"Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en iyi 100 romanı"

18 Haziran 2017 13:30

Hürriyet Pazar'ın aralarında eleştirmenler, yazarlar, akademisyenler, edebiyat öğretmenleri ve yayıncılardan oluşan 100 kişilik bir jüriyle hazırladı listenin en başında İnce Memed ile Yaşar Kemal var.

Jüride yer alan edebiyatımızın önemli isimlerinden Hasan Ali Toptaş İnce Memed'i ilk okuduğunda henüz 13 yaşında olduğunu söyleyerek şunları ekledi: ‘İnce Memed’i okumaya başladığımda 13 yaşındaydım ama o gün romanın sonuna geldiğimde 13’ünde değildim kesinlikle, iki günde birkaç yaş birden büyümüştüm. Zihnim derin bir nefes almıştı sanki, renkleri, kokuları, sesleri ve ışıltılarıyla birlikte tabiat gelmiş, içime dolmuştu. Bütün bunların yanı sıra, yazma hevesim de hatırı sayılır ölçüde rüzgâr almıştı, hissediyordum. Uzun süre hissettim bunu.

Ben yaşarken anlaşılmak istiyorum: Prof. Dr. Yıldız Ecevit açıklamasında "Gazetenizin yaptığı araştırmada ‘Tutunamayanlar’ın ikinci olduğunu öğrendiğimde şaşırmadım. Ama aklıma onun bir arkadaşıyla yaptığı bir konuşma geldi. İçim burkuldu. Kitaplarının yok sayıldığından yakındığında arkadaşı Uğur Ünel, ona bütün öncü sanatçıların aynı şeyi yaşadığını, ancak ölümlerinden sonra anlaşıldıklarını söylemişti. Atay bunu isyan ederek haykırmıştı: 'Ben yaşarken anlaşılmak, okurumla bütünleşmek istiyorum.' dediğini aktardı

Murat Belge: Saatleri Ayarlama’ metaforu, bir medeniyetten, dolayısıyla bir ‘zamansallıktan’ bir başkasına geçme sürecini anlatır. Tanpınar burada bu sürecin tamamı üstüne sözünü söylemek istediği için roman ister istemez bir ‘alegori’ yapısına evrilmiştir.

Yine bir Ahmet Hamdi Tanpınar romanı: Huzur... Doğan Hızlan "Tanpınar kendisini önce ve her zaman ‘şair’ olarak anmayı tercih eden bir isimdi. Diğer taraftan baktığımız zaman yıllardır söylenir; Tanpınar’ın en iyi şiiri ‘Huzur’ romanıdır diye. Çok doğru aslında... Zira Mümtaz ve Nuran’ın yaşadıkları bir mevsimlik aşk hikâyesini, beraberinde İstanbul’u, Osmanlı kültürünü, Boğaziçi’yi ve hatta romanın detaylarında karşımıza çıkan lüfer mevsimini bile tek kelimeyle, ‘şiirsel’ bir dille kaleme almıştır Tanpınar. Roman aynı zamanda Türk edebiyatında Doğu-Batı meselesini sorunsallaştıran, yıllarca bu konu üzerine odaklanan akademik çalışmaların merkezinde yer almıştır." diyerek anlatır Huzur'u

Murat Gülsoy: Özellikle ‘Kara Kitap’ta bu coğrafyanın insanlarının çarpışan bu iki kültürün basıncı altında nasıl ezildiğini ve de nasıl çözümler ürettiğini ortaya koyarken Doğu’nun ve Batı’nın edebiyat birikimini büyük bir ustalıkla yan yana getirir. Üstelik Borges’ten aşina olduğumuz ‘farklı kültürleri ve zamanları birbirleriyle konuşturma’ hali ‘Kara Kitap’ta sırlarla dolu bir şehirde, İstanbul’da gerçekleşir. Artık bir içinde yaşadığımız İstanbul vardır, bir de metinlerin üst üste gelmesiyle kurulmuş bir labirent şehir olarak İstanbul vardır. Dolayısıyla ‘Kara Kitap’ hem biçimsel olarak bir roman hem de bir şehir araştırmasıdır.

Nuri Pakdil: Orhan Kemal’in iyi kullandığı bir roman dili, bir üslubu vardır. Roman kahramanlarını, kendi ağız, şive ve söyleyişleriyle konuşturur ve insanları, bölgeyi çok gerçekçi biçimde sunar okuyucuya. ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ romanı da, Çukurova’daki toprak düzenini ve mevsimlik işçilerin hayatlarını çarpar yüzümüze.

Hamdi Koç: Öyle bir romanı bugün yazmak kolay. Ama 1959’da yazmak bir devrimdi. O zamana kadar, hatta ondan sonra çok uzun bir zaman bireyi anlatmanın saygın yolu bireyi toplumsal bilinç ve ilişkiler içinde, mutlaka tarihselliğini belirginleştirerek anlatmaktı. Yakup Kadri, Peyami Safa, Ahmet Hamdi böyle yaptılar. Yusuf Atılgan ise sebepsiz ve zamansız bir bireyi romanının kahramanı yapma cüreti gösterdi. Daha da ileri gitti, tavrı olan bir kahraman yarattı. C, romanımızda modern bireyin abc’sidir. Kendisini açıklamaya, mazur göstermeye, olduğu şey için özür dilemeye ihtiyaç duymayan birey: mutsuz, evet, ama kimseyi suçlamayan, âşık, evet, ama vazgeçmeye hazır, kendi duygusuzluğu, dağınıklığı içinde kaybetmeye mahkâm ama kazanmayı umursamayan, öfkeli ama sessiz, içi hoşnutsuzluk, hatta horgörü dolu.

Demir Özlü: ‘Aşk-ı Memnu’nun yayın tarihi 1923. İlk bakışta aile içinde geçen bir aşk dramı olarak görülebilecek, gerçekçi roman sayılabilecek ‘Aşk-ı Memnu, Halit Ziya Bey’in üslup sahibi bir yazar olması nedeniyle konusunun sınırlarını aşar, boyutlar kazanır ve derinleşir. Roman bu yanıyla bir Eski Yunan trajedisi halini alır. Bir yanıyla da İsveçli romancı Strindberg’in en sade piyesi olan ‘Matmazel Julie’ dramı gibi çarpıcı bir derinlik kazanır.

Birhan Keskin: Orhan Pamuk’un bence bu kitabındaki başarısı okuru atmosferini kurduğu o zaman ve mekânda büyük bir hayranlıkla merakla gezdirmesindedir. Büyük bir tutku ile işleyen bir romandır ‘Benim Adım Kırmızı’.

Pırıltılı bir yazarın gelişini müjdeleyen bir ilk kitap ‘Puslu Kıtalar Atlası’. ‘Yeniçeriler kapıyı zorlarken’ düşler üstüne düşüncelere dalan Uzun İhsan Efendi, kapı kırıldığında klasik ama hep yeni kalabilen sonuca ulaşmak üzeredir: “Dünya bir düştür. Ah! Evet, dünya bir masaldır.” İhsan Oktay Anar’ın geçmiş, dünya hali ve düşler üzerine yazılan romanı tarihte geçmesine rağmen tarihsel romanlardan ayrılır, kendi izini sürer.

Yazarın ilk ve en çok ses getiren romanı. Türk edebiyatının ‘Büyülü Gerçekçilik’ akımının ilk örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Roman, Aktaş ailesinin dışa kapalı bir köyde başlayıp büyük şehirde son bulan serüvenine yer verir.

Gerçekçilik anlayışına uygun olarak yazılmış olan ‘Yaban’da yazar, I. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı’nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, Milli Mücadele’ye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir. Yazar, bu romanda ortaya koyduğu birçok soruna daha sonra yazacağı ‘Ankara’da cevap bulmaya çalışır.

‘Ölmeyeceksek içelim bari’ sözüyle başlayan roman, Adalet Ağaoğlu’nun ‘Dar Zamanlar’ adlı üç kitaplık roman dizisinin ikinci kitabıdır. ‘Ölmeye Yatmak’ romanıyla aynı karakterlerin hayatlarından kesitlerin sıralandığı romanda, 12 Mart döneminin kuşku ve güvensizlik ortamının büyük bir tablosu çizilir.

Hikmet Benol, toplumdaki yoğun kargaşanın temelinde yatan gerçekliği araştırırken, gerçeklerle içtenlikle ilgilenmenin toplumu yönetenlerce tehlikeli görüldüğünü sezer ve ‘oyun oynuyormuş gibi ilgilenme’ yolunu seçer. Kişinin kendiyle savaşmasını ve yenmesini önemli bir sorun olarak algılamaya çağırır.

Üçlemenin ilk romanı. Cumhuriyet dönemi doçenti olan Aysel’in Ankara’da bir otel odasında ölmeye yatmasını anlatır. Aysel, ölmeye yattığı iki saat zarfında bütün yaşamını gözden geçirme, yaşadığı dönemle ve kendisiyle hesaplaşma imkânı bulur. 1930’lardan 60’lara siyasi dönemin bir panoramasıdır...

İkinci Dünya Savaşı arifesinde Berlin’e giden Türk genci Raif’i, içine kapandığı kitaplar ve düşler dünyasından, kendisi gibi duygusal yapıdaki Yahudi bir kızla yaşadığı, tutkulu bir aşk çıkaracaktır. Biri Batı’dan öteki Doğu’dan gelen iki yaşam kaçağının, iki düş insanının karşılaşmasıdır bu

Romanda İstanbul’un üç dönemi 1936 yılından geriye dönerek anlatılır ve Osmanlı devletinin hangi şartlar ve kişilikler altında çöktüğü sergilenir.

Subay babası ve hasta annesiyle yaşayan Feride oldukça hırçın ve yaramaz bir kızdır. Babası subay olduğu için beraber çok vakit geçirememişler ve annesi de vefat edince o teyzeleri ile yaşamaya başlamıştır. Teyzesi Besime Hanım’ın iki çocuğu vardır. Kamran ve Necmiye. Kamran’a âşık olur ve acıları başlar.

Peyami Safa’nın çocukluk ve gençlik dönemlerinden fazlasıyla izler taşıyan roman hem umudu ve umutsuzluğu hem de sevinci ve felaketi aynı sayfalara sığdırabilmiş olması bakımından insanın eşsiz bir tarifini sunuyor.

‘Devlet Ana’, Osmanlı kurulmadan önceki Anadolu’nun görünümünü ve Anadolu insanının özlemlerini anlatırken, onların güçlü, güvenli, adaletli bir devlete duyduğu ihtiyacı da açığa çıkarır. Kemal Tahir’in en önemli romanı olarak gösterilen ‘Devlet Ana’, onun düşünce yapısını da en iyi yansıtan eserlerinden biri sayılır.

27 Mayıs 1960 askeri darbesinden önce Türkiye içten içe kaynıyor. Kenan, yıllar önce Komünist Parti’ye girme suçlamasıyla polis sorgusunda çabucak yılgınlığa düşmüş, eski çevresinden tümüyle kopmuştur. Aşk, direniş, devrim günleri... Yaşam, Kenan’a kendini bir kez daha sınama olanağı verir.

Edgü 1964’te er-öğretmen olarak gittiği Hakkâri’nin Pirkanis Köyü’nde yaşadıklarını yıllar sonra düşle gerçeği bir arada kurgulayarak bu romanında anlatıyor.

Ailesinin katledilmesiyle sahipsiz kalan dokuz yaşındaki Yusuf’un olayı soruşturmak için Kuyucak’a gelen Nazilli Kaymakamı Selahattin Bey tarafından evlatlık alınması... Eleştirmenlere göre Yusuf karakteri, köyden şehre göç edip şehir hayatına uyum sağlayamayan insan tipinin habercisidir.

Soysal, gözlemlediği insan portrelerini, birbirinden kopukmuş gibi duran hayatlarından alıp, zekice bir kurguyla buluşturur. Bu çerçevenin içine de, Ali, Doğan ve Olcay’dan oluşan bir üçgen kurar; o dönemin sorularını, abi-kardeş, arkadaş ve sevgililik ilişkileri üzerinden yansıtır.

Lise son sınıfta babasını kaybeden Ahmet Cemil’in ailesinin geçim yükünü omuzlarına almasını ve bu uğurda hayallerini yitirmesini konu alıyor. Batılı anlamda Türk romanının başlangıcı sayılan ‘Mai ve Siyah’ için Ahmet Hamdi Tanpınar “Türkiye’de nesli adına konuşan ilk eser” demiştir.

Seniha karakterinin kendisini çirkin olarak algılamasını ve duyduğu kıskançlıkları konu alır. Örik’in bu ilk romanı önce Tan gazetesinde tefrika edildi.

Orhan Pamuk’a ilk ününü getiren bu roman İstanbullu bir ailenin 70 yıllık serüvenini hikâye ediyor. Kökü taşraya uzanan geleneksel ailesini bir yana bırakarak bu isteklerini gerçekleştirmeye girişen Cevdet Bey’in ve oğullarının hikâyesi, bir anlamda modernleşme uğraşı içindeki Türkiye Cumhuriyeti’nin özel hayatının da hikâyesidir.

Edebiyat tarihimizin ilk psikolojik romanı olarak anılan ‘Eylül’, bir yasak aşkı konu alıyor. Romanda aldatılan eşin ruhsal durumu, kadının ve erkeğin toplumsal rolleri anlatılırken dönemine göre oldukça cesur bir dil kullanılmıştır.

Eleştirmen Akşit Göktürk ‘Sunuş’ yazısında şöyle diyor: “‘Gece’de anlatılan tek tek, bölük pörçük durumların, konumların, gerçek yaşamla somut ilişkisi, sürekli seziliyor satır aralarında. Okurun yakın geçmişte tanığı olduğu birçok toplumsal, tarihsel, kültürel deneyden yankılar var metinde sözgelişi. Alışılmış tarihsel mantığın işleyişi bile sorguya çekiliyor.”

İyi bir aileden gelen, temiz kalpli, hayalperest biri olarak resmedilen Fahim Bey’i konu alan kitap için Halit Ziya Uşaklıgil, “Türk edebiyatı tarihinde birdenbire fırlamış bir irtifa noktasını gösteren bir tepe mesabesindedir” demişti.

Eser, 12 Mart’ı yaşayan 1947 doğumlu bir genç kuşağı anlatıyor. Füruzan’ın bu ilk romanı, 1975’te Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü almıştı.

Bir köyde durup dururken kaybolan insanları anlatan bu roman, 1994’te Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanmıştı.

Usta yazar bu eserinde, birbirini yok etmek için tüm imkânlarını ve nefretlerini kullanan iki derebeyinin ayakları altında ezilen toprağı anlatmıştır.

Anadolu direnişini anlatan roman, Cumhuriyet’in kuruluşuna giden sürecin romanı olarak da okunabilir. ‘Esir Şehir Üçlemesi’nde Millicileri İşgal Kuvvetleri’nin baskısı altındaki İstanbul’da anlatan Kemal Tahir, ‘Yorgun Savaşçı’da onları Anadolu’ya gönderir. ‘Yol Ayrımı’nda yan karakterlerden Cehennem Topçu Cemil, ‘Yorgun Savaşçı’nın başkahramanıdır.

Defalarca filmlere, oyunlara konu olan Murtaza karakteri, insanın en çapraşık durumlarından birini kara mizahla anlatır. Otoriteyle doğru kavramı arasında sıkışıp kalan, doğruculuğundan ödün vermemek için çabaladıkça daha da çözümsüzlüğe düşen, gittikçe insanı anlamaktan uzaklaşıp salt ilkelerini savunan bireyin başına gelenlerin acıklı bir güldürüsü...

Bütün umutlarını yitirmiş köylülerin kendi yarattıkları ermişin işaret ettiklerine bakarak hayatta kalmalarını anlatır. Roman kendi mitini yaratmanın tanığı, düş dünyasının gücünün kanıtıdır.

Kız (kadın), anne ve baba karakterleriyle bir ailenin içyüzünü ortaya koyan romanda; Leylâ Erbil hiç kimsenin girmeye cesaret edemeyeceği çıkmaz sokaklara giriyor ve sorgulamaktan kaçınılan konuların korkusuzca üzerine gidiyor.

Birçok filme ve diziye de konu olan roman İstanbul’un Kolera adındaki bir Roman semtinde yaşayan, toplumun ‘öteki’ olarak görülen insanlarını anlatır.