07 Şubat 2023

1999'dan 2023'e "devletin çöküşü"

Gün yardımlaşma, bir arada olma, yaraları sarma günü… Hiç şüphesiz… Ama olanları konuşma, sorma, sorgulama günü de aynı zamanda…

"Sivil savunma hizmetlerimiz aksamıştır. Kurtarma işlerimiz yetersiz kalmıştır. Müteahhitlerimiz malzemeden çalmıştır. İmar düzenimiz laçkadır. Kısa zamanda bu yaraların sarılması mümkün değildir."

"Türkiye'nin bazı bölgelerinde çok ağır bir depremin yer aldığı anlaşılıyor. Çalışmalar ortalık aydınlandıktan sonra yoğunlaşmaya başladı."

"Uzun süre telefonlar kesikti. Ben saat 07.30'dan itibaren telefon irtibatı kurabildim..."

Yukarıda alıntı yaptığım üç isim; bundan 24 sene evvel gerçekleşen, Meclis deprem araştırma komisyonu raporuna göre 17 bin 480 kişinin öldüğü, 66 bin 441 konut, 10 bin 901 işyerinin yıkıldığı 1999 yılı Marmara depreminde devletin en önemli görevlerindeki kişilerdi. İlki 57. Hükümet’in başbakan yardımcısı Mesut Yılmaz, ikincisi başbakanı Bülent Ecevit, üçüncüsü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel. Devletin nasıl aciz kaldığını anlatıyorlardı, itiraf ediyorlardı.

21 yılı bugünkü iktidarın yönetimde geçen çeyrek asırda arada çok cümle, çok anma, çok laf edildi. Mesela Erdoğan her 17 Ağustos’ta mesaj yayınladı.

Dedi ki: "17 Ağustos 1999 Depremi'nde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyor, aradan geçen 23 yıla rağmen acıları hiç dinmeyen yakınlarının hüznünü yürekten paylaşıyorum. Bir daha aynı trajedilerle sınanmamak için yürüttüğümüz çalışmalara kararlılıkla devam edeceğiz."

Bugün gelinen noktada kararlılıkla yapılan çalışmaların olmadığını-eksik kaldığını görüyoruz.

Ya da 1999 depremi sırasında fiili başbakan yardımcısı, bugün adı konmamış cumhurbaşkanı yardımcısı, iktidar ortağı Devlet Bahçeli’nin yine bir deprem anmasında söyledikleri:

Elbette deprem konusunda fuzuli ve mekanik cümlelerle konuşmaya gerek yoktur. Buna ihtiyaç da yoktur. Zaman, ön ve önlem alma zamanıdır. Tedbir takdiri bozar mı? Bozmaz ama tedbirsizliğin de akılsızlık, ahmaklık, cehalet, felaketlere davet olduğu açık seçik bir gerçektir. Alalım tedbiri, edelim tevekkülü, bırakalım takdire. Bilelim ki deprem değil sağlıksız, ilkel, malzemeden çalınarak yapılan binalar öldürür.

Bahçeli bugün (7 Şubat Salı) partisini grup toplantısında ise hem eleştirilere sert çıktı hem de şunları söyledi: "En büyük depremlerle çökse de çatımız, hiçbir felaket büyük değildir yokluğun kadar. Gök kararıp gürlese, peşi sıra yıldırımlar yağsa, yer yerinden oynayıp dağlar yıkılsa, gece gündüz karışıp sabahlar olmasa vazgeçmeyeceğiz Türkiye'mizden, taviz vermeyeceğiz milli birlik ve kardeşliğimizden."

Kimsenin memleketten vazgeçme niyeti yok ama memleketi yönetenlerden bekledikleri var elbet…

Ne yazık ki… 1999 depreminde karşı karşıya kalınan acziyetle aradan geçen 25 yılda karşı karşıya kalınan acziyet arasında tek bir fark yok. Bugün de kurtarma işleri aksadı, bugün de deprem bölgesinde yüzbinlerce insan sahipsiz, bölgede ekmek, barınma, ulaşım, o günden farklı (1999 yaz ayı idi) battaniye, çadır, ısınma sorunları var.

O günle bugün arasında tek bir fark var: Basın ve eleştiri özgürlüğü. Sizinle bugünkü iktidar yandaşı bir gazetenin 17 Ağustos depremi sonrası kapağını paylaşayım: Yeni Şafak: Devletin çöküşü.

Bugün bunu söyleyenleri linç eden, vatan haini gösteren "gazeteci" görünümlü iktidar aparatları o gün bu manşetleri atıyordu-atabiliyordu. Bugün iktidar gemisine yanaşan Milliyet’in, benim de çalıştığım o günlerdeki manşeti "Halk Sahipsiz" idi.

Bitirirken…

Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Adana, Osmaniye, Diyarbakır, Adıyaman, Malatya, Mersin, Elazığ, Şanlıurfa’yı etkileyen depremde.

Bugün (7 Şubat Salı) itibarıyla…

On bin civarında (rakam daha fazla olabilir) bina yıkılmış durumda…

On binlerce insan yıkıntı altında kurtarılmayı bekliyor…

Kurtarma ekipleri özellikle ilk gün tam bir koordinasyon sağlanamadığı için pek çok yere ulaşamadı…

Koordinasyonun dışında, yolların çökmüş, havaalanlarının kullanılamaz hale gelmesi de etkili…

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın 7 Şubat saat 11 itibariyle verdiği bilgiye göre 12 bin 181 arama kurtarma personeli alanda… Bu sayının yetersizliği de ortada…

Halk kendi kendini kurtarmaya, birbirine yardım etmeye çalışıyor.

1999'dan 2022 sonuna kadar -tahsil edildiği yıllardaki nominal değeriyle- topladığı 88 milyar 240 milyon TL 'deprem vergisi' Hazine'ye aktarıldı. (Kaynak Murat Batı-T24). AKP’li Maliye eski bakanının söylediğine göre bu paranın çoğuyla yol yapıldı. Ki o yolların da hali ortada. Bu paralar neden depreme harcanmadı?

İktidar boyunca sayısız imar affı çıkaran, hastanesinden belediyesine çöken bir yapıdan bahsediyoruz.

Yoğun bakım ünitesi çöken hastanenin altında kalan mı engellilerin bakım evinden zor çıkartılanların soğukta pijamalarıyla kalışı mı…

Soracak soru çok…

Gün yardımlaşma, bir arada olma, yaraları sarma günü… Hiç şüphesiz… Ama olanları konuşma, sorma, sorgulama günü de aynı zamanda… Yoksa bu iktidar gider başkası gelir, iktidar sahipleri, yandaşları kalır, olan halka olur.

"Tek Adam"ın ve yakınındaki küçük grubun yönetimindeki, ortak aklın işlemediği, kurumların çoğunda liyakatsiz isimlerin olduğu Türkiye’de, bir yandan dayanışırken öte yandan sormanın, konuşmanın, eleştirmenin günüdür…

Yazarın Diğer Yazıları

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

Bir mesafe alınmamış olsa, İmralı’ya gitme konusu gündeme gelir miydi?

Türkiye ocak ayı sonundan itibaren görevi devir alacak Trump’ın yaratacağı belirsizlik, bölgede büyüyebilecek bir çatışma-savaş öncesi pozisyon alma çabasında gözüküyor. Elbette iktidarın bir yandan barış-birlikte yaşam için arayışları öte yanda kayyımdan tutuklamalara yaşanan sertlik görüntüleri “yeni bir mühendislik-algı çabası mı” şüphesini haklı olarak düşündürüyor

Bir toplumun ‘ayarlarıyla’ oynamak: Bugün sırada kim var?

İktidar ‘korkut-belirsizlik yarat-yönet’ sisteminin artık iflas ettiğini er ya da geç görecek. Muhalefetteki ayrılıkları genişletip iktidarda kalacağını düşünmek, bunun sürdürebileceği fikrine yatırım yapmak, kendi sürelerini uzatma hesabı yaparken yoksulluğu-adaletsizliği derinleştirmekten başka bir şeye yaramıyor.

"
"