Aşk, insanlar bazen haz veren bazense mutsuz hissettiren bir duygu. Hissettirdikleri dışında tanımını yapmanın zor olduğu aşkı Nörolog Dr. Mehmet Yavuz anlattı. Yavuz, “aşk bir hastalık mıdır?” Sorusunu yanıtladı.
Aşk, inanılmaz bir haz, enerji veren ulaşılamadığında ise tarifsiz bir enkaz bırakan duygudur. Üstelik yer ve mekan tanımaz. Heyecan ve ölüm korkusu esnasında bile oluşabilir. Bilincinde olduğumuz hormonlar kadar, hiç farkına varmadığımız bilinçaltı etkenler de aşık olmamızda etkili olur.
Sevgi ve aşk duyguları tamamıyla beyinde gerçekleşir. Her ne kadar, sevgi ve kalp özdeşleştirilmiş olsa da bu işlevle ilgilenen beynimizdir. Karşı cinsten herhangi bir olumsuz davranış gördüğümüzde ’Kalbim kırıldı’ deriz. Aslında kırılan kalp değil, beyindir.
Aşk üzerine yazılmış şiirlerin hemen hepsi kalp merkezlidir. Doğrusu, Aristo’dan beri yanılgı böyle süregelmiştir ve bu noktada beyne büyük haksızlık yapıldığını söylemek yanlış olmaz.
Aşık olan bir kişi, yemeden içmeden kesilebilir, uyku düzeni bozulabilir hatta psikolojik bozukluklar yaşayabilir. Çünkü aşk bir saplantıdır, melankoli halidir. Kişi başka hiçbir şey düşünemez ve gözü sevdiğinden başkasını görmez.
Bazı araştırmacılar, beyinde depresyonla büyük ilişkisi olan serotonin hormonunun, aşk acısı ve duygu üzerinde de etkili olduğunu iddia etmektedir. Serotonin hormonunun az salgılanması aşk acısını körüklemekte hatta dayanılmaz hale getirmektedir
Depresyonlu ya da depresyona eğilimli kişilerde aşk duyguları daha yoğun yaşanmakta ve ortada aşkın neden olduğu bir acı varsa, bu daha derin ve yoğun hissedilmektedir.
Dolayısıyla aşık olanlarda, kandaki serotonin düzeyi, normal insanlara göre yüzde 40 daha düşüktür. Bu durum aşık olanların depresyona çok yatkın olduklarını göstermektedir. Bu noktada aşktan dolayı üzüntü yaşayanlar, antidepresan ilaçlar ya da beyinde serotonin salgısını arttıran ‘Manyetik stimülasyon’ ile tedavi edilebilir.
Tıp dilinde prefrontal korteks denen ve duygu dünyamızı kontrol eden bölge, alında sola düşen bölgenin hemen arkasında yer alır. Depresyonda ve aşk halinde bu bölgenin çalışması bozulur. Bu nedenle aşık olan kişiler beklenmedik davranışlar sergileyebilir.
Örneğin, İngiliz tarihinde 8. Edward, kraliyet yasaları aşık olduğu kadınla evlenmesine izin vermediği için daha önce iki kere evlenip boşanan kadınla evlenebilmek amacıyla krallığından vazgeçmiştir. Tahtını ise kardeşine bırakmıştır.
Aşk esnasında prefrontal korteks ile beraber amigdalanın da düzeni bozulur. Beynin içinde derinlerde badem büyüklüğünde olan ve biri sağ diğeri sol beyin yarım küresinde yer alan amigdala, korkuyu kontrol eder. Aşk esnasında korku ve paniğe neden olan amigdalanın devreden çıkması, kişinin her zamankinden daha fazla risk almasına neden olur. Belki de bu yüzden ‘Aşkın gözü kördür.’
Aşka takıntılı duygu yoğunluğu da diyebiliriz. Aslında bazen duygu yoğunluğu olmadan da takıntılı bağlanma ve odaklanma olabilir. Böyle durumlar gerçek aşk tabloları değildir. Aşk nedeniyle günlük yaşamı bozulan, işine, evine konsantre olamayan kişiler çözüm arayışı içinde olmalıdır. Bağımlılık merkezlerinde bu tarz kişilere uygun terapiler mevcuttur
Genellikle aşırı yoğun ya da tekrarlanan aşk acılarının ardından geçmişe dair korkular çıkar. Kişinin korkuları keşfetmek, o anı ve geleceği sağlıklı yaşaması için bir zorunluluk haline gelmiş olabilir. Bunun dışında aşk hastalığına tutulanlara yapılan terapinin en önemli kısmını, kişiye kendisi ile ilgilenme görevi verilmesi oluşturur.
Kişinin takıntılı bir şekilde başka birini düşünmesinin önüne geçebilmek amacıyla dikkat dağıttırılır ve bireyin hayatın merkezine tekrar kendini oturtması sağlanmaya çalışılır. Serotonin eksikliğinin daha çok üzüntüye yol açtığı da bilindiğine göre, ev ödevi olarak hobiler edinmesi, kendisine gün içinde vakit ayırması ve spora öncelik vermesi önemlidir. Çünkü sağlık durumuna uygun olarak seçilen spor aktivitelerinin serotonin hormonunu arttırdığı bilinir.
Aşk bir hastalık olarak ele alındığında kafatasına yapılan güçlü manyetik uyarımlar sayesinde kontrolden çıkan bölgenin dengesi yeniden sağlanabilir. İlk defa 70’li yılların sonlarına doğru Antropolog Helen Fischer, çok aşık olan kişilerin fonksiyonel MRI çekimlerinde beyinde gözle gözle görülür değişiklikler olduğunu gözlemlemiştir.
Pisa Üniversitesi psikologlarından Donetalla Marazziti, aşk acısı yaşayanlarla örneğin ellerini günde 100 kez yıkayan obsesif hastaların MRI görüntülerinin benzer olduğunu ifade etmiştir. Gerçekten de aşk tabloları, takıntılı hastalık olan OKB hastalığı ile büyük benzerlik göstermektedir. Dolayısıyla nevroz ve aşık olma hali arasında ortak bir paydadan söz etmek yanlış olmaz.
Aşk mutluluğu yaşayan veya aşk acısı çeken binlerce kişi üzerinde yapılan araştırmalara bakıldığında aşıklar ya mutluluktan havalara uçmakta ya da çok kederli bir durum yaşamaktadır. Aşk bir hastalık demek kulağa abartılı gelse de, normal bir durum olduğunu kim inkar edebilir? Bu noktada aşktan dolayı üzüntü yaşayanlar, terapi ile veya antidepresan ilaçlar ya da beyinde serotonin salgısını arttıran ‘Manyetik stimülasyon’ ile tedavi edilebilir.