İstanbul’da kaç bina olduğuyla ilgili bir araştırma yaparken Oğuz Gündoğdu’nun demeci bomba gibi düştü gündeme. Dolayısıyla pazar günü bir çok gazetenin manşeti de bu demeç oldu. Depremin ne zaman olacağını dört gün önceden tahmin edebilecekmişiz. Yaşasın…! Artık hiçbir şey yapmamıza gerek yok. Oğuz bey nasıl olsa dört gün önceden haber verecek. Biz de pılımız pırtımızı toplar kaçarız.
Daha önce Tempo 24’de de yazmıştım. Yine Tekrar ediyorum. Hem de bu kez büyük harflerle yazıyorum :
DEPREMİN YERİNİ ve BÜYÜKLÜĞÜNÜ YAKLAŞIK OLARAK TAHMİN ETMEK MÜMKÜN. NE ZAMAN OLACAĞINI İSE BİLEMİYORUZ.
Depremi tahmin edebiliyoruz diyenlere çok açık ve net bir çağrım var. Depremden önce çıkın ve depremin olacağı yer ile gününü bir basın toplantısıyla açıklayın. Biz de bakalım ne kadar doğru tahmin ediyorsunuz.
Basın da bunu biliyor artık. Buna rağmen bu tür demeçlerin üzerine iyi tiraj getirdiği için balıklama atlıyorlar. Oysa bugüne kadar yapılan çalışmalar başarılı olmadığı için bir çok ülke, kaynaklarını depremi tahmin etmek yerine depremden doğacak zararları azaltmak için kullanmaya başladı. Depremi önceden tahmin çalışmaları çok değerli bilimsel projelerdir ve bence yapılmaya da devam edilmeli. Ancak elde hiç bir şey yokken kalkıp çok iddialı demeçler vermek de biraz bilimsellikten uzaklaştırmaya başlıyor insanı. Bilim insanları da inandırıcılıklarını kaybediyorlar halkın gözünde.
Oysa bizim depremi önceden tahmin etmekten daha önemli bir sorunumuz var. Bu sorun başta İstanbul olmak üzere Marmara kıyısında ve kıyısına yakın yerlerde bulunan tüm yerleşim birimlerini ilgilendiriyor. Dört gün önceden depremi tahmin etmek için proje geliştiren bizler ne yazık ki bölgedeki yapı stoku hakkında yeterli bir bilgiye sahip değiliz. Buna rağmen biz hâla depremin ne zaman olacağıyla ilgileniyoruz. Başta İstanbul olmak üzere deprem bölgelerinde yaşayanların, depremden en az nasıl etkileneceği üzerine çalışmalar yapmak bu ülkeye verilecek en büyük hizmettir.
İstanbul’da kaç tane bina olduğunu hiç kimse tam olarak bilmiyor. Düşünebiliyor musunuz ? Dünyanın en büyük kentlerinden biri, dünyanın en büyük depremlerinden birini bekliyor ama kentte kaç bina bulunduğunu hiç kimse tam olarak söyleyemiyor. Bizi acı bir biçimde uyaran 17 Ağustos depreminden sonra geçen 10 yıllık süre içinde ne yazık ki hâla İstanbul’da kaç adet bina olduğu bilinmiyor, bilinemiyor. Sadece biz yani Allahın garip kulları değil belediyeler ve kamu kuruluşları da bu sayıyı tam olarak bilmiyor. Kimi 750 bin diyor, kimi 1.300.000, kimi ise 1.600. 000 adet binadan söz ediyor. Söz konusu sayı konut değil bina. Bir de bunu daire başına vuracak olursak çıkacak sayıyı düşünün. “Bu sayı neden çok önemli be kardeşim depremle ilgili o kadar sorun dururken neden bina sayısıyla uğraşıyorsun. Depremi dört gün önceden bilecekmişiz işte” diye düşünenler yazının sonunu beklesinler lütfen.
Bu verdiğim rakamlar yaklaşık rakamlar. Çünkü İstanbul’da yapılan binaların büyük çoğunluğu kaçak. Yani nasıl yapıldığı bilinmiyor ve büyük bir çoğunluğunun basit de olsa bir projesi bile bulunmuyor. Projesi olanların durumu da çok vahim. Çünkü çizilen projeyle, yapılan binanın uzaktan yakından bir ilgisi yok. Dolayısıyla zemin – bina ilişkisinin nasıl olacağı da bilinmiyor. Yani eskiden yapılan binaların çoğu zemin özellikleri göz önüne alınmadan yapılmış. Sözün kısası bu bilgiler çok sağlıklı değil. Çünkü kayıtlar sağlıklı değil. Ancak bir çok kimse 1.300. 000 sayısında birleşiyor.
Şu 750.000 sayısı çok önemli. Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Japonya Uluslar arası İşbirliği Ajansı (JICA) tarafından yapılan çalışma sonucunda ortaya çıkan senaryo bu sayıya göre yapıldı. Bu sayıya göre de 60 bin ölü tahmin ediliyor. Oysa deprem senaryolarının 1.300.000 bina sayısına göre yapılması gerekir. Bu rakam İstanbul’daki binaları kapsıyor. Marmara denizinde olacak bir depremin sadece İstanbul’u etkilemeyeceğini artık en cahilimiz bile biliyor. Başta Tekirdağ olmak üzere tüm kıyı şeridi bu depremden etkilenecek.
Bu depremden etkilenecek bina sayısı en iyimser tahminle bile 2.000.000 civarına ulaşıyor böylece. Nüfus da neredeyse 20 milyon civarında. Böyle bir deprem sonrasında ortaya çıkacak on milyarlarca dolarlık maddi kayıptan söz bile etmiyorum. Basit bir mantıkla böyle bir depremde Marmara denizinde olacak bir depremde kaç kişinin yaşamını kaybedeceğini hesaplayabiliriz. Bu binaların çok değil % 5 i zarar görse bu 100.000 bina yapar. Her binada 5 kişi yaşamını kaybetse etti mi size 500 bin kişi. Diyelim ki bu çok karamsar bir rakam. Öyleyse silelim yarısını bu da 250 bin kişi eder. Haydi biraz daha iyimser olalım. Deprem senaryosuna hiç dokunmadan sadece bina sayısını değiştirelim. Neredeyse iki katı bir rakam çıkıyor ki bu da 100 binin üzerinde ölü anlamına geliyor.
İstanbul’a 100 km uzakta olan bir depremde bile 900 ün üzerinde can kaybı verdik. Burnumuzun dibinde olacak 7 büyüklüğünde bir depremde ne kadar can kaybının olacağını düşünmek bile istemiyorum.
Başka bir problem daha var. O da depremin olacağı mevsimle ilgili. Yaz aylarında yer altı suyu iyice çekildiği için heyelana yol açacak kaygan tabakalar kurumuş oluyor. Bu nedenle yaz aylarında olacak bir depremde heyelan çok fazla bir risk oluşturmayacak. Oysa bol yağışlı sonbahar ve ilkbaharda olacak bir depremde tetiklenecek büyük heyelanlar nedeniyle can kaybını da artıracak.
Yani bırakın depremin kaç gün önce olacağını tahmin etmeyi biz daha elimizde kaç adet bina olduğunu bir tam olarak bilemiyoruz. Depremin dört gün önceden tahmin edileceğine seviniyoruz ama Devletin deprem için koyduğu Özel İletişim Vergisinden 24 milyar doların neden Deprem için kullanılmadığını sormuyoruz.