Aslında başka bir konuda yazıyordum.
Malûm, yanı başımızdaki kapıları aralanmış cehennemden ateş püskürüyor.
Dünyaya egemen olma yarışındaki tanrıların Ortadoğu’da yarattığı bataklıktan yayılan ateş bu.
Tam da bu ateşin ortasında kavrulan Filistin’e dair yazıyordum ki postal seslerini duydum:
Rap rap! Rap rap! Rap rap!
Sesler, ülkenin politik atmosferinden yankılanıyor, ana muhalefet partisi liderinin ağzından dile geliyordu.
Yabancı asker postalları altında
Alışıldık, iflah olmaz, kaba sözcüklerden kaçınıyorum.
Edebiyatın kanatları altına sığınıyor, ironi ile yazıyorum:
Atalarımızın genlerinden kalma eski alışkanlığımız nüksediyor.
Bir kez daha konu komşu ülkeler üzerine yeni seferler düzenleme hazırlığındayız. Şimdi Lübnan ve Orta Afrika tezkeresi, sırada ise Irak ve Suriye.
Ancak, oyunu kuralına göre oynamadan olmaz!
Öyle ya, göz kamaştırıcı, güçler ayrılığı ilkesine sahip bir ülkeyiz. Son derece bağımsız yargımız, tıkır tıkır işleyen demokrasimiz var.
Şu halde, o basit formaliteyi yerine getirip her zaman olduğu gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden tezkereyi almalıyız.
Öyle de yapıyoruz. Tezkere Meclis’e geliyor. Hevesle ellerini ovuşturanlar, cılız itirazlar, her zamanki malûm “terör” kavramına sarılanlar…
Çoğu zaman imdada Birleşmiş Milletler’in 51.maddesi yetişiyor. Her devletin kendine yönelik yapılan terör saldırılarında meşru müdafaa hakkı varmış!
51. Madde, egemen devletlerin eliyle ne yöne çeksen o yöne sünüyor. Rusya Ukrayna‘yı tehdit görüp işgal ediyor, ABD Panama‘yı... Bazen Sirte Körfezi’ne saldırıyor, bazen kıtalar arası gidip Afganistan’ı vuruyor. Fransa Libya’da Kaddafi’nin kellesini almakta beis görmüyor. Türkiye her fırsatta Kürtlere hücum ediyor; Irak’ın, Suriye’nin sınırları delik deşik. Filistin dersen yeryüzünün lanetlileri onlar. Dünyanın birçok egemen devleti işgalcinin yanında saf tutmuş. Birleşmiş Milletler’ in 51.Maddesi devrede, hırsızın hiç suçu yok! İsrail her daim meşru müdafaa hakkını kullanmakta. BM’nin İsrail’in işgal ettiği toprakları terk etmesini öngören 242 nolu kararını takan bile yok.
At izinin it izine karıştığı bu göz gözü görmez karanlıkta Kılıçdaroğlu’nun sarıldığı şey ise postallar oluyor.
Parti olarak çok sayıda “evet” oyu verdikleri tezkereler konusundaki tartışma sırasında kullanıyor postalları.
“Yabancı asker postallarının Türkiye Cumhuriyeti topraklarını çiğnemesine ‘evet’ diyor musun, demiyor musun?” diye efeleniyor başka bir parti liderine.
Eee, peki sormazlar mı insana;
“Yabancı asker postalları tarafından çiğnenmek hangi ülkenin hoşuna gider ki?”
“Afganistan’ın, Libya’nın, Suriye’nin, Irak’ın ve başka ülkelerin toprakları Türkiye’nin postalları altında çiğnenirken ne olacak?”
Sanırım her durumda, barışı tesis etmek gibi kutsal bir amacı olmalı o topraklardaki varlığımızın…
Tıpkı beyaz adamın 500 küsur yıl önce Amerika’da olduğu gibi. Tıpkı Batılı uygar devletlerin Orta Doğu’da, Afrika’da, uzak Asya’daki varlığı gibi.
Sahi, anımsayan var mı? Hangi kolonyalist devlet, başka ülkelerdeki varlığını, oralardaki zenginlikleri sömürmek için diye açıklamıştır ki?
Egemen ve kibirli devletlerin huyudur. Onlar, başka coğrafyalardaki “ilkel ve geri kalmış” toplumlara hep medeniyet götürmek isterler.
Bunun için uygarlıktan, çağdaşlıktan nasibini almamış, kültürü zayıf, dili derme çatma toplumların toprağını işgal ederler.
Karşı koyanı ezer, ötekini yok sayar, kimliğini inkâr eder ve kendine benzetmeye çalışır.
İtirazın sürekliliğine tahammülü yoktur. Sesini yükselteni, karşı koyanı, boyun eğmeyeni “terörist” ilan eder.
Sonrası basittir. Yasalarıyla, medyasıyla, iletişim gücüyle toplumu buna inandırır ve onayını alır. Bu da yetmez, terör canavarına karşı ulusal ittifaklar, uluslararası koalisyonlar kurulur.
Sonra vur abalıya, hazırlan yeni seferlere. Gönder uçak gemilerini açık denizlere, salla Cruiselarını, Tomahawklarını dört bir yana. İşgal et Afganistan’ı, fethe çık Libya’yı, kopar kellesini Saddam’ın; kaçacak delik bırakma, yürü üstüne Kürdün. Yaşayacak bir avuç toprak kalmasın, patlat tepesinde fosfor bombasını Filistinlinin…
Lübnan tezkeresi, 11 Ekim'de Meclis Genel Kurulu'nda kabul edildi. TSK'nın bölgedeki görev süresi 1 yıl daha uzatıldı
Lübnan tezkeresi geçiyor, sırada Irak ve Suriye
Bir kez daha savaş tamtamları yükselmede.
Katı, iflah olmaz sözler tesirsiz.
Sıradan, ezber cümlelerin arasında daralıyorum.
Sözcüklerin baştan çıkarıcı, büyülü dünyasında yeni sığınaklar arıyorum kendime.
İflah olmaz, ezber sözcükler kadar, postalları da sevmiyorum!
Kılıçdaroğlu, açıkça ve mertçe söylemiyor/söyleyemiyor;
O, kurucu lideri, Mustafa Kemal’in son derece anlamlı sözünü bile savunmaktan aciz;
Kayıtsız şartsız “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyemiyor.
Barış, hep olduğu üzere egemenin dilinde uzak durulacak, ürkünç bir sözcük.
Savaşın allak bullak ettiği coğrafyalarda, barış isteyenler ise teröristten sayılıyor.
İnsanın tarihinde bu hep böyle olagelmiş.
Beyaz adama göre Kızılderili, Avrupalıya göre Afrikalı zenci; Fransa’ya göre Cezayirli, ABD’ye göre Vietnamlı, İspanya’ya göre Katalan, İngiltere’ye göre İrlandalı, Türkiye göre Kürt, İsrail’e göre Filistinli…
O halde rap rap, ötekinin üzerine haydi sefere!
Orta Afrika ve Lübnan tezkeresi geçiyor, sırada Irak ve Suriye.
Ana akım haberlerinde hızla kirlenirken cümleler, ne diyebilirim ki?
Çaresiz, bir kez daha kederli sözcükler dolanıyor dilime.
Yusuf nazım kimdir?
Yusuf Nazım (1962) Hanak-Ardahan doğumlu. 1984 yılında Ankara'da, Hacettepe Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi. Uzun yıllar bilişim sektöründe çalıştı.
1992-1999 yılları arasında Özgür Gündem, Özgür Ülke, Emek, Evrensel, gazeteleriyle; Gerçek ve Evrensel Kültür dergilerinde deneme, öykü ve yazıları yayımladı.
2007 yılında Hayat Televizyonu'nun ilk kurucuları arasında yer aldı. 2010'da bilişim sektöründeki profesyonel çalışmasını sonlandırdı.
2011 yılından itibaren Cumhuriyet, Radikal, Evrensel, Özgür Gündem ve Birgün gazeteleriyle; T24 ve Bianet platformlarında yazıları; Evrensel Kültür ve İnsancıl Kültür Sanat dergilerinde öykü ve denemeleri yayımlandı.
2012-13 yıllarında Güneydoğu'da Diyarbakır, Batman ve Van illerinde çekilen Düşümdeki Uçurtma belgesel filminin genel koordinatörlüğünü yaptı.
Öykü kitapları Kızak (Evrensel Basım Yayın, 2012) ve Leyla'yı Beklerken (İnkılap Kitabevi, 2017).
|