(Önsöz: Yusuf veledinin büyümeyi reddettiğini 2 kadın, bir erkek bildi. Kadınlardan biri Gülebru Turna, Berhaya’nın Dilbilimcisi, adı yazılasıdır. İkincisi de kocasının onu “şişkosun, zayıflayamıyorsun” diye boşadığını Yusuf’a anlatan, Yusuf’a sırrını verdiği için kendine değil, Yusuf’a kızan ve ona “Büyü de gel!” diye bağıran iktidar düşkünü bir kadın. Adı unutulmuştur. Erkek ise, Günter Grass. Teneke Trampet’i yazmış ya, daha ne yapsın. Büyümeyi reddeden bu Yusuf veledinin gözleri neler görür, bir bilseniz. Görür gözleri, duyar kulakları, lâkin hepsi söze dökülüp düşmez kâğıda parmaklarından, dudaklarından. Kulaktan girenlerin hemen hepsi kalbine gider. Ama gördüklerini okumayı pek sever bu velet Yusuf. Gelene geçene, aşağı sarkıp bakanlara gördüklerini anlatmayı, kuyunun dibinden akıllı bıdıkça ahkâm kesmeyi sever. Amacı nedir? Bakan gözler değil de gören gözler ister bu velet. Amenabar’ın dediği gibi: Abre los ojos! Gözlerinizi açın! Sanat hayatı mezellenir durur. Mimesis budur. Yusuf’un kuyuda ikamet edişi de bu yüzdendir. Kuyuya taş atmak serbesttir. Size maruz kalmak, Yusuf veledinin en doğal hakkıdır. Merhaba yazılarım uzun olacak, bakalım kimler muradına erecek de biz kimlerin kerevetine çıkacağız?)
İnsan yobaz doğmaz! Deus da bilir, deyyus da bilir bunu. Burası İstanbul: Pandaemonium. Burası iblislerin başkenti. John Milton yobazı 17'inci yüzyılda, Paradise Lost’da bilmiş de yazmış, John Martin romantiği de gravürlemiş (1825).
“Deus & Deyyus” başlığında bir roman üçlemesi yazıyorum. Parfüm ismi gibi değil mi? Bu üçlemeyi yazmayı bitirebilirim, bitiremem belki, ömrüm yeterse yazarım, değiştiririm fikrimi, bilemem. Ama inancın sömürülmesi, Tanrı ya da Allah’ın yolunun çok para getiren bir yol olduğu fikrinin işlendiği filmlerden
Takva’dan (2006) sonra,
Takiye’den (2010) önce yapılmasına karşın vizyona niyeyse geç giren, yönetmen Javier Fesser’in Camino (2008) adlı İspanyol filminde de görünce, romanlarımı bitirmeyi erteleyip konuya dikkat çekmek istedim. Daha doğrusu, yüzlerce yazarın dikkat çektiği konuda ben de yazmak istedim, yeter artık demek için. Susma cesaretimizi tevazudan sayıp ciddiye aldılar. 57 yıllık Türkiye hayatımda, hiç bu denli zorbaca yönetildiğimi hatırlamıyorum. Üstelik hiç fark ettirmeden, Tanrı fikri gibi inanan için. Her an her yerde (ubiquity) ama yine de yok gibi. 12 Eylül 1980 gibi inmiyor üstümüze. Harry Potter’ı görünmez kılan pelerini gibi koruyucu, sahiplenici bir melek yüzüyle kapanıyor üstümüze.
Matrix’teki Anderson’ın ağzını yitirmesi gibi suskun ya da kuzu kuzu mee halkım. Ağzımızı bıçak açmıyor, mağdur ve maktul Türkiyem.
İşkencecisine aşık hastalar, madunlar ülkesi haline geldik. Eskiden Hayat isimli bir apartmanda otururdum, şimdi
Acil’deyim. Ülkeyi yönetenlerle, yönetilenler arasında sado-mazo bir ilişkinin keyfini sürenler çoğunlukta. Aziz Nesin’in incognito mezarına ziyaretçidir Nuria. (Nur yağmıştır Nesin’in mezarına dedim:)
Nuria’nın (tanrının ışığı, nuriye) kızkardeşi Camino karakteri ekseni etrafında dönen filmin adı ‘Camino’ İspanyolcada ‘yol’ demek ve İspanya’nın dinbaz cemaati ve filmde anne Gloria’nın (Tanrının şanı, ) körü körüne bağlı olduğu Katolik bağnazlığının temel kitabının da adıdır. Bu kitap 1934 yılında Josemariá Escrivá de Balaguer tarafından yazılmış. Kitabın önemi ve bir ikon ya da fetiş olarak görünürlüğü filmde, yanlış anımsamıyorsam, dört kez gerçekleşti: 1. Cervantes ödüllü Jose Camila Cela’nın bir romanı okunmasın diye bir kenara atıldı; 2. Camino’nun, gerçek adı yine ironik olarak Jesus/İsa olan Cuco’ya bir görüşte aşık olması sırasında ara nesne olarak kullanılan masal kitabı Mr. Meebles canlanıp kıza yol gösterdi; 3. Hastanede rahibin elinde İncil göründü ve 4. bir azizenin acılar içinde geçen hayatını anlatan biyografi kitabı kıza örnek olsun diye annesi Gloria tarafından hediye edildi. Kitap, tesbih, haç gibi dini ikonlar kadar, karakterlerin isimlerinin çağrıştırdığı ve dindar karakterlerin örnek gösterdiği aziz ya da peygamber isimleri de (hagiography) Camino’nun çevresine örüntülenen kafesi, çemberi göstermek üzere kinayelerle süslenerek kullanılmış.
Filmde Camino’nun sevgili babasının adı José, yani Yusuf’un İspanyolcası; yeryüzünden İsa diye biri geçtiyse eğer, onun gerçek babası, Meryem’in kocası. Opus Dei tarikat ya da cemaatinin Katolik kilisesinin bir kolu olup günlük hayatta ya da sıradan etkinliklerde kutsal olanı ön plana çıkardığı bilinir. Yani tanrı sadece ibadet anında, halinde kutsal mekanlarda, tapınaklarda anımsanacak bir kavram ya da varlık değildir; tanrı ve inanç örüntüsü, her an her yerdedir (popüler kültür ikonları gibi) ve bu inancı bizleri bıktırana kadar yineleyen, hayatının her saniyesinde, yapılan her işte, Tanrıya ve inancına ilişkin bir yorum yapan ve bizleri çıldırtan baskın anne Gloria’nın bedenini de ruhunu da ele geçirmiştir. Anne Gloria, büyük kızı Nuria’ya yaptığı gibi, küçük kızı Camino’yu da kendisine benzetmek istemektedir. Haliyle onu dövesimiz geldi, hop oturduk, hop kalktık. Tiyatro olsa, yerimizden fırlayıp o roldeki oyuncunun saçını başını yolardık, öyle sinirlendik. Baş karakter, 11 yaşındaki masum esas-kızımız Camino, daha sonra yatakta sabuklarken annesine “Sen hiçbir şeysin” diyerek intikamımızı aldı da biraz olsun yüreklerimize sular serpildi.
İsimlerin katolik inancı doğrultusunda ve İncil’den dini imalarla devşirildiği ve neredeyse bütün isimlerin ironik olarak kullanıldığı filmde, "Opus Dei hakkında ne düşünüyorsun baba?" repliğinin anlamı yine ironik olarak, kızın, yani Camino'nun (hayata mecaz) kutsal olanı günlük hayatta bulacağının iması idi. Camino, tatlıcının oğlu Cuco'ya aşık olarak günlük hayatta kutsal olanı yakalamıştı. Oğlanın adı İsa diye herkes kızımızı peygamber İsa’ya aşık sandı. Bu da imanları yüzeysel göstergelerle ölçülen kof kafaları, sığ yürekleri iyice belirledi.
Kıssadan hisse buydu. Buna ilaveten, kutsal olan o değil, İsa'ya tapacaksın, yakışık almaz o kırmızı elbise, şurasını burasını kapatalım vb. kurallar (Foucault bunlara küçük iktidar gözleri de diyor) yüzünden yüzeysel analizde masum çocukların, ama genelleme yaptığımızda ise insanın hayattaki kutsal olanı görmesinin, bulmasının, bu şekilde yaşamasının olanaksız olduğu fikri çıkmış oluyor. Cemaatlerin, tarikatların ya da putların öğretileri altında ezilen, hayatlarını yaşayamayan çocuklarımız, gençlerimiz, yetişkinlerimiz için de iyi bir ders oluyor bu film. Hayallerinin gerçekleşmeyişi, umut doluyken bîümit aşka sarılması ve karabasanlaşan rüyalarindaki görsel mecazlar kızcağızın umarsızlığını sergiler. (Derken odama Özlem Kumrular girer: “Hocam bak ne buldum,” diyerek.) V. Carlos’un 1535 yılında Tunus’a doğru ilerlerken Barbaros’a karşı açtığı savaşta bayraklardan birinin üzerinde “Envió dios su angel, para que te guarde en todos tus caminos” yazıyormuş. Yani, “Tanrı, seni bütün yollarında korusun diye meleğini gönderdi.” Bu inanç ya da mucize beklentisi, bir dolu Oskar toplayan Crash filmindekinin tersine, bu filmde gerçekleşmez. Ne Mr. Meebles, ne de gelen melek Camino’nun korkularına çare olabilir. E, hal böyle olunca da böylesi katı kurallar örüntüsü içinde bireyin (Camino’nun) iki türlü ırzına geçiliyor:
1. Ruhunun (dini öğretiler doğrultusunda çocuk yetiştirme, hayatı hep din, tanrı, İsa öğretilerine denk yaşamak zorunluluğunun Demokles’in kılıcı gibi tepemizde duruşu ile, bizi bıktırana kadar sürer);
2.Bedeninin (tıbbın da tıpkı din gibi insanın hayatı ile keyfi oynadığını gösteren yakın çekimlerde gözlerimizi kaçırmamıza sebep olan grotesk sahneler aracılığı ile bedene girişler, masum kızın bedenini yakın çekimlerle sürekli olarak ‘deşmeler’ zehirlenmiş yetişkinlerin masum çocukların ‘ötekisi’ olduğunun da altını çiziyordu. Tıpta bu deriyi deşip açıp vücuda girmeye ‘invasive surgery’ deniyormuş bunu da, diğer mesai arkadaşım Övgü Tüzün’den öğrendim. İstilacı ameliyat. Tecavüz iması var. Maruz kalanın iradesinin yok olması da ima ediliyor haliyle.
Yol ya da hayat boyunca çocukların ruhları ve bedenleri sürekli olarak istilaya maruzdur. Ruhların, bedenlerin deşilmesinin adını ‘büyümek’ koymuşlar.
Hal böyle olunca, Külkedisi masalının yalan oluşu gibi, Camino da aşkını kafasının içinde yaşadı. Tıpkı Nobel ödüllü yazar Toni Morrison'ın En Mavi Göz adlı romanındaki Pecola Breedlove adlı kızın ancak delirdiğinde kendisini beyaz ve güzel görmesi gibi. Pecola’nın soyadındaki kinayeye de dikkat: Sevgi üreten. Irzına geçilmiş zenci kız nasıl sevgi üretecekse. Onlar, ömür boyu taciz edilmiş, işkence görmüş kalırlar, onlar kendilerini kendilerine ötekileştirirler; mümkün mü sevgi üretmeleri. Büyüdükçe sevecek insan değil de, bizi sevecek birilerini arayışımızın sebebi de bu olsa gerek. İstanbul’da yapılan ikinci WALTIC kongresinin konuk konuşmacısı yazar Renata Salecl de fark etmiş. Amazon sitesine girip taramış ‘Love’ sözcüğünü ve kendimizi başkasına nasıl sevdireceğimiz konusunda binlerce kitap bulmuş. Fakat ‘başkalarını nasıl severiz’ konusunda yazılmış tek kitap bulamamış.
Camino’daki boş koltuk da tanrının var olmadığına, en azından kayda alınabilen bu gerçekler, görünen nesneler dünyasında olmadığına işaret ettiği için de, filmin ‘yol’ anlamına gelen baş karakterinin kaderi ile belirlenen ana fikir şu: Bize dayatılan bu tanrı söylemi, tanrının eseri bir hayatı yine tanrı yolunda feda ederek yaşamayalım, acı çekip hayattan kâm almayı ihmal etmeyelim. Kendimizden başkasını sevebilmek bir meziyettir. Bize dayatılan bu yol, yol değildir. Çocuklarımızın hayatlarını zehir ederken, onlara kendimizce yol çizerken bunları akılda tutalım.
Öyleyse, faltaşı olsun gözlerimiz. Deus & Deyyus küresel marka olmuş ya, bundan böyle uyku öldü.