, uçaklarla deprem bölgesindeki 13 milyon insana giyecek, yiyecek, ayakkabı, su, battaniye taşıyor.Bizi birbirimize düşüren siyaset ve kimlik ihtilafları bir kenara, ülkemizde tam bir dayanışma var ,çok şükür.

Karar yazarı Taşgetiren: Bir savaş, bir büyük yangın, sel felaketi, bir deprem sonrası hazırlanan raporda başarısızlığı izah etmek için “Koordinasyon sağlayamadık” demek, “Savaşı neden kaybettik?”e verilen “Barut yoktu” cevabı gibi bir şeydir. Çünkü koordinasyon her şeydir. “İnsan farkı”dır. Günlerdir deprem bölgesinden yayın yapan haberciler, “Organizasyonsuzluk – Koordinasyonsuzluk”tan bahsediyorlar. Söylenecek söz belli: Devlet bu değil. Devlet, insanoğlunun geliştirdiği en önemli organizasyondur. Ve devlet insanı yaşatmak içindir. Yarın son deprem için AFAD’ın hazırlayacağı rapor Düzce depremi için hazırlanandan farklı mı olacak? Tabii ki tek sorumlu AFAD değil. AFAD da bir sonuç. Genel bir sistemsizlik – organizasyonsuzluktan söz etmek lazım.

Karar yazarı Yusuf Ziya Cömert: Fay hattı, malzemesinden çalınmış binalar, bilim adamlarını dinlemeyen idareciler, imar izinleri, imar afları, eyyamcılıklar, açgözlülükler, tamahkarlıklar, kurnazlıklar… Say hepsini, sonunda ulaşacağın toplam, insanların bir kısmının, insanların bir başka kısmının cebine daha çok para girmesi için ölmesidir. Bu kadar sefil, bu kadar ayıp bir sebep. Hepimiz üzgünüz. Üzgün olmamız gerekiyor. Fakat, afetin yakıp yıktığı insanların yerle gök arasını dolduran acılarının yanında üzgün olmak nedir ki?

Sözcü yazarı Uğur Dündar: Oysa tüm depremlerdeki yıkımların nedeni çok açık!..Malzeme hırsızlığı ve bunları ortaya çıkarmakla görevli olanların rüşvet karşılığında korkunç sonuçlar doğuracak bu durumlara göz yummaları!..Kısacası deprem öldürmüyor, hırsızlık ve rüşvet ürünü binalar öldürüyor!.. Türkiye genelindeki sayısız Mavi Göl apartmanı da, bazılarının deyimiyle “kaderlerini”, yani yıkılacakları deprem gününü bekliyor!..”Okuduğunuz satırları 29 Ocak 2020 tarihinde bu köşede yayımlanan yazımdan (biraz kısaltarak) alıntıladım.Demem o ki; bağırarak gelen bu felaketi görmek için kahin olmaya gerek yoktu!..

Sözcü yazarı Rahmi Turan: Depreme hep aynı sözler damgasını vurdu!“Fıtrat! Kader! Sabır! İlahi takdir” Korkunç felaket bir kader planıymış, kaderimiz çizilmiş ve sabır gerekiyormuş!Bu sözler, cahil halkın duygularını sömürmekten başka bir şey değildir. İnsanlar enkaz altında göz göre göre ölüme terk ediliyor, sonra da, kader deniliyor, sabır isteniyor! Ülkemizin, bilimle, teknikle, teknolojiyle değil “sabırla” yönetilir hale gelmesi hazindir.

Sözcü yazarı Necati Doğru: İnşaat Mühendisleri Odası Kahramanmaraş İl Temsilci Binası, solu, sağı, arkası, önü; büyük depremle yıkılmış ve altında kim bilir kaç bin çocuk, anne, baba, kardeşin canını almış beton, tuğla, demir, çelik, pencere pervazı, ahşap, cam, plastik, tuğla, kiremit enkaz molozu ortasın­da dimdik duruyordu.Çalmayınca yıkılmıyor! Siyasetten zenginleşen arsız, hayasız politikacı sınıfı ile halkın barınma ihtiyacını hak edilmemiş servet yap­maya dönüştüren yüzsüz, ahlaksız müteahhit sınıfı bir oldu. “Türkiye'nin 70 yıl sonunda başarması gereken depreme karşı dayanıklı kentler kurma fırsatını” yok etti. Ve sonuç dün 23 bine dayanan, kimbilir hangi onbinlere varacağı bilinmeyen canların kaybı, yıllar sürecek acı, gözyaşı, travmalar, kâbuslar.. Bu alçak, pislik, rüşvetçi, ülkeyi mahveden düzen değişmelidir. Türkiye baştan sona yeniden inşa edilmelidir, tıpkı 1923’ten sonraki gibi, büyük bir yurtseverlik, akıl ve bilim duygusuyla.. 100. yılda yaşadığımız büyük çöküş çok acil olarak bize bunu gösteriyor.

Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı: Yasaları uygulamamak, düzenlemelere uymamak daha fazla para kazanmak demektir. Bu paraların büyük kısmı inşaat şirketlerinin, izin veren belediyelerin kasalarına, ceplerine girerken, durumdan kısmen haberdar olan inşaat sahipleri de “daha ucuz, daha fazla yarar” peşinde koşarak, kendi hayatını veya kiracısının veya sonraki ev sahiplerinin hayatını faylarda ölüme kurban ediyor.

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan: BİR televizyonun haber yöneticisi, ekranda şöyle diyor:“O kadar akıl almaz işlere imza atıyorlar ki böyle bir ortamda. Kışlık mont yardımı gelmiş. Yardım kolilerinin üzerinde bira fotoğrafı var diye geri çevriliyor.” Birlikte program yaptığı arkadaşı, canlı yayında bu haber yöneticisini uyarıyor: “Şey... Yalnız o haber doğru değilmiş. Teyit.org onu şey etmedi.” Böyle bir uyarı karşısında bir haber yöneticisinin ne demesi lazım? Hemen şöyle demesi lazım: “Öyle mi? Çok pardon. Çok özür dilerim. Teyit etmeden bir palavrayı dile getirdim. Bazen biz bile yalanların etkisi altında kalabiliyoruz. İzleyicilerimiz verdiğim bu bilgiyi dikkate almasınlar.” Peki bizimki ne diyor? Şöyle diyor: “Valla doğrulanıp doğrulanmadığını bilmiyorum. Kafa bu kafa Nevşin. Yani yaparlar mı yaparlar.” Eskiden yalanı ortaya çıkan bir kişinin azıcık yüzü kızarır, hafiften utanırdı. Yok, yok. Kalmadı artık böyle bir şey.

Evrensel yazarı Günseli Bayram: Büyük afetler ve özellikle depremler sonrasında yapılan bilimsel çalışmalar ve gözlemler, gerçekten de afet bölgelerinde halk sağlığı açısından bir tür zincir reaksiyonun başlayabileceğini gösteriyor. Deprem sonrasında ortaya çıkan olumsuz koşullar, deprem bölgesinde salgınları tetikleyebilecek potansiyelde. Bu nedenle bölgede hem salgınları önleyecek sanitasyon tedbirlerinin acilen alınması, hem de salgın sürveyans çalışmalarının yapılması önümüzdeki dönem açısından elzemdir. 

Yeni Şafak yazarı Yusuf Dinç: Ne ihtiyaç varsa hemen ulaşıyor olması Türkiye’deki üretimin gücü. Sobacılar soba yapıyor. Hijyen malzemeleri üretenler görevlerinin başında. Su, gıda, çadır, battaniye; yollar konteyner yüklü kamyonlarla dolu, otelleri, yurtları, misafirhaneleri, kapısını her daim açık tutan kardeşleri var. Aklınıza ne geliyorsa afet bölgesine temin edilebiliyor. Dünyanın en kabiliyetli sivil toplum örgütleri var. Bu çok önemli bir avantaj ama gene de büyük bir devlet bütçesi olmadan bundan sonra gelecek süreç yönetilemez. Maalesef böyle bir afetten sonra işsizlik, üretim kaybı, yukarı yönlü fiyat hareketleri olması beklenir. (Mesela şimdiye kadar İstanbul’da eski konutların fiyatlarının tarihi düşük seviyesinde olması gerekirdi ama menfaatperestler pusuda.)

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan: Unutmayalım: Dünyada şehirlerini bizim kadar katleden, ruhsuz betonarme terörünün insafsızlığına ve ruhsuzluğuna terkeden ikinci bir toplum yok. Deprem bu gerçeğin görülmesine vesile olursa, depremden çıkarmamız gereken en önemli derslerinden birini çıkarmış oluruz.

Yeni Şafak yazarı Ersin Çelik: Yıkımın boyutu çok büyük. Bu depremin yaralarını sarmak hiç de kolay olmayacak. Haliyle önce arama kurtarma çalışmaları tamamlanacak. Sonra enkazlar kaldırılacak ve bu işlem belki de aylarca sürecek. Bir taraftan da şehirlerin yeniden inşa edilmesine başlanacak. Tüm bunlar bir plan çerçevesinde ilerleyecektir. Gördüğüm kadarıyla ilk şok atlatıldı. Ancak birbirine komşu şehirleri vuran depremin felaketzedeleri için uzun süreli planlar yapılması gerekiyor. Toplamda 13,5 milyonluk bir nüfusu etkiledi. Henüz rakamlar net değil ama bu nüfusun çok büyük bir kısmı evlerinden yurtlarından oldular. Şehirlerden akın akın göç var. Bu akın, arama kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmalarıyla paralel ilerliyor. Depremzedelerin büyük bir kısmı enkaz başlarında yakınlarının çıkarılmasını bekliyor. Sonra da ya çadır kentlere gidiyorlar ya da yaşadıkları şehri terk ediyorlar. Şu süreçte “Ne yapılmalı” sorusunun devlet tarafındaki yanıtlarının peşine düşmeyeceğim. Yapılanlar ortada. Burada kusur aramak ve tespit edilen aksaklıklar üzerinden siyaset yapmak da etik değil. Aksaklıklar yok diyemeyiz. Olanlar giderilir, kimse de hatada ısrar edemez. Ancak sosyal medyada öyle yorumlar yapılıyor ki; tüm kamuoyu deprem felaketinin bin kilometre uzağından ve sıcak bir odadan atılmış Tweet’in etkisi altında kalıyor. Artık bunları bir kenara bırakmamız gerekiyor. Deprem sonrası uzun bir süreç olacak. 

Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman: Bizim bina inşaatımızda, ahlak bozukluğu yüzünden kusurlar olabilir, ama 99 depreminden sonra depreme dayanıklı inşaat mecburi hale getirildi, onu uygulama ve uygulatmaya çalışmalıyız. Her şeye rağmen yıkım olur mu, olur; Japonya’da olmuyor diyenlere cevap: Son dakika deprem haberleri: Türkiye’deki depremler ve oluşan yıkımla ilgili her fırsatta Japonya kıyaslaması yapanlara dünyaca ünlü Jeofizik Uzmanı Martin Mai, Depremci Prof. Şerif Barış, gerçekçi analiz ve verilerle çarpıcı cevaplar verdi. Japonya’daki depremlerin yerleşim yerlerinden 120 km uzakta ve okyanusta olduğunu söyleyen uzmanlar karada gerçekleşen Kobe depreminde 100 bin binanın yıkıldığını söyledi ve ekledi “Japonya’da evler yıkılmıyor” efsanesine inanmayın. Böyle bir şey yok… Her ihtimale karşı uyanık ve tedbirli olmaya bir diyeceğimiz olmaz; daha doğrusu bunun zaruri olduğunu ifade ederiz.

Yeniçağ yazarı Yavuz Demirağ: Bugün yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli 10 ili vuran depremde koordinasyonsuzluğu, geç kalmışlığı, düzensizliği, iş bilmezliği ve en önemlisi gelen yardım malzemelerinin heba oluşunu gördükçe içim yandı. Kahroldum. Sonuç olarak şunu ifade ediyorum. Türkiye'nin her yerinde devletin "sımsıcak eli" askerdir. Arama kurtarma çalışmalarında ilk 12 saat hayati önemi haizdir. Bu zaman zarfında süratle organize olabilecek, anında ilk yardımı sağlayacak ve tüm faaliyetleri emir komuta zinciri içinde karşılayabilecek TSK'dan başka bir kurumun olması imkânsızdır."

HaberTürk yazarı Muharrem Sarıkaya: DEPREMİN yeri küreyi kumaş gibi yırttığı, üzerindeki binaları yerle yeksan ettiği Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya ve dün de Adana ve Hatay’da idim… Depremin vurduğu beş kenti görmüş biri olarak, en büyük yıkımını Hatay’da gerçekleştirdiğini söyleyebilirim. Gördüğüm bir diğer gerçek ise bu denli derin yarasının sarılması o kadar kısa sürede olası görülmediği… Çünkü üzerinden beş gün geçmesine karşın aksaklıklar düzelmiyor, çok daha derine saplanıyor. Bir yaşamın kurtulması için, bir kepçe, bir vinç, bir hilti ve iki kazma-küreğin yeterli olacağı enkazdan söz ediyorum. Günlerce yardım gelmemiş… Şimdi çıkan her bir canlı enkazın altında yaşamını yitirmiş yakınları bulunanlar için “Zamanında müdahale olmadığı için öldüler” yaklaşımına dönüşmüş… Hala devam eden bürokratik direnç ise işin tuzu biberi olmuş, tepkiyi yükseltmiş; herkes burnundan soluyor.

Birgün yazarı Merdan Yanardağ: AKP iktidarı ülkeyi yönettiği 20 yıl boyunca, doğal afetlere karşı önlem almak yerine, esas olarak Cumhuriyet’i ve insanlığın ilerici kazanımlarını yıkmak ve tasfiye etmek için çalıştı. Sorun budur. İslamcı hareket için önemli olan da budur. Bütün amaç, kutsal davanın gereklerini yerine getirmektir. Bu nedenle Türkiye, bir Ortaçağ arızasıyla, inanç /tanrı merkezli bir bilgi anlayışı ile mücadele ediyor. Bu deprem felaketi, zaten bütün iktidar dinamiklerini ve ülkeyi yönetme yeteneğini yitiren AKP iktidarını yolun sonuna getirmiş görünüyor. Ancak, Erdoğan yönetimi, tıpkı Gezi Direnişi’nde yaptığı gibi, karşı bir siyasi hamle ile krizi lehine çevirmeye çalışacak. Diğer bir ifadeyle Erdoğan yönetimi iktidarını sürdürmek, önümüzdeki seçimi almak için elinden geleni yapacaktır. İslamcı iktidara, bir kez daha bu fırsat verilmemelidir. Özellikle, “siyaset yapmanın zamanı değil” gibi, apolitik, siyaseten aptalca ve esas olarak iktidara çalışan bir anlayış, toplumun ve kamuoyunun zihninden çıkarılmalıdır.

Birgün yazarı Timur Soykan: ‘Şimdi siyaset zamanı değil’ diyorlar. Oysa onların siyaseti ülkeyi bir enkaza dönüştürdü. 17 Ağustos 1999’dan sonra toplanan 38,4 milyar dolar deprem vergisiyle duble yollar, mega projeler yaptılar. Müteahhitlerini zengin ettiler. ‘Yol yaptık’ diye oy toplarken kısa vadeli siyasi çıkarın ve rantın keyfini sürdüler. Bunları söyleyince bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.” Bilim insanlarının, meslek odalarının uyarılarına rağmen fay hatlarının üzerine otoyollar, havalimanları yaptılar. Depremden etkilenecek arazileri imara açtılar. Hatay’da kurutulan Amik Gölü’nün üzerine havalimanını yaparken buna karşı çıkanları ‘Terörist’ ilan ettiler. İmar aflarıyla oy topladılar. Bunları anlatınca bağırıyorlar: “Şimdi siyaset zamanı değil.”